Kıbrıs
Sorununa Bakışımız , Çözüm ve Örgütlenme
Önerilerimiz-KBC
19 Nisan 2012
I.Sunumun Amacı:
Bu sunumdan amacımız Kıbrıs'ta
sömürgeci işgalci güçlerin zulmüne ve kapitalist düzenin
azgınca süren sömürüsüne karşı işçi emekçi sınıfına
siyasi önderlik yapacak Komünist Devrimci Partinin olmadığı
koşullarda komünist devrimcilerin soruna bakışı ve
çözümlemelerini tartışmaya açmak ve bir tartışma platformunun oluşmasını hedeflemektedir. Sunumun kendi içerisinde eksikler olduğunu ve düzeltilmesi gerektiğinin altını çizmek istiyoruz.
II.Sunumun Kapsamı:
Sunumumuz önceden belirlenmiş gündeme
göre şu başlıklar altındaki görüşlerimizi kapsamaktadır.
- Kıbrıs'ın işgalinden ne anladığımız
- Bundan kurtulmanın nasıl bir programla mümkün olduğu
- Bu program çerçevesinde nasıl bir örgütlenme oluşturulmalı
- Bu örgütlenmenin eylem planı.
III.SUNUMUMUZ
1.Kıbrıs'ın işgalinden ne
anladığımız
a. Kıbrıs'ın Tarihçesi
Kıbrıs milyonlarca yıl önce deniz
tabanının sıkışması sonrası deniz yüzeyine çıkmış bir
kara parçası olup,10 bin yıl öncesine ait ilk insanlarla ilgili
izler deniz kıyısındaki mağaralarda bulunmuştur. MÖ 6000'de
insanların toplu yaşamaya başladığı en eski köylerden birisi
de Hirokitya'dadır. MÖ 2500 de bakırın bulunması ile Kıbrıs
adasına ilgi de artmış.Bu ilgi eski çağlardan günümüze,
yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ile akdenizdeki stratejik konumu
nedeniyle hep artmış ve ada hep işgal edilmiş ve ada insanları
hep boyunduruk altına tutulmuşlardır.
Kıbrıs halkları bu işgaller
sürecinde şekillenmiştir. İşgalci sömürgeci ülke ve
devletlerin egemenlerinin (egemen ulus) biryandan Kıbrıs'ın yerli
insanlarını ve diğer yandan taşıdıkları nüfuslara da kendi
kimliklerini ( dillerini,dinlerini ,kültürlerini) baskı,zulüm ve
benzeri metodları ile kabul ettirerek asimile etmişler yada
kendilerine bağlı kılmışlardır.
Bu nedenle Kıbrıs ilk
yerleşimcilerinden günümüze bir
diller,dinler,kültürler,milliyetler
zenginliği taşımaktadır.
Örneğin Kıbrıs'a 1571'de osmanlının
emirle taşıttığı insanlar Anadolu'dan toplanmış insanlardır.Ki
bunların büyük çoğunluğu da o
dönemde Kıbrıs 'taki yaşama uyum sağlayamamış birkısmı geri
dönerken bir kısmı da hastalıklardan
kırılmışlardır.Kıbrıs'a sürgün emri ile gelenlerin tümünün
de islam olmadıkları gibi, değişik
kültür,milliyet ve dini grublardan oldukları bilinmektedir. .Çünkü
Anadolu medeniyetler,kültürler,dinler,diller ve milliyetler
zenginliği taşıyan bir
coğrafya.
Kıbrıs’ın işgaller tarihini
kısaca özetlediğimizde ;
M.Ö 1500-58 ESKİ MISIR, HİTİT,
AKA, MİKEN, FİNİKE,
ASUR, MISIR, PERS, PTOLEMİ(Mısır)
M.Ö 58-M.S 324 Roma,M.S 324-649
Bizans,M.S 649-965 Arap Müslüman,M.S 965-1191 Bizans, 1191-1192
Templar Şövalyeleri, 1192-1489 Lüzinyan,1489-1570 Venedik,
1570-1878 Osmanlı,1878-1960 İngiliz
işgallerini ve sömürge yönetimlerini,
1960 KC kuruluşu (türkiye,yunanistan
ve ingiltere'nin garantörlüğünde (Vesayeti altında),
1963-74 Halkların kırdırılması,1974-
Adanın ve halkların bölünmesi ve garantörler arasında
paylaşılması ve işgalleri olarak
özetleyebiliriz.
Eski çağlardan günümüze kadar
sürekli başka devletlerin boyunduruğu altında kalan
Kıbrıslılar,ekonomik,sosyal ve
benzeri baskılar karşısında dayanamamış ve işgalcilere karşı
da
ayaklanmışlardır.Ancak isyanları
hep kanlı bir şekilde işgalci devlet güçleri tarafından
bastırılmıştır.
b.Kıbrıs'ın işgalciler
sömürgeciler emperyalistler için neden önemli
Kıbrıs doğu akdenizdeki konumu
ile emperyalist devletlerin ve bölgedeki bölgesel güçler için
stratejik öneme sahip bir adadır. Bu stratejik önemi, ortadoğudaki
enerji kaynaklarından olan petrol ve petrolun taşınma hatlarına ,
uzakdoğudan batıya uzanan kara ulaşım yollarına ,deniz ulaşım
yollarından olan suveyş kanalına,Mısır'a ve kuzey Afrikaya,
emperyalist güçlerden Rusyanın kapalı karadenizden açıkdenizlere
açılabileceği boğaz ve denizlere, Türkiye ve Yunanistan'a
yakınlığı ve kontrol edilebilecek stratejik öneme sahip bir
noktada bulunması vb nedenlerinden ileri gelmektedir.. Son
zamanlarda denizlerinde bulunduğu açıklanan enerji kaynakları ise
stratejik önemine yanında ayrıca ekonomik değerleri de önem
katmıştır.
c.Sömürgeden Garantörlü
“Cumhuriyet “ Paylaşımına
İngiliz
emperyalizmi ve sömürgeciliği, dünyada sömürgeciliğe karşı
gelişen kurtuluş savaşları nedeniyle Kıbrıs'ta önlemlerini
almış ve öncelikle böl-yönet taktiğini uygulayarak biryandan
dini diğer yandan ise Türk-Yunan milliyetçiliğinin yayılmasına
ortam hazırlayarak halkları TÜRK-YUNAN ulusunun parçası haline
getiren asimilasyonlarına önayak olmuş ve bunun sonucunda
düşmanlaşmalarını sağlayarak şovenizmi körüklemiştir.
İngiliz
emperyalizmi ve sömürgeciliğinin bu uygulamalarına karşı ilk
devrimci örgütlenme 1917 Ekim devriminden hemen sonra 1926 da
kurulan Kıbrıs Komünist Partisi -KKK dir. Ancak İngiliz sömürge
yönetimi KKP'nin emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı
mücadelesinin potansiyel tehlikesini açıkça gördüğü için
1931 isyanına karşı tedbirlerini alırken KKP'yi de kapatarak
yasadışı ilan etmiştir.
İkinci Emperyalist
paylaşım savaşı sonrası Kıbrıs’ta daha ileri boyutlarda
gelişmeye
başlayan İngiliz sömürgeciliğine
karşı mücadele, kısa süre sonra emperyalistlerin adada Türkiye
ve Yunanistan’ın sömürgeci
çıkarlarını da gözeterek kurdurdukları EOKA ve TMT faşist
örgütlerinin kurulması ile
bastırılmış ve halklararası içsavaşa dönüştürülmüştür.
KKP'nin
kapatılması sonrasında 1946'da KKP'nin devamı olduğunu ileri
sürerek kurulan AKEL KKP nin mücadele çizgisi dışında
gelişmiş ve türkçe konuşan Kıbrıslı emekçiler arasında da
etki göstermiştir. Gelişen bu sol hareket, türkçe,rumca konuşan
emekçilerin,işçilerin PEO sendikasında örgütlenmelerini belirli
oranda gerçekleştirmelerine rağmen, reformist/revizyonist
örgütlenmeler olmaları nedeniyle işçi emekçi sınıflara
kendileri için sınıf olma bilincini taşıyamamıştır.
Akel'in
bu ideolojik çizgisi nedeniyle 1960
öncesi, İngiliz
sömürge döneminde
sömürgeciliğe karşı
gelişen mücadelenin,
EOKA gibi
faşist örgütlenmenin
hakimiyetine geçmesine,ve
ENOSİS'i savunarak ulusal
yönünü (yunan
milliyetçiliği) sınıfsal
mücadelenin önüne
koymuştur.
Bu içsavaş sürerken yapılan
görüşmeler ve varılan anlaşmalar sonrasında 1960 16 Ağustosunda
Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.
Kıbrıs Cumhuriyeti devleti
emperyalist İngiltere , sömürgeci Türkiye ile Yunanistan ve
onların
Kıbrıs’taki
türkleştirilmiş,yunanlılaştırılmış işbirlikçilerinden
oluşan EOKA ve TMT faşist
örgütlerinin halklara karşı
uyguladıkları ve halkları birbirine kırdırarak yürüttükleri
savaş
sonucunda çıkarlarını dengeleme
üzerine kurdukları bir devlet olmuştur.
Bu devlet Kıbrıs Halklarının
tümünün eşit haklara sahip olması üzerinden değil, halkları
birbirine boğazlatmaya , türk ve
yunan milliyetçiliğini egemen kılmaya yönelik ,
türkleştirilmiş,yunanlılaştırılmış
işbirlikçi burjuvazilerin çıkarlarını dengelemiş, kapitalist
üretim
ilişkilerine sahip bir burjuva
devletti.
Ülkenin bir kısmı (Dikelya,2.5 Mil
ve Ağrotur,Piskobu bölgeleri- İNGİLİZ ÜSLER
BÖLGESİ- hava,deniz limanlarıyla
karayolları ve birçok bölge üzerinde de lojistik v.b
kolaylıklara sahip olma
hakkını,garanti ve İttifak anlaşmasına ek olarak sağlamıştır.)
İngiltere’nin işgaline
bırakılırken,İngiltere,Yunanistan ve Türkiye kurulan devletin
garantörü
oldular ve Kıbrıs’a alay düzeyinde
askeri birlik çıkardılar.
Kıbrıs, böylece Emperyalist
İngiltere'nin sömürgesinden Kıbrıs Cumhuriyeti'ne geçerken
bağımsızlığını değil, bizzat
ülkenin bir kısmını ve bağımsızlığını da emperyalist
İngiltere ve
ABD emperyalizminin yeni
sömürgelerinden Türkiye ve Yunanistana teslim etmiştir.
Kıbrıs Cumhuriyeti devleti Kıbrıs
Halklarının kendi geleceklerini belirleme haklarını
kullanmalarının sonucu olmadığı
gibi, tümünü kapsamamakta ve sadece Türkiye ile
Yunanistan’ın egemenliğindeki
halklara tabi kılınmaktaydı.
Kıbrıs halkları sadece iki halktan
değil,Kıbrıs’ta içiçe birlikte yaşayan
maronice,ermenice,latince,türkçe ve
rumca konuşan halklardan oluşmaktadır.
1960 Ağustos ayında kurulan sözde
bağımsız ama özünde bağımlı devlet,kuruluşundan çok
kısa bir süre sonra 1963'de
emperyalistler, sömürgeci devletler ve işbirlikçilerin arasındaki
paylaşım
kavgaları, halkları yeniden birbirine
kırdıran çatışmalara dönüştürülmüştür.
Yunanistan 1963-1967 yılına kadar
13-16 askerini Kıbrıs'a gizlice sokarak, Türkiye ise hedefleri
sözde sınırlı hava harekatları ile Kıbrıs'ı kan gölüne
çevirmişlerdir.1967'de Köfünye olayları sonrasında
emperyalistler ,TC ve Yunanistan arasında yeni bir dengeleme
yapılması ile Yunanistan askerlerini çoğunu geri çekmişse de
Milli Muhafız Ordusunun yönetim kademesi dahil kurulu
birliklerinin hemen hemen tümünün yönetimi Yunanistan'dan gelen
subaylar ( general,subay,astsubay) tarafından sağlanmaya devam
edilmişir .
Çatışmalar halkların gettolarda
sıkıştırılmasına , milliyetçilik ve şovenizm kıskacında
düşmanlaştırılmasına,aynı zamanda bu ortam Yunanistan ve
TC'nin adadaki sivil,askeri varlıkları ile işbirlikçileri olan
türkleştirilmiş ve yunanlılaştırılmış burjuvaların
egemenliği altında kendi kimliklerinin unutturularak , yokedilerek
ileri boyutta asimile edilmesine yönelik bir araç olarak
kullanılmıştır.
Azınlıktaki diğer halklar ise
kendilerini koruma ve yaşamak amacıyla egemen olan burjuvazinin
isteklerine boyun eğmişler ve asimilasyona karşı aktif direniş
yerine,pasif direnişlerini sürdürmüşlerdir.
d.Garantörlü “Cumhuriyet “
Paylaşımından Bölünerek Paylaşıma
Temmuz 74 ülkemiz Kıbrıs'ın yakın
tarihinde halkların birbirinin canına
kıydırıldığı ve birbirinden zorla
sınırlarla ayrıldığı,ülkenin bölündüğü ve herbir
parçasının işgalci ve
sömürgeciler tarafından fiilen işgal
edilerek sömürgeleştirildiği bir aydır.
15 Temmuz 1974 Faşist Yunanistan
Cuntasının Kıbrıs'taki Yunanlı Subayların komutasındaki
Rum Milli Muhafız ordusuyla
gerçekleştirdiği darbe ve bu darbeyi gerekçe göstererek 1960
Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluş
anlaşmalarının ekindeki İttifak ve Garanti Anlaşmalarına
dayanarak Kıbrıs'a çıkarma yapmış
ve doğu batı istikametinde adayı kuzey ve güney olmak
üzere ikiye bölecek TC devletinin
işgali gerçekleştirilmiştir.
20 Temmuz 74’teki TC devletinin
Kıbrıs’ın kuzeyini işgali ile sonuçlanan emperyalistlerin
(ABD,İNGİLTERE) adayı bölerek
gerçekleştirdikleri operasyon kuzeydeki halklara
özgürleşme olarak sunulmakta ,
güneydeki halklara ise sadece Türkiye’nin işgali olarak
sunulmaktadır.
Kıbrıs’ın kuzeyinde ve güneyinde
emperyalislerin, NATO ordularının egemenliğindeki işgal
ve sömürgeci devletler ve onların
işbirlikçileri bu orduları bize kurtarıcı diye sunmakta ve
ordularının Kıbrıs’taki
varlıklarını da ülkenin kuzeyi yada güneyindeki işgale
bağlamakta ve
kendi işgalci ve sömürgeciliklerini
sürdürmektedirler;
Emperyalistlerin ortadoğudaki
çıkarlarını koruma ve geliştirme amacıyla 1950’li yıllardan
başlayarak sürdürdükleri
Kıbrıs’taki yeni paylaşım planını yaşama geçirme
çalışmalarıyla birlikte,güneydeki
Yunanistan ve AB egemenliği,İngiltere’nin işgali altında
tuttuğu ve AB’ye dahil etmediği ‘’üsler bölgeleri’’
gözlerden saklanmaya çalışılmaktadırlar.
1974'ten 1980 12 Eylül askeri faşist
darbesinin sivil faşist hükümete devrine kadar olan süreçde,
ülkemizin TC tarafından işgal
altında tutulan bölgesine, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki
(Osmanlının işgal ettiği ülkeleri
islamlaştırma ve kendi egemenliğini sağlamlaştırma için
kendisine sadık nüfus taşıma
işlemleri ) uygulamaların geliştirilmiş şekillerini
uygulamıştır.
Kuzeyden güneye kovulan müslüman
olmayan türkçe konuşmayan Kıbrıs halklarının
yerine,yerlerine,malllarına el
konularak ''GANİMETLEMİŞ'' ve Türkiye'den sömürgeci amaçlarla
ve aynı zamanda demokrafik yapıyı değiştirme amacıyla taşıdığı
nüfusu yerleştirerek dağıtmıştır.Nüfus taşırken esas amaç
olarak da , bir yandan türkçe konuşan halkı (''Kıbrıs Türkü "
Kıbrıslı Türk" etnik tanımı içerisinde tutarken) diğer
yandan taşıdığı nüfusu da yeterince TÜRK ve İSLAM
görmediğinden tümünü birden Türkleştirmeyi ve İslamlaştırmayı
hedeflemiştir.
Burada şunu da ayrıca vurgulamalıyız
ki sömürgecinin sömürgeciliğinin ,işgalinin devamını sağlama
amacıyla taşıdığı nüfus ile çalışma amaçlı gelen ve
Kıbrıs işçi emekçilerinin doğal müttefiki olan işçi
emekçileri farklı değerlendirmekteyiz.
TC'den nüfus taşınması döneminde
ve halen Karpaz bölgesi başta olmak üzere diğer yerleşim
birimlerinde kalan müslüman olmayan
türkçe konuşmayan halklar (rumca, maronice konuşan ) sistemli
bir baskı,yıldırma ve benzeri baskılarla güneye göçertilmeye
devam edilmiş ve edilmektedir.
e.Neden
SÖMÜRGE:Klasik SÖMÜRGECİLİK, YARI - YENİ SÖMÜRGECİLİK ve
KIBRIS
Sömürge (Klasik sömürge) ,siyasi ve
ekonomik ilhak altında olmak demektir.
Yarı ya da yeni sömürgecilikle
karıştırmamak gereklidir.Zira zamanımız emperyalist
kapitalizminin temel sömürgeci biçimi
yeni sömürgeciliktir.
Ekonomik-siyasi bağımlılık
yaratarak işbirlikçi tekelci kapitalistleri ve devleti aracılığıyla
sömürgeci ilişkileri yürütmek yani
görünürde siyasi-ekonomik bağımsızlığa sahipmiş gibi
görünüp gerçekte her açıdan
emperyalist metropollere bağımlılık ilişkisi.
Ama klasik sömürgeciliğin devri hala
kapanmamıştır ve kapanmayacaktır.
Irak,Afganistan,Somali ,Kıbrıs ya da
bir başka ülkenin işgali,yağmasını bizzat
emperyalist metropollerce birinci elden
yapmaktadırlar.Bu aslında klasik sömürgeciliğin
bittiğini iddia edenlere de tokat gibi
bir yanıt olmuştur.
Klasik sömürgecilik ilişkisinde bir
bağımlılık astlık-üstlük ilişkisi yoktur.Yeraltı-yerüstü
tüm
zenginlik kaynaklarıyla birlikte
siyasal anlamda tam bir hakimiyet ve yerinde yönetim
vardır.Egemen devlet ,tüm kurum ve
yapısıyla sömürgeleştirdiği ulus ya da devletin
tepesindedir.Her türlü belirleyicilik
hakkı egemen devlete aittir.Aracıya ihtiyaç duyulmaz yeni
sömürge ya da yarı sömürgeci
ilişkilerde olduğu gibi.Gerek kaynakların yerinde elde
edilmesinde ve gerekse de
bölüşüm-dağıtılmasında,gerekse hukuku ve yönetimiyle ezilen
devletin ya da ulusun hiçbir hukuk ve
kuralı-belirleyiciliği yoktur.
Türkiye tarafından 74 temmuzunda
işgal edilen Kıbrıs'ın kuzeyinde, ekonomik ve siyasi
ilhak ,demografik işgal ile işgal
tamamlanmıştır. Kıbrıs'ın kuzeyi ,Türk egemen
sınıflarının ekonomik ve siyasi
ilhakı altındadır ve TC nin sömürgesidir bu anlamda.
Nasıl ki;
Güneş-dil teorileri ile tek ulus-tek
devleti zorla dayatmaya çalışan TC egemen sınıfları ve devleti
Türkiye'de asli unsur Kürtleri ve de kısmen alevi-kızılbaşları
kuruluştan sonra öcü ilan etmiş
olup,onlar tarafından gelen tüm talep
ve istemleri anti-demokratik yöntem ve biçimlerle ortadan
kaldırmaya çalışmıştır.Yok
saymak ve tek tipleştirme politikası halen de sömürgeci devletin
temel politikasıdır.Bir çok noktada
adımlar atılmış olmasına rağmen(ki bunda son Kürt
ayaklanmasının zorlayıcılığı
temeldir)Kürdistan’ın tüm ekonomik değerlerinin varlığı ve
yönetimi ve de öte yandan siyasal
yönetimi tümüyle Türk devletinindir.
Aynı şekilde;
TC işgal altında tutarak
sömürgeleştirdiği Kıbrıs'ın kuzeyinde de Türkleştirme ve
islamlaştırmaya yönelik devlet politikasına hızla devam
etmektedir.
Sonuç olarak Kıbrıs'ın kuzeyi (ve
Kürdistan),Türk işbirlikçi tekelci kapitalistlerinin ve onların
kolektifi olan TC devletinin sömürgesidir.
Sömürgenin sömürgesi olur
mu?
Bu sıklıkla tartışıldı devrimci
demokratlar ve komünistlerce.Hala üzerinde fikir birliğine
varılmış değildir.
Ama eldeki gerçek verilere
bakılmaksızın sadece bildik alıntılar ile yapılan karikatürize
edilmeye
çalışılarak sözüm ona Marksist
literatüre de dayandırılmaya çalışılan değerlendirmeler
Kıbrıs ve
Kürdistan sorununa kesinlikle ışık
tutmamaktadır.
Kıbrıs ve Kürdistan realitesiyle
çelişmektedir.Gerekçe şudur bu yüzeysel ve gerçekte anti-
marksist yaklaşımların :
Sömürgenin sömürgesi olmaz.Neden
olmaz? Sorusuna yanıtları
yok.
Peki bu genel saptama Kıbrıs ve
Kürdistan gerçeğini açıklamaya yetiyor mu? Hayır.
Portekiz ile Angola ilişkisine
bakalım.
Portekiz kendisi yarı-sömürge iken
Angola'yı sömürgeleştirmişti?
Yani Portekiz de ya da uluslar arası
areneda olursa buna olabilir diyeceksiniz ama iş kendi
topraklarınızda Kıbrıs'ta olan bir gerçeğin vurgusu ve
tespitine gelince olmaz diyeceksiniz!!!
Sanırız ki,türk egemen sınıflarının
bu anlamdaki dezonformasyonu bu ülkenin ve TDH devrimcilerinin
kanına da işlemiştir.Bunun elbette kendilerince haklı nedenleri
var.
Örneğin ''Kıbrıs'ın kuzeyinde bir
devlet kuruldu ve Denktaş ile Mehmet Ali Talat KKTC
Cumhurbaşkanı,hükümetleri ve
başbakanları var ve Türkiye onları tanıyor'' diyorlar. Ama yine
unuttukları bir şeyler var. İşgalci
sömürge yönetiminin yerel alt idaresi olmayı kabul ettikleri,
kendileri olmaktan çıktıkları
sürece oralara gelebiliyorlar. Kimlikleri tam anlamıyla kabul
edilmemiş türkçe konuşan bir
Kıbrıs halkı var ortada.
Hala kaba bir biçimde alt-üst kimlik
ile,Türk Ulusunun parçası tanımı ile durumu idare etmeye çalışan
ve de aslen Kıbrıslı olma kimliğini inkarı demek olan dayatmayı
amaç edinmiş bir siyasal anlayışın-faşist ırkçı bakışın
egemenliği sürerken ve bu durum kısa-orta vadede değişme
emareleri dahi göstermezken bu tür gerekçeler arkasına sığınmak
mevcut durumu açıklamaya yetmez ve de yetmeyecektir.
Sonuç olarak Kıbrıs;
* 1955 öncesinde başlayan ve 1955'li
yıllarda yoğunlaşan , EOKAile TMT'nin kurulması ve halkların
birbirine boğazlatılmasına yönelik körüklenen şovenizm ile
Türk ve Yunan milliyetçiliğinin hakim kılınmasına yönelik
asimilasyon dalgası ile
*1974 15 Temmuzundaki Faşist Yunanlı
subayların komutasındaki darbe ve 20 Temmuzda
başlayan İşgal harekatı ile
uygulanan emperyalist proje sonucunda;
* emperyalistler ve sömürgeci
devletlerce(İngiltere,ABD ve Türkiye,Yunanistan) yeniden
paylaşılmış ve
sömürgeleştirilmiştir.
Sömürgenin sömürgesi olmaz tezi
diyalektik ve tarihsel materyalist bakış açısına tamamen
yabancıdır.
Sömürge tanımı yukarda açıkken
bunu iddia etmek , marksizmin bilimsel yanıyla bağdaşmaz.
Doğrusu
egemenlerin genel söylemine de bu anlamda yakınlaşılmış olur.
f.12 EYLÜL'ün
Sömürgeleştirilen Kıbrıs'ın Kuzeyindeki İfadesi ,TC'NİN
‘’KKTC” ilanı
(1) 12 Eylül darbecileri yürütme
yetkisinin birkısmını sivil faşist hükümete devrederken ABD
emperyalistlerinin de onayı ile
Sömürge Yönetimi olarak alt yönetimini oluşturan Kıbrıs'ın
kuzeyindeki işbirlikçileri için TC'ye Kuzey Kıbrıs'ı da
ekleyerek isimlendirdiği yönetimine 15 Kasım 1983'te “KKTC”
ismini vermiştir.
KKTC ilanı sonrası Türkiye'deki 12
Eylül Anayasa'sının bir kopyası olan Sömürge
Yönetiminin anayasasını da taşıdığı
nüfus dahil halka işbirlikçilerini de kullanarak onaylatmıştır.
“KKTC” İŞGALCİ Sömürgeci
Kontrgerilla Cumhuriyeti TC'nin Kıbrıs'taki Örtüsüdür.
(2) İşgalci sömürgeci TC,
Kıbrıs'ın kuzeyinde DOLAYLI sömürge yönetim biçimini
kullanmakta ve bu yönetim biçiminde yerli önde gelen kişileri
emrinde görevli olarak kullanmaktadır.
(a) Avrupa Sömürgeci
Devletleri gibi TC de sömürgeleştirdiği Kıbrıs'ın kuzeyinde
Doğrudan yönetim
yetkilerini sömürgedeki görevlisi Büyükelçisi ve ordu
komutanlarına
kullandırmaktadır.
(b)Dolaylı Yönetim
biçiminde ise,yerli siyasi önderlerden ,yüksek rütbeli
sivil,polis
ve asker kişilerden
yararlanmaktadır.
Çeşitli yönetici tiplerin sömürge
yönetiminde görev almaları ile yerli halk bir ölçüde yerli
görevlileri benimsemekte ve bu görevli yöneticiler TC devleti ve
Ankara Hükümetlerine bağlılık gösterdiklerinden toplulukça da
örnek alınmaktadırlar.
Yerli yöneticiler aracılığıyla
sömürge yönetiminin daha olumlu sonuçlar aldığı,bu yönetim
biçiminde daha az çaba gerektirdiği gibi,daha az para
harcanmanmaktadır.
Dolaylı yönetim biçimi aynı zamanda
sömürücü ülkeninin (TC) sömürge toplumun iç
sorunlarına olabildiğince direk
muhatap olmaması nedeniyle oldukça yararını gördüğü yaşanan
gerçeklerle bir daha gözönüne
serilmiştir.
Kıbrıs'ın kuzeyindeki işçi,emekçi
halkın ve onun ileri unsurlarının yaşanılan
ekonomik,sosyal,kültürel vb sorunlar karşısında ,demokratik
haklarını kullanarak ortaya koydukları tepkileri karşısında,
TC işgalci sömürge yönetimi, emrindeki siyasi yöneticiler ve
silahlı,silahsız asker, polis,resmi ve sivil güçleri kullanarak,
baskı,saldırı,tutuklama, şiddet vb yöntemeleriyle önlemeye
çalışırken direk muhatap olmaması nedeniyle yukarıda da
belirtildiği üzere kendi işgalci sömürgeci faşist yüzünü
de perdelemektedir.
Türkiye'de 12 Eylül'le İthal İkameci
Sanayileşme Modelinin yerine İhracata Dönük
Sanayileşme modelinin konulması demek
olan 24 Ocak 1980 kararlarının uygulanması için
gereken ortam hazırlanırken,
sömürgeleştirdiği Kıbrıs'ın kuzeyinde de buna uyum sağlama
amacıyla engel oluşturabilecek her alana müdahale edilmiştir ve
halen de buna devam edilmektedir.1986-87 yılında Sanayi Holdingin
kapatılması ile başlatılan süreç bugün özelleştirme vb
yasalar ile ileri boyut
kazanmıştır.(Özelleştirme,taşeronlaştırma,sendikasızlaştırma,kazanılmış
hakların gaspı vb.)
Sömürge Yönetimi ve
Oluşumu;
*Kıbrıs'ın kuzeyindeki Sömürge
Yönetimi TC MGK'sının Kıbrıs ayağı olan Koordinasyon
Kurulu denilen doğrudan yönetim
yetkilerini elinde bulunduran organdan oluşmuştur.
Kıbrıs'ın kuzeyinde sömürgeci
işgal yönetimini oluşturan KOORDİNASYON KURULU
(Türkiye'deki MGK'nın alt
birimidir.) ÜST ve ALT KOORDİNASYON Kurullarıyla
egemenliği doğrudan elde
tutmaktadır. Bu kurullardan ÜST KOORDİNASYON KURULU MGK
kararlarına uygun kararları almakta ve ALT KOORDİNASYON KURULU ise
alınan
kararların '' dolaylı yönetim
araçları-alt yönetim, hükümet'' tarafından uygulanmasını
takip etmektedir .Kısaca yürütmeden sorumludur.
Koordinasyon Kurulu üyeleri;
Üst Koordinasyon kurulu üyeleri
olan TC Lefkoşa Büyükelçisi,Kıbrıs'ın kuzeyin iişgal altında
tutan kolordunun 6 generali
(Korgeneral,3 tümgeneral ve 2 tuğgeneral) ve alt koordinasyon
üyeleri ile yerel idarecilerden
“cumhurbaşkanı”ile “başbakanı”'ın katılımıyla olağan
toplantıları ayda bir kez cumhurbaşkanlığında veya TC
elçiliğinde;
ve ona bağlı ;
Alt Koordinasyon kurulu üyeleri
ise;
TC Lefkoşa büyükelçiliği
müsteşarı,Özel Kuvvetler Komutanlığına Bağlı Sivil Savunma
Teşkilat Başkanı TSK'dan bir kurmay albay, TSK'ya bağlı Özel
İstihbarat Başkanı (legal ismi olan Sivil İşler ve Halkla
İlişkiler Başakanlığı ) bir kurmay albay, yerel idarenin
“cumhurbaşkanı müsteşarı “ nın katılımı ile 15 günde
bir toplanarak alınan kararların yerel idare tarafından
uygulanmasını takip etmekte ve esas yürütme organı olarak
çalışmaktadır.
*Yerel İdarenin “
parlamanto=meclis” dedikleri yer ise, TC
devletinden (MGK) Koordinasyon
kuruluna ve koordinasyon kurulundan alt koordinasyona ve ondan sonra
başbakanlık üzerinden gelen yasa tasarılarını “yasalaştırarak”
SÖMÜRGECİLERİN VE İŞGALİN perdelendiği yerdir. Perdeler ise
yerli işbirlikçi siyasilerdir.
*Dolayısıyle bu koşullarda
Sömürge Yönetiminin Dolaylı Yönetimde kullandığı yerel
yöneticiler için yapılan ve demokrafik yapının da değiştirildiği
bir ortamda kurgulanmış ( demokrafik yapıya bağlı seçmen
yapısının da sömürgecinin lehine değişmiş olmasına rağmen
Dolaylı yönetim biçiminde araç olarak kullanılan “meclisteki”
çoğunluk buna uygun olarak değiştirilmemekte ve yerli
işbirlikçilerin çoğunlukta kalmaları için denge
sağlanmaktadır) olan Sömürgecinin seçimlerine katılarak değil
katılmayarak onun egemenliğine karşı mücadele edilerek ve
perdelenmiş yüzünü de BOYKOT taktiği ile ve seçim
süreçlerinde daha da yoğun ajitasyon propaganda yürütülerek
açığa çıkarılabilir. Konu
ile ilgili kaynak değerlendirmeler EK-A-1-2' dedir.
g.Kıbrıs Sorunu , BOP ve
Görüşmeler
Ülkemizin coğrafik yapısı ve
bulunduğu coğrafya dikkate alındığı zaman (Ülkemizin biryandan
yeraltı,yerüstü zenginlikleri ve öte
yandan esas olarak emperyalistlerin
gözündeki stratejik değeri
nedeniyle) Ortadoğu ve Akdenizde egemenlik kurmak
isteyen emperyalist kapitalist
devletlerin Büyük Ortadoğu Projesi ve benzeri projelerini
( emperyalist projelerden biri de
Avrupa Birliği'dir) gerçekleştirmek için stratejik öneme sahip
ülkemizi egemenlikleri altında
tutmak,kaybetmemek veya elde etmek için paylaşım savaşlarını,
kavgalarını sürdürmektedirler.
Amaçlarına ulaşmak için de her yolu mübah saymaktadırlar.
Bir yanda Emperyalist İngiltere,Bölgede
güç olmak isteyen ABD emperyalistlerinin işbirlikçisi
ve onu desteğinde AB'ye girmeye
çalışan Türkiye ve işgalindeki bölge ve AB'nin içindeki
Yunanistan'la onun işgalindeki bölge;
Diğer yanda birbirine kırdırılan
düşmanlaştırılan ezilen Kıbrıs Halkları ve egemen ülkelerin
halklarıyla, ortadoğu halkları.
Kıbrıs sorununu çözülmesini
emperyalist kapitalist ülkelerin insafına bırakıyoruz. Sorunun
kaynağı emperyalistler kapitalistler
olduğunu,onların egemenliklerini sürdürmek ve ülke
üzerindeki paylaşımlarını
garantiye almak yada yeni haklar elde etme üzerine kurulu
projelerinin
bir parçası olarak önce böldükleri
ada ve halklarını şimdi sözde birleştirme adına toplumlararası
görüşmeleri destekliyor ve de
önerileriyle de 'yardımcı' oluyorlar.
Görüşmelerle ilgili komitelerin
hiçbirinde ülkenin bağımsızlığı için emperyalist,sömürgeci
ilişkilerden kurtulma yönünde irade
ve öneri dahi olmadığı;
Halkları şovenizmden arındıracak ve
kardeşleştirecek somut irade ve çalışmaların olmadığı;
Ülke içindeki insan haklarını ve
canlarını hedef almış, hedef alan her tür uygulama ve
örgütlenmeyi hedef alan bir irade ve
çalışmanın olmadığı;
Tam tersine mevcut emperyalist sömürge
ilişkilerini sağlama alan ve yeni emperyalist proje AB'ın da
çıkarlarını düzenlemeye çalışan bir görüşme sürecinden
herkes payına birşeyler koparmaya
çalışıyor.
Emperyalistler ve onların
işbirlikçilerinin çıkarlarının dengesi sağlanırsa bir anlaşma
olur,ama yeniden bir paylaşım
kavgasının başlamasına kadar süren bir anlaşma.
Böyle bir anlaşma da Burjuvazinin
anlaşması olur,barışı olur.Ama ezilenlerin,halkların
anlaşması ve barışı olmaz.
Peki böyle bir durumda Kıbrıs
Halklarının gücü yetmiyor diye emperyalistlerin desteğinde
yapılan görüşmelerin tarafı mı
olmamız gerekir?
Hayır.
(Kaynak değerlendirmeler EK-B-1-2-3-4-5'dedir.)
(Kaynak değerlendirmeler EK-B-1-2-3-4-5'dedir.)
2.Kurtulmanın nasıl bir programla mümkün olduğu
a.Kıbrıs'ta kapitalizmin gelişmesi kendi iç
dinamikleriyle olmamıştır .Osmanlı sömürgeciliğinin
Kıbrıs'taki feodal yapıda sürdüğünü ,sömürgeciliğinin
sonunda kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmeye başladığı
ancak hakim olanın feodal sistem olduğu bilinmektedir.
İngiliz
sömürge döneminde özellikle 1940'lı yıllarda köy
kooperatiflerinin oluşturularak feodalizmin ülke genelinde
çözülmesi hızlandırılmış ve 1960'lı yıllarda sözde
bağımsız KC döneminden sonra da günümüze(1974 bölünmesi ile
ekonomiler sömürgeci devletlerdeki kapitalizme göre
şekillenmiştir)kadar küçük kalıntılarıyla feodalizm yerini
kapitalist üretim ilişkilerine bırakmıştır.
Bugün
tarım alanlarında da kapitalist üretim ilişkileri egemen olup
feodal köylü toplum da hemen hemen çözülmüş ve birkısmı
kapitalist üretim ilişkilerine uygun köylü sınıfını
oluştururken büyük çoğunluğu da işçi sınıfına ( tarım
işçileri de olmak üzere) katılmıştır. Kapitalist üretim
ilişkilerinin yeniden kendini ürettiği günümüzde mavi /beyaz
yakalı (küçük burjuva sınıf) arasındaki ayırım ve
farklılıklar hergeçen gün ortadan kalkmakta ve küçük bir
azınlık olan sömürücü sınıf (kendi içerisinde farklı
tabakalar oluşturmakta) dışındakiler işçi sınıfı (kendi
içerisinde farklı tabakalar oluşturmaktadır) saflarına
katılmaktadırlar.
Kapitalizme karşı Sosyalist Devrime
ve Emperyalistlerden, işgalci sömürgecilerden kurtuluşu
sağlayacak Bağımsızlık, Özgürlük mücadelesine de önderlik
yapacak olan sınıf işçi sınıfıdır . Neden İşçi sınıfı
diyoruz? Çünkü mevcut kapitalist üretim ilişkileri içerisinde
en devrimci sınıf işçi sınıfıdır. Kıbrıs'ta sınıf
mücadelesi içerinde işbirlikçi egemen burjuvazi dışındaki ara
sınıfların İŞÇİ SINIFININ müttefiki olarak yeralmaları için
ÖNDER ÖRGÜTÜN önünde bir CEPHE politikası olmalıdır.
Ülkenin İŞGAL altında
SÖMÜRGELEŞTİRİLDİĞİ (Yunanistan,TC,İngiltere tarafından)
gerçeği sınıf mücadelesinin önüne geçmemektedir. Emperyalist
kapitalist sistemin küreselleşmesi ile birlikte ülkelerdeki
yerel sermaye de uluslararası sermaye ile içiçe geçmiştir.
Kapitalizmin eşitsiz gelişimi nedeniyle burjuva sınıfın kendi
içerisindeki çelişkilerin varlığı onları işgalci sömürgeci
devletlerin sermayeleri ile içiçe geçmiş olmasına ve işbirlikçi
olmalarına engel olmamaktadır.
Kıbrıs'ta da yerli sermaye
emperyalist ,sömürgeci devletlerin sermayeleriyle içiçe geçmiş
ve sömürgeci devletlerin sermayeleriyle birlikte ülkenin heryanını
işgal etmişler ve halkları ezerlerken, sömürülerini
katmerleştirerek sürdürmektedirler. Tüm bunları yaparlarken
halkları birbirine kırdırmak,emeği ile geçinen işçi emekçi
sınıfı bölmek , düşmanlaştırmak ve sömürülerini daha da
artırmak için ucuz işgücü kaynağı olarak karşılarına farklı
etnik kimliğe sahip işçi ve emekçileri dikebilmektedirler. TC
kuzeydeki semayesine ve işbirlikçilerine Anadolu işçi sınıfının
sınıf bilincinden uzak en geri unsurlarını ve pakistan,
türkmenistan vb. ülkelerden işçileri , güneyde tükçe konuşan
Kıbrıslı, yunanistan,uzakdoğu vb ülkelerden
işçileri,İngilizlerse başta rumca,türkçe konuşan Kıbrıslı
işçileri sömürü aracı olarak kullanmaktadırlar.
Kısaca ülkemizde işgal ve
sömürgeciliğe karşı bir milli burjuvazi yok denecek kadar
azınlıktadır. Sömürgecilerin işbirlikçileri burjuva sınıfın
bağımsızlık,özgürlük mücadelesi olan anti sömürgeci,anti
emperyalist kurtuluş savaşına öncülük edecek devrimciliği
olamaz.
Günümüzde kapitalizmin olumlu yönde
değiştiğinden ve buna bağlı olarak da işçi sınıfının
değiştiğinden artık kaybedecek çok şeyi olduğundan ,
barbarlık düzeni olan kapitalizmden kurtuluşun önderi olacak en
devrimci sınıfın artık işçi sınıfı olmadığı ileri
sürülmektedir.
Evet günümüzde kapitalizmin özü
değişmeden biçimsel değişikliğe uğradığı gibi işçi
sınıfının da değiştiğinden sözedebiliriz .Ama bu değişikliğin
de özde değil biçimsel olduğunu görüyoruz. Bu özde değil
biçimde değişikliklerin işçi sınıfının günümüzdeki en
devrimci sınıf olduğu gerçeğini ortadan kaldırmadığını ve
kaldıramayacağını vurgulamak zorundayız.Çağımızda en
devrimci sınıf İŞÇİ SINIFIDIR ve bu sınıfsız topluma kadar
sürecek.
Bu tesbitler ışığında Kıbrıs'ta
temel çelişki ile başçelişkinin içiçe geçtiği ve bu
çelişkilerin çözmünü gerçekleştirecekve önderlik edecek en
devrimci sınıfın da yine işçi sınıfı olduğu açık bir
gerçektir..
Ülkenin emperyalistlerin
,sömürgecilerin İŞGALİNDEN ve onlara bağımlılık
ilişkisinden kurtaracak olan BAĞIMSIZLIK mücadelesi,ezilen
halkların ÖZGÜRLÜK mücadelesi ile emek-sermaye çelişkisini
çözecek olan İŞÇİ SINIFI öncülüğünde emekçilerin ve
halkların (emperyalist, işgalci sömürgeci sermaye ile içiçe
geçmiş işbirlikçi burjuvazi dışındakiler) oluşturacağı
BAĞIMSIZLIK CEPHESİ'nin DEVRİM KONSEYİ önderliğinde devrimle
(sömürgecinin perdelendiği meclise seçilerek değil, mücadelenin
yükseltilmesi ve koşulların uygun olduğu zamanda ayaklanma
sonucunda) kuracağı Kıbrıs BAĞIMSIZLIK CEPHESİ Hükümeti ile
kesintisiz SOSYALİST DEVRİM mücadelesinden geçer.
b.(1)
Kıbrıs derken Kıbrıs'ın şu andaki güneyi(yunanistanın
işgalinde-AB emperyalist birliğinin üyesi ) , kuzeyi (türkiyenin
işgalinde,Türkiyenin sömürgesi ) ve Dikelya,2.5MİL ve Ağrotur
İngiliz işgalindeki üsler bölgesi de dahil olacak şekilde
anlaşılmalıdır.
(2)Bu işgal ve sömürge ilişkilerinin gerisinde ABD,AB,İngiliz emperyalistlerinin kontrolu ve çıkarlarının yattığı;
(3)Güneyde Yunanistanın işgaline ve Dikelya,2.5 Mil ve Ağrotur bölgelerideki İngiliz işgal ve sömürgeciliğine ,Kuzeyde TC İşgal ve sömürgeciliğine karşı mücadele ederken, bu mücadelelerin aynı zamanda onların arkalarındaki diğer emperyalistlere karşı verilmekte olduğu;
(4)Kıbrıs'ın Bağımsızlığı,Özgürlüğü Kıbrıs Halklarının Kardeşliği ve dayanışmasından geçer derken güney ve kuzey coğrafyası üzerindeki halkların (türkçe,rumca,ermenice, maronice,latince konuşan kıbrıs halkları....) ortak özgür iradeleriyle verecekleri mücadele sonucu sağlanacak ve birleştirilecektir.Böylesi bir mücadelenin öznesi olan Kıbrıs Halkları (yukarıdaki tanım) Kıbrıs'a (güneye,kuzeye ve Üsler Bölgesine) irademiz dışında taşınmış nüfuslarla ilgili kararlar verecektir. Buna türkçe konuşan halkın yalnız başına karar verme hakkı olmadığı gibi diğer halkların da hakları olmadığı; Kıbrıs Halklarının kardeşliği,birliği ve dayanışmasını ancak birlikte karar alma, birlikte mücadele etme süreçleri ile Ortak örgütlenmeler sonucunda sağlanacağı ;
(5)Bağımsızlık için verilecek mücadelenin aynı anda ve aynı şekilde olamayacağı, ama her parça (kuzey ve güney) kendi içinde yaşadığı öznel koşulları dikkate alarak mücedele yürütürken bütünü gözden kaçırmadan diğer parçası ile işbirliği halinde mücadelelerinin birleştirilmesini,ortaklaşmasını önüne acil görev olarak koymalıdır.Birbirinden kopuk ve bütünü tamamlayan mücadeleler hedefe varmayı öteleyecektir.
(6)İşte bu noktalardan hareketle;
Kıbrıs'ta kuzeyde,güneyde ,Üsler bölgelerine Kıbrıs Halklarının iradesi dışında, Kıbrıslıların demokrafik işgalini de sağlayan taşınmış ve işgalci güçlerce seçme seçilme hakkı da verilen nüfusun genelinin ezen uluslara (Türk,Yunan,İngiliz) mensup oldukları;
Kıbrıslılardan önce onların(ezen ulus halklarının emekçi ve işçilerinin bu işgallere karşı çıkmaları gerektiğini ezen ulus devrimcilerinin savunması ve bunu da herhangi bir beklenti içerisine girmeden ENTERNASYONALİZM gereği yapmaları gerektiğini hatırlatmalıyız.
Buraya taşınmış veya işgalin güvencesinde kendi ülkelerinin parçası olarak gördükleri ülkemizin kuzeyine gelenler, buraya GÖÇMEN olarak gelmiş değillerdir.
( 12 Ağustos 1949 tarihli Savaş Zamanı Sivil Halkın Korunması Hakkında Cenevre Konvansiyonu’nun 49. Maddesinde işgal edilmiş bölgelerdeki nüfusun taşınması ve demografik yapının değiştirilmesine yasaklanmıştı:
“Korunmuş kimselerin işgalci güç tarafından işgal edilmiş bölgeden başka bir bölgeye, işgal edilmiş ülkeden başka bir ülkeye bireysel veya kitle halinde zoraki taşınmaları, kovulmaları, her hal ve karda ve şartta, hangi durumda olursa olsun yasaklanmıştır.(…) İşgalci güç, işgal etmiş olduğu bölgeye kendi sivil nüfusunu taşıyamaz”
TC devleti ve hükümetleri Cenevre Konvansiyonuna aykırı, 1974 yılında, savaş sonrası işgal ettiği bölgeye kitlesel nüfus taşımıştır, taşımaya ve/veya taşınmasına göz yummaya, bu süreci teşvik etmeye de devam etmektedir. Bunun yanında yüz binlerce Kıbrıslı 1974 yılındaki savaş sırasında yerlerinden edilmiş, bıraktıkları taşınır ve taşınmaz malları yağmalanmış, savaş ganimeti olarak taşınmış ve işgalci güçlere ve güneyden kuzeye göçertilenlere dağıtılmıştır.)
Ve bu taşınmışlardan veya gelenlerden, Kıbrıs'ın Bağımsızlığı,Özgürleşmesi ve Sosyalizmin kurulması için mücadele edecek olanlar öncelikle kendi egemen uluslarının şovenizmine ve işgal ile sömürgeciliklerine karşı mücadele etmiş olacaklardır.Bu taşınmış ve gelen insanların özellikle kuzeyde işgal ve sömürge koşullarında bu tür irade kullanabileceklerini düşünmek, kuzeyin ayrı ülke ve devlet olduğu yanılsamasıdır.
TC 'nin, kuzeyi askeri işgal ve sömürgeleştirmesiyle paralellik arzeden demokrafik işgaline karşı,taşınmış veya gelenler arasında ''KKTC vatandaşı olmalarına rağmen'' pratikte karşı gelen ileri ve çoğu zaman da sadeceTC'deki rejime muhalif insanları bile kollarından tuttuğu gibi Türkiye'ye geri götürmesi , kuzeydeki egemenliğin TC Sömürge Yönetiminde olduğunu açıkça göstermektedir.
c.Kısaca özetlersek;
Sınıfın Komünist devrimci
partisinin / partinin olmadığı günümüzde parti öncesi Komünist
örgütlerin/ grubları/kişilerin önünde;
(1)Asgari
program
(2)Azami
programı
sınıfsız
topluma kadar sürdürülecek mücadelenin strateji ve taktikleri
olmalıdır.
(1)Asgari
program
Kıbrıs'ın
yukarıda belirtilmiş emperyalist, işgalci sömürgecilerden ve
işbirlikçi burjuvalarının egemenliğinden kurtuluşunu
sağlamaktır. Bunun için;
(a).
Kıbrıs'ta öncelikli olarak bu işgalci sömürgecilere ve
emperyalistlerin tümüne karşı Anti emperyalist,anti işgal,anti
sömürgeci anti faşist bir cephe olan Kıbrıs Bağımsızlık
Cephesi'nin Devrim Konseyi önderliğinde mücadele etmesi
(b).Cephenin
türkçe,rumca,ermenice,latince,maronice konuşan Kıbrıs
Halklarının ortak,birlikte mücadele edecekleri bir cephe olması,
(c).Ülkenin
Bağımsızlığının ve birleştirilmesinin emperyalistlerin ve
onların yerli işbirlikçilerinin yapacakları görüşmelerle
sağlanamayağı ,sorunu yaratanların ezilen halkları
özgürleştirecek çözüm yapmayacakları, ezilen halklarımızın
Devrim Konseyi önderliğinde mücadeleleri ve ayaklanmaları
sonucunda Kıbrıs Bağımsızlık Cephesi Hükümeti'nin kurulması
ile sağlanabileceği,
ULUSLARIN KENDİ KADERLERİNİ TAYİN
HAKKI VE
PROLETARYANIN
TUTUMU ÜZERİNE kaynak değerlendirme ve yazılar EK-C dedir.
(2)Azami
programı
Azami
program ise kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldıracak ve
yerine sosyalist üretim ilişkilerinin kanacağı ve sınıfsız
topluma kadar sürdürülecek Sosyalist Devrim mücadelesinin
strateji ve taktikleri olacaktır..
Önder örgüt ve onun programının
oluşturulması yukarıda genel olarak sözedilen konulardaki
ideolojik birliğin sağlanması süreci ile et ve kemiğe
bürünebilecektir.
Yoksa ortaklaşılan bir program
olmadan nasıl bir örgütlenme olabilir ki?
Bu Parti örgütlenmesi öncesi
komünist devrimci demokratik örgütlenmeler olmasın ,olamaz
anlamında anlaşılmasın.
Ama parti dışında örgütlenmelerde
dahi farklı yaklaşımlardaki yoldaşların biraraya gelmesi
herhalukarda ortak hedefler belirlenerek yapılması gerekmektedir.
3. Bu program
çerçevesinde nasıl bir örgütlenme oluşturulmalı
a.Acil olan komünist
devrimci PARTİ ve onun önderliğidir. (Kaynak değerlendirme
EK-D-1'dedir.)Burada sırf acildir diye bir örgüt/parti
kurmak değildir vurgulanmak istenen. Parti sınıfa önderlik edecek
ML donanıma sahip , stratejisini programı ile ortaya koymuş ve
taktiklerini stratejisine uygun olarak geliştirme başarısını
gösterecek kadroların sınıfın en ileri unsurlarıyla birarada
oluşmasına bağlıdır. Yoksa şu an varolan parti öncesi komünist
kişi/grub/örgütlenmelerin sınıfın örgütü ve sınıf
mücadelesine önderlik edebilmeleri sözkonusu değildir.Elbette bu
önderlik sınıfın mücadelesi içerisinde teori ve pratiğin
birleştirlmesi ile oluşacaktır. Yani önce örgüt sonra mücadele
diye bir yaklaşım olamaz.Ama mücadele içerisinde de kendiliğinden
bir önder örgüt çıkacağı hayaldir. Kendiliğinden mücadeleyi
sınıf mücadelesine dönüştürecek siyasi önderliğin görevi
ülke (tüm Kıbrıs) genelinde ve özelde parçaların durumunun
doğru tesbiti, bu tesbitler üzerine program yapılması , programın
gerçekleştirilebilmesi için mücadele amaç ve araçlarının
belirlenmesidir.Yani bu bir süreçtir.Süreçin kısa yada uzunluğu
ML bilinçle ülke koşullarına uygun mücadele içerisinde oluşacak
komünist devrimci kadroların, sınıfın kendiliğinden gelişen
mücadelesini kendi için sınıf olma bilincine dönüştürülmesinde
göstereceği başarı ancak önder örgütün oluşturulması
sürecinde siyasi iradelerini ortaya koymaları ile olacaktır.
Kıbrıs proletaryasının ikinci
önemli yapması gereken ise, başından itibaren Enternasyonal bir
nitelikle, egemen sınıflarının
bağımlı olduğu ülke egemen sınıflarına karşı mücadele
yürüten
komünist devrimciler ile proletaryası
ile birlikte,ortak mücadele yürütmesidir. Zira Türk ve
Yunan egemenleri bütün olarak ortadan
kaldırılmadıkça, Kıbrıs’ın
bağımsızlaşması,özgürleşmesi,devrimin başarılı olması
oldukça zor görünüyor. İmkansız değil
ama oldukça zor. Zira bölge ve dünya
egemenleri açısından Kıbrıs’ın önemi tartışılmaz.
Bu bakımdan Kıbrıs proletaryası ve
komünist devrimcileri, Türk ve Yunan komünist
devrimcileri ile ortak örgütlenme ve
mücadele çerçevesi çizme noktasında olmalıdırlar.
Türkiye ve Yunanistan devrimleri,
Kıbrıs devrimi demektir.
Bu bağlamda enternasyonal devrimci
dayanışmanın ötesine geçen bir ortak çeper örgütü
zorunluluktur. Kıbrıs proletaryası
ile egemen ulusların proletaryası , ortak düşmana,kapitalist
egemenliğe karşı ortak,birlikte
mücadele vermek zorundadırlar.
Bu Kıbrıs ve egemen uluslar
proletaryasının ayrı örgütlenmesini dışlayan değil, önünü
de açan
bir nitelikte olmalıdır.
Başlangıçta söylediğimiz çelişki
gibi dursa da, diyalektik bütünlük içinde kavrandığında özgül
sorunlarda ayrı, genel sorunlarda birlikte olan bir seksiyon
örgütlenmesi şarttır.
Yani bir yandan Kıbrıs
proletaryasının özgül sorunları,açık işgal,faşist
düzen,sömürgeci
talan,emperyalist baskı uğruna
mücadele ederken; diğer yandan bunun ötesinde egemen ulus
proletaryası ile ortak düşmanın
ortadan kaldırılması mücadelesi temel alınmak durumundadır.
Bu tamı tamına , bir yandan yerel
özerk bir örgüt ve teşkilatı zorunlu kılarken; diğer yandan
birlikte,ortak düşmana vuran güç
birliğinin üst organını var etmeye, yaşatmaya , büyütmeye de
hizmet etmektedir,edecektir.Bu adanın
her iki yanındaki halklar açısından da geçerlidir.
Bugüne kadar egemen ulustan komünist
devrimcilerin teorik-ideolojik-politik destek ve
dayanışması dışında pekte özel
bir yaklaşım görmeyen Ada proleterleri ve komünist
devrimcileri açısından
söylediklerimiz lafızda pek bir değer ifade etmiyor gibi
durabilir.
Ve fakat Kıbrıs’ın
bağımsızlığı,özgürlüğü,birliği ve kapitalizmden arınmış
bir mücadelesi ve
sonucunun başka bir yolu yoktur. Ada
halklarının özgürleşmesi, egemen ulus ezilenlerinin
özgürleşmesi; egemen ulus
ezilenlerinin özgürleşmesi ise Ada halklarının özgürleşmesi
anlamına
gelmektedir. Bu iç içe geçmiş ve
kaderleri birleşmiş olan halkların başka çıkar yolları yoktur.
b.Örgütlenmede
sözkonusu olan proletaryanın bağımsız sınıf partisi, duruşu
ve söz konusu demokratik mücadeleye liderlik etmesi
sorunudur da aynı zamanda.Bizim açımızdan
temel olan proletarya ve onun komünist devrimci mücadelesidir.
Bu merkez etrafında soruna yaklaşmamız, diyalektik materyalist
bakış açımızla dış dünyaya bakmamız kadar olağan bir durum
yoktur ve de olamaz da.
Elbette sorunlara, demokratik
mücadele alanlarına proletaryanın ve onun komünist devrimci
çıkarları doğrultusunda
bakıyoruz, bakmaya da devam edeceğiz.
Ve de demokratik mücadele
alanlarına liderlik etmek gibi orta-uzun vadede bir misyonumuz da
vardır, olmalıdır.
Sorunun stratejik-taktik boyutlarını
doğruca yerli yerine koymak lazımdır. Bizim için proletarya
ve çıkarları stratejik iken;
demokratik mücadele araçları-alanları ise taktiktir. Ve de
nihai olarak
demokrasi mücadelesi ile proletarya
diktatörlüğü uğruna mücadeleyi içiçe ve aynı gördüğümüzü
de belirtmek dileriz.Zira son
demokratik devlet olacak proletaryanın devrimci diktatörlüğü, en
geniş olanakları sunmak ve
devletsizleşmeye doğru demokrasizleşmeyi de getirecektir.
Biz kendi adımıza hiç bir
zaman Cephesel Örgütlenmeler dahil, eylem birlikleri başta olmak
üzere hiç bir araç ve biçime
karşı çıkmadığımız gibi sonuna kadar savunucusu
olduk.İşgalci sömürgeci
Faşizme karşı demokrasi mücadelesinin genişliği de bunu
gerektirir
zaten. Bu bağlamda demokratik
talep ve istemleri olan her toplumsal kesim ile sıkı ilişkiler
kurulması, onlarla Eylem
Birliklerinden başlayarak Demokratik Cephelerin oluşturulmasını
her koşulda savunduk.
Ama bu genel ilke ile eleştiri
özgürlüğümüzün sınırlanmasını asla doğru bulmuyoruz,
bulamayız. Zira sınıfın komünist
devrimci ilke-değerleri ve bağımsız sınıf mücadelesinin genel
çıkarları bunu gerektirir.
Bu düzeltmeyi yapmamız sanırız
sorunun kendisini açımlamaya yeterlidir. Zira herhangi bir
küçük burjuva devrimci örgütü
eleştirmemiz demek, onunla birlikte-ortak zeminli mücadelemizi
engellemez, engellememelidir. Konu
ile ilgili kaynak değerlendirme yazısı EK-D-2'dedir.
Ama karşımızdaki örgütün bu
noktadaki hazımsızlığı, eleştiriye karşı yaklaşımı oldukça
önemlidir. Zira Cephe dahil her
türden Eylem Birliklerinin en temel ilkesi şudur demokratik
çerçevede:
Eylemde Birlik,
Eleştiri-önerilerde özerklik, özgürlük. Bu temel demokratik
ilkeyi savunan,
yaşatan her hareket bu kapsam
içindedir.
Bu basit bir burjuva demokratik
ilkedir. Komünist devrimci bir ilke değildir. Ama öyle bir
temel ilkedir ki; her sınıfın
bağımsız stratejik duruşunu korumasına, bağımsız
konumlanışını
korur.
İşin teorik özü yukarıda
çizdiğimiz çerçevedir ve sorunun özü bunu yaşama geçirmektir.
Yaşam içinde zaten geçici birlikteliklerin yaşatılması uğruna
taktiksel olarak esneklik olmalıdır, olacaktır.
Esas olarak duruşu bozmadıktan
gayrı her türlü esneklik proletaryanın-emekçilerin halkların
çıkarları gözetilerek gösterilebilir. Ama gözden kaçırmamak
lazımdır ki bunu belirleyen genel
çıkarlardır.
Ülkemiz gerçeği evet bu
noktada oldukça olumsuz örneklerle doludur. Bizim de bu anlamda
çekincelerimize bir nebze bu
geçmiş yol vermektedir. Ama gerek teorik, gerekse de pratik
olarak bu tarz örgütlenme,
pratiğe karşı durmadığımız gibi, tam tersine öncülük etmek
gereğine işaret ettik her daim. Etmeliyiz de.
Eleştiri zaten eylem esnasında
değil; tam tersine eylemin bittiği andan itibaren başlar ki
olumsuz deneyimler bu noktada nelerin yapılmaması gereğini somut
gerçeklerle göstermiştir herkese.
Nelerin yapılmaması gerektiğini
bilenler; nelerin yapılması gerektiğini de az çok biliyorlardır
zaten.
Sorun "deveye hendek
atlatmaksa" onu da komünistler sınıf savaşı içinde
gösterecekler,
öğreteceklerdir. Sorun iyi
niyetlice her olguya doğru bir biçimde yaklaşmak ve doğru ele
alıp
pratik yaşamın değişimine
öncülük etmektir.
KIBRIS HALKLARININ
BAĞIMSIZLIK,ÖZGÜRLÜK ,DEVRİM VE SOSYALİZM CEPHESİ bu temelde
örülmeli ve BAĞIMSIZLIK,ÖZGÜRLÜK ,DEVRİM VE SOSYALİZM
MÜCADELESİ
YÜKSELTİLMELİDİR.
KURTULUŞ EMPERYALİST
ABD,AB,İNGİLTERE VE SÖMÜRGECİ YUNANİSTAN
İLE TÜRKİYE’de DEĞİL,KIBRIS
HALKLARININ ELLERİNDEDİR.
4.Bu örgütlenmenin
eylem planı.
a.Kıbrıs sorunu ; kangrene
dönüşeli ve egemen sınıflarınca ve bağımlı-köle
olduklarınca oldukça
uzun yıllar oldu.
Kıbrıs’a halkların
kardeşliği,özgür,gönüllü birliğini esas alacak tek çözümün
ancak ve sadece
sosyalizmle olacağı her geçtiğimiz
gün ile daha açık bir biçimde kendini ortaya koymaktadır.
Zira Kıbrıs sorunu sadece Adanın
kendi sorunu değil; tam tersine emperyalist kapitalist
merkezler ABD, İngiltere, AB’nin
tümü ile onların uşakları olan Yunanistan ve Türkiye’nin ,
dolaylı olarak Kürt ve Filistin
sorunlarında olduğu gibi Ortadoğu ve bütün olarak dünyanın
sorunudur.
Keşke Adadakilerin özgür iradesi ve
kaderlerini tayin çerçevesinde bir referandum olabilse de;
gerçekler açığa çıkabilse.
Göstermelik referandumlar, sadece ve sadece halkları, her iki
kesimden proleter ve emekçileri
uyutmak amacıyla, umutlarını bitirmek amaçlı yapılmakta ve de
onlara biçilen misyon , çalışmalarının
esasını da ayrılık fikri üzerine,şovenist,ırkçı,faşist ön
yargılar üzerine kurmaktadırlar.Doğal
olarak , her iki kesimden emekçiler ile proleterler
birbirilerinden uzak kılınmak için
ellerinde geleni ardına koymamaktadırlar egemenler ve ağa
babaları.
Peki ne ve niçin , nasıl yapılmalıdır
?
Her iki kesimden egemenlerin bu sorunu
çözme niyetleri, amaçları yoktur. Onların halkların bir araya
gelmesi ve birlikte ortak düşmana karşı mücadele etmesini
istemedikleri, iktidarlarını ancak bu geliştirdikleri düşmanlık
üzerine kurdukları açıktır. Diğer yandan bu uşak iktidarların
kendilerince ekonomik, siyasal,sosyal,kültürel sömürgecileri de
buna izin vermezler.
Yine emperyalist merkezler. Bunları
neden altını çizerek vurgulama gereği duyduk.
Nedeni kesinlikle şudur : Düşmanınızın
stratejik ve taktik tüm girişimlerini bilmek ve kendi
bağımsız stratejiniz,taktiğinize
tam tersini eklemlemek ve doğru bir plan çerçevesi çizmek
açısından.
Evet , birinci noktası Kıbrıs
halklarının sömürgecilik ve emperyalizme karşı mücadelesinin
ortaklaştırılması elzemdir. Yani,
anti-emperyalist ve anti-sömürgeci mücadele proğramın baş
ilkelerindendir. Tutarlı bir
anti-sömürgeci,anti emperyalist çizginin yanı sıra ve onun zaten
kaynağı olan anti-kapitalist bir
temel çerçeve Kıbrıs emekçileri,proleterlerinin kurtuluş
reçetesinin temelidir. Bu temel
üzerine yükselen, anti-sömürgeci ve anti emperyalist çerçeveyi
tamamlayan ve aşan, ardından
özellikle Kuzey’de Türk faşist diktatörlüğünün açık işgal
ve
faşist rejimini hedef alan anti-faşist
bir içerikle beslenmesi kesin olarak zorunludur.
Halkların
eşit-özgür,adil,gönüllü,ilkeli birliklerini yaratmanın yolu,
işte yukarıda saydıklarımız
üzere temel olarak anti-kapitalist bir
içeriğe sahip olmaktan geçmektedir.Zira anti-kapitalizm ,
diğer tüm anti içerikleri
kapsamaktadır.
Yapılması gereken ilk şey bu
çerçevenin çizilip belirlenmesi ve bu çerçeve içindeki
yapıların bir
aradalığının sağlanmasıdır.Bu
halkların kardeşliği ve emek birliği için
vazgeçilmezdir.Sermayenin
dini,dili,ırkı,mezhebinin olmadığından hareketler, yıllardır
düşmanlaştırılmaya çalışılan
iki halkın temel birleşme noktasıdır burası.
Anti-sömürgeci,anti-emperyalist,anti-faşist
cepheyi içine alan , her iki halkın özgün iradesini
ortaya koyan Cephe örgütlenmesi ve
bunun her iki ayağından
komünistler,devrimciler,ilericiler,demokratlar
ise bu Cephenin ayakları olmak durumundadırlar.
Bu Cephenin liderleri ise, asgari
olarak anti-emperyalist,anti-faşist,anti-sömürgeci olmak
zorundadırlar.Cephenin ilk ve temel
koşulu bu olmakla birlikte, komünist devrimcilerin
liderliğinde anti-kapitalist bir
içeriğe kavuşturulmak zorundadır.
Kıbrıs proletaryasının ikinci
önemli yapması gereken ise örgütlenme (3a) başlığı altında
belirtilmiştir.
Yani ne ve niçin yapılmalı ile
nasıl yapmalı sorusuna gelebildik.
Yani özelde iki önemli sorunun
altını çizdik.
Bir yandan enternasyonal devrimci
bir mücadele ile ortak örgütlenmenin gerekliliği;
diğer yandan da Ada halkının ,
Ada her iki kesiminin proletaryası ile ezilenlerinin Cephesel
örgütlenmesi.
Bu ikili görev, birlikte ve aynı
anda Ada proletaryasının ve Ada ezilenlerinin ortak bir paydada
buluşmasını zorunlu kılmaktadır.
Ve de aynı zamanda yine her iki
kesim proleterlerinin ortak bir devrimci yapısını da zorunlu
kılmaktadır.
Ada halkı ve proleterleri
açısından, yaşam standartları bile farklıdır her iki kesimin.
Bu farklılık ve özgünlükler farklı düzlemlerde ele alınıp
aynı örgütsel çerçevede eritilmek zorundadır.
Nasıl yapılmalı ?
Ada halkının en önemli sorunu ve
birlikte,ortak yaşamının engeli olan ortak düşmanların tespiti
ve ona karşı mücadelesi.
Adada her iki kesimin açık işgal
ve sömürgeci baskı altında inletildiği ve kaderlerini tayin
hakkına izin verilmemesi.
Ada proletaryasının yaşam
koşulları,özgürce,korkusuzca yaşamını dinamitleyen gerçeklere
vurulması. Vs vs.
Bunların üzerine oturan bir
çalışma,emek,örgütsel birikim ve devrimci bakış açısı. Beri
yandan , kıbrıs'taki sınıf hareketi açısından
reformist,revizyonist hareketlerinin tasfiyesi, komünist devrimci
çekirdeklerin oluşturulması.
Sınıf hareketi açısından ve
gelecek bakımından örgütlenmenin temel nitel özelliklerinin
tespiti.İllegal,devrimci çekirdekler ve etrafında çepe çevre bir
çeper örgütleri.
Kıbrıs'ta halkların kurtuluşunun
yolu özgürlük,devrim ve sosyalizmdedir. Halkların
kurtuluşunun yolu
birliğinden,mücadelesinden,enternasyonal devrimci örgütlenme ve
çalışmasından,ortak düşmana karşı
ortak örgütlenme ve kavgadan geçer.İnsanı insana köle kılan
düzen ortadan kaldırılmadıkça özgürlük,insanlık düzeni
hayal olmaya devam edecektir.
b.Yaşanılan gerçekler
apaçık ortada iken kuzeyde İşgalci sömürge yönetiminin
Anayasasının
demokratikleştirlebileceğini Sömürge
Yönetiminin yerel yöneticilerinin seçimlerine katılmayı
savunanların kendilerini hala ilerici devrimci olarak Kıbrıs
Halklarına yutturmaya çalışmaları siyasal ikiyüzlülüktür.
Özeleştiri yaparak sömürgeci işgalcinin yüzünü teşhir
edemeyenlerin DEVRİMCİ mücadele veremeyeceklerini deşifre etmenin
zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Kıbrıs'ta bağımsızlık,özgürlük
ve sosyalizm için verilecek devrimci mücadele, genelde kuzey ve
güneyin birlikte ortak mücadelesinden
, özelde ise kuzeydeki ve güneydeki emperyalist ABD
İngiltere'nin taşeronluğunu da yapan
sömürgeci işgalciye/işgalcilere karşı ilkeli,tutarlı,tavizsiz
bir sınıfsal örgütlenmenin
önderliğindeki mücadeleden geçecektir.
Bu mücadele yürütülürken Kıbrıs
devrimcileri olarak bağımsızlık ve sınıfsal mücadelenin
önündeki engeller başta olmak üzere
yaşadığımız alanlardan başlayarak ideolojik,teorik,pratik
mücadele yükseltilmeli ve buna
paralel olarak da eleştiri-özeleştiri mekanizması yaşama
geçirilmelidir.
Bütün bunlar
yapılmazsa,devrimcilikleri kendinden menkul kuzeydeki ve güneydeki
kişiler/
örgütlenmeler bir yandan
emperyalizme,kapitalizme,sömürgeciliğe ve işgale karşı
olduklarını
söyleyecekler ama somuta gelince
kuzeydeki işgali görürken ne güneydeki nede ingiltere'ye üs
olarak verilmiş bölgelerdeki işgali
sömürgeciliği gözardı edilecek ve görmezden gelinecektir.
Ve örneğin kuzeyde aynı zamanda
İşgalci sömürge yönetiminin anayasasının
demokratikleştirilmesi mücadelesini
esas alacak çalışmalara ağırlık verilecek;Bu reformist
düzeniçi muhalefet yürütenler , bu
''anayasanın'' yapılması için harcadıkları emekten sözederek
demokratikleştirilebileceği umudunun
kitleler arasında yayılmasına yardımcı olma konusunda
hiçbir sakınca görmiyeceklerdir.
Güneyde ise KC'nin bağımsız ve tüm
kıbrıs halklarına ait bir cumhuriyet olduğu yalanları ile
işgalci TC'ye karşı kurtuluş için
yunanistan komutasındaki RMMO'nun silahlandırılarak
güçlendirilmesi savunulmaktadır. Bir
İşgalcinin ordusuna dayanarak öteki işgalcinin ordusuna
karşı KURTULUŞ,bağımsızlık
sağlanamaz.
Halkların mücadelelerinin önünün
açılması için, bu devrimcilikleri kendinden menkullere karşı
ideolojik mücadele yükseltilmelidir.
Ülkenin
komünistlerinin,devrimcilerinin,demokratlarının , halkların
kardeşliğini savunanların
önlerine koyacakları en acil görev
özelde ezilen ülke halklarının, işçi sınıfının, ezen
ülkeler ve
ortadoğudaki ülkelerinin, genelde
dünya halklarıyla kardeşleşmesini ve işçi sınıfının
birliğini
teoriden pratiğe geçirecek
örgütlenmeyi gerçekleştirmek olmalıdır.
c.Farklı düşünüyoruz
diye kendi dışımızdaki ilerici,demokrat,devrimci örgütlü yada
örgütsüz kişi ile birlikte mücadele edilemez diye bir düşünce
taşımıyoruz.
Tam tersi her farklı düşüncenin
farklı örgütlenmelerini(komünist devrimciler,devrimci demokratlar
kendi farklı ideolojik yapılarını,partileşmelerini ) yapmalı ve
bu farklılıkları netleşmelidir. Bu netleşme sonucunda
belirlenecek ilkeler ışığında ortak bir cephe /platform/hareket
içerinde yeralmaları devrimci mücadele için gerekmektedir.
Ancak böylesi bir CEPHENİN dahi oluşabilmesi için ülke
içerisindeki ilericilerin,demokratların,devrimci ve komünist
devrimci ÖRGÜTLERİN kimler olduğu üzerinde ortaklaşılması
gerekir. Bunun için de ülkenin içinde bulunulan durumun tesbitinde
ve buna göre sınıfların mevzilenmesini gözönüne alınmazsa
bırakın böylesi bir CEPHEnin oluşmasını ne güç ne de eylem
birliktelikleri dahi sağlanamaz.
Önümüzdeki İŞGAL,sömürgecilik ve
emperyalist ilişkilerin varlığında birleşsek de işbirlikçi
yerel burjuvazinin örgütlenmelerini dahi CEPHE içerine alınmasını
isteyebilir.
Türkiye devrimci hareketiyle ilişki
kurulmasını onlara teslim olma /onların etkisinde olma yada
onlarla ayni tesbitlerde bulunmanın eski olumsuzlukların devamı
olarak görülmemeli.
Aynı şekilde güneydeki Yunanistan'ın
işgali olduğu,Milli Muhafız ordusunun yapısı, Yunanistan
kontenjan alayının Kıbrıs'taki varlığı ile birlikte
düşünüldüğünde biz yunanistan Devrimci hareketi ile de
ilişkilerin kurulmasını (organik ilişki) gerektiğinden
sözediyoruz.
Kıbrıs'ta DEVRİMİ düşünen ve
bunun mücadelesini veren/ vermekte olan parti öncesi komünist
örgüt/grup/kişiler ve önümüzdeki dönemde verilecek olan
mücadelede önderliği eline alması gereken sınıfın komünist
devrimci partisi olacak bir önderllik,İŞGALCİ SÖMÜRGECİ
emperyalist güçlerine karşı İKTİDAR için o son kalkışmasında
İTTİFAK VE YEDEK güçlerinin kimler olacağını şimdiden
düşünmek,planlamak zorundadır.Çünkü devrimci kalkışma şaka
değildir.
Ve sınıfın partisi öncülüğündeki
CEPHE demokratik merkeziyetçi ve sosyalist demokrasinin ilkelerine
bağlı bir DEVRİM KOMİTESİ/KONSEYİ' nce yönlendirilecektir.
Kıbrıs devriminde, stratejisi ve bu
stratejiye bağlı taktiklerin programatik hale getirilmesi ve işçi
sınıfı içerisinde kök salınarak sınıfın en ileri
unsurlarının kadrolar içerisinde yeralması demek KOMÜNİST
DEVRİMCİ örgütün inşası demektir.
Kendi özelinde ülkede
emperyalizme,işgalcilere,sömürgecilere ve kapitalizme karşı
güçleri DEVRİM CEPHESİ'nde birleştirecek olan sınıfın önderi
örgütü bu mücadelede iitfaklar /yedek güçler politikasını da
belirlemek zorundadır..
İşçi emekçi sınıfa ve sömürücü
sınıflar dışındaki ara sınıfları ve insanları sınıf
mücadelesi çerçevesinde değerlendirmek zorundayız. Bu insanların
bugün burjuva diktatörlüğü altında kime oy verdikleri üzerinden
değerlendiremeyiz. Bu insanların tümünün ortak çıkarı
bağımsızlık,özgürlük,devrim ve sosyalizmdedir. Ve bu
mücadelenin güçleri arasında yeralacak bu insanların yeri
devrim cephesi olan BAĞIMSIZLIK CEPHESİ'dir. Bu Cephenin ülke
dışındaki bağlaşıkları başta Türkiye,Yunanistan,İngiltere
olmak üzere tüm dünya halkları,işçi sınıfı olmak üzere
onların devrimci örgütleridir.
Bu güçleri Kıbrıs'daki devrimci
mücadeleye katkılarının sağlanabilmesi için (örneğin
Kıbrıs'ta gelişecek bir mücadeleye TC,yunanistan, İngiltere
emperyalist sömürgeci devletlerinin gerektiğinde birbirlerine
fiili askeri güç dahil destek verecekleri , bastırmak için
ülkeleri içinde halklarına şoven milliyetçi savaş çağrıları
yapıp desteklerini almak isteceklerini, işte bu durmlarda bizler de
bu ülke halklarının desteğini alabilmek için ilişkide
olduğumuz devrimci güçlerin aracılığıyla desteğini
isteyeceğiz.
Sosyalist devrimde işçi emekçi
sınıflara devrimin müttefikleri olacak güçler dahil olacağından
çoğunluğun diktatörlüğü olacaktır. Biz küçük bir azınlık
durumundaki burjuvazi ( şiddet kullanılmak zorunda kalınabilecek
sınıf)dışındaki büyük çoğunluğu devrimin dostları(şiddet
kullanılmayacak,ikna ve demokratik yöntemlerin kullanılacağı)
olarak görüyoruz.
Bugün SÖMÜRGECİLERİN
egemenliğindeki kapitalist düzenin içinde bulunduğu krizin
faturasını işçi,emekçi ve ezilen halka yüklemeye çalıştığı
koşullarda gelişen karşı duruşun
ekonomik,demokratik,sosyal,kültürel vb mücadele ile sınırlı
kalması ve çoğu zaman geri çekilmelerle siyasi mücadeleye
dönüşememesi subjektif koşulların yetersizliğindendir.
Bu yetersizlik İŞÇİ,emekçi
sınıflarla ve ezilen halkla bağ kurulamamasına ve işçi emekçi
sınıfları ezilen halkı burjuvazinin yedeği haline getiren
sarı,faşist,gerici,sendika ağalarının ,burjuva partilerin
kontrolunda kalmasına, sınıfı kendi için sınıf haline
getirecek sınıf bilinci ile donatılmasında önder komünist
devrimci partinin oluşturulamamasına neden olmaktadır. Bu nedenler
ve koşullar sonucunda da mücadele beklenilen ve istenilen noktaya
ulaşamamaktadır.
Bu görevi yüklenemeyecek parti ve
örgütlenmelerden Emperyalist,sömürgeci güçlerle kapitalist
düzenin küçük bir azınlığı dışındaki geniş,çoğunluk
durumundaki insanlar yararına çağımızın son devrimci sınıfı
İŞÇİ SINIFINI önderliğini yapmalarını ve DEVRİM
bekleyemeyiz. Ülkemizde olanlar da mevcudun sonuçlarıdır.
Tartışmalar rekabetçi değil
devrimci dayanışma duygu ve düşünceleriyle yapıldığı ve
bilimin esas alındığı noktada devam ettiği ve sosyalist
demokrasinin içselleştirilmesine yönelik olduğu sürece , (nasıl
ki burjuva demokrasisi denilen ve burjuva düzenin daha uzun
yaşayabilmesi için birbiriyle özünde uzlaşan ama biçimde
farklılaşan düzeniçi siyasi yapılanmalar varsa) ister demokratik
halk devrimi ister sosyalist devrim için yola çıkmış kişi yada
örgütler, kapitalist üretim ilişkilerinin yıkılması ve yerine
toplumu sınıfsız topluma götürecek sosyalist üretim
ilişkilerinin kurulması hedefini koymuş,uzlaşılmaz burjuva sınıf
hariç toplumun diğer uzlaşılabilir sınıflarının da kendi
örgütlenme özgürlüğünü hak gören ve onları da sosyalist
demokrasinin (Proleterya diktatörlüğü)egemenleri içerisinde
gören tüm görüş ve düşüncelere açık olduğumuzu söylemekten
ve savunmaktan başka bir düşüncemiz yoktur, olamaz.
Kısaca Bağımsızlık Cephesi olarak
özetlediğimiz ve Kıbrıs halklarının bağımsızlık,özgürlük,
devrim ve sosyalizm mücadelesine katkı koymak katılmak isteyen
kişi örgütlerin ülkenin emperyalist,sömürgeci bağlardan
koparılması için verilecek mücadeleye katılmaları durumunda
karşılarında sadece emperyalist,sömürgeci devletlerin
sermayelerini değil içinde yaşadığımız kapitalist düzenin
sahipleri yerli sermayeyi de göreceklerini ve verilen müacdelenin
aynı zamanda kapitalizme karşı olmak zorunda olduğunu, bu
mücadelenin ülke ve halklar olarak yeniden birleştirmeye
kardeşleştirmeye yönelik olması nedeniyle de şovenizme,
milliyetçiliğe ,faşizme karşı yürütülen içiçe geçmiş bir
mücadele olduğu açıkça görülebilecektir.
d.Reformist,ilerici,
devrimci demokrat kesimlerin mücadele anlayışları ve
gidebilecekleri yol düzenle sınırlıdır. Sınırların dışına
çıkmadan en radikal duruşu da gösterebilirler. Bunun dışındaki
anarşist tutum ise mevcut güçlerin yapısına bakmaksızın ,
sürdürülmekte olan mücadeleyi omuzlayan kesimin veremeyeceği
bir mücadele önermekte. ML çizginin dışındaki bu önerilerin
sahipleri kendi dışlarında gördükleri doğru siyasi çizgi ve
yaklaşımları çoğu kez ya akademik açıdan yada olayın
dışındaki ( hariçten gazel okumak) kişi/örgüt vb nitelemesi
ile dışlamaktadır. Bu ötekileştirmeyi yapanlar arasında
hariçten olmayanlar(yurtiçi) olduğu kadar hariçten
olanlar(yurtdışı) da bulunabilir. Mücadelenin içerisinde olanlar
ve/veya önderlik edenler acaba sınıfsal önderlik mi yapıyorlar
yoksa mücadeleyi sınıfsal siyasi mücadeleye dönüşmesine engel
mi oluyorlar?
İster yurtiçinden, ister yurtdışından
herbir komünist devrimci yada devrimci demokrat kişinin verilen
siyasi, ekonomik,demokratik,sosyal,kültürel mücadeleyle ilgili
eleştiri, özeleştiri yapma hakkı olduğu kadar öneri sunma hakkı
da vardır ve olmalıdır. Öneri,eleştiri içeriğini çürütecek
karşı eleştiride bulunabilirsiniz.Eleştiri yapanın mücadele ile
ilişkisi yoksa (eğer burjuva saflarında karşı devrimci bir
kişiliği/örgütlülüğü yoksa)yapılan eleştirilerin mücadele
ile ilgisi olmasa bile yaklaşım bu olmamalı.
Düzene karşı mücadele edenler
arasındaki siyasi mücadele Rekabete dayalı değil,DEVRİMCİ
DAYANIŞMAYI öne alan bir yaklaşımla olmalı,olabilmeli. Yoksa
sosyalist demokrasiyi kendi içimizde bugünden kuramazsak sonumuz
yaşanmış sosyalist deneyimlerden farklı olmaz.
Geçmişin DEVRİMCİ yanlarına
sahip çıkılarak çoğaltılırken olumsuzluklar konusunda
eleştiri-özeleştiri mekanizması çalıştırılmalıdır.
Yaşayan/Yaşamayan ve mücadeleye katkı koyan yoldaşlarımızın
stratejik-taktik olumlu,olumsuz,yanlış ve hataları
eleştiri-özeleştiri mekanizması çalıştırılarak ele alınmalı.
Bunlar
yapılmadığı/yapılamadığı sürece bilgiler,eleştriler
özeleştiriler kendimizle sınırlı kaldığı sürece yolumuzun
önü açılamayacaktır.
Kıbrıs'taki nüfüs aktarımı GÖÇMEN
sorunu değildir. Kıbrıs'a taşınan ve yerleştirilen insanlarla
, daha iyi bir yaşam umuduyla gelen işçi,emekçi insanların
konumları farklı bir yaklaşımdır.Büyük bir kısmı 1974'te
güneye GÖÇERTİLEN insanlarımızın geride bırakmak zorunda
kaldığı taşınır,taşınmaz mülklerinin dağıtılması,
yerleştirilmesi ile SÖMÜRGELEŞTİRMENİN ve biryandan yerli insan
diğer yandan da taşınmışların asimilasyonu (türkleştirme
,islamlaştırma)ARACI ve olarak kullanılmışlardır.
Bunlar dışında gelen işçi,emekçi
insanlar ise yerli işçi,emekçiden kat ve kat bir sömürüye tabi
tutulmaktadır.
Bu noktada asimilasyon aracı nüfüs
GÖÇMEN olarak görülemez Ama bu insanların
ötekileştirilmesi,onlara karşı şoven,milliyetçi yaklaşımlar
da doğru olamaz. İşçi ve emekçi anadolu insanı ise Kıbrıslı
işçilerden ayrı tutmamız mümkün değildir. Çünkü bizim kadar
ve bizden çok sömürülen bu insanlar İŞÇİ SINIFININ bir
parçasıdır ve onların derdi vatandaşlık değildir ve olmamalı
da.
Biz sömürücü sınıflar dışında
tüm insanların sömürüden kurtulacakları insanlaşacakları
sınıfsız toplumu yaratma mücadelesi veren HÜMANİSTLERİZ.
Ancak burjuva egemen sınıfın ki
ülkemizdeki emperyalizmin taşeronu işgalci sömürgeci güçlerin
politikalarına ,uygulamalarına ve sonuçlarına sessiz kalacak ve
ilmeği kendi boynumuza geçirecek kadar gözümüz görmez
HÜMANİSLER de değiliz.
Kaynaklar:
(http://ateshirsizi.com)
(http://ateshirsizi.com)
EK-A (Sömürge Yönetiminin Yerel
Yönetici Seçimlerine Bakış)
EK-A-1(KAZANAN EGEMEN BÜROKRATİK
DEVLETÇİ KLİK, KAYBEDEN
İSE AKP’Lİ KLİKTİR
)
EK-A-2 (Kıbrıs’ın
Kuzeyinde İşgalcinin Yerel Yönetici Seçimleri ve Değerlendirmesi)
EK- B-1 (KIBRIS SORUNUNDA GÜNCEL
DURUM VE ENTERNASYONALİZM)
EK-B- 2 (BİR KÖRDÜĞÜM SORUN:
KIBRIS )
EK-B- 3 (KIBRIS’TA GERÇEK ÇÖZÜM
MÜ BOŞ HAYALLER Mİ? )
EK-B-4 (KIBRIS NEDEN EMPERYALİST
KAPİTALİZM İÇİN ÖNEMLİ VE PAYLAŞILAMAYAN
NE? )
EK-B-5 (SÖMÜRGE
KIBRIS’TA TC’NİN DAYATTIĞI ÖZELLEŞTİRME VE MİNARE
GÖLGESİNDE EĞİTİM SÜRECİ ÜZERİNE)
EK-C (ULUSLARIN KENDİ KADERLERİNİ
TAYİN HAKKI VE
PROLETARYANIN TUTUMU ÜZERİNE )
EK-D Parti Üzerine-)
EK-D-1 (Komünist Devrimci Savaşımda
Gereksinimi Duyulan Nasıl Bir Partidir?)
EK-D-2 (KÜÇÜK BURJUVA
MİLLİYETÇİLİĞİ SÖMÜRGELERİN KURTULUŞUNU ANCAK ERTELER;
KURTULUŞ DEVRİM VE SOSYALİZMDE )
EK-A
Sömürge Yönetiminin Yerel
Yönetici Seçimlerine Bakış;
EK-A-1
KAZANAN EGEMEN BÜROKRATİK DEVLETÇİ
KLİK, KAYBEDEN
İSE AKP’Lİ KLİKTİR
Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanlığı ve
Milletvekili seçimlerinin ikili özelliği bulunmaktadır.. Ve de
her şeyden önemlisi, Türkiye’deki klik çatışmalarının
doğrudan
yansımasının olduğu sömürge
Kıbrıs’ta da aynısının uzun süredir
yaşandığını, seçimlerde de bu
klik çatışması ya da it dalaşının bir
alanı olmuştur.
Bu it dalaşını Klasik devletçi klik
kazanmıştır. Kıbrıs seçimlerinin
anlamı budur. Türk sömürgeci faşist
diktatörlüğünün kontrgerilla
devletinin sivil-resmi bürokratları
ile CHP-MHP’liler tarafından
oluşturulmuş kliği seçimlerden
kazançla çıkmıştır. Seçime katılım
oranının %75 olarak açıklandığı
seçimlerde, dolaylı-dolaysız
boykot oranının veya it dalaşına
ortak olmamanın oranının da
azımsanmayacak bir düzeyde, % 25’te
olması da oldukça önemli
bir orana işaret etmektedir.
Kıbrıs’ta çözümsüzlük
sürecinin yeni aktörü ve emperyalist
rekabet içinde çözümsüzlüğün
yeni figürü Derviş Eroğlu olmuştur.
AKP’li klik ile BOP doğrultusunda
hareket eden ve açıktan
desteklenen Mehmet Ali Talat ise,
göreli kaybeden olmuştur.
Fakat bu demek değildir ki, süreç,
çözümsüzlükte genel olarak
değişiklik olacaktır. Hayır
olmayacaktır. Zira Kuzey Kıbrıs,
TC’ye ekonomik-siyasal olarak bağımlı
sömürgedir. Musluğu açan
ya da kısan TC’dir. Bu bakımdan
asker-sivil bürokrasi ile siyasi
temsilcileri olan kliğin başarılı
olması demek stratejik bir değişim
yaşanacağı anlamına gelmiyor.
Derviş Eroğlu’da Kıbrıs sorunu
ile ilgili kangrene dönmüş ya da döndürülmüş
ve de çözümü istenmeyen sürecin
zaten aktörü idi. Ve de kurula
gelen alt yapıya bağlı olacaktır.
TC’nin klasik devletçi kliğinin
zaferinin en büyük anlamı şudur: O
da AKP’li kliğe karşı psikolojik
olarak öne geçmesidir. Bizsiz siyasal
arena olmaz demeye
getirmişlerdir. Ve de anlaşılan
odur.
ABD emperyalizminin dışında, iç
dengeler ile değişecek süreç
zaten beklenen değildir. ABD
emperyalizminin BOP gereği, çeşitli
çelişki ve çatışmaları beslemek,
keskinleştirmek, kronik sorunları
daha da derinleştirmek politikasının
sürdüğü açıktır. Genel olarak
değişen özel bir şey olması olası
değildir.
Kıbrıs proletaryası açısından da
seçimlerde değişen bir şey olmayacaktır. Ha Talat, ha Eroğlu.
Al
birisini vur ötekine. Egemenlerin
isimleri değil, egemenlik
düzeninin ortadan kaldırılmasıdır
proleterler ve emekçiler
açısından. “Bizler, efendilerimizi
seçenlerden ve de bu seçim
açısından da it dalaşının
taraflarını seçmemeliydik. Seçmedikte
zaten. “ demelidir proletarya ve
emekçiler.
Ki, TC sömürgeci faşist düzeninin
Başbakanı RTE, seçimlerde
açıkça ve kesin olarak Talat’ı
desteklemesine rağmen; seçim
sonuçlarını yorumlarken yine aynı
açıklıkla değişen bir şey
olmayacağını, sömürgeci rejimin
soruna ilişkin bakış açısının
değişmeyeceğini, aynı durumun
süreceğini ifade etmiştir.
Kıbrıs’ta çözüm kesin olarak her
iki kesim proletaryasının
birlikte, ortak biçimde sosyalizm ile
komünizme yürümesi ile
olanaklıdır. Kıbrıs’ta şu ya da
bu egemen kliğin sözde seçim
kazanmasıyla, göstermelik parlamento
ya da Cumhurbaşkanları ile
çözüm olması olanaksızdır.
Sorunun kendisinin kaynağı olan
emperyalist sömürgecilik, yıkılıp
ortadan kaldırılmadan çözümde
olmayacaktır.
Kıbrıs’ta çözümün adresi,
Halkların eşit-özgür-gönüllü birliğine
dayalı komünist devrimdir. Kıbrıslı
her kesim proletaryasının
komünist devrimci mücadelesidir.
Kıbrıs sorunu, Kürt sorunu,
Ermeni sorunu, Filistin sorunu vs gibi
sorunlar; emperyalizm ile
onların yerel işbirlikçileri
temizlenmeden ve tarih sahnesinden
silinmeden çözülmesi olanaksız
sorunlardır.
Kıbrıs’ta değişen işbirlikçi
sömürgeci uşaklarının isimleridir seçim
sonuçlarında. Klik çatışması
içinde moral üstünlük sadece Eroğlu
kliğinin eline geçmiştir.
Ağababaları TC asker-sivil bürokrat klik
açısından da.
EK-A-2
Kıbrıs’ın
Kuzeyinde İşgalcinin Yerel Yönetici Seçimleri ve Değerlendirmesi
1.Bu
seçim değerlendirmesi ile amaçlanan ;
2.Seçime
Götüren Nedenler ve Amaçlar:
3.
2009 Seçimleri Ve Değerlendirmesi;
4.Sonuç
ve Öneriler;
1.Bu
seçim değerlendirmesi ile amaçlanan ;
a
Kısa vadede Kıbrısın ve Kıbrıslıların Birleştirilmesi
hedefine uzun vadede sosyalizmi hedefleyecek mücadeleyi örgütlemeye
yönelik olarak ,
b.
Kıbrıs’ın kuzeyinin TC işgali altında sömürge olduğundan
hareketle,
c.İşgale
karşı yürütülen mücadelenin bir parçası olarak görülen
seçim dönemindeki taktiği olan BOYKOT kararının genel süreç
içerisindeki yerini ve anlamını ortaya koymak , diğer mücadele
alanlarından daha fazla öne çıkarılmasının ve anlam
verilmesinin anlamsızlığını gözler önüne sermek,
d.Bu
seçim döneminin örgütlenmeler arasındaki ilişkilerin ve bağın
kırılma noktasına gelmesinde katalizatör rolu oynadığını,
bu örgütlerin seçimlerdeki duruşlarıyla net olarak ortaya
koyduklarını göstermek ; Bunu İşgalci devletin taşıdığı
nüfusu seçmen yaparak kendi yerel yönetimi için yaptığı
seçimleri diğer mücadele alanlarından önde gören ve bunu
pratikteki açıklamaları ve eylemleriyle gösterenlerle , aramızda
özünde stratejik ve taktik mücadele farkları olduğunu ortaya
koymak;
e.Kıbrıs’ın
kuzeyi ile ilgili durum tesbitinin özünde özellikle TC
İşgali,TC’nin sömürgesi olma durumunun Komünist devrimciler
dışındaki örgütlenmelerde net olarak görülememesi;
Savaş
suçu işlenerek nüfus aktarılması karşısında demokrafik işgali
‘’göçmenler’’ konusu olarak görme ve buna bağlı olarak
‘’İşgalcinin seçmenini “KıbrısTürk halkı” tanımı
içerisinde gösterme gayreti,’’kuzeyi ve alt yerel idaresini’’
işgalcinin ‘’ayrı bir ülke-ayrı devlet’’ olarak kabul
ettirme meşrulaştırma gayretlerini doğru veri olarak kabul etme
ve işgalin dayatması koşullarındaki bu verileri doğru kabul
ettikten sonra da “ devlet ve parlamento’’ diye sunulanı
olumlamaya meşrulaştırmaya destek olunduğunu göstermek
f.Kıbrıs’ın
kuzeyi özelindeki mücadelenin örgütlenmesinde yukarıda
belirtilenlerin işığında komünist devrimciler olarak ilkeli
,tutarlı,sürekli,kararlı devrimci duruşun devamı ve ileriye
taşınmasına katkı koymak ve dışımızdaki örgütlerle
ilişkilerimizi bu amaçlar çerçevesinde geri adım atmaksızın ve
onları da bu çizgiye taşıyacak devrimci çıkış yollarını
örmektir.
2.Seçime
Götüren Nedenler ve Amaçlar:
a.Ekonomik
nedenler:
Dünyadaki
ekonomik krizin ülkemize de yansıyacağı gün gibi ortada iken
Kıbrıs’ın kuzeyinde ise Türkiye ve onun işbirlikçisi yerel
yönetimler krizi yok sayan açıklamalarda bulunmuş ve halen de
bulunmaktadırlar.Ancak yaşam onların doğru söylemediklerini
ortaya koymaktadır.
Kriz
olmadığını söyleyenler krizin bedelini de
işçilere,emekçilere,kamu emekçilerine ve halka ödetmek için
her yolu seçmiş ve uygulamaya geçmişlerdir.
Bir
yandan işsizler ordusuna yeni işsizler katacak şekilde işten
durdurmlar sürerken,diğer yandan çalışanların
ücretleri,maaşları yerinde saymakta, çalışanların
sendikalarıyla görüşmeler sıfır artış önerilerek başlamadan
bitirilmektedir.
TC
içinde bulunduğu ekonomik krizin bedelini hazırladığı yeni
paketlerle halkının ve Kıbrıslıların oyunu alarak
meşrulaştıracağı Sömürge Yönetiminin yerel yöneticilerinin
seçimleri sonucunda uygulatmak;
b.
Demokrafik Yapı
Ülkemizin
kuzeyine savaş suçu işlenerek taşınan nüfusla demokrafik
yapımız ve seçmen sayısı değiştirilirken,çalışmak amacıyla
gelen yoksul Anadolu insanı ve türkçe konuşan Kıbrıs halkını
da kuzeye egemen olan Türkiye ve yerli işbirlikçi sermayesinin
azgın sömürüsü altında ezilmektedir. Türkiye’nin kuzeye
demokrafik yapıyı değiştirmek amacıyla taşıdığı ve
heryönden kontrol altında bulundurduğu taşınmış nüfus
dünyadaki kapitalist ülkelerdeki ‘’göçmenler,yabancı
işçiler’’ statüsünde olmadıkları ve olamayacakları gerçeği
ortada dururken, bunu ‘’Kıbrıs milletçiliği’’ ‘’göçmen
fobisi’’ Kıbrıslı-Türkiyeli ayırımcılığı’’olarak
sunmak ; askeri işgali demokrafik işgalle istilaya dönüştüren
TC devletinin politikalarını ,seçimlerde bu nüfusun oy
kullanarak ,birkez daha faşist gerici partilere ek olarak ilerici
devrimci olduklarını söyleyen örgütlerce de meşrulaştırılmasını
ve seçimlere katılımı sağlamak ve artırmak amacıyla ;
c.Türkiye’deki
Egemenlerin Klik Çatışmaları
Türkiye’deki
egemenler arasındaki klik çatışmaları ekonomik krizle birlikte
sürerken her iki krizin bedeli de halka ödettirilmeye
çalışılmaktadır. Egemenler seçimleri de kullanarak ERGENEKON
konusunda yarattıkları bilgi kirliliği ile bir yandan kendi
aralarındaki egemenlik yarışını sürdürürken kirli
çamaşırlarını ortaya dökmekte ama devleti yıprtmamaya özen
göstermekte, öte yandan da ortaya attıkları gerçekdışı
iddialarla kirlerini devrimci güçlere bulaştırmak
istemektedirler.
Ülkemizin
kuzeyinde de Türkiye’deki gelişmelere paralel olarak muhalif
veya iktidar olduklarını söyleyen Sömürge Yönetiminin yerel
yöneticileri olma yarışındakiler, ERGENEKONCU(TC egemenlerinin
klasik eski kliği temsilcileri)-ERGENEKON KARŞITI (TC egemenlerinin
yeni kliği temsilcileri) pozisyonuna girmişlerdir. Türkiye’deki
egemenler 29 Mart 2009 tarihindeki yerel seçimleriyle nasıl kendi
iç hesaplaşmasını da yapmışsa, Kıbrıs’ın Sömürge
Yönetiminin yerel yöneticileri seçimleriyle de bu hesaplaşmayı
da yapmayı hedeflemişlerdir.
d.Görüşmeler
Kıbrıs
sorunun çözümü konusunda iddialı olduklarını söyleyenler,
sürdürdükleri görüşmelerin çözüme yönelik olmadığını
bildikleri halde seçimlerde çözüm yanlısı ve çözüm
karşıtlığı üzerinden seçime katılıp oy kullanılmasını
isteyerek , sürmekte olan görüşmelerde belirleyici olanın
TÜRKİYE olduğu gerçeğini saklamak ve AB süreci içerisinde
zaman kazanarak çözümsüzlüğü çözüm haline getirecek
politikalarına destek sağlamak.
3.
2009 Seçimleri Ve Değerlendirmesi;
a.Kıbrıs’ın
kuzeyi; ı.
Kıbrıs’ın kuzeyinde bundan böyle Kontrgerilla Cumhuriyetindeki
eski kliğin temsilcilerinin kazananın olarak ( UBP ile DP)
etkinliğinin artacağı, Adanın bölünmüşlüğünün devamının
perçinlendiğini;
TC’deki
rejimin klasik bürokrat,TÜSİADçı,asker ve sivil kontrgerilla
düzeninin istediği sonuçtur bu aynı zamanda.
Iı.
Seçimlerin sonucu gösterdi ki UBP tek başına Sömürge
Yönetiminin yerel yöneticiliği edecek Kıbrısın kuzeyinde. CTP
ve diğer partilerde de oldukça oy kaybetmiştir. Mecliste AKP’nin
kurdurduğu ÖRP’de iki milletvekili ile temsil edilecek . TC
Sömürge Yönetiminin yerel yöneticileri, meclisinde hakimiyet
ise,UBP ile DP olacaktır. Zaten seçimler öncesi ve seçimler
sırasında taşınarak, Kıbrıs’ın kuzeyinde sosyal-demoğrafik
yapısını değiştirmek dışında, oy hakkı da tanınarak
yapılmak istenen de bu idi.Taşınan 100.000 oyun seçimlerini
nasıl değiştirdiğini hep birlikte gördük . Kıbrıs’ın
kuzeyindeki Ordunun ,Denktaşları ve onların partilerini
desteklettiğini söylememize bile gerek yok.
Iıı.
ABD emperyalizminin orta ve uzun vadede Kıbrıs’ın
bölünmüşlüğünün ve Adanın işgalinden yana olduğunu, bu
anlamda da Adada üslerin kurulması , yenilerinin inşası,kirli
para aklama, kontrgerillanın pis işlerinin adresi olma özelliğini
korumasından yanadır. Nitekim, sonuçların gösterdiği de ABD ve
TC’nin istedikleri olmuştur. ABD emperyalizmi ile BOP gereği
üzerinden yine sürecin devam edeceğini göstermekte ve işaret
etmektedir.
ıv. AB’ci ve arada kalmış ve sözüm ona sosyal demokrat CTP hükümeti ise, ABD emperyalizmi ve Türkiye’deki rejimin klasik kliğinin müdahaleleri ile, son Ergenekon dalgalarının Kıbrıs’ın kuzeyindeki etkinlik alanlarını tırmalamak ile değişeceğini sanarak oldukça büyük bir taktik hata yaptığı ve deyim yerindeyse Türk sömürgeciliğinin yasal oyununa geldiğini söyleyebiliriz..
vıı. Komünist devrimciler dışındakiler (KSP,BKP-yaseminciler,Baraka dahil)seçimlere katılımı artırmak için büyük çaba harcamışlar ve katılım oranının yüksek olduğunu açıklayarak BOYKOT’un ( Ykp BOYKOT etmişti) başarısızlığı ile açıklamayı tercih etmişlerdir. Hele de TC işbirlikçilerinin oy satın aldıklarını açıklamalarına bile kulak tıkamışlar ve rejimin kendi yasalarına göre bile meşruluğu olmayacak seçimlere katılımın yükselmesini savunmuşlardır. Sömürge Yönetiminin ve yerel yöneticilerinin tepkilerini anlamış olmamıza rağmen , kendilerini solda tanımlayanların kavga edecekleri merkeze seçimleri BOYKOT kararını ve uygulamasını koymalarını anlamamızı beklemeleri hiç de anlamlı değildir.Hele de Türkiye’nin demokrafik yapıyı değiştirme politikası sonucu Kıbrıs’ın kuzeyine taşınanların seçmen yapılmalarını ve taşınanların ‘’kıbrıs milliyetçiliği’’ne karşı gelme adına ‘’göçmen’’ olarak tanımlayıp “göçmen fobisi’’ ile suçlamaya ve “Kıbrıslı-Türkiyeli ayırımcılığıyla’’ suçlayarak demokrafik işgali savunulmuşlardır.
ıv. AB’ci ve arada kalmış ve sözüm ona sosyal demokrat CTP hükümeti ise, ABD emperyalizmi ve Türkiye’deki rejimin klasik kliğinin müdahaleleri ile, son Ergenekon dalgalarının Kıbrıs’ın kuzeyindeki etkinlik alanlarını tırmalamak ile değişeceğini sanarak oldukça büyük bir taktik hata yaptığı ve deyim yerindeyse Türk sömürgeciliğinin yasal oyununa geldiğini söyleyebiliriz..
vıı. Komünist devrimciler dışındakiler (KSP,BKP-yaseminciler,Baraka dahil)seçimlere katılımı artırmak için büyük çaba harcamışlar ve katılım oranının yüksek olduğunu açıklayarak BOYKOT’un ( Ykp BOYKOT etmişti) başarısızlığı ile açıklamayı tercih etmişlerdir. Hele de TC işbirlikçilerinin oy satın aldıklarını açıklamalarına bile kulak tıkamışlar ve rejimin kendi yasalarına göre bile meşruluğu olmayacak seçimlere katılımın yükselmesini savunmuşlardır. Sömürge Yönetiminin ve yerel yöneticilerinin tepkilerini anlamış olmamıza rağmen , kendilerini solda tanımlayanların kavga edecekleri merkeze seçimleri BOYKOT kararını ve uygulamasını koymalarını anlamamızı beklemeleri hiç de anlamlı değildir.Hele de Türkiye’nin demokrafik yapıyı değiştirme politikası sonucu Kıbrıs’ın kuzeyine taşınanların seçmen yapılmalarını ve taşınanların ‘’kıbrıs milliyetçiliği’’ne karşı gelme adına ‘’göçmen’’ olarak tanımlayıp “göçmen fobisi’’ ile suçlamaya ve “Kıbrıslı-Türkiyeli ayırımcılığıyla’’ suçlayarak demokrafik işgali savunulmuşlardır.
Vııı.İşgale
ve rejime karşı mücadelede YKP yukarda belirtilenler gözönüne
alındığında Boykot eylemini başarı ile sürdürmüş ancak 2010
yerel seçimlerindeki seçimlere katılım konusundaki tutarsız
tavrı tipik küçük burjuva ikiyüzlülüğü olarak ortaya
çıkmıştır.
b.Türkiye;
Kıbrıs’ın
kuzeyindeki seçimler ,TC içinde AKP ve mevcut hükümet kliğinin
de giderek yıprandığını,egemenlik yarışında giderek güç
kaybettiği, kısa-orta vadede tahtından indirileceğinin de
işaretlerini vermektedir.
Kıbrıs’ın
kuzeyindeki seçimler rotanın artık klasik eski kliğe
döndüğünün,döneceğinin ve gerek Kıbrıs ve gerekse de
Kürdistan sorunları ve diğer BOP konularında klasik egemenlik
anlayışının süreceğini göstermektedir. “Açılımlar”, AB
görüşmeleri, Kıbrıs’daki görüşmeler , Irak, Afganistan ve
diğer sorunlar da geçmişe dönüp , açık sömürgeci
işgal,ilhak, yok edim operasyonları ile düşmanlık stratejisinin
süreceğini gösteriyor.
4.Sonuç
ve Öneriler;
- Seçimler , seçimler öncesinde de görüldüğü üzere açık ve net olarak sömürgeci,işgalciler, emperyalistler ile BOYKOTÇULAR (Komünist devrimciler ,YKP) açısından bir referandum havasına büründü.Bir yanda seçime katılımı savunanlar( TC ve işbirlikçisi partiler UBP,DP,ÖRP,HİS,ile sol olduklarını söyleyen CTP,TDP,BKP-Yaseminciler,KSP,Baraka v.b)ve seçimleri boykot edin çağrısı yapan Komünist devrimciler ve YKP.
- 19 Nisan seçimlerinin açık galibinin TC olduğunu ancak mağlup olanın da türkçe konuşan Kıbrıs halkı olmadığını (Burada Kıbrıslı Türk Halkı-yada işçi sınıfı diyerek demokrafik yapıyı değiştirmek için taşınmış nüfusu bu kavramın içerisine koyanlarla ve “göçmen fobisi”, “Türkiyeli-Kıbrıslı ayrımı” veya “Kıbrıs milliyetçiliği” ile suçlayanlarla (KSP-Baraka) aramızdaki farkı net olarak koymamız gerektiğini ) ;
Kazananlardan
birisinin de Boykot taktiği uygulayan ve yığınların dikkatini
Kıbrıs’ın gerçek sorunlarına çekip,TC’nin egemen kliklerin
referandum havasında ve kirli-pis oyunlarıyla girdikleri seçim
oyununun gerçek yüzünün açığa çıkarılması için mücadele
edenler olduğu;
- Seçimi alternatifsizlik değil TC kazanmış ancak komünist devrimciler ve YKP’nin BOYKOT kararı ile bu oyunun parçası olunmayacağı ortaya konmuş ve alternatifin komünist devrimcilerin önermelerinin olduğuna işaret edilmiştir.
- BOYKOTCULAR’ın sayısal (nicelik) olarak değil, nitel duruşunda kazanan olduğunu söyleyebiliriz. Bu tespitin ağırlığını taşıyacak bir süreç te Boykot taktiğini savunanlar olduğunun altını çizmemiz gerklidir.
- Seçimler ve sandık gibi devrimci siyasetin hiçbir beklentisi olmayan, Türkiye ve işbirlikçilerinden oluşan egemenler tarafından manipüle edilmeye en açık ve özellikle taşınmış nüfusun bilincinin en rahat manipule edilebilebilen alanlarda TC’nin hegomonyasının varolduğu; Buradan Kıbrıslı devrimcilerin çıkarması gereken ders ise; işgale karşı mücadelede seçimlerde müsait koşulların varolmadığı , Sömürge Yönetiminin yerel yöneticiliği için yapılan seçimlere katılarak mücadele edilmeye çalışılması meşrulaştırma olacağı.dilmeye en açık ve halkın bilincinin en bulanık olduğu alanlarda dahi TC’nin hegomonyasının mutlak olmadığıdır
- Seçim süreci dayatmacı, sıkıştırıcı,referandum,tehdit,şantajla,hile ve dolaplarla birlikte ; seçimler sonuçlandıktan sonra da uzun zaman tartışılır olması , başından itibaren şaibeli, tartışmalı, gayrı-meşru olmasındandır..
g.Reformist-revizyonist
düzen partileri(CTP,TDP,BKP-Yaseminler,KSP) ve onların destekçileri
Barakacılar ise her zaman olduğu gibi ; seçimlerin aşağı yukarı
niteliğini bilmelerine rağmen seçimlere katılma kararı alarak;
seçimleri düzen-yığınlar nezdinde meşrulaştırmak gibi bir
sapmaya dolandılar.Mevcut seçimlerin niteliği kavranmadan , özüne
ilişkin kendi ve karşı cepheler net bir biçimde ortaya konmadan
taktiksel süreç ve adımların doğruluğu,sınıf mücadelesine
uygunluğu,asıl amaca ulaştırıp ulaştırmayacağı ,egemen
sınıflar ile emekçilerin durumu dikkate alınmadan, düzenin
olanaklarından yararlanma basit mantığı ile hareket etmek, bu
basit mantık içinde sözüm ona taktikler üretmek asla ve asla
devrimci değildir;olamaz da.
h.
Bu bağlamda seçimlerin, seçimlere ilişkin taktik duruşun, orta
ve uzun vadede Kıbrısı ve Kıbrıs halklarını birleştirmeyi,
işçi sınıfının toplumsal kurtuluşunu hedefleyenlerle
reformist-revizyonist güçlerin ayrıştırdığı bir süreç
olmuştur. Aynı zamanda işgalci sömürgeci TC’ye karşı
mücadelede de ne derece tutarlı olunduğunun da bir göstergesi
olarak tarihe dip not olarak düşecektir mevcut süreç.
Demokrat hareketlerin bir çoğu sanal
anlamda süreci kavramış gibi görünseler de ; gerçekte
pratiklerinin anlamının ne olduğu konusunda kafa açıklığına
sahip değildirler. Bu oyunun bir parçası olmalarının hemen
tamamen , Kıbrıs’ın özgürlük ve sosyalizm mücadelesine
hemen hemen ihanet anlamı taşımaya kadar gidebileceğinin
hatırlatılması gerekir.
ı.Kıbrıs’ın kuzeyinde sömürgeci
işgalin açık ve aleni olarak reddini savunan ve pratiğe
koyanlara başta komünist devrimciler , egemen düzenin daha çok
saldıracağı açıktır.
Krizin
derinleşmesi ve etkilerinin-sonuçlarının yoğunlaşması ile
birlikte sürecin daha da azgınca olacağını kestirmek hiç te güç
değildir. Bundan sonrasında azgın saldırıların artacağı,sınır
tanımayacağı bilinmelidir.
- Türkiye devrimci hareketi (TDH), her ne konuda olursa olsun açık faşist sömürgeci işgal altında tutulan Kürdistan’a gösterdiği ilgiyi, aynı koşullara sahip olan Kıbrıs’a göstermemektedir.Kıbrıs sorunu ve çözüm üzerine kafa yormayı,çözümler üretip ortak-birlikte mücadeleyi örmeyi bir yana bırakalım, konu üzerine çalışmamakta, sorunun kendisi yok imiş gibi davranmaktadır. Kıbrıs sorunu üstüne yazılan yazılar bir elin parmaklarını bile geçmemektedir, bırakınız pratik duyarlılığı ve birlikte örgütlenmeyi. Burada TDH’nin gizli bir “milli baskı” altında olduğunu, mevcut gelişmelere bakıp, bu konudaki duyarsızlık,ilgisizlik,konuyu yok saymak, haberlere konu bile etmiyorlar.
TDH, Kıbrıs ve Türkiye’nin eğer ırkdaşlığı üstüne kurulan bir bağıntı ile buraya , Kürdistan’a gösterdiği ilginin %1’ini bile göstermiyorsa buna açıkçası sosyal şovenizm demek gereklidir. Emperyalist kapitalist işgal ve sömürgeciliğin değneği olmak demek gereklidir. Ama biz bunun bu düzeyde olmayıp tamamen sıcak gelişmeler,mücadele düzeyi gibi pragmatist,makyevelist bir bakış açısının yön verdiği küçük burjuvaca bir tavır olduğunu düşünüyoruz. Acaba Kıbrıs’ın kuzeyindeki toplumsal muhalefet ve mücadele , Kürdistan’dakinin yarısı kadar olsa idi , ne olurdu ? Buna yanıtımız daha farklı olurdu.TDH , genel olarak sınıfta kalmıştır Kıbrıs konusunda.
Sömürgeci işgal
ve onun sonuçlarına karşı çıkmak ve iradi olarak özgürlük ve
sosyalizm doğrultusunda mücadeleyi büyütmek açısından
TDH, Kıbrıs’taki devrimciler ile birlikte bu sürece sahip çıkmak , desteklemek, omuzlamak,dayanışmak zorundadır. TDH, hem laf etmek ve hem de eylemsel olarak Kıbrıslı devrimcilerin açmış olduğu isyan bayrağını sahiplenmek ve yukarılara taşımalıdır. TDH,isyanı birlikte büyütmek, direnişi çepe çevre düzene sardırmak, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin topyekün başarısı için nihai savaşına hazırlanmalıdır. TDH, hakların birlik,mücadele ve dayanışmasını örmek kadar, ortak ve benzer hedeflerle , emperyalist kapitalizmin dünyasal krizine karşı sosyalizmi dünyasal kılmak olduğunu görmelidir.
TDH, Kıbrıs’taki devrimciler ile birlikte bu sürece sahip çıkmak , desteklemek, omuzlamak,dayanışmak zorundadır. TDH, hem laf etmek ve hem de eylemsel olarak Kıbrıslı devrimcilerin açmış olduğu isyan bayrağını sahiplenmek ve yukarılara taşımalıdır. TDH,isyanı birlikte büyütmek, direnişi çepe çevre düzene sardırmak, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin topyekün başarısı için nihai savaşına hazırlanmalıdır. TDH, hakların birlik,mücadele ve dayanışmasını örmek kadar, ortak ve benzer hedeflerle , emperyalist kapitalizmin dünyasal krizine karşı sosyalizmi dünyasal kılmak olduğunu görmelidir.
- Önümüzdeki iş özelde Kıbrıs’ın kuzeyinde TC’nin egemenliğinin sürdüğü ve TC’nin sömürgesi olduğu gerçeğinden ve yukarıda belirtilenler ışığında hareket ederek; Bu temel üzerinden işbirliği güçbirliği,eylem birliği ve benzeri örgütlenmelere açık ama tavizsiz gerekirse kendi gücümüz ve örgütlülüğümüz çerçevesinde;
Kıbrıs
halklarının ,ezilen sömürülen işçi ve emekçilerinin
kurtuluşu,özgürlük,bağımsızlığın gerçek adresi olan
sosyalizmde ve Halkların birliğinin de gerçek teminatının
sosyalizmde olduğunu bilerek ;
İşgale,sömürgeciliğe,kapitalizme,emperyalizme,şovenizme
ve faşizme karşı mücedeleyi yükseltmektir.
EK- B-1
KIBRIS SORUNUNDA GÜNCEL DURUM VE
ENTERNASYONALİZM
Son günlerde Kıbrıs sorununun
çözümüne dönük yaratılan olumlu-iyimser bir hava
var.G.Kıbrıs’ta Hristofyas’ın
seçimi seçimleri kazanmasından sonra oluşan bu havaya AB’nin
baskısı,KKTC yerel hükümetinin
eşlik etme çabası! Bu havayı daha bir güçlendirmiş
görünüyor;elbette ki görünürde
durum böyle.Ama unutulan bir şey var ki,o da sorunun
kendisinin ada halkının ve bu iki
halk arasındaki bir sorun olmayıp;uluslar arası durumu
itibarıyla ve emperyalist hegemonya
açısından enternasyonal bir statüye kavuştuğudur.Zaten
çözümsüzlüğün! en önemli nedeni
olan bu durum,sorunun ana kilit noktasıdır aynı zamanda.Bu
bağlamda sorunun çözümü hiç te
kolay kolay-adil-halklar arası eşitlik-özgürlük temelinde
olacak değildir.Yine pompalanan bu
iyimser hava sonrası başarısızlık,ciddi hayal kırıklıkları
ve
öte yandan halkların her
adımda(olumsuz) birbirine daha çok uzaklaşma olasılığıdır.Ki,bu
yönde iyi niyetli çabalar ve hakların
gerçek birliği temelinde atılmayan bundan önceki adımların
da bu sonucu doğurduğunu bilmekteyiz.
Kıbrıs sorunu,enternasyonal bir sorundur
artık.Emperyalist metropoller ve
onların yerli uşaklarının sömürgeci yaklaşım ve baskısına
karşı
anti-emperyalist,anti-faşist
birlikte-ortak mücadelesi olmadan da asla çözülemez.Zira Kıbrıs
Akdeniz’in doğusunda hakim bir ada
olmasının ötesinde,bir çok kirli-gizli işin,emperyalist
kapitalistlerin açıktan yapamadığı
işlerin merkezidir,geçiş üssüdür,kontrol noktasıdır.Zira
kirli
paranın aklandığı,uyuşturucu ve
insan ticaretinin geçiş üssü ve kontrol
merkezidir.Kumarhaneler batağıdır.Gizli
servislerin hoyratça fink attığı ender yerlerden
biridir.Bu mevcut bölünmüş
durum,kesinlikle egemenlerin işine her bakımdan gelmektedir.
Diğer yandan emperyalist ABD açısından
adanın kuzeyi Ortadoğu politikası(BOP) açısından
kritik bir öneme sahiptir.Zira BOP
gereği adanın kuzeyinde orta ve uzun vade de askeri-
istihbari üslerin
kurulması-kullanılması ABD açısından bu genel politikanın bir
parçası gibi
görünmektedir ve
vazgeçilemezdir.Burasının ABD tarafından istenildiği gibi
kullanılması
açısından ada da birlik ve
istikrarın olmaması lazımdır ve zira varlık nedeninin kaynağını
da
BOP çerçevesinde dayandırmak zorunda
olduğu bir zorunlu alt yapının olması gereklidir. Bu
mevcut durum,bölünmüşlük,ön
yargılar,düşmanlık,ABD emperyalizmi kadar ona göbekten
bağımlı TC sömürgeci işgal
güçleri ve yine Yunanistan açısından da vazgeçilemez
gerekliliklerdendir.Her iki tarafın
egemenlerinin her bakımdan ırkçı-faşist politikası ve öte
yandan “potansiyel düşman”
siyaseti ile düzenlerinin devamının güvencelerinden
biridir;Kıbrıs’ın mevcut durumu.
Gerek ekonomik ve gerekse politik-kültürel anlamda
Kıbrıs’ın mevcut durumu ve
bağımlılık ilişkileri egemen burjuvazi açısından
yaşamsaldır.Kürt
sorunu kadar olmasa da(O da mücadelenin
boyutlarının büyüklüğünden kaynaklı olarak öne
çıkmış ve BOP içindeki özel
konumuyla değeri daha fazla önde durur gibidir)onun kadar
kronik,onun kadar köklü,onun kadar
enternasyonal bir sorun olması dolayısıyla;soruna bakış
açısında ve çözüm üretmede de
aynı derinlik anlayışına sahip olunması gereklidir.En azından
her iki taraf egemenlerinin siyasal
manevralarının iyi tahlil edilmesi,sorunun gerçek kaynağının
doğru tespit edilmesi ve sınıfsal
gerçek çözümün kesinlikle nihai çözüm olduğunun kavranarak
ilerlenmesi
zorunludur,hayatidir.Sorunun yüzeysel kavranışı aynı zamanda
çözümler
noktasında da sistemin manevralarının
peşinen kabulü ve onun ardından sürüklenmeyi
getirecektir.Egemenler kendilerince
gündem oluşturacak ve ya gündemi maniple edecek,halklar
ise bu yapay ortamın yapay dehlizinde
boğulacaktır. Bu anlamda ve genel olarak Kıbrıs Türk ve
Rum proletaryasının bağımsız sınıf
politikasının birleşik-örgütlü mücadelesinin yaratılması ve
bu hareketin iktidarı elde etmesi tek
gerçek alternatiftir.On yıllardır düşmanlık tohumları
ekilerek birbiri karşısına dikilmeye
çalışılan halkları yeniden bir araya getirmenin zorlukları
kavranarak,ileri doğru atılacak
adımlar;önünde engelleri de devasa büyütecektir.(Her şey
karşıtıyla birlikte vardır)Zira
mevcut durumdan çıkarı olanlar,dört bir yandan bu kavgaya
saldıracaklardır.Türk ve Rum
proletaryası kalıcı çözüm noktasında kendi bağımsız sınıf
politikası,proğramı ve pratiği
yaratmazlar ise,sorun daha da ağırlaşarak ilerletilecek ve gerçek
çözüm her gün daha da
uzaklaşacaktır. Egemenler açısından halkları aldatmanın ve her
hayal
kırıklığından sonra iç politika
alanında da kullana bilecekleri malzemenin çoğaltılması,en
nihayetinde her adım sonrası
halkların birbirine daha çok uzaklaştırılması,düşman
kılınması ve
her bakımdan bölünmüşlüğün
meşru kılınması sonucuna dönüktür.Emperyalist egemen
metropoller,dünyada istikrarlı
bölgeler istememektedir.Hele de kendileri açısından stratejik
değer taşıyan bölgeler de halklar
arasına düşmanlık tohumları ekilmesi ve bu durumun
kalıcılaştırılması,ortadaki
kaotik durumun sürdürülmesi emperyalist egemenlerin biricik
hedeflerindendir. Zira bugün
Balkanlarda Kosova,Kafkaslarda Dağlık Karabağ vs,Ortadoğu da
Kürt ve Filistin sorunları,yine Doğu
Akdeniz de Kıbrıs sorunu vs hep bu politik stratejinin
parçalarıdırlar.Özellikle bir bütün
olarak Afganistan ve Orta Asya’dan başlayarak Avrupa ve
oradan da ABD’ye ulaşan hat(Tarihi
İpek Yolu hattı) üzerinde sözünü ettiğimiz sorunlar ,bölge
sorunları olarak değil,enternasyonal
sorunlar olduğunun altı sürekli çizilmelidir.Enternasyonal
sorunlar,enternasyonalist komünist
devrimci çözümler ile nihai olarak ortadan
kalkarlar.Enternasyonal proletaryanın
bağımsız sınıf politikası ve pratiği tek gerçek çözüm
yöntemidir. Kıbrıs sorununun gerçek
muhatapları ve çözüm kanatları,Türk ve Yunan
proletaryası da dahil olmak
üzere;adanın gerçek sahipleri olan Türk ve Rum
proletaryasıdır.Enternasyonal dünya
proletaryası elbette ki taraftır.Bu çözüm noktasının temelini
de Marksizmin bu konudaki temel düstüru
da “Ayrılma hakkı da dahil olmak üzere uluslar ve
halkların kaderlerini tayin hakkı”
oluşturmaktadır. Yaratılan bu iyimser hava,boşluğa sıkılan
kurşunlar misali,dönüp hakların
kendisini vuracak niteliğe bürünebilir.Halklar ve onların
liderleri,bu gelişmeleri bu çerçeve
de ele alıp halklara dönük çalışmalarında bu gerçeklerin
altını
çizmelidirler.Ajitasyon ve
propagandanın özünü bu temel gerçekler kesinlikle
belirlemelidir.Sorunun gerçek ve nihai
çözümü,Komünizmdedir. YAŞASIN PROLETARYA
ENTERNASYONALİZMİ
EK-B-2
BİR KÖRDÜĞÜM SORUN: KIBRIS
Kıbrıs sorununun çözümü
noktasında başlatılan görüşmeler;sıkça başlamışken
giderek seyrelmeye başladı.Yaratılan
umut ve heyecan yerini;eski
kötümser,umutsuz havaya geri
bıraktı.Zira sunni biçimde yaratılan bu
havanın,zaman içinde bu hale
kavuşacağı belli idi.Kendi içinde her iki işgalci güç ile
ağababaları olan emperyalist
metropoller devreden çıkarılmadan sorunun
çözülemeyeceği bu turlu görüşmeler
de bir kez daha açığa çıkmış oldu.Oyalama ve
halkların umudunu tüketme ve
“bakınız,biz yaptık gereğini ama olmuyor” dedirtip
halklar arasındaki kin,nefret ve
düşmanlığı olduğu gibi bırakıp ya da daha da
arttırma taktik turlarının sonuç
vermediği ve de gelecekte de net ve kesin sonuç
vermeyeceği açık ve alenidir.Sorunun
kendisi dolaba,soğumaya bırakılacaktır
yeniden.
Bu gelişmelerde Türk işgalci
sömürgeciliğinin simgesi olan Türk faşist Ordusunun
Kıbrıs ziyaretleri ve ziyaretlerle
birlikte ortaya açıkça söylenen, bugüne kadar
iddia ettikleri tezlerin devamını
ifade etmelerinin büyük etki ettiği kesindir.Bu
açıklamaları gidişatın yönünü
kısmen ya da tamamen değiştirecek ,tayin edici
roldedir.Her iki işgalci devlet ile
emperyalist metropol merkezlerin Adadaki
istikrarsızlığın , Ada halklarının
birbirinden uzak olmasının ve de bölünmüşlüğünün
stratejik algılandığı gerçeğinin
bir kez daha altın çizildi bu süreçte.
Kıbrıs’ın stratejik konumu bu
durumu ve sonuçları zorunlu kılıp öne
çıkarmaktadır.Zira egemenlerin
çıkarları buradadır.Kıbrıs üzerinde;BOP ve
Ortadoğu politikalarının gölgesi
vardır.Adanın bir kara para aklama cenneti haline
getirilmiş olması,kumar merkezi
olması,uyuşturucu ve diğer kara işlerin merkezi
ve geçiş üssü haline gelmiş
olması,askeri olarak ta Ortadoğu’ya hakim olunabilecek
üsler açısından konumu ve yeri;bu
bölünmüşlük ve halklar arasındaki ayrılık-
düşmanlığı ön koşul saymaktadır
egemenler açısından.Egemenleri bu ve benzeri
çıkarları dolayısıyla;adanın
mevcut durumundan memnundurlar.
Adadaki bu bölünmüşlükten tek
çıkarı olmayanlar;her iki taraf emekçi
sınıflarıdır;proletaryasıdır.Halklar
arasında öteden beridir genel olarak sorun
yoktur(Yaratılıp var edilenler
dışında-Her iki taraf kontrgerillalarının
operasyonları dışında). Ve olmaz
da.
Kıbrıs sorununu,adada sömürgeci
güçlerin yerel sözcüleri olanlar
çözemezler.İpleri ağababalarında
olan bu kuklalar,bu girişimler ile ada
emekçilerinin umutlarını,hayallerini
tüketmekten,halkları birbirinden daha fazla
birbirlerine uzaklaştırmaktan başka
bir işe yaramayacağını bilmektedirler.Zira
sorunun çözüm mercilerinden birileri
de;emperyalist merkezlerdir.Sömürgeci
devletlerin de ipleri ,emperyalistlerin
ellerindedir.Onlar da sorunu çıkarları
gereği orta yerde tutmaktadırlar.
Ada emekçileri gerçek çözüm
merciidir.Adanın bağımsızlığı ve özgürlüğünü
kapsayan ve onu aşan,sınıf
mücadelesi bağlamında sosyalizme varan bir anlayış
olmadan Kıbrıs sorunu çözülemez.Zaten
her gelişme bu söylediklerimizin teyiti
olmaktan ileriye gidemiyor.
Ada proletaryası,ada sömürücülerinin
umutlarını tüketmesine,hayallerini
bitirmesine ve kendileri üzerinden
oynanan bu komediye izin vermemelidirler.Her
iki kesim proletaryası özgür ve
gönüllü birliğin,gerçek özgürlüğün,ada
sömürgecileri ve onların
oyuncaklarının iktidarının ortadan kaldırılmasına bağlı
olduğunu kabul etmek;sosyalizm uğruna
mücadele etmek olduğunu kabul etmek
olduğunu kavramak ve buna uygun
hareket etmek zorundadırlar.
Zaman zaman kuzey ve güney
proletaryasının ortak hedeflere dönük eylemlerini
güçlendirmek,stratejik birlikte ortak
platforma yönlendirmek temel öneme
sahiptir.Gerek ekonomik-sendikal ve
gerekse siyasal mücadele ekseninde ada
proletaryası ortak bir proğram ve ona
uygun bir eylem düzleminde birleşmek
amaçlı eylem birliklerini öne
çıkararak,yılların ön yargılarını kırmak ve birbirlerine
güvenmeyi öğrenmek zorundadırlar.
Adanın iki taraflı proleterlerinin
yılların ayrılıkları,geliştirilmiş güvensizlik
ortamının kırması en temel
noktadır.Bunun yolu da kesin olarak halkların birlikte-
ortak hedeflere yönelik eylem
birlikleridir.Yaşam birliğidir.
Ada proletaryası,egemenlerin ayrılık
ve düşmanlık politik ekseninin
karşısına ,birlikte özgürlük
şiarı eksenini temel almalıdır.Halkların birliği ve
kardeşliği,faşist sömürgeci işgal
ve onun yerli işbirlikçilerinin karşısında en temel
slogandır.Kıbrıs’ı ancak
sosyalizm ve devrim birleştirip özgürleştirebilir.Tutarlı
bir
anti-emperyalist,anti-sömürgeci,anti-faşist politik eksen
olmadan;özgürlük,devrim ve sosyalizm
bir rüyadır ancak.
Kıbrıs,ah “yavru vatan”.”Ana
vatanın” “bitmez çilesi””Acıların kraliçesi”.Acılarla
yoğrulmuş,hala bitmek tükenmek
bilmeyen karanlık kör kuyularda yok edilmek
istenen “küçük kardeş”.”Küçük
kardeşlerin” kaderi midir “ağabeyleri” ya da “ata-
anasına bağımlı olmak”?İradesine
küstürülmek.Sesi kısılmak.Her sıkıştığında “elim
ensende” denilmek.
Bu Anadolu coğrafyasından kesinlikle
farklı,toplumsal dokusu,kimlik-
değer,ulusal,sosyal-kültürel tamamen
farklı bir coğrafyayı Kıbrıs’ı “yavru vatan”
olarak görmek;tamamen bir birinden
farklı dokulara sahip yapıları,etnik-dinsel-
ulusal-sosyal-kültürel farklılıkları
benimsememek;Türk egemen sınıflarının işgalci-
sömürgeci yüzünü gizlemek amacı
taşımaktadır.İşgal ve sömürgecilik;”yavru
vatan” klişesinin ardına
gizlenmektedir.Halbuki, Kıbrıs Türklerin ana ya da yavru
vatanı olamaz ve de değildir. “Yavru
vatan” söylemi,açıkça ırkçı-faşist-sömürgeci
çirkef yüzün gizlenmesine hizmet
eder.Kıbrıs,Kıbrıs’ın yerli halklarının ana
vatanıdır,yurdudur.
Faşist Yunan cuntası ve ardından
“Kıbrıs’ı kurtlarla yeme” operasyonlarının yıl
dönümlerinde ;gündemden düşmeyen
ve düşürülmeyen Kıbrıs’ta hala ,karanlık-kör-
geleceği belirsiz süreçler mevcut
yerini korumaktadır.Rum ve Türk egemenlerinin
göstermelik barış gösterilerinin
ardında ağa babalarının mevcut günlük çıkarları
yer almaktadır.Kıbrıs halklarının
birliği ve beraberliği,kardeşliği;egemenlerce en
son istenen olgudur.Zira Kıbrıs,yer
altı ve yer üstü zenginlikleri olmasa
da ,bölgeye hakimiyet bakımından
özel ve önemli bir yerdir.Kritik bir
duraktır.Kritik bir üstür.Emperyalist
ABD ve AB’li güçler bu anlamda Kıbrıs’tan
elini çekemezler.Doğal olarak onların
piç çocukları olan Türk ve Yunan egemen
burjuvazileri de.Kıbrıs’ı kara
para aklama cenneti,kumar ve fuhuş’un resmi belgeli
yeri haline getiren egemenler açısından
;tüm diğer stratejik nedenlerin yanına
bu nedenleri de eklemek lazımdır.Zira
bu yol üstü ve uğrak yeri olmasa,egemenlik
bir anda uçuverebilir.
Kıbrıs, kanayan bir yaradır.Kıbrıs
emekçi halklarının sadece kendi kaderlerini
belirleme hakkı yoktur kendileri
hakkında.Emperyalist tüm egemenler ve onların
tüm enternasyonal örgütleri-BM gibi-
Kıbrıs hakkında söz hakkına sahiptir;ama
Kıbrıslı emekçiler değil.
Kıbrıs’ta egemenlik mücadelesi
veren tüm emperyalist-faşist-sömürgeci-işgalci
güçlere karşı Kıbrıslı
emekçilerin-proleterlerin verecekleri yanıtlar
olmalıdır.”Kurtuluş günlerinden”
kurtulmak için mücadele vermelidir Kıbrıs
emekçileri.Her iki kesimden
emekçiler,aralarına örülmüş kara duvarları
yıkmalıdırlar.On yıllardır
birbirine kör ve nankörce düşman edilme gerekçelerini
kavramalıdırlar.”Kurtarılmak”
istemediklerini,kurtuluşun ancak kendi iradelerinden
geçtiğini yüksek sesle
haykırmalıdırlar.Halkların kardeşliğinin yolunun sosyalizm ve
komünizmden geçtiğinden hareketle
sınıf mücadelesi ve sınıf kardeşliği temelini
güçlendirmelidirler.Her iki kesim
emekçileri,bu sınıf dayanışması ve giderek ortak
örgütlenme-mücadele perspektifiyle
birbirilerinin acılarını yaşayıp kılavuzları
olmalıdırlar.
Halkların kardeşliğini istemeyenler
egemen burjuva sınıflardır.Çıkarları
gereği,kardeş halkları düşman
kılmak,birbirlerinden uzaklaştırmak için uğraşlar
içine girmek egemen sınıfların
işidir.Denktaşlar,Talatlar ve Rum egemenleri tüm
bu süreçlerin ürünüdürler.On
yıllardır halkları birbirinden ayırmak için uğraş
veren Kıbrıs egemenleri,halkları
kardeşçe bir araya getiremezler ve barış elçisi
olamazlar.Halklar kendi kaderlerini
kendi ellerine almalıdırlar.
Gerçek
barış-kardeşlik-özgürlük-bağımsızlık vs ancak ve ancak
sosyalizm ve
giderek komünizmle olanaklıdır.Kıbrıs
proletaryası,bu şaklabanlara,sahte barış
havarilerine,palyaçolarına oyuncak
olmamalıdır.Ortak,birlikte mücadelenin ve
kurtuluşun gerçek mimarı
olacak;gerçek bir Komünist Devrimci Partide güçlerini
birleştirmelidirler.Bu tiyatro
oyununda son perdeyi proletarya kendisi başrolde
olmak üzere
oynamalıdır.Emperyalist-faşist-sömürgecilik ve işgalciliğin
sonu,gerçek barış-kardeşlik ve
özgürlük ancak bu yolla mümkün olabilir.Türkiyeli
Komünist Devrimci hareketin Kıbrıslı
yoldaşlarıyla aynı yoldan yürüdükleri ve
ortak düşmana(Emperyalist ABD ve
AB’li güçlerle onların piç çocukları olan Türk
ve Yunan egemen burjuvazileri) karşı
ortak savaş yürüttükleri açıktır.
KAHROLSUN SÖMÜRGECİ İŞGALCİLİK
KAHROLSUN EMPERYALİZM
YAŞASIN KIBRIS PROLETARYASININ
ÖZGÜRLÜK VE SOSYALİZM
MÜCADELESİ
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ
***
**************
EK-B-3
KIBRIS’TA GERÇEK ÇÖZÜM MÜ BOŞ
HAYALLER Mİ?
Kıbrıs’ta “barış”
çığırtkanlığı aldı başını gidiyor.Bu “barış”
söylemlerinin ve
göstermelik oyunlarının altında
yeni gizli-açık savaşların,diplomatik-politik
oyunlarının olduğunu görmemek
körlük ve politik saflık olur.Egemen emperyalist
kapitalistler ve onların yerli
uşakları,Kıbrıs açısından yeni oyunlarını
sergileyeceklerdir.Bu sahte ortamın
sergilenmesi ve halklar açısından
gerçeklerin açığa
çıkartılması,komünist devrimciler açısından özel ve önemli
bir
görevdir.
Tüm dünyada başını emperyalist
faşist sömürgeci ABD’nin çektiği güruh,savaş
rüzgarları estiriyorken,tüm dünyayı
kaosa-halkları düşmanlık ortamına sürükleyen
ABD’nin Kıbrıs’ta barış
istediğini söylemek hiç mi hiç inandırıcı
gelmemektedir.Hele de Kıbrıs üzerine,
yeni bir Ortadoğu üssü yapma gibi plan ve
projeleri(hatta yaşam geçmiş olan)
varken bunları iddia etmek safça
olacaktır.Nitekim
Afganistan,Irak,Filistin,Güney Kürdistan vs gelişmelerin
ardından şimdi Lübnan’ın içine
çekildiği durum,tüm bu söylemlerin tamamen
halkların gözünü boyamaya dönük
psikolojik harekatın ciddi bir parçası olduğunu
gösteriyor.
Latin Amerika’da Bolivya-Kolombiya
üzerinden yürüyen,Balkanlar’da yeni bir
patlama noktası haline gelebilecek
Kosova ve ardından Kıbrıs;yeni çatışma alanları
olmaya adaydır.Hele de tam da sahte
barış havariliğinin ayyuka çıktığı veya
çıkarıldığı şu günlerde.
Kıbrıs’ta gerek Türk ve gerekse de
Rum yöneticilerinin,kendi ağa babalarından
habersiz,danışıksız bir icraat
içinde olmalarını beklemek abesle iştigal
olacaktır.Gerek Yunanistan ve gerekse
Türk faşist diktatörlüğü bu konuda daha
geçtiğimiz günlerde net tavırlarını
tamamen açıkça ortaya koymuşken.Zira Türk
faşist devletinin gerçek yetkili
kişisi “anıtsal” paşa ,Kıbrıs konusunda sömürgeci
Türk ordusu ve tutumunun ne olduğunu
hafıza tazeleyemecek kadar sıcak biçimde
ortaya koymuşken.
Gerek Yunanistan ve gerekse Türkiye ve
onların ağababaları bir bütün olarak
Kıbrıs’tan elini eteğini çekmeden
gerçek bir barış-kardeşlik ortamının
sağlanmasını beklememelidir Kıbrıs
emekçi sınıfları.Kıbrıs’ta gerçek barışın ancak
Kıbrıslı Rum ve Türk işçi sınıfı
ve emekçilerinin, özgürlük ve sosyalizm kavgasının
başarısından gücünü alacağı ve
bunun da özellikle Türkiye ve Yunanistan işçi
sınıfının özgürlük-sosyalizm
kavgası ile birleşik olduğununun bilince çıkarılması
kesin kes zorunludur.Aksi durumda,her
iki taraf egemenlerinin Kıbrıslı emekçileri
aldatma,oyalama taktikleri boşa
çıkarılamaz.Sürecin işçi sınıfı ve ezilenlerin
gerçek kurtuluşuna odaklanması
olanaksız olacaktır.Gerçek barış ve kardeşliği
egemenlerin istemeyeceği,onların
savaştan ve bölünmeden yana oldukları,halkları
bölüp parçalamak ve yönetmenin
onlar açısından daha kolay olduğu gerçeğinin
halklar nezdinde tümüyle bilimsel bir
temelde bilince çıkarılmasının gerektiği
açıktır.
Şu da bilinmelidir ki,emperyalist
kapitalizm ciddi bir ekonomik ve siyasi kriz
içindedir.Bu kriz ancak bir biçimde ,
savaşın politik olarak değil silahlarla
yürütüleceğinin(“Savaş,politikanın
silahlarla sürdürülmesidir”) ,savaşların ve
istikrarsızlığın hem ekonomik ve
hem de siyasal olarak besin kaynağı
olduğunun,hele de Akdeniz’in doğusu
ve Ortadoğu’nun bu savaşta(ekonomik ve
siyasal egemenlikte) kritik bir öneme
sahip olduğunun atlanması kesinlikle doğru
sonuçlara götürmeyecektir.
Kıbrıs halkları arasında sahte
biçimde pompalanan bu iyimser hava ve rüzgar
ardından fırtınalar getirirse,hiç
şaşmamak lazımdır.Zira bu iyimserliğin arkasında
yaşanan olumsuzluklar ,kalıcı
uzaklaşmaların temelini atmaya aday olacaktır.Talat
ve Hristofyas,ipleri ağa babalarının
elinde sömürgeciliğin devamından yana(gerek
Rum tarafı ve gerekse de Türk tarafı
açısından) iki uşaktır.Dün Denktaş;Talat ne
idiyse,bugün de Eroğlu odur.Dün
Papadapulas ne idiyse,bugün Hristofyas odur.
Kardeşlik ve barışı,ancak
karşılıklı halklar başarabilir.Halkların içinde
olmadığı,pazarlıklarla,tavizlerle
ve egemen sınıfların çıkarları doğrultusunda
yürüyen süreçlerin gerçek barış
üreteceğini iddia etmek ahmaklıktır.(Nitekim
Balkanlar,Ortadoğu,Lübnan vs bir sürü
örneği vardır bunun)Halklar arasında bu
sahte görüntüyü yaymak,buna alet
olmak ve gerçekleri açıklamamakta gerçek
barışa-kardeşliğe-özgürlük ve
sosyalizm kavgasına ihanettir.
Gerçek barış,ancak
özgür-bağımsız-birleşik ve sosyalist bir Kıbrıs’ta
olabilir.Türk
ve Rum komünist devrimcileri ve
proletaryalarını zorlu bir görev
beklemektedir.Halkların gerçek
özgürlüğü,kardeşliği,barışı ancak ve ancak
komünizmde olanaklıdır.Öte yandan
Kıbrıslı komünist devrimcilerin,devrim
mücadelesinin sömürgeci merkez
metropol proletaryası ve komünist
devrimcileriyle ortak-birleşik
mücadelesini de dayattığı açıktır.
Emperyalist kapitalist düzenin dünyaya
dayattığı
savaşlar,kıyım,katliam,provokasyonlar
ortamında,gerçekten dünyayı
özgür,bağımsız-barışık kılmak
için tüm dünya proletaryasının savaşı kendi lehine
çevirmesi gerekmektedir.Bu krizin yeni
bir paylaşım savaşının önünü açacağı,bu
paylaşım savaşının uzak bir
olasılık olmadığı bilincinden hareketle;tüm dünya
proletaryası harekete geçmek,devrimci
iç savaşla sosyalizmi inşaya
girişmelidir.Enternasyonal bir
devrimci organ gerekliliği de buradan hareketle
zorunludur.
Kıbrıs proletaryası ve komünist
devrimcileri,kritik bir sürecin özel
parçalarındandır.Kıbrıs
emekçileri,kendileri üzerinden yürüyen bu kirli oyunu
bertaraf
edebilirler,etmelidirler.Gerçek barışın kazanılması için daha
çok
mücadeleye,daha bir
örgütlenmeye,halkların kardeşliğini tabandan örmeye gayret
etmelidirler.
EK-B-4
KIBRIS NEDEN EMPERYALİST KAPİTALİZM
İÇİN ÖNEMLİ VE
PAYLAŞILAMAYAN NE?
Gündem o kadar hızlı değişiyor ki
bu memlekette başı dönüyor insanın ve zamanında ele
alınması gerekenler bazen
sarkabiliyor. Bu sorunlardan birisi de Kıbrıs Sorunu eksenli
olandır.
Derviş Eroğlu’nun hesabında 2
Milyon lira çıkması ile birlikte ele alacağız.
Derviş Eroğlu, en az ağa babası
olan Rauf Denktaş gibi Türk Kontrgerillasının Kıbrıs ayağının
liderlerinden birisidir. Onlarca yıldır
Kıbrıs politik yaşamı içinde olan bu kontrgerilla
yöneticisinin elinde, banka hesabında
bu kadar büyük bir para olması, çıkması işin esası
gerçekten şaşırtıcı değildir.
Zira bu hesap kabarıklıkları onların ekonomik işleri vasıtasıyla
değil; tam tersine düzenin sözde
kalan yasal sınırları dışında kalan faaliyetleri
dolayısıyladır.
Ve de bilinir ki Türk Kontrgerilla
devletinin yöneticilerinin de Kıbrıs’ta hem mal-mülkleri
vardır ve hem de Kıbrıs Bankalarında
yüksek hesapları. Bunlara en açık, bariz örnekler verecek
olursak eski Türk ****l Başkanı
Mustafa Özbek ve tescilli kontrgerilla yöneticisi Mehmet
Ağar en önde gidenlerdendirler.
Kıbrıs, kara para cenneti olduğu
kadar bu paraların aklanma merkezlerinden birisidir ve gittikçe
parlayan yıldızıdır.
Kıbrıs, kumarhaneler cenneti haline
gelmiştir enternasyonal anlamda. Artık Monte Carlo gibi
üslerin yanına son yirmi yıla
yakındır eklenen bir kumarhaneler merkezidir.
Kıbrıs, insan ticaret merkezi
olmuştur aynı zamanda. Beyaz kadın pazarı, insan kaçakçılığı
üssü, geçiş yeri, küçük
çocukların pazarlanması yeri- nitekim Güney Kıbrıs’lı
Bakanın
Lefkoşa’da bir pazarlık halinde
yakalanmış olması bunun açık kanıtıdır-,vs gibi insan
tüccarlığı
yeri haline getirilmiştir Kıbrıs.
Kıbrıs, Ortadoğu’da egemenlik
mücadelesinin siyasi göstergelerinden birisidir aynı zamanda.
Siyasal güç gösterisinin bir parçası
ve örneği olan Doğalgaz ve petrol arama işi olayında da
açıkça görüldü bu olay.
Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de egemenlik
açısından siyasi, askeri, militarist bir üs olması ile de
önemlidir. Ortadoğu’nun dışa
açılan kapılarının kilit bölgelerinden birisidir.
Kıbrıs stratejik konumundan kaynaklı
doğudan batıya, kuzeyden güneye geçiş üslerinden
birisidir.
Bu türden konu başlıkları
uzatılabilir. Tüm bu bakımlardan Kıbrıs emperyalist kapitalist
merkezler ve onların bölgesel
uşakları açısından oldukça değerli ve önemlidir. Yoksa ki,
bunca
yıldır çözülemeyen bir konumda
olmazdı.
Tüm dünya emperyalist kapitalistleri
Kıbrıs söz konusu olduğunda kulaklarını kabartmak
yanında, eylemleri ile sürecin içinde
oluveriyorlar. Kendilerini zenginleştirdikleri gibi,
uşaklarını da zenginleştirmeyi
ihmal etmiyorlar.
Kıbrıs Halklarının kurtuluşunun
yolu bütünsel olarak emperyalist kapitalizm ile hesaplaşmadan;
emekçilerin ortak, birlikte olarak
egemenlere karşı mücadelesini büyütmeden olanaklı değildir.
Özgürlük, sosyalizm, komünizm
odaklı DEVRİM mücadelesiz Kıbrıs mücadelesi her daim
güdük, sınırlı, dar kalıp düzene
eklemlenmeye mahkum olmak durumundadır.
EK-B-5
SÖMÜRGE
KIBRIS’TA TC’NİN DAYATTIĞI ÖZELLEŞTİRME VE MİNARE
GÖLGESİNDE EĞİTİM SÜRECİ ÜZERİNE
TC’nin bilindiği üzere iki sömürgesi bulunmaktadır. Bu iki sömürgesinde de açık işgal, açık faşist sömürgeci diktatörlüğü birisinde gölge biçimde-güya Kıbrıs hükümeti vs eli ile- sürdürülürken; diğerinde yani Kürdistan’da buna bile gerek duymadan sürüyor. Kıbrıs’ta sömürgeci faşist rejim Türk sömürgeci faşist diktatörlüğünün eli ile beslenirken, diğer yandan ekonomik kriz ve sonuçları ile birlikte bu “giderleri” karşılamak üzere Kıbrıs’ta da özelleştirme saldırısını gündeme almış bulunuyor. Diğer yandan da Din konusunda aynen “anavatan” TC’nin şu andaki görünümüne uygun olarak “atılımlar” yapmaktadır.
Türk sömürgeciliği, AKP’li BOP kliğinin egemenliğini pekiştirdikçe Kıbrıs’ta da kendine ve sermaye sınıfının çıkarlarına uygun hareket etmeye başladı nicedir. Önceleri sorun çözüyormuş gibi “umutlar” saçan klik, ardından gündelik çıkarlar neyi emrediyorsa ona uygun hareket ediyor. Ayrıca Kıbrıs ekonomik açıdan “kambur” gibi algılansa da bu klik tarafından; ağa babaları-emperyalist metropoller açısından stratejik önemi gözetilerek Kıbrıs “gözden” çıkarılamıyor.
Bu gerçeklerden dolayıdır ki, AKP’li klik bir yandan “kambur” gördüğü Kıbrıs’ı sözde üstünden atmanın ekonomik yolunu özelleştirmelerde buldu aynen Baba Vatanında olduğu gibi. Ekonomik anlamda sınırsız-katmerli-vahşi kapitalizmin doruklarında yaşayan Türk sömürgeci kapitalizmi, Kıbrıs’ı da kendi ana vatanında uyguladığı, 12 Eylülün hedeflerinden olan özelleştirmenin kucağına atmak istiyor.
Tekelci Devlet Kapitalizminin olan sözde Kamu yapılarının özel ele devredilmesi çokta önemli değildir diyenler taktik hata yapıyorlardır. Zira özelleştirme başlı başına kazanılmış hakların gaspı ve vahşi sömürü-vahşete karşı çıkmamak, onu kabullenmek anlamına gelmektedir. Bunun için Baba Vatan’a bakmak yeter de artar bile.
Özelleştirme demek, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, örgütsüz kılma, hak-hukuk kurallarında sınır tanımazlık demektir. Bu bağlamda sermaye sınıfı açısından stratejik bir saldırı ayağıdır özelleştirme. Özelleştirmeye karşı durmak ve mücadele etmek ise ciddi bir komünist sınıf taktiğidir bu bağlamda.
Kıbrıs ya da başka bir ülke ya da toprakta özelleştirme saldırısına bu minval üzere karşı çıkar komünistler. Bunun altını özellikle çizmek lazımdır. Zira devlet kapitalizmi elinden “özel” kapitalizm eline geçmek arasında hiçbir fark yoktur deyip, sorunu sessizce kabullenmek tamı tamına sermaye sınıfının çıkarlarına “hizmet etmek” demektir. Yukarıda da açıklamaya çalıştık bu sorunu.
Sömürge Kıbrıs’ta aynen Baba Vatan’ındaki gibi din, cami ve minare gölgesinde eğitim süreci dayatılması da gündemdeki sorunlardan birisidir. Zira dinci-gerici-faşist-sömürgeci TC devletinin gerek Anadolu’da ve gerekse de birçok kez ifade ettiğimiz üzere dünya ölçeğinde BOP vesilesi ile Fetoş aracılığıyla onlarca yıldır uyguladığı bir yoldur bu. Bunda zerre kadar şaşılası bir şey yok. Dinin geniş yığınlar üzerinden etkisini gerek Amerikan emperyalizmi ve gerekse de yerli uşakları sonuna kadar kullanmaya çalışıyor.
Ama unuttukları bir şey var ki, ADA oldukça özgün bir yerdir. Anadolu’da ki uyuşturucu etkisinden din bakımından yararlanamazlar Türk sömürgeciliği. Ancak Türk sömürgeciliğinin ADA’yı kuşatma harekatının bir parçası olarak oraya yerleştirilmiş “sömürgeci artıklarının” üzerinde etkisi olabilir bu sürecin. Zira ADA, İsevi, Musevi, Maronit, İslam vs kökenli etnik, dinsel bir ton emekçi barındırmaktadır. Elbette ateist sınıf dostlarını katmadık buna.
Sömürgeci faşist TC diktatörlüğü ve kontrgerilla devleti, Anadolu’daki gibi çıplak faşist uygulamaları, kullanma mantığı ile ADA’yı da teslim alabileceğini, elinin altında tutacağını sanıyor! Ve de düzeninin eskisi gibi yürüyeceğini. Bu olanaklı değildir ve de olamaz. Zira ADA artık 80’li yılların karanlığa bürünmüş yapısından oldukça dışına çıkmıştır. ADA proleter, emekçi yığınları kurtuluşun yolunun ne olduğu konusunda oldukça ileriye doğru yürümektedir. Tek ve gerçek-somut sorun olarak ADA’nın proleter bir komünist liderlikten yoksunluğudur. Aynen Baba Vatan’da olduğu üzere.
Din gibi oldukça kirli bir birleştiricilik ya da kullanıcı rantçılık üzerinden bu aşağılık sömürgeci kontrgerilla düzeni yürüyemez, yürümüyor, yürüyemeyecektir. ADA proletaryası ve tek tek komünistleri kendi somut-gerçek kurtuluş yolu ve çözümlerini mutlaka bulacak, yaşama dahil edecektir. Ne silahları, ne de minareleri kurtuluşun yolunu karartamaz, uzak kılamaz. http://www.ateshirsizi.com/somurge-kibris-8217-ta-tc-t18094.html?t=18094
TC’nin bilindiği üzere iki sömürgesi bulunmaktadır. Bu iki sömürgesinde de açık işgal, açık faşist sömürgeci diktatörlüğü birisinde gölge biçimde-güya Kıbrıs hükümeti vs eli ile- sürdürülürken; diğerinde yani Kürdistan’da buna bile gerek duymadan sürüyor. Kıbrıs’ta sömürgeci faşist rejim Türk sömürgeci faşist diktatörlüğünün eli ile beslenirken, diğer yandan ekonomik kriz ve sonuçları ile birlikte bu “giderleri” karşılamak üzere Kıbrıs’ta da özelleştirme saldırısını gündeme almış bulunuyor. Diğer yandan da Din konusunda aynen “anavatan” TC’nin şu andaki görünümüne uygun olarak “atılımlar” yapmaktadır.
Türk sömürgeciliği, AKP’li BOP kliğinin egemenliğini pekiştirdikçe Kıbrıs’ta da kendine ve sermaye sınıfının çıkarlarına uygun hareket etmeye başladı nicedir. Önceleri sorun çözüyormuş gibi “umutlar” saçan klik, ardından gündelik çıkarlar neyi emrediyorsa ona uygun hareket ediyor. Ayrıca Kıbrıs ekonomik açıdan “kambur” gibi algılansa da bu klik tarafından; ağa babaları-emperyalist metropoller açısından stratejik önemi gözetilerek Kıbrıs “gözden” çıkarılamıyor.
Bu gerçeklerden dolayıdır ki, AKP’li klik bir yandan “kambur” gördüğü Kıbrıs’ı sözde üstünden atmanın ekonomik yolunu özelleştirmelerde buldu aynen Baba Vatanında olduğu gibi. Ekonomik anlamda sınırsız-katmerli-vahşi kapitalizmin doruklarında yaşayan Türk sömürgeci kapitalizmi, Kıbrıs’ı da kendi ana vatanında uyguladığı, 12 Eylülün hedeflerinden olan özelleştirmenin kucağına atmak istiyor.
Tekelci Devlet Kapitalizminin olan sözde Kamu yapılarının özel ele devredilmesi çokta önemli değildir diyenler taktik hata yapıyorlardır. Zira özelleştirme başlı başına kazanılmış hakların gaspı ve vahşi sömürü-vahşete karşı çıkmamak, onu kabullenmek anlamına gelmektedir. Bunun için Baba Vatan’a bakmak yeter de artar bile.
Özelleştirme demek, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, örgütsüz kılma, hak-hukuk kurallarında sınır tanımazlık demektir. Bu bağlamda sermaye sınıfı açısından stratejik bir saldırı ayağıdır özelleştirme. Özelleştirmeye karşı durmak ve mücadele etmek ise ciddi bir komünist sınıf taktiğidir bu bağlamda.
Kıbrıs ya da başka bir ülke ya da toprakta özelleştirme saldırısına bu minval üzere karşı çıkar komünistler. Bunun altını özellikle çizmek lazımdır. Zira devlet kapitalizmi elinden “özel” kapitalizm eline geçmek arasında hiçbir fark yoktur deyip, sorunu sessizce kabullenmek tamı tamına sermaye sınıfının çıkarlarına “hizmet etmek” demektir. Yukarıda da açıklamaya çalıştık bu sorunu.
Sömürge Kıbrıs’ta aynen Baba Vatan’ındaki gibi din, cami ve minare gölgesinde eğitim süreci dayatılması da gündemdeki sorunlardan birisidir. Zira dinci-gerici-faşist-sömürgeci TC devletinin gerek Anadolu’da ve gerekse de birçok kez ifade ettiğimiz üzere dünya ölçeğinde BOP vesilesi ile Fetoş aracılığıyla onlarca yıldır uyguladığı bir yoldur bu. Bunda zerre kadar şaşılası bir şey yok. Dinin geniş yığınlar üzerinden etkisini gerek Amerikan emperyalizmi ve gerekse de yerli uşakları sonuna kadar kullanmaya çalışıyor.
Ama unuttukları bir şey var ki, ADA oldukça özgün bir yerdir. Anadolu’da ki uyuşturucu etkisinden din bakımından yararlanamazlar Türk sömürgeciliği. Ancak Türk sömürgeciliğinin ADA’yı kuşatma harekatının bir parçası olarak oraya yerleştirilmiş “sömürgeci artıklarının” üzerinde etkisi olabilir bu sürecin. Zira ADA, İsevi, Musevi, Maronit, İslam vs kökenli etnik, dinsel bir ton emekçi barındırmaktadır. Elbette ateist sınıf dostlarını katmadık buna.
Sömürgeci faşist TC diktatörlüğü ve kontrgerilla devleti, Anadolu’daki gibi çıplak faşist uygulamaları, kullanma mantığı ile ADA’yı da teslim alabileceğini, elinin altında tutacağını sanıyor! Ve de düzeninin eskisi gibi yürüyeceğini. Bu olanaklı değildir ve de olamaz. Zira ADA artık 80’li yılların karanlığa bürünmüş yapısından oldukça dışına çıkmıştır. ADA proleter, emekçi yığınları kurtuluşun yolunun ne olduğu konusunda oldukça ileriye doğru yürümektedir. Tek ve gerçek-somut sorun olarak ADA’nın proleter bir komünist liderlikten yoksunluğudur. Aynen Baba Vatan’da olduğu üzere.
Din gibi oldukça kirli bir birleştiricilik ya da kullanıcı rantçılık üzerinden bu aşağılık sömürgeci kontrgerilla düzeni yürüyemez, yürümüyor, yürüyemeyecektir. ADA proletaryası ve tek tek komünistleri kendi somut-gerçek kurtuluş yolu ve çözümlerini mutlaka bulacak, yaşama dahil edecektir. Ne silahları, ne de minareleri kurtuluşun yolunu karartamaz, uzak kılamaz. http://www.ateshirsizi.com/somurge-kibris-8217-ta-tc-t18094.html?t=18094
EK-C
ULUSLARIN KENDİ KADERLERİNİ TAYİN
HAKKI VE
PROLETARYANIN TUTUMU ÜZERİNE
TÜRK VE KÜRT SORUNU ÜZERİNDEN
UKKTH MESELESİNE
KISA BİR GİRİŞ
Türkiye Devrimci Hareketi nezdinde yüz
yıla yakın bir süredir
tartışılan ve de Kürt Ulusal
Kurtuluş Mücadelesinin sıcak savaşı ile
gittikçe daha da sıkça tartışılan
konu, çoğu kez Kemalizm,
Kemalistlerin sözde solcular içindeki
etkileri, çeşitli toplumsal
kesimler içerisinde yarattığı
bilinç bulanıklığı, buna birde PKK’nin
zaman zaman yanlış eylem hattı
eklenince harareti artan
düzeylere çıkabiliyor.
Ama her daim gözden kaçırılan olgu,
meselenin özünün ezilen-
sömürülen halklar nezdinde ele
alınması gerekirken; ona liderlik
eden hareketin kimliği ve duruşu ile
meseleye bakış açısının
şekillenmesinin vermiş olduğu
yanılgılardır. Bu yanılgı, sorunun
kendisini tartışmak ve halklar esaslı
bakış açısından ille de ML
bakış açısından uzak güncel bir
tartışma konusu imiş gibi algılanıp
algılatılmasıdır. Bu da ister
istemez, güncel şoven-ırkçı ve faşist
bakış açısının gerçeği
kirletmesine, sorunun özünün kaçırılmasına
neden olmaktadır ne yazık ki.
UKKTH nedir? Bununla başlamalıyız.
Alıntı yapmadan ML’in soruna
bakışını özetle sunacağız. Ki,
bu sorunun tespiti ve bu ilkenin
ortaya konulmasının başlangıcı
Marx, Engels ile başlamış ve de
Lenin doruğuna ulaştırmıştır.
Wilson vs gibi şahsiyetlerinin ortaya
attığı koca bir yalandır. Wilson’un
yaşadığı yıllardan çokça önce
yaşayan Marx ve Engels ile ortaya
atılan bir ML ilkedir. Ki bu
ilke; ML olmanın biricik
kriterlerindendir. Aynen Proletarya
Diktatörlüğünün kabulünün ML ve
komünist olmanın temeli olması
gibi. Zira halkların
özgür-eşit-gönüllü birliği meselesinde
Halkların Kaderlerini Tayin etme Hakkı
kritik değerdedir.
Sömürgeciliğe, emperyalizme, işgale,
sömürüye karşı çıkmak ve
halk iradelerine saygı göstermek
biricik ilkelerdendir ML
açısından.
UKKTH ilkesi kısaca ayrı devlet kurma
hakkı da dahil olmak
üzere bir ulusun, bir halkın kendi
kaderini kendisinin belirlemesine
sahip çıkmak, saygı duymak, bu
hakkın kullanılmasının önünü
açmak demektir ML açıdan. Ayrı
devlet kurmak hakkı dahil
derken esasen işte
şovenist-ırkçı-faşist-sömürgeci uşaklarından
ayrılmanın temel noktasıdır. Zira
sosyal-şovenistler bu hakkın
kullanılmasına sürekli bir biçimde
karşı çıkarak, kendi gerici
iktidarlarının tellerinde
oynamışlardır ve sınıf düşmanı ideolojik-
pratik duruşlarını göstermişlerdir.
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı
öncesi ve sırasında kendi
savaş hükümetlerini destekleyen
sosyal şovenler, revizyonist ve
reformist sözde işçi sınıfı
partileri ile onların siyasal sözcülerinin
ML safta olmasını beklemek abesle
iştigal etmek demektir.
Emperyalist savaşı destekleyen, savaş
suçlarına ortak olmak
demektir. Kendi ülke ordusunun başkaca
sömürgeler için savaşını
destekleyenlerin komünist olmaları
olanaklı değildir. Zira süre
giden ve var olan savaş;
haklı-meşru-doğru-sınıfsal olarak
proletaryanın ve halkların çıkarları
uğruna değil; tam tersine
egemen emperyalist burjuvazinin
çıkarlarınadır.
Ezilen, sömürülen, sömürgeci işgal
altında tutulan Halkların kendi
kaderlerini tayin hakkını tanımak,
onların iradesine saygı duymak,
ayrılma hakları dahil olmak üzere
tüm insani haklarını savunmak
ancak gerçek bir proleter ile ML’in
işleridir. Mazeretsizdir bu
savunma ve eylem hattı. Halkların
kaderini tayin hakkını bu
bağlamda kayıtsız-koşulsuz savunma,
eyleme geçirme hattını
yaşama aktarma kesinlikle biricik ML
görevlerdendir.
Ama bu ideolojik-politik-teorik savunu
hattı Halkların iradesi
içindir. Kayıtsız-koşulsuz savunu
hattı.
Beri yandan aynı şeyi, olayı
Halkların ya da herhangi bir halkın lider örgütü açısından
ise kayıt ve koşullar
bulunmaktadır.
Bu kayıt-koşullar ise şöyledir:
Birincisi
hareketin mevcut koşullarda
sömürgeciliğe,
emperyalizme, faşizme darbe vurarak
onu geriletmesi.
İkincisi,
hareketin bu mücadelesi içerisinde
gerici, kör milliyetçi, değişik
emperyalist odaklara yaslanmaması ve
ilerici bir nitelikte olması.
Üçüncüsü,
komünist devrimci sınıf hareketini
engellememesi.
Komünist devrimci hareketin
çalışmalarına engel koymaması.
Bu üç koşul, bir ulusun kendi
kaderini tayin hakkı ya da
desteklenmesi açısından değil; ona
liderlik eden Özgürlük
Hareketlerine ilişkin destek, birlikte
çalışma koşullarıdır.
Birbirinden farklı iki olguyu
birbirine karıştırmak, ideolojik-
teorik-politik-pratik olarak ML’in
ilkesel tutumu ile güncel
duruma ve güncel harekete karşı
alınan tavrı birbirinin eşdeğeri
görmektir ki; bu sınıfsal bakımdan
gerici bir noktaya savrulmayı
gerektirir. Aynen şimdiki koşullarda
Türkiye’de yaşananlar gibi.
Gelelim şimdiki somut duruma. Türk ve
Kürt sorununa. Anadolu’da
herkesin ifade ettiği üzere sadece
bir Kürt Sorunu yoktur.
Onun yanında ondan daha dehşetli bir
Türk Sorunu vardır
Anadolu’da. Zira Anadolu’da köken,
geldiği yer, etnik yapısı farklı
olan birçok kesimin asimile edilmesi
sonucu ciddi bir Türk Sorunu
olduğunun da altını çizmek
lazımdır. Zira şovenist faşizmin
zehirlediği, kendinden uzaklaştırdığı,
tek tipleştirdiği vs bu
kesimlerin hiç birisinin kökeni Türk
vs değildir. Bu anlamda
Kemalizm’in tek tipleştirme
operasyonunun nihai anlamda oldukça
başarılı olduğu açıktır.
Anadolu’ya en son gelip yerleşen ve
kendinden önceki yerleşik
Halkların hepsine düşman olan
Türkler ( Ermeniler, Rumlar,
Kürtler, Alevi-Kızılbaşlar vs gibi)
; İslami çerçeve içindeki
Osmanlı asimilasyonunu Cumhuriyet
döneminde de azgınca
sürdürdüğü içindir ki; bugün
Arnavut’un dan Boşnak’ına;
Çerkez’inden Arap’ına vs birçok
halkın kendi köklerinden uzak
kılınıp kendine yabancılaştırılması
ve ardından da bunların
şovenizmin baş aktörleri olmasını
sağlamışlardır.
Bu asimilasyona direnmiş az sayıdaki
Halktır Kürt Halkı. Son yüz
yıla girilmesinden önceleri de, son
yüzyılda da onlarca isyanın adı
olmuştur Kürt Halkının isyanları.
Son Kürt İsyanını anında
yaşıyoruz bizler. Şimdi Kürt Sorunu
konusunda UKKTH temeli
nasıl bir yerde durmaktadır? Onu
kısaca tartışalım dilerseniz.
UKKTH temelinde ML’in Kürt Halkının
kendi iradesini
tanımamasını düşünmek, ML’e
ihanet edip egemen sömürgeci faşist
devlet ile Egemen burjuvazinin safında
yer almak ve su
katılmamış gericiliktir. Bugün İP,
HKP, TKP ve reformist,
revizyonist ve sosyal şoven bir
noktada yer almak demektir.
(Zaten CHP vb gibi sözde sosyal
demokratların hangi safta
oldukları açık ve kesin olduğu için
bunları saymıyoruz.) Kürt
Halkının insani-etnik-kimliksel-
özgür bir dünya için verdikleri
mücadele kayıtsız-koşulsuz
savunulur ML’ler tarafından. Onların
bu mücadelelerini desteklemenin
ötesinde liderlik bile yapılmak
zorunludur.
Diğer yandan Kürt Halkı kendi özgür
iradesiyle PKK’nin etrafında
bu amaçlar uğruna birleşmiş olup,
on yıllardır özgürlük
mücadelesini sürdürmektedir. Bu da
UKKTH çerçevesinde haklı-
meşru bir mücadele hattıdır.
Sömürgeci faşist Türk devleti ve
egemen sermaye sınıfına karşı
sürdürülen bu mücadeleye kayıtsız
kalmak ML’e ihanetle eş anlamlıdır.
Bu bakımdan en çok ML’i
ilgilendiren sorunun kendisine bir
bakış, UKKTH’nı bu ML çizgide
sorgulamak ve tutum almak zaruridir.
PKK, Kürt Halkının meşru lideridir.
Onun talep, istem ve
mücadelesinin cisimleştiği örgütsel
milliyetçi bir Kürt Hareketidir.
Ötesi de reformist, düzen içi
talepleri uğruna silah kullanan;
çıktığı yıllardan bu yana
devrimci slogan ve programdan şimdiler
de reformist talep ve programa yönelmiş
silahlı Kürt örgütüdür.
Kürt Halkının sömürgeci faşizme
direnişinin lider yapısıdır. Bu
açıdan sorunun tartışılmasında
biricik taraftır doğrudan.
PKK’nin desteklenmesi ile Kürt
Halkının UKKTH çerçevesinde
desteklenmesi, savunulması aynı
şeyler değildir. Yukarıda ifade
etmiştik bunu. Ama diğer yandan şöyle
bir çelişki var gibi
görünebilir ki; o da şudur: Madem
Kürt Halkı iradesini PKK
etrafında toplanmak ile göstermişse
bu destek PKK’ ye de olması
gerekmez mi? Hayır, bu ML, diyalektik
materyalist bir bakış
açısı ürünü değildir. Zira düz
bir mantık silsilesi ürünüdür.
Bir olguyu teorik, politik, pratik,
ideolojik olarak sahiplenmek,
desteklemek, liderlik etmek ile konunun
kendisinin pratik
yansımaları içindeki çelişkileri
görmezden gelmek ML’in ruhuna
aykırıdır. Bu bakımdan iki şeyi
birbirinden ayrı ele aldık ve de
PKK’yi destekleme koşul ve
kayıtlarını ortaya koymuş olduk
yukarıya.
PKK, KUKM’nin lideri olarak
komünistler, işçi sınıfı ve ML’ler
tarafından kayıtlı-koşullu
desteklenmektedir. Zira PKK, Ulusal
reformist bir parti olarak, silahlı
savaşı birçok kez yanlış bir
biçimde kullandığı gibi, çevresi
ve kendisi tarafından birçok kez
TDH ve Komünist Harekete de şiddeti
dayatan, yapan bir
örgüttür. Yukarıdaki koşulların
bir kısmını karşılayan bir örgüt
değildir. Bu açıdan PKK söz konusu
olduğunda destek kayıtlı-
koşullu olmak zorundadır.
Zira Kürtlerin orta-küçük
burjuvazisinin temsilcisi bir harekettir
PKK. Kürt Halkının çoğunu temsil
ediyor görünse de yine önemli
bir çoğunluğunu da temsil etmekten
uzaktır. Bugüne ilişkin PKK
etrafında sadece Ulusal Talepler
açısından birleşmiş gibi görünen
Kürt ezilenleri; sınıfsal
alternatifler olduğunda bu durumu gözden
geçirecektir, geçirmek durumunda
kalacaktır.
PKK kayıtlı-koşullu destek ve
savunma durumumuzda olan bir
harekettir. Ama Kürt Halkının UKKTH
çerçevesinde saklı duran
hakları geride ve tamamen
kayıtsız-koşulsuz olmak üzere.
Proletarya ve ML komünist
devrimcilerin Kürt Sorunu konusunda
temel tutumları bu minvaldedir. UKKTH
ilkesi vazgeçilemez bir
ML ilkedir ve asla sulandırılmasına
izin verilemeyecek temel
değerlerimizdendir.
Viladimir İliç Lenin
Ulusal Sorun Üzerine Tezler
1. Programımızın (ulusların kendi
kaderlerini tayin etmelerine ilişkin) maddesi, siyasal kaderi
tayinden, yani ayrılma ve ayrı bir
devlet kurma hakkından başka anlama gelecek biçimde
yorumlanamaz.
2. Sosyal-demokrat programın bu
maddesi, Rusya'nın sosyal-demokratları için şu bakımlardan
mutlak olarak önemlidir:
a) genel olarak demokrasinin temel
ilkeleri açısından,
b) Rusya'nın sınırları içinde ve
ondan da önemlisi, sınır bölgelerinde, birbirinden keskin biçimde
değişik iktisadi, toplumsal ve benzer
koşullarla ayrılmış birçok ulus bulunduğu ve bu uluslar (Büyük-
Ruslar dıştalanırsa Rusya'nın bütün
öteki ulusları gibi) çarlık monarşisi tarafından inanılmaz
ölçüde
ezildiği için,
c) son olarak, dünyanın başka her
yerinde, değişik ölçülerde de olsa, bağımsız ulusal devletler
ya da
birbiriyle yakın ilişkisi bulunan
ulusal bileşimlere varmış devletler yaratan burjuva demokratik
reformu, tüm Doğu Avrupa'da
(Avusturya ve Balkanlar) ve Asya'da —yani Rusya'yla sınırdaş
olan
ülkelerde— henüz ya tamamlanmamış
ya da daha yeni başlamış olduğu için,
d) bugün için, Rusya, —Batıda—
siyasal özgürlüğün temel ilkelerinin ve anayasal rejimin 1867'de
sağlamlaştırıldığı ve şimdi
genel oy hakkının getirildiği Avusturya'dan tutun, —Doğuda—
Çin
Cumhuriyetine kadar, kendisine sınırdaş
olan ülkelerinkinden daha geri ve daha gerici bir devlet
sistemine sahip bir ülkedir. Bu
nedenle Rusya'nın sosyal-demokratları, bütün propagandalarında,
bütün ulusal-toplulukların ayrı
devlet kurma ya da parçası olmak istedikleri devleti özgürce
seçme
hakkı üzerinde ısrar etmelidirler.
3. Sosyal-demokrat parti, bütün
ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri hakkını tanıdığına
göre,
sosyaldemokratlar,
a) egemen ulusun (ya da nüfusun
çoğunluğunu oluşturan ulusun) siyasal yönden ayrılma isteğini
gösteren ulusa karşı hangi biçimde
olursa olsun kuvvet kullanmasına, koşulsuz olarak karşı
çıkmalıdırlar;
b) böyle bir ayrılma sorununun,
sözkonusu topraklarda yaşayan nüfus tarafından genel, dolaysız
ve
eşit oy hakkı temeline dayalı olarak
gizli oyla kararlaştırılmasını istemelidirler;
e) gerek kara-100'ler oktobristleri,
gerek liberal burjuva partileri (ilericiler, kadetler, vb.,) her ne
zaman genel olarak ulusal-topluluklara
baskı yapılmasını savunur ya da onaylarlarsa veya özel olarak
ulusların kendi kaderlerini tayin
hakkını yadsırlarsa, onlara karşı amansız bir savaş
vermelidirler.
4. Sosyal-demokrat partinin, tüm
ulusal toplulukların kendi kaderlerini tayin hakkını tanıması,
kuşkusuz, sosyal-demokratların, her
olayda, devletten ayrılmanın öğütlenir olup olmadığını,
kendi
çerçevesi içinde, değerlendirmeyi
reddettikleri anlamına gelmez. Tam tersine, sosyal-demokrasi,
kapitalist gelişmenin koşullarını
ve çeşitli uluslar proletaryasının tüm ulusal-toplulukların
birleşik
burjuvazisi tarafından ezilmesini
olduğu kadar, demokrasinin genel amaçlarını ve her şeyin üstünde
ve ötesinde, proletaryanın sosyalizm
için verdiği sınıf savaşımının isterlerini dikkate alarak
kendi
bağımsız değerlendirmesini ortaya
koymalıdır.
Bu açıdan, aşağıdaki duruma özel
bir dikkat gösterilmelidir: Rusya'da, bazı tarihsel ve toplumsal
koşullar nedeniyle daha çok
uygarlaşmış ve daha ayrı düşmüş (more isolated), ayrılma
haklarını en
kolay, ve en "doğal" biçimde
gerçeğe dönüştürebilecek iki ulus vardır. Bunlar Finlandiya ve
Polonya
halklarıdır. 1905 devrim deneyimi
göstermiştir ki, bu iki ulus içinde bile, egemen sınıflar,
toprak
sahipleri ve burjuvazi, özgürlük
için devrimci savaşımı reddetmekte, Finlandiya ve Polonya'nın
devrimci proletaryasından korktukları
için, Rusya'nın egemen sınıflarıyla ve çarlık monarşisiyle
rapprochement (uzlaşma) yollarını
aramaktadırlar.
Bu nedenle sosyal-demokrasi, tüm
ulusal-toplulukların proletaryası ile öteki emekçi halkına,
"kendi"
burjuvazisinin ulusalcı sloganlarıyla
aldatılmasına karşı en güçlü uyarıda bulunmalıdır; o
burjuvazinin, bir yandan öteki
ulusların burjuvazisiyle ve çarlık monarşisiyle iktisadi ve
siyasal ittifaka
girerken, bir yandan da "doğup
büyüdüğümüz topraklar" hakkındaki tatlı ya da ateşli
konuşmalarıyla
proletaryayı bölmeye ve onun
dikkatini burjuva entrikalarından saptırmaya çalıştığını
kuvvetle ortaya
koymalıdır.
Proletarya, tüm ulusal-toplulukların
işçileriyle, istisnasız bütün işçi sınıfı örgütlerinde
tam ve çok sıkı
bir ittifak içinde olmadıkça,
sosyalizm savaşımını sürdüremez ve gündelik iktisadi
çıkarlarını
savunamaz.
Proletarya, çarlık monarşisini
devirmeyi ve onun yerine demokratik bir cumhuriyet getirmeyi
amaçlayan devrimci bir savaşımın
dışında özgürlüğünü elde edemez. Çarlık monarşisi,
ulusal-
topluluklar için özgürlük ve eşit
haklar tanınmasını engeller, üstelik, hem Avrupa'da, hem Asya'da
barbarlığın, hunharlığın ve
gericiliğin kalesidir. Bu monarşi ancak, Rusya'daki bütün
ulusların birleşik
proletaryası tarafından, bütün
ulusların çalışan yığınları arasında bulunan, devrimci
savaşım gücüne
sahip, tutarlı demokratik öğelere
önderlik eden birleşik proletarya tarafından devrilebilir.
Bundan çıkan sonuç şudur: "kendi"
burjuvazisiyle siyasal birliği, tüm ulusların proletaryasıyla
birliğin
üstünde tutan işçiler, kendi
çıkarlarına, sosyalizmin isterlerine ve demokrasinin isterlerine
karşıt
davranıyorlar demektir.
5. A'sından Z'sine kadar demokratik
bir devlet sistemini yüce bilen sosyal-demokratlar, bütün
ulusal-topluluklar için koşulsuz
eşitlik isterler ve bir ya da birkaç ulusa ayrıcalık verilmesiyle
kesin
olarak savaşırlar.
Sosyal-demokratlar, özellikle bir
"devlet" dili olmasını reddederler. Bu, özellikle Rusya
için gereksizdir.
Çünkü Rus nüfusunun onda-yediden
çoğu, birbiriyle bağlantılı Slav uluslarındandır. Bu uluslar,
özgür bir okul ve özgür bir devlet
koşuluyla, iktisadi ilişkilerin gerekleri sonucu, herhangi bir dile
"devlet" dili ayrıcalığını
sağlamaya gerek olmaksızın, birbirleriyle kolayca anlaşabilirler.
Sosyal-demokratlar, Rusya'da, otokratik
feodal devletin memurlarıyla feodal toprak beyleri tarafından
biçimlendirilmiş, eski yönetim
birimlerinin kaldırılmasını, onların yerine, bugünkü iktisadi
yaşamın
gereklerine uygun ve ayrıca,
olabildiği ölçüde, nüfusun oluşumuyla uyuşumlu birimler
konmasını
isterler.
Devlet içinde, toplumsal özellikleri
ya da nüfusun ulusal oluşumuyla, ötekilerden ayrılan bütün
bölgeler, kendi özyönetimlerine ve
özerkliğe, genel, eşit ve gizli oya dayalı kendi kurumlarına
sahip
olmalıdır.
6. Sosyal-demokratlar, devletin hangi
bölgesinde olursa olsun, tüm ulusal azınlıkların haklarını
koruyan, devletin her yöresinde
geçerli bir yasanın çıkarılmasını isterler. Bu yasa, ulusal
çoğunluğun
kendisi için ayrıcalıklar koymasına
ya da ulusal bir azınlığın (eğitim alanında, özel bir dil
kullanılmasında, bütçe işlerinde,
vb.) haklarını kısmasına olanak sağlayabilecek tüm esasları
yürürlükten kaldırdığını ilan
etmeli ve bu tür esasların konmasını suç sayarak yasaklamalıdır.
7. Sosyal-demokratların, "kültürde
ulusal (ya da basitçe "ulusal") özerklik" sloganı,
veya böyle bir
sloganın gerçekleştirilmesi
tasarımları karşısındaki tutumları olumsuzdur. Çünkü bu
slogan, (1) hiç
kuşku yok ki, proletaryanın sınıf
savaşımının enternasyonalizmiyle çatışır, (2) proletaryanın
ve
emekçi halk yığınlarının, burjuva
milliyetçiliğinin etkisi altına girmesini kolaylaştırır ve (3)
bir bütün
olarak devletin, A'sından Z'sine
demokratik bir dönüşümden geçirilmesi amacından dikkatleri
kaydırma gücündedir. Oysa
ulusal-topluluklar arasında (kapitalizm altında olabildiği ölçüde)
barışı
yalnızca bu dönüşüm güvence
altına alabilir.
Sosyal-demokratlar arasında "kültürde
ulusal özerklik" sorunu çok sivri bir sorun olduğu için,
durum
hakkında bazı açıklamalar yapmak
istiyoruz:
a) Sosyal-demokrasi açısından,
ulusal kültür sloganını doğrudan ya da dolaylı biçimde ortaya
atmaya
izin verilemez. Slogan doğru değildir,
çünkü kapitalizm altında tüm iktisadi, siyasal, manevi yaşam
esasen giderek enternasyonal hale
geliyor. Sosyalizm, bu yaşamı tam anlamıyla
enternasyonalleştirecektir. Bütün
ülkelerin proletaryası tarafından zaten sistemli olarak
yaratılmakta
olan enternasyonal kültür (hangi
ulusal-topluluk sözkonusu olursa olsun) bir topluluğun, "ulusal
kültürü"nü bütün olarak
emmez, ama herbir ulusal kültürün, özellikle tam anlamıyla
demokratik ve
sosyalist olan öğelerini alır.
b) Sosyal-demokrat programlardaki
ulusal kültür sloganına, her ne kadar ürkek bir örnekse de
yaklaşık bir örnek, Avusturya
sosyal-demokratlarının Brünn programının 3. maddesidir. Bu 3.
madde şöyle der: "Bir ulusun
özyönetimle yönetilen tüm bölgeleri, ulusal işlerin
kararlaştırılmasında
tam bir özerkliğe sahip olan tek bir
ulusal ittifak kurarlar."
Bu, orta yolcu, uzlaşmacı bir
slogandır, çünkü ülke-dışı (kişisel) ulusal özerkliğin
izini
taşımamaktadır. Ama bu slogan da
hatalı ve zararlıdır, çünkü Lodz'daki, Riga'daki, St.
Petersburg ve
Saratov'daki Almanları bir devlet
halinde birleştirmek Rus sosyal-demokratlarının üstüne görev
olan
bir şey değildir. Bizim üstümüze
düşen görev, tam demokrasi için, tüm ulusal ayrıcalıkların
ortadan
kaldırılması için savaşmak ve
Rusya'daki Alman işçileri, öteki ulusların işçileriyle,
sosyalizmin
enternasyonal kültürünü geliştirip
yüce tutmada birleşmektir.
Daha da hatalı olanı, ülke-dışı
(kişisel) ulusal özerklik sloganıdır ve (bu sloganın kararlı
destekçilerince
hazırlanmış bir plana göre
parlamentolar kurulması, ulusal devlet sekreterleri atanmasıdır
(Otto
Bauer ve Karl Renner). Bu tür
kurumlar, kapitalist ülkelerin iktisadi koşullarıyla çelişir;
dünyanın
demokratik ülkelerinden hiçbirinde
denenmemiştir; gerçekten demokratik kurumlar getirmekte
umutsuzluğa kapılan ve bir dizi
("kültürel") sorunda her ulusun proletaryasıyla
burjuvazisini yapay
olarak birbirinden ayrı tutarak,
burjuvazinin ulusal kavgalarından kurtulmaya çalışan kişilerin
oportünist düşünden başka bir şey
değildir.
Zaman zaman koşullar
sosyal-demokratları, belli bir süre için bir tür orta yolcu,
uzlaşmacı kararlara
boyun eğmeğe zorlayabilir, ama öteki
ülkelerden böyle uzlaşmacı, orta yolcu kararları değil, tutarlı
sosyal-demokrat kararları almalıyız.
Avusturya'nın, orada tümden başarısızlığa uğramış ve Çek
sosyal-demokratlarının
ayrılıkçılığına ve kopmasına neden olmuş talihsiz uzlaşmacı
kararını, bugün
bizim benimsememiz, hiç de akıllıca
olmaz.
c) "Kültürde ulusal özerklik"
sloganının Rusya'daki geçmişi, bu sloganın bütün Yahudi
burjuva
partileri tarafından ve yalnızca
Yahudi burjuva partileri tarafından benimsendiğini ve ulusal Yahudi
parlamentosu (sejm) ile ulusal Yahudi
devlet sekreterlerini tutarsız bir biçimde reddeden Bund'un
onları, hiçbir eleştiri süzgecinden
geçirmeksizin izlediğini göstermiştir. Yeri gelmişken, uzlaşmacı
kültürde ulusal özerklik sloganını
kabullenmiş ya da savunmuş olan Avrupalı sosyal-demokratlar bile,
bu sloganın Yahudiler için
gerçekleştirilmesi oldukça güç bir slogan olduğunu itiraf
etmişIerdir (Otto
Bauer ve Karl Kautsky). "Galiçya
ve Rusya'daki Yahudiler, bir ulus olmaktan çok bir kasttır.
Yahudileri
bir ulus olarak ortaya çıkarma
çabaları, bir kastı ayakta tutma çabasıdır." (Karl
Kautsky.)
d) Uygar ülkelerde, kapitalizm altında
ulusal barışa, ancak demokrasinin tüm devlet ve yönetim
sistemi içinde azami ölçüde
uygulandığı koşullarda oldukça (göreli olarak) yaklaşıldığını
görüyoruz
(İsviçre). Tutarlı bir demokrasiye
ilişkin sloganlar (cumhuriyet, bir milis gücü, memurların halk
tarafından seçilmesi, vb.)
proletaryayla emekçi halkı ve genel olarak her ulusun içindeki
ilerici öğeleri,
en küçük bir ulusal ayrıcalığı
bile dıştalayan koşullar için savaşımda birleştirir. Buna
karşılık kültürde
ulusal özerklik sloganı, ayrı ayrı
ulusal-toplulukların proletaryasını böler ve onu ayrı ulusların
gerici ve
burjuva öğeleriyle birleştirir.
Tutarlı bir demokrasiye ilişkin
sloganlar, bütün ulusal-toplulukların gericileriyle karşı-devrimci
burjuvazisine amansızca düşmandır.
Buna karşılık kültürde ulusal özerklik sloganı, bazı
ulusların
gericileri ve karşı-devrimci
burjuvazisi tarafından oldukça kabul edilebilir bir slogandır.
8. Bu durumda, Rusya'daki tüm iktisadi
ve siyasal koşullar, sosyal-demokrasinin, bütün ulusal-
toplulukların işçilerini, koşulsuz
olarak, herhangi bir ayrım yapmaksızın bütün proleter
örgütlerinde
(siyasal örgütler, işçi birlikleri,
kooperatifler, eğitim örgütleri, vb.) birleştirmesini gerektirir.
Parti,
federatif bir yapıda olmamalı, ulusal
sosyal-demokratik gruplar kurmamalıdır; belli bir bölgede her
türlü ulusal-topluluğun
proleterlerini birleştirmeli, propaganda ve uyarma çalışmalarını,
yerel
proletaryanın kullandığı tüm
dillerde yürütmelidir; tüm ulusal-topluluklar işçilerinin her
türlü ulusal
ayrıcalığa karşı ortak savaşımını
ileri götürmeli, yerel ve bölgesel parti örgütlerinin
özerkliğini
tanımalıdır.
9. RSDİP'nin on yılı aşkın bir
süre içinde kazandığı deneyim, yukardaki tezlerin doğruluğunu
ortaya
koymuştur. Parti, 1898'de tüm
Rusya'yı kapsayan bir parti olarak, yani Rusya'daki bütün ulusal-
topluluklar proletaryasının partisi
olarak kurulmuştur. 1903'te parti kurultayı, Bund'u, Yahudi
proletaryanın tek temsilcisi olarak
tanımayı kabul etmeyince, Bund ayrılmış, bunun üzerine parti
"Rus" olarak kalmıştır.
1906'nın ve 1907'nin olayları, böyle bir dilekte bulunmak için
hiçbir neden
olmadığını inandırıcı bir
biçimde göstermiş, Yahudi proleterlerin büyük bir bölümü,
birçok yerel
örgütte, ortak sosyal-demokratik
çalışmaya katkıda bulunmayı sürdürmüş, bunun üzerine Bund
da
yeniden partiye girmiştir. (1906)
Stokholm kurultayı, bölgesel (territorial) özerklikten yana olan
Polonya ve Letonya
sosyal-demokratlarını partiye getirmiştir. Kurultay, orada da
federasyon ilkesini
kabul etmemiş, her bölgede, bütün
ulusal-topluluklar sosyal-demokratlarının birleşmesini istemiştir.
Bu ilke yıllardan beri Kafkasya'da
uygulanmaktaydı; halen Varşova'da (Polonyalı işçilerle Rus
askerler),
Vilna'da (Polonyalı, Letonyalı,
Yahudi ve Lituvanyalı işçiler) ve Riga'da yürürlüktedir,
işlemektedir; adı
anılan son üç yerde ayrılıkçı
Bund'a karşı gerçekleştirilmiştir. 1908 Aralık ayında RSDİP
konferansı,
bütün ulusal-topluluklar işçilerinin
bir federasyondansa bir ilke üzerinde birliğine ilişkin isteği
onaylayan özel bir karar kabul
etmiştir. Bund ayrılıkçılarının, partinin kararını yerine
getirmemeyi
amaçlayan bölücü çalışmaları, o
"kötünün kötüsü federasyon"un çökmesine yolaçmış
ve Bund'la Çek
ayrılıkçılar arasında bir
rapprochement yaratmıştır (Naşa Zarya'da Kosovski'ye ve Çek
ayrılıkçıların
yayın organı Der cechoslavische
Sozial demokrat'ın 1913, n°3'teki Kosovski'nin yazısına bakınız).
Son
olarak tasfiyecilerin Ağustos (1912)
konferansında, Bund ayrılıkçılarıyla tasfiyeciler ve Kafkasyalı
tasfiyecilerin bir bölüğü,
"kültürde ulusal özerkliği", özüne ilişkin herhangi
bir savunma öne
sürmeksizin, parti programına örtülü
olarak sokuşturmaya çalışmışlardır.
Polonya'daki, Letonya bölgesindeki ve
Kafkasya'daki devrimci işçi sosyal-demokratlar, hâlâ bölgesel
özerklikten ve bütün
ulusal-topluluklar işçi sosyal-demokratlarının birliğinden
yanadırlar. Bund-
tasfiyeci ayrılıkçılığı ve
Bund'un Varşova'daki sosyal-demokrat olmayanlarla kurduğu ittifak,
tüm
ulusal sorunu, hem teorik açıdan, hem
parti yapısı bakımından, bütün sosyal-demokratların
gündemine sokmuştur.
Uzlaşmacı, orta yolcu kararlar, o
kararları partinin isteğine karşın ortaya atanlar tarafından
bozulmuştur; bütün
ulusal-topluluklar işçi sosyal-demokratlarının birliği
istekleri, her zamankinden
daha yüksek sesle öne sürülmektedir.
10. Çarlık monarşisinin kaba,
savaşkan ve kara-100'ler türünden ulusalcılığı ve onun
yanısıra
burjuva ulusalcılığının yeniden
canlanması — Büyük Rusya (Bay Struve, Russkaya Molva,
ilericiler,
vb.), Ukrayna, Polonya (Narodowa
"Demokracja"nın Yahudi aleyhtarlığı), Gürcü, Ermeni,
vb.,
ulusalcılığı... Bütün bunlar,
Rusya'nın her yanındaki sosyal-demokrat örgütlerin ulusal soruna
eskisinden daha fazla dikkat
göstermelerini, bu konuda, enternasyonalizm ve tüm uluslar
proleterlerinin birliği anlayışına
uygun tutarlı marksist kararlarla ortaya çıkmalarını özellikle
ivedi hale
getiriyor.
--------------------------------------------------------------------------------
a) Ulusal kültür sloganı doğru
değildir, ulusal sorunun yalnızca sınırlı burjuva anlayışını
ifade eder.
Enternasyonal kültür.
b) Ulusal bölünmelerin sürdürülmesi
ve arık (refined) bir ulusalcılığın geliştirilmesi —
birleştirme,
rapprochement, ulusların birbirine
katıştırılması ve değişik, enternasyonal bir kültürün
ilkelerinin
anlatılması.
l) Küçük-burjuvazinin umutsuzluğu
(ulusal çekişmelere karşı çaresiz bir savaşım), radikal
demokratik reformlara ve sosyalist
harekete karşı duyulan korku — kapitalist ülkelerde ulusal
barışı
yalnızca radikal demokratik reformlar
sağlayabilir ve ulusal çekişmeleri yalnızca sosyalizm sona
erdirebilir.
g) Eğitim işlerinde ulusal bölgeler.
e) Yahudiler.
1913 Haziranında yazıldı.
İlk kez 1925'te Lenin Miscellany
III'te yayınlandı.
Collected Works,
vol. 19, s. 243-251.
EK-D-1
Komünist Devrimci Savaşımda
Gereksinimi Duyulan Nasıl Bir Partidir?
“Komünist Hareketin Sorunları,
Görevleri ve Önceliklerine Genel Bir Bakış ve Öneriler”
başlıklı
yazıda parti düşüncesinin hafife
alınmasını da eleştiri konusu yaptım. Orada, diğer şeylerin
yanı sıra,
partinin kuruluşu sorununun bazı dar
anlamda örgütleri oluşturmaya yeterli sayıda kadroya sahip
olma, program ve tüzüğün
hazırlanması ve nihayet kurucu bir kongrenin toplanması olarak ele
alındığına dikkat çektim.
Komünist olan örgütlerin yanı sıra,
kendilerini komünist ya da sosyalist olarak tanımlayan çok sayıda
örgüt, değişen derecelerde olmak
üzere komünist parti düşüncesini hafife alıyor, hatta
reddediyor.
Kimine göre, parti olarak, hele de
açık ideolojik eğilimi olan gizli bir sınıf parti olarak
örgütlenmek
gereksizdir. Onlara göre, temel
ideolojik eğilimler gibi, böylesi bir örgütlenme de artık geride
kalmıştır, tarih olmuştur.
Böylesine ‘dar’ örgütlenmelerin yerini yasal olarak kurulmuş
ve yasal olarak
politika yapan partiler ve ‘geniş’
toplumsal hareketler, ‘sivil toplum örgütleri’, vb. almıştır
ya da
almalıdır. Bu, tek bir sözcükle,
tasfiyeciliktir. Bütün bu safsatalar da, kapitalist sınıfın
gerek tekil
devletler düzeyinde, gerekse
uluslararası düzeyde en sıkı ve merkeziyetçi olarak örgütlenme
eğiliminin güç ve ivme kazandığı,
bu sınıfın tekelci kesiminin politik örgütlenme tekelini
derinleştirdiği, kapitalist devletin
merkezi yapısını daha da güçlendirdiği tarihsel koşullarda,
hem de
toplumsal örgütlenme sorunlarında
değişime ayak uydurma, ilerleme adına savunuluyor.
Bu eğilime göre, Kıbrıs' da geniş
halk kitleler politika deyince yasal olarak yapılan
politikayı; önderleri ve örgütleriyle
herkesin gözü önünde olan partiler aracılığıyla yapılan
politikayı
anlıyorlar. Evet, geniş kitleler
politika deyince, yanlış olarak yasal ve açık parti ve diğer
araçlarla
yapılan politikayı anladılar ve
anlıyorlar. Onlara göre politikacı, oldukça kirlenmiş bir terim
olarak, yasal
particilik yapandır. 12 Eylül 1980
askeri-faşist darbesi öncesi devrimci kabarış döneminde komünist
devrimci ve demokrat devrimci savaşım
yürütenler onların gözünde politikacı değil, devrimciydiler.
Komünistler bunun bilincindedirler,
bilincinde olmalıdırlar. Ama bunu saptamak, ona teslim
olmayı gerektirmez. Politikada kitle
kuyrukçuluğunu haklı çıkarmaz. Yapılması gereken, her şeyden
önce, işçi sınıfına ve diğer
emekçi kitlelere komünist devrimcilerin (ve demokrat-
devrimcilerin) neden yasadışı ve
gizli olarak örgütlenmek ve çalışmak zorunda kaldıklarını,
politikanın
yasadışı olarak da yapılabileceğini
ve yapıldığını, komünist politikacılıkla burjuva
politikacılığı
arasındaki ilkesel farklılıklar
olduğunu açıklamak ve onların bu bakımdan politik olarak
eğitilmelerine
yardımcı olmaktır.
İkinci olarak da gerek komünistlerin
gerekse demokrat-devrimcilerin yasadışı
çalışmayla yasal çalışmayı
birleştirmek gerektiği düşüncesinde olduklarının açıklanması
ve gereğinin
yapılmaya çalışılmasıdır.
Devrimci politik karakterini koruyan
komünist olma iddiasındaki kimi küçük-burjuva sosyalist
(demokrat-devrimci) örgütlere göre,
gizli olarak örgütlenmiş bir parti gereklidir. Ancak, onların
parti
teorisine göre, komünist partisi az
sayıda kadro tarafından da kurulabilir. Onlara göre önemli olan
ideolojik-politik çizgidir. Parti
kuracak ideolojik, politik ve örgütsel olgunluğa ulaşılıp
ulaşılmadığı
önemli değildir ya da ikincildir.
Devrimci küçük-burjuva sosyalist
örgütler, komünist/leninist parti teorisinin hafife alınmasında
yalnız değiller. Komünist
ideolojik-politik karaktere sahip olan kimi örgütler
onlara eşlik etmektedirler. Bırakınız
işçi sınıfı içinde kitlesel bağlara sahip olmayı, daha işçi
sınıfı
hareketi içinde dikkate değer bir
politik güç olamayan komünist örgütler kendilerini parti olarak
ilan
etmekle, gerçekte parti kavramına
bilimsel olarak yaklaşma bilincine sahip olmadıklarını ilan etmiş
oldular.
************
‘Komünist parti’ kavramı üzerine
bir kez daha
Kıbrıs işçi sınıfının nasıl
bir partiye gereksinimi var? İşçi sınıfının gereksinme
duyduğu parti, onun politika sahnesine
bağımsız bir politik güç olarak çıkmasına yardımcı olacak
ve
ona sosyalist ve demokratik savaşımda
önderlik edecek yetenekte bir partidir. Bu da marksist-
leninist teoriyle ideolojik ve politik
olarak silahlanmış komünist bir parti olabilir ancak.
Proletaryanın
marksist-leninist komünist partisinin
kurulması uzun bir partileşme sürecinin yaşanmasını
gerektirir. Partinin kuruluşu bir
program oluşturmak ve bazı dar anlamda örgütleri oluşturacak
kadar kadro edinmek sorunu değildir.
Komünist partisi, proletaryanın
bilimsel programı temelinde
proletaryanın en bilinçli azınlığının
(öncüsünün) örgütlenmesidir; bilimsel komünizm ile işçi
sınıfı
hareketinin birliğidir. Bu iki hareket
birleşmeden, yani komünist bir işçi hareketi oluşmadan ve
proletaryanın öncüsü komünizme
kazanılıp hücreler, komiteler, vb. biçimlerde politik olarak
örgütlenmeden komünist partisi
kurulmuş sayılmaz.
Komünist partisinin bilimsel
komünizmin işçi
sınıfı hareketiyle kitlesel bağlar
kurduğu, yani komünist işçi hareketinin doğduğu koşullarda
kurulabileceği görüşü leninist
parti teorisinin temel taşlarından biridir. Bu nedenle,
parti-öncesi
komünist örgütler, parti oldukları
savlarına karşın Kıbrıs komünist hareketi hala
partileşme sürecini yaşamaktadır.
Kıbrıs komünist hareketi, bilimsel komünist
teoriyle işçi sınıfı hareketine
müdahale edip bu ikisini birleştirerek, işçi sınıfının en
yüksek politik
bilinçli, en iyi, en özverili, işçi
sınıfı davasına en bağlı üyelerini komünizme kazanarak
hücreler,
komiteler, vb. örgütlenme biçimleri
içinde örgütleyerek yaşadığı partileşme sürecini
tamamlayacaktır.
Bilimsel komünist anlamda ‘komünist
parti’ kavramı işçi sınıfı hareketiyle kitlesel bağlar
kurmuş ve en
ileri politik bilinçli işçileri,
işçi sınıfının en bilinçli azınlığını (öncüsünü)
içeren bir toplumsal
organizmanın, bilimsel komünizm ile
işçi sınıfı hareketinin sentezi olan komünist işçi
hareketinin
bilimsel soyutlamasıdır. Parti, der
Lenin, “sınıfın en ileri unsurlarının örgütü”dür (Marx,
Engels,
Lenin, İşçi Sınıfı Partisi
Üzerine, Sol Yayınları,1979, s.309). Parti, sınıf bilincine
varmış işçi sınıfının en
üst politik örgütlenme biçimidir.
Kavram olguyu yansıtmalıdır. Kavram olarak ‘parti’ yansıtan
ise
buna denk düşen bir yansıtılan
olmalıdır. Parti kavramının kullanılması sorununa komünist
hareketin
gelişme aşamaları, komünist
hareketin evrimi bakımından yaklaşmak gerekir. Komünist hareket
birçok aşamadan (bebeklik, çocukluk,
ergenlik, yetişkinlik ya da olgunluk - ki, bunun doruğu
komünist hareketin kendi kendisini
aşması noktasıdır, gereksizleşmesi durağıdır - gibi) geçer.
Her
bir durumda onu içinde bulunduğu
gelişme aşamasına göre tanımlamak gerekir. Komünist partisi,
komünist hareketin yukarıda
belirtilen temel özelliklerinden ikisine sahip olduğu aşamadaki
tanımıdır.
O, bilimsel komünist teori ve devrimci
hareketin deneyleriyle donanmış en üst örgüt biçimidir. Parti
adlandırması böyle özelliklere
sahip olan, yani partileşme sürecini tamamlamış komünist
hareketin gelişme aşaması için
kullanılmalıdır. Özellikle de parti kavramının böylesine
hafife alındığı ve
yozlaştırıldığı ve dünya ve
Kıbrıs komünist hareketinin ağır bir genel kriz
geçirmekte olduğu tarihsel
koşullarda.
Bolşevik Tipte Bir Sınıf Partisi
Leninist parti teorisi yolumuzu
aydınlatmayı sürdürüyor ve Bolşevik parti modeli evrensel model
olmaya devam ediyor. “Ne Yapmalı?
Hareketimizin Can Alıcı Sorunları” ve “Bir Adım İleri, İki
Adım
Geri” başlıklı yapıtları başta
gelmek üzere, Lenin’in parti sorununda yazdıkları broşür ve
makaleler
hala başvurulacak temel kaynaklar
arasındadırlar. Lenin’den ve uluslararası komünist hareketi
tarihinin en yetkin partisi olan
Bolşevik Parti deneyinden öğrenmeyi ısrarla sürdürmek
gerekiyor.
Uluslararası işçi ve komünist
hareketinin en büyük eksikliği, Lenin’in önderlik ettiği
Bolşevik Parti gibi
partilerden yoksun olmasıdır. Dünya
kapitalist sisteminin başlıca ülkelerinde birkaç tane Bolşevik
Partimiz olsaydı dünyayı sarsmaz
mıydık?
Aradan yüzyıla yakın bir zaman
geçmiş olsa da hem leninist parti teorisi, hem de Bolşevik parti
modeli komünist devrimcilerin
ellerinde hala güçlü sınıf savaşımı araçlarıdır. Evet,
altyapı ve üstyapı
düzeylerinde kapitalist toplum büyük
değişimler geçirdi. Kapitalizm yüzyıl öncesinin kapitalizmi
değil.
Ne kapitalist sınıf ne de işçi
sınıfı yüz yıl önceki sınıfsal yapılarını ve özelliklerini
aynen koruyorlar.
Kapitalist toplumun diğer toplumsal
sınıfları ve katmanları gibi onlar da değişti ve değişiyorlar.
Kapitalist toplum sürekli hareket
durumunda olan bir toplum, dinamik bir toplum. Değişmeyen bir
şey varsa o da değişmenin
kendisidir. Söz götürmez olan odur ki, çağdaş kapitalist
toplumun
sosyoekonomik, politik ve kültürel
yapıları son derece önemli değişimlere uğradılar. Kapitalist
ekonomik gelişme, özellikle gelişmiş
kapitalist toplumlarda, daha karmaşık sosyal yapıların ortaya
çıkışına neden oldu. Ama öze
ilişkin değişimlerle, biçime ilişkin değişimleri birbirinden
ayırmasını da
bilmek gerek. Kapitalist üretim biçimi
insanın insan tarafından sömürülmesi üzerine kurulmuş
olması temel özelliğini koruyor.
Sermaye birikimi kapitalizmin özünü oluşturmaya devam ediyor.
Çözülmesi durumunda insan toplumun
niteliğinin de değişmesine götürecek temel çelişki hala
emek-sermaye çelişkisidir. Genel
yaşam düzeyinin görece yükselmesi, politik özgürlükler
alanının
görece genişlemesi, vb. olgular sınıf
savaşımını toplumsal tabanından yoksun bırakmaz ya da bu
tabanı daraltmaz. Sözün özü
kapitalist toplumun iki temel sınıfı hala karşı karşıya:
üretim, ulaştırma,
bilişim, iletişim, vb. araçlarının
mülkiyetine sahip olan kapitalist sınıf ile emek-gücünün sahibi
olan
işçi sınıfı.
Vurgulanmalıdır ki, çağdaş
kapitalist toplumu inceleme, anlama ve açıklama söz konusu olduğu
sürece sınıf analizi vazgeçilmez
yöntem olma özelliğini koruyor. Kapitalist toplum sınıf savaşımı
temeline dayandığına göre, sınıf
kavramı kapitalist toplumu çözümlemek ve anlamak için anahtar
bir
kavramdır. Devrimci sınıf savaşımı,
sömürülen ve ezilen toplumsal sınıf ve katmanların toplumsal ve
politik kurtuluşları, açıkçası
tüm insanlığın kurtuluşu için anahtardır. Çok yönlü olan ve
insanlığın
geleceği açısından böylesine
devasa önem taşıyan bir savaşımın örgütlenmesi gerekir.
Böylesi bir
savaşım varolan kapitalist devlet
iktidarını yıkmayı ve yerine sosyalist bir devlet iktidarını
kurmayı
gerektirir. Biliniyor ki, kapitalist
devletinin üretim, bölüşüm ve dolaşım süreçlerinden
çekilmesi, kimi
işlevlerini yerel örgütlere
devrederek küçültülmesi sorunu, hem uluslararası düzeyde, hem
de ulusal
düzeyde en çok tartışılan
sorunlardan biri olmaya devam ediyor. Neo-liberal politik-ekonomik
yeniden
yapılandırmanın bir unsuru olarak
kapitalist devleti küçültmek demek, diğer şeylerin yanı sıra,
onu
daha da merkezileştirerek baskıcı
işlevini güçlendirmek, organlarının uzmanlık derecesi daha
yüksek,
daha profesyonel bir baskı aygıtı
durumuna getirmek demektir. İşte böylesi tarihsel koşullarda daha
da profesyonelleşen düşmana karşı
profesyonel devrimciler örgütü tarafından yönetilen ve gizli
örgütlenmeyi bir sanat gibi ele alan
gizli komünist partisi önderliğinde savaşmak gerek. Kapitalist
politik tekelciliğe karşı azami
ölçüde merkezileşmiş militan bir komünist partisi: Komünizm
için
savaşım yürütenlere gerekli olan
işte böylesi bir partidir.
Bolşevik tipte bir işçi sınıfı
partisi böylesi bir savaşımda en güçlü silahtır. Kapitalizme
ve politik
gericiliğe karşı savaşımda
komünist devrimci bir parti olmazsa olmazlardan en önde gelenidir.
Partisiz bir işçi sınıfı ve
devrimci savaşım, kaptansız, pusulasız olması bir yana,
tayfalarının yıldızların
da yol göstericiliğinden yoksun
olduğu bir gemiye benzer. İşçi sınıfına ve kapitalizme karşı
savaşım
yürütebilecek devrimci potansiyele
sahip olan herkese bir kaptan gerek. Kulakları sağır edercesine
yükselen bütün gereksiz olduğu
savlarına karşın, komünist devrimci savaşımı varması gereken
limana başarıyla götürebilecek
böyle bir kaptan vardır: Bilimsel komünist teoriyle donanmış
işçi sınıfı
partisi. İşte, gereksinimi duyulan
parti, dar profesyonel devrimciler örgütü ve geniş yerel
örgütler ağından oluşan gizli ve
merkezi olarak örgütlenmiş bir partidir. Kıbrıs komünist
hareketinin gelişmesinin bugünkü aşamasında temel görevi böyle
bir partinin
kurulmasıdır. Bütün görevler bu
temel göreve bağlı olarak ele alınmalı; ve, başta kadro
olanakları
olmak üzere, bütün olanaklar bu
temel görevin yerine getirilmesi için kullanılmalıdır.
Yapılması gereken yüzyıl önce
yazılanları yinelemek ve yapılanları taklit etmek değildir.
Lenin, Marx ve
Engels’ in proletaryanın parti
olarak örgütlenmesi sorunundaki görüşlerini yaşadığı
tarihsel koşullara
uygun olarak geliştirerek yeni tipte
bir proletarya partisinin ideolojik-teorik, politik ve örgütsel
ilkelerini ortaya koymuş ve bunları
sürekli olarak geliştirmiş ve zenginleştirmiştir. Bugünün
komünistleri de, özellikle komünist
önderler, haklı olarak ‘leninist parti teorisi’ adını taşıyan
teoriyi,
Marksizm-Leninizm biliminin yol
göstericiliğinde, uluslararası işçi ve komünist hareketinin
deneylerinin bilimsel çözümlenmesi
temeli üzerinde yaşadıkları tarihsel koşullara uygun olarak
geliştirmek ve zenginleştirmek
göreviyle karşı karşıyıdırlar. Örneğin, partinin örgütlenme
biçimlerini
ve örgütsel işleyişini yeni ortaya
çıkan koşullara göre geliştirmek. Örneğin, gizli örgüt
aygıtını
zayıflatmaksızın, komünist
yeraltı örgütüne, eğer kurulmuşsa, partiye bağlı yasal ve
yarı-yasal
örgütler kurmak gibi. Politik
gericilik ne denli güçlü olursa olsun, politik özgürlükler
alanı ne denli dar
olursa olsun, komünist hareket,
ister parti olsun, isterse parti-öncesi örgüt, yalnızca yeraltı
çalışmasıyla yetinemez. Sözün
özü, değişen koşullara, devrimci hareketin yükselişi ve
düşüşünün
komünist hareketin önüne koyduğu
yeni örgütsel görevlere uygun düşen yeniden örgütlenme
yapılmalı; ama yeraltı
örgütlenmesine dokunmaksızın. Yalnızca utkun bir sosyalist
devrim komünist
partisinin yeraltı yaşamına son
vermesinin politik koşullarını sağlayabilir.
Yasal ve yasadışı örgütlenme
diyalektiği tartışma konusu olduğu sürece, politik gericilik
koşullarında
örgütlenen ve politik çalışma
yapan komünist devrimcilerin görevi, komünist devrimci çalışmanın
güvenliğini ve sürekliliğini en
çok güvence altına alan, dolayısıyla açığa çıkarmak ve yok
etmek
bakımından kapitalist devletin
işini en çok zorlaştıran gizli komünist örgütler, gruplar,
çevreler, vb.
kurmak ve/veya varolan komünist
örgütlenme biçimlerini gizli örgütlenme sanatının gereklerine
göre
yeniden örgütlemektir. Komünistler
gizli çekirdekleri sağlamlaştırmalı, güçlerini işçi sınıfı
içinde,
özellikle de en büyük kapitalist
işletmelerde çalışan işçiler arasında çalışmaya ayırmalı
ve en önemli
işçi merkezlerinde komünist
hücreler, komiteler, vb. kurmalıdırlar. Komünist hareketin
ideolojik-
teorik, politik ve örgütsel olarak
olgunlaşmasına yardımcı olacak ve işçi sınıfını yeni bir
devrimci
yükselişe hazırlama görevini en
iyi biçimde yerine getirecek örgütlenme politikası izlenmelidir.
Her
türlü yasal örgütlenme
biçimlerinden (sendikalar, dernekler, vb.) azami ölçüde
yararlanmanın
yollarını bulmaya ve özellikle
işçi sendikaları içinde yasadışı çalışmayla yasal çalışmayı
birleştirmeye
çalışmalıdırlar.
Her şey militan gizli komünist
partisinin kurulması için!
(A.H.Yalaz)
EK-D-2
KÜÇÜK BURJUVA MİLLİYETÇİLİĞİ
SÖMÜRGELERİN KURTULUŞUNU ANCAK
ERTELER; KURTULUŞ DEVRİM VE
SOSYALİZMDE
Son 30 yılda Kıbrıs’ın
işgali-ilhakı ve öncesine dayanan kontrgerillanın da deney alanı
olarak
süreğenleştirilen, arkasından da
özellikle Türkiye Devrimci Hareketine endeksli devrim-
sosyalizm eksenli mücadelenin
boyutlanması diğer yandan da Kıbrıs küçük burjuvazisi
içerisinde Milliyetçi bir zemini de
doğal olarak güçlendirdi. Bu elbette kaçınılmaz bir durumdur.
Zira sömürgeci faşist işgal ve
ilhaka karşı; proletarya dışında da mücadele eden toplumsal
kesim ve sınıflar vardır, olacaktır.
Ve fakat bu eğilimin başlı başına bir sınıfsal dayanaktan
yoksun, sınıfsal zeminden uzak bir
yerde salt işgal-ilhaka karşı bir duruşun ötesine geçmemesi
doğal olarak mücadelenin sınırlarını
da darlaştırmakta, gerçek kurtuluş yolu olan özgürlük-
eşitlik-kardeşlik-sosyalizm temelli
mücadeleden uzaklaştırmaktadır.
Kıbrıs’ın özgürlük,
bağımsızlık, bir arada yaşam sürecinin önündeki engeller
sadece açık işgalci
durumda olan Türkiye, Yunanistan
değil; bir bütün olarak birçok emperyalist odak olmasına
rağmen başını ABD ve İngiltere’nin
çektiği güçlerdir. Doğal olarak karmaşık ve kritik bir yerde
olan Kıbrıs üzerinde oynanan
oyunlarda bu aktörleri göz ardı etmek ya da onların bölgesel,
dünya ölçeğinde çıkarlarına
dokunmadan soruna çözüm yolu bulmak, sorunun kendisini
sınıfsal anlamda çözebilmek
olanaklı değildir. Zaten bütün olarak gelişmelere bakılırsa,
sözde
çözüm görüşmeleri sürerken bir
de bakıyorsunuz bir taraftan da provokatif şeyler oluyor ve
birden bire görüşmeler kesiliyor. Bu
bağlamda sadece dar milliyetçi kafaların sorunun özüne
inebilmesi olanaklı değildir. Tutarlı
bir anti-emperyalist, anti-faşist çerçeve olan Marksist
Leninist düzlemde olunmaması bir yana
sözde karşı duruyor gibi olurken; diğer güçlere
yaslanma sonucunu üretecektir. Zaten
bu da başlı başına küçük burjuvazinin ruhuna, sınıfsal
olarak ara kategorisine uygun bir
tutumdur.
Her ulusal sorunun özü her bireyin
bildiği gibi Pazar ve sömürge sorunudur. Kıbrıs’ı bundan
ayrı tutmak olanaksızdır. Bunun
anlamı da şudur: Bir bütün olarak emperyalist kapitalizme
karşı çıkılmadan, ortadan
kaldırılmadan sorunun kendi özüne ulaşılamayacağı gibi,
çözümü de
olanaklı değildir. Küçük
burjuvazinin “bağımsızlık” söylemi, kendi sınıfsal konumu
içinde
kaldığı sürece sözde bir
“bağımsızlıktan” söz edilebilir. Gerçek bağımsızlık;
özgürlüğün ana
açarı olan proleter sınıf
mücadelesinin nihai hedefi olan komünizmdir zira.
Kıbrıs’taki bağımsızlık ve
özgürlük mücadelesinin sınıfsal olarak kapsamı geniş
olduğundan,
küçük burjuvazi ile orta
burjuvazinin de bu mücadele içerisinde kendini ifade etmesi,
talepleri
ve mücadelesi ile varlığını
sürdürmesi olağansa da; ufkunun darlığı ile proleter devrimci
kurtuluş mücadelesini da sınırlama
potansiyeline de sahip olabilmektedir. Zira birçok harekete
Kıbrıs özgülünde bakıldığında
bu durum net bir biçimde görülebilecektir. Kıbrıs’ta
kurtuluşun
yolunu Avrupa Birliği’ne girmekte
gören reformist-uzlaşmazı ve sözde “sosyalist” gerçekte ise
asla sosyalist olmayan partiler,
hareketlerin varlığı gizli değildir.
Diğer yandan sendikal, demokratik
mücadele dahil birçok mücadeleyi genel olarak özgürlük
mücadelesinden ayıran, mücadeleyi
aşamalara bölen anlayışların da varlığı bilinen bir
gerçektir.
Gözden ırak tutulan ve kaçırılan
mücadele bütünlüğü ile nihai kurtuluşun adreslerinde
söylemsel “sosyalizm”, “işçi
sınıfı” varlığını korusa da eylemsel içerikte düzenle,
mevcut
emperyalist kapitalizmle uzlaşma
öngörüldüğü açıktır.
Zira bir yandan Türk ve Yunan açık
işgali-ilhakına karşı çıkarken; diğer yandan AB’li ya da bir
başka eksende emperyalist merkezleri
hedef almamak veya sözde “bağımsızlık” uğruna bu
merkezlerden medet umma anlayışının
proleter devrimci sınıf mücadelesi ile sosyalizm-
komünizmle zerre alakası olmadığı
açık ve nettir. Dar bir milliyetçilik anlayışının ister
istemez
birinden diğerine yaslanması
kaçınılmazdır.
Bir diğer yandan küçük burjuvazi
açısından öne çıkmak, mücadeleyi bireyler-çeşitli kesimler
üzerinden yürütmek, mücadelenin
kolektif-bütünsel-sınıfsal mecrasını kavrayamamak gibi
genel hastalıklı yapısının da
bütünsel mücadeleyi zayıflatması kaçınılmazdır. Sorunu
egemen
ulusların sınıfsal mücadelesi
perspektifinden koparmak, enternasyonal görevleri darlaştırmak,
dünyanın merkezi temel alınan
konumuzda Kıbrıs ekseni dışında kavrayamamak, sorunun
anlaşılması ve nihai çözümünün
de önünü tıkamakla eş anlamlıdır.
Küçük burjuvazinin liderlik ettiği
kurtuluş mücadelelerinin zaten ömrü de, nefesi de sınırlı
olmuştur dünya ölçeğinde. Bu ucu
açık, liberal kapitalizmi aşamayan sınırlarda yüzen anlayış,
elbette bütünsel amaçları
kucaklayacak kudrete sahip olamaz. Mücadelenin nihai amaçlarına
uzak, sınıfsal açıdan düzeni
aşamayan ara sınıfların çözümleri de aynen; durdukları
sınıfsal
kategorinin yukarı-aşağı hareketi
gibidir. Düzenden umudu olan sınıfsal kesimlerin, düzeni
aşacak cüret-cesaret ve onun
getireceği çözümleri üretmeleri beklenemez.
Ezilen ulus proletaryası ve onun lider
güçlerinin nihai kurtuluş uğruna net ve kesin olarak
milliyetçilik sınırlarını aşmış
olmaları, birlikte-ortak mücadeleyi öne çıkarmaları, hatta
ortak
örgütlenmeyi bile kendi gündemlerinde
sıcacık tutmaları ML açıdan zorunludur. Buna karşın
ezen ulus proletaryası ile
devrimcileri ise ayrılma hakkı dahil olmak üzere UKKTH
çerçevesinden zerre sapmamaları,
ezen ulus ırkçı-şovenizmini her durumda mahkûm etmeleri,
ayrı örgütlenme halinde birlikte
mücadele yollarını aramaları vs gibi zorunlu görevlerle
donatılmış olmaları elzemdir
kurtuluş açısından. Bu tutum-tavır sorunu Ulusal sorunun ilkesel
düzleminin temelidir.
Küçük burjuva dar milliyetçi
hareketin ve sırf işgal-ilhaka karşı mücadelenin Kıbrıs
halklarının
kurtuluşunu getiremeyeceği açıktır.
Bu dar milliyetçi bakış açısının Adada kalıcı barış-bir
arada
yaşamanın yeniden organizasyonunu
bile zorlaştıracağı açıktır. Bu anlamda milliyetçi bakış
açısının Kıbrıs açısından da,
genel olarak dünyada terk edilmesi; Enternasyonal proleter
komünist devrimci hareketin
çerçevesinden bakış açısına, eylem hattına yaklaşılması
gereği
açıktır.
Bir ton deneyin Ulusal Sorunda çözümü
getirmediği açığa çıkmıştır. Uzağa gitmeye gerek yok.
TC’nin ikinci sömürgesi
Kürdistan’da yürütülen silahlı reformist mücadelenin sınıfsal
olarak
proleter zeminden uzak olmasından
kaynaklı bugün savrulmalar yaşadığı, silahlı mücadeleyi
sadece kısmi reformlar, Ana dil, ne
idüğü belirsiz düzen içi Anayasa değişikliği, yine ne idüğü
belirsiz demokrasi söylemlerine
sıkıştırılmış yeni Cumhuriyet yapısı, bir emperyaliste karşı
sözde mücadele ediyorken diğerine
yaslanması, devrimci harekete yaklaşımları vs orta yerde
durmaktadır. Kıbrıslı
devrimcilerin, demokratların yanı başlarındaki bu deneye uzak
durmadan
incelemeleri gereklidir. Bu noktada
başından beridir olumlu eleştiri-görüş-öneri sunan Anadolu
komünist devrimcilerinin de
tavırlarını da tabiî ki.
Gerek söylemde, gerekse de eylemsel
içerikte dar milliyetçi söylemi, her şeyin merkezinde
Kıbrıs’ı gören merkezci küçük
burjuva bakış açısını terk etmeden kurtuluşun nihai biçimine
ulaşmak olanaklı olamaz. Bugün
Anadolu’da Komünist bir işçi sınıfı hareketinin var olmayışı
ya da doğrusu önderlik sorunu orta
yerde duruyorken; aynen bu sorunun Kıbrıs proletaryasının
da sorunu olduğu tespitini yapmak
lazımdır.
Bugün dar milliyetçi bakış
açılarının, yaklaşımların, söylem-eylem çizgisinin, birey ya
da
kesimler olarak öne çıkmanın sıkça
yaşanmasının ana kaynağı burasıdır. Zira gerçek bir
komünist devrimci sınıf hareketi
olabilse idi; Kıbrıs ya da herhangi bir başka yerde küçük
burjuva liberal, milliyetçi söylem ve
bakış açısı bu kadar öne çıkamazdı. Bu tarihsel boşluk,
eylem alanının küçük burjuvaziye
kalmasının nedenidir.
Bu anlamda Kıbrıs’ta, tüm Ada
proletaryasını-ayrımsız tüm dillerden konuşan ve kökeni başka
halklardan proleterleri- kucaklayacak
gerçek bir ML, komünist devrimci bir harekete, parti,
öncü örgüte ihtiyaç hayatidir. Bu
hareketin ezen ulus komünist devrimci hareket, örgüt ve
partileri ile de birlikte-ortak hareket
etmesi, cephesel mücadele içinde zemini geniş tutmaları
özgürlük-devrim-bağımsızlık ve
sosyalizmin anahtarıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder