18 Aralık 2010 Cumartesi

ABD YEŞİL KUŞAK VE BOP UN MİSYONERİ FETTULLAH GÜLEN HAREKETİ

ABD YEŞİL KUŞAK VE BOP UN MİSYONERİ FETTULLAH GÜLEN HAREKETİ 
http://www.ateshirsizi.com/abd-yesil-kusak-ve-bop-t14475.html?t=14475

Onlarca yıldır TDH içinden çok çeşitli çevrelerin yazdığı, bizimde zaman zaman ele aldığımız bir konudur Yeşil Kuşak ve son on yıldan fazla bir süredir BOP- GOİ süreci. Aslında Yeşil Kuşak projesi ile BOP ardışık projeler olmakla birlikte birbirini tamamlayan projeler ve eylem aksiyonlarıdırlar. Birisi diğerinin alt yapısını oluşturacak, diğeri ise bu alt yapının üzerine esası, içeriği farklı olmamak üzere farklı konseptlerde görünüyor olacak ama merkezi aynı olan eylemsel yetkeyi oturtacak.

ABD emperyalizminin yaklaşık olarak kırk yıldır uygulamaya aldığı bu projenin başlangıcının esası, İslami çoğunluk ile kritik yerler İslami kesimini bir biçimde kontrol altına almak ve elini her daim üzerinde tutmak üstüne kurulu idi. Gerekirse yapay radikal İslami örgütleri kendi kontrolünde geliştirmek, büyütmek, onları bahane ederek bölge ve ülkelerde varlığının zeminini yaratmaktır.

Ama Fettullah Gülen Hareketi işte bu Yeşil Kuşak ile BOP’ un kendi içinde en güzel meyvesini verecek bir proje ürünü olarak orta yerde ve örnek olmuştur ABD emperyalizmine. Zira ikili işlevi en iyi yerine getiren bu Misyoner ve Misyonerlik ötesi yapı; kendine biçilen misyonu genel olarak dünya üzerinde en iyi yerine getiren yapı olmuştur. Zira Ladinler, Afgan Talibanlar bu işi silahla yapmışlardır; ama Fettullah’a biçilen misyon bunun yanında, ama buna da mesafeli bir yerde sözde ılımlı İslam sürecidir.

Bunu gerçekten de en iyi başaran Gülen hareketidir ABD emperyalist kapitalizmi açısından. Zira bugün misyonerlik faaliyeti olmayan ülke sayısı oldukça azdır bu hareketin. Bu hareket, kendi içinde İslami gibi görünse de esasen ABD emperyalist kapitalizminin misyonerlik faaliyetinin İslami ayağıdır. Zira, geçtiğimiz yüzyıllarda Hıristiyan Misyonerliğinin acılarını yaşayan, egemen olan dinsel akım üzerinden yapılan bu misyoner hareketin yanlış ata oynamak olduğunu kavrayan egemen emperyalist odağın Yeşil Kuşak ile BOP’u birleştiren, büyüten projesinin oldukça verimli olduğu kör gözlere bile ayandır.

Başta eğitilmekte olan taze beyinlere yönelerek bu misyonerlik hayatını yürüten bu hareketin maddi kaynakları açıklanamadığı gibi, biz ya da birçok kesimde aşinadır. Elbette ABD emperyalizmi ile onun gizli kaynaklarıdır. Dünyanın en ücra köşelerine bile sirayet eden bu misyonerlik faaliyetinin kapsamlı durumunun yaklaşık olarak yirmi yıldır TC sınırlarını aştığı zaten biliniyor.

Bu hareketin İslamiyet ya da Türk-İslam sentezi üzerinden yürüyen bir bileşim içinde hareket etmediği ve esas aldığı olguların din-kimlik-etnisite-mezhep vs olmadığı birçok örnekte sabittir. Onun en büyük amacı kullanacağı bir misyonerler topluluğu oluşturmak ve egemenlik sınırlarını bu araçlarla büyütmektir. Özellikle yoksul sınıfların çocuk-gençleriyle ilgilenmeyi esas alan, onlardan bir misyoner ordusu yaratmak amacı olan hareketin; yoksulluk, açlık, sefalet, sadaka kültürü gibi olguları da kullanarak mevcudun üzerine kendisini bina ettiği gören gözlere malumdur zaten.

Ülke içinde ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel bir güç olduğunu kimse inkâr edemez bu cemaatin. Özellikle 70’li yıllardan itibaren özellikle beslenen, 90’lı yıllarda zirveye vuran bu hareketin ABD emperyalizminin denetiminde olduğu liderlerinin ABD Penslyvania’da yaşaması bile yeterince kanıttır. Ülkedeki siyasal harekete etkisi bilinen bir gerçektir. Örgütlenme, kadrolaşması göz ardı edilmeyi bir yana bırakınız tamamen üst seviyede olan bir hareket olup; kontrgerilla devletinin en iyi vurucu gücü olduğu da açıktır.

Zira ABD emperyalizminin ya da klasik emperyalist egemenliğin bir yasasına göre olan bir gerçek aslında Fettullah hareketi ile yaşam bulmuştur. Kontrole alamayacağın, kontrol altına alamayacağın bir hareketi sen yarat ve başından itibaren sen yönlendir. Klasik mantık bu hareket açısından tam da cup diye yerine oturmaktadır. Nitekim bu davranış, egemenlerin en çok başvurdukları yollardan birisidir. Zira Kemalizm ve Mustafa Kemal, bağımsız sınıf hareketi olmasın diye önce Mustafa Suphi TKP’sini boğarak katletmiş; ardından da sahte TKP kurdurmuştur.

Zira egemen emperyalist kapitalizm açısından düzenin selametinin yolu budur. Zira egemenler her şeyi ilkten kendileri yapmalıdırlar ki; bağımsız bir yol açılmasın. Bu dinsel, ulusal, sınıfsal vs her bakımdan böyledir.

Bugün en sıcak bir biçimde sisteme karşı imiş gibi gösterilmeye çalışılıp tasfiyeye doğru gidiliyormuş gibi gösterilen yine bu egemenlerin uşağı ve kendisi Fettullah Hareketidir. Bunun samimi bulunması olanaklı değildir. Yaratan, yarattığı şeyi ancak kendisine karşı silah olduğunda ya da silah olacak düzeye getirerek yok eder.

Ama görünen odur ki; TC açısından hala bu durum tarif ettiğimiz durumda değildir. Olamaz da zaten. Zira musluklarının açıldığı yerin ABD emperyalizmi olduğu biliniyor. Ama diğer yandan, kendince büyüyüp sermayeleştiği, serpildiği, genç adam olup piyasada alıcı duruma geldiği de inkâr edilemez. Bunun da dengeleri sallayabileceği, kapitalizmin yasaları gereği kendine yol açabileceği inkâr edilemez.

Fettullah Hareketi her bakımdan ABD emperyalizminin öz çocuğudur. Taliban, El-Kaide gibi piç çocuk ta değildir. Sahipsiz salınmış bir çocukta değildir. Tamamen başından itibaren kontrollü ilaç salınımından yararlanan bir harekettir!

Fettullah Hareketinin ABD emperyalizminin denetiminde, organizasyonunda, kollamasında, ekonomik-siyasal vs tüm alanlarda sahiplenildiği anlamında olduğu açık ve net bir gerçektir. Bu hareketin eğitim-sağlık-insani ihtiyaçlar alanında toplumsal var oluşun temel noktalarında tekelleştirildiğini, kadrolaştırıldığını ve işin en önemli esasının da gelecek kuşakların emperyalist kapitalizmin kurallarına, ihtiyaçlarına göre biçimlendirilip yönlendirildiği asıl kadrolaşma olduğu da açıktır.

Başta ABD emperyalizmi olmak üzere tüm emperyalist odakların öncelikli hedeflerinin kendilerine uygun bir nesil, kuşak ve yönetici anlayışına ihtiyaç duydukları ve buna göre yapılandıkları açık ve net bir doğruluktur. Fettullah Hareketini de diğer tüm cemaat örgütlenmelerinden daha çok öne çıkarıp, vurucu militan bir güç haline getiren de bu özelliğidir. Zira tamamen emperyalist merkez çıkarlarına göre örgütlenmiş, ona odaklanmış, belirli sınır çizgileri kesinlikle kapitalizmler her bakımdan uyumlu olması açıklanamaz.

Din, siyasal egemen güçlerin kullandıkları bir araç olarak Fettullah Hareketinde oldukça somutlaşmış bir karakterdedir. Somut bir yerdedir. Birçok şeyi ispata bile yer bırakmayan bir biçimde. Bu anlamda sorunları, konuları olduğu gibi algılamak, anlamak çözüm yolları konusunda da oldukça iyi fikirler verebilmektedir.

Din, egemenler elinde her bakımdan korkunç bir silah olmuştur. Yeri gelmiştir fetvalarla kelleri alan, engizisyonlarla her şeyi mahkûm eden; yeri gelmiş ki açıktan cemaat örgütlenmesini tüm laiklik dalaverelerine rağmen savunup yaşayan bir noktada olmuştur. Zaten bunu belirleyen de egemenlerin, burjuvazinin, bir avuç dünya ve yerel zenginin çıkar ve ihtiyacı olmuştur. Yoksa geniş yoksul kitlelerin ihtiyaçları, yaşam bağları, nasıl yaşayacakları vs değil.

Dini günlük yaşamın içinden çekip almadan, düzenin elinden bir silah olmaktan çıkarmadan komünist devrimci sınıf mücadelesinin başarılı olabilmesi olanaksızdır.



02.07.2010


Mahmut Halil CAN ( Sendiren )

17 Aralık 2010 Cuma

KARŞIDAN POLiİTİKALAR VE UBP - ALİ SARITEPE

Son kurultayıyla toplumda ilaveli konuşma konusu olan bu partiye eleştirileri yöneltmeyi kategorik olarak ikiye ayırmak, böyle partiler için daha anlatımcı olur.
Kategorik olarak ikiye ayrılan eleştiri, bir, içeriden yani bu partiyle aynı kulvarda olan yapılanmaların ya da bu partiyle paralel düşünen öznelerin yapmış oldukları eleştiriler.
Bu cenahtaki eleştirilerin veya eleştirenlerin ortak özellikleri, aynı odaktan referans alma çabaları ve bunun yanında da halka uğraş edindirdikleri politikalardır. İşlevlerinin ikili karakterinde ki halkı “politikayla uğraştırmak” demogojik karakterli olgu olmasıdır. Asli görevlerinin “sahibine ses olma” ise, kongrelerinin seyre konu olmasıdır.
Aynı kulvarda olan partilerin ana karakterde ortaklaşmaları, onların tamam da aynı oldukları anlamına gelmez. Kimi yapılar bu anlamıyla tarihsel yaşanmışlıklar ile ele alındığı zaman, daha doğru anlatıma tabi tutulmuş olurlar.
Ada parçasında ki var olan partileri anlamaya çalıştığımız zaman, bunlar içerisinde bir tanesi vardır ki, özellikle ayrı tutulması gerekmektedir.
O, UBP, ulusal birlik partisidir.
UBP’yi, kuruluş tarihi ile ele almak, bu partiyi anlamaya çalışmakta işe yarısını çözmüş olarak başlamak demekle eş değerdedir. Parti; tarihi içerisinde mayalandığı alana baktığımız zaman, partinin, ada’nın taksimi sloganı ve TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) ile alınması doğruyu anlamamıza en iyi yoldur.
UBP, TMT yapılanması içerisinden oluşturulmuş bir partidir.
TMT; TC devletinin kontrgerilla örgütlenmesinin ada da vücuda getirdiği, tamamen dış odak denetimli bir yapıdır. Askeri kanat, kontrgerilla biriminin atadığı elemanlarca yönetilirken bunun siyaset düzeyindeki, legaldeki anlatımcısı ise Kıbrıs Türk Toplumu yöneticiliği ile Denktaş’tır.
Ada da taksimi kalıcılaştırmak TC derin devlet politikasının ana prensibi olması, yerelde bu anlayışı UBP’nin siyaset sahnesine sokmasıdır.
Dolayısıyla şöyle bir değerlendirme yapmak yanlışa düşürmez bizi. UBP, ada parçasında TC devletinin; topluma kendi politikasını yayma ve uygulama partisidir.
UBP, TC devletinin ada parçasındaki koç başıdır.
Durum bu iken; bu partiye yönelik olarak ilkesel karşı duruştaki politik yapılanmalar ve politikacılar bu yapıya eleştirilerini/teşhirlerini nasıl yapılandırmalıdırlar. Karakterleri gereği çizgi ötesinden politik duruşa karşı olduklarından dolayı, eleştirilerini/teşhirlerini tam da cepheden yöneltmek zorundadırlar. Karşı cepheden yürütülmeyen siyasi faaliyetler, bu partinin ana karakterini gölgeleme tehlikesini de beraberinde getirebilir.
Ötesinde ise; eleştiriler teşhir noktasında yürütülmediği zaman, karşıdaki partilerin karşı duruşları gölge almaya başlar ve bu da toplumda anlatılmak istenenin anlatılamaması tehlikesini beraberinde getirebilir.
Şüphesiz ki; siyaset açıklamaları bu şekilde yapılırken, madem ki her şeyin kaynağı TC politik hedeflerinden kaynaklanıyorsa o halde UBP’nin fonksiyonunu anlatmaya gerek yoktur yanlışlığına düşmeye meydan verilmemelidir.
Evet, her şey TC politik hedefleriyle yürütülmektedir ama bu UBP’nin olmazsa olmaz karakterini unutmamıza vesile olmamalıdır. Ki bu, UBP’nin: dışarıdan örgütsel ve siyasal kurgulamanın ada parçasındaki ifadesi olduğu gerçeğini bilince çıkarmak, bilinçte tutmaya denk düşmek demektir.
Yakın zamana kadar başta UBP olmak üzere, türev yakınlığı içerisinde bulunan partilerin önemli bir kolaylıkları vardı. Bu kolaylık aynı zamanda onlara “bağımsız politika” yapıyoruz anlatımına neden olan mali katkıların kullanım biçimlerinde tanın kısmı özerklikti.
Son dönemle birlikte, mali kaynakların daraltılması ve doğal olarak kısmı özerkliklerin kaldırılmasından kaynaklanan teferruatta laf geveleme durumları, bu partiye farklı bir karakter kazandırmamaktadır.
Bura da, bu anda önemli olan; siyasal teşhircilikte “son dönem politikaları” nı da güncelleyip tutum alışlar ona göre yapılmalıdır.
Özcesi:
UBP, askeri ve demografik işgale karşı olan politik hatlar açısından, onun tarihsel konumu dikkate alınarak, karşıdan eleştirilmek ve teşhir edilmek zorundadır.
Unutmayalım ki, UBP toplumsal tabandan (Kıbrıslı toplum) ne kadar soyutlanırsa ada sorunu da çözüme o oranda durma noktasında olacaktır.
Onlara meşruiyet gücü aktarmak anti işgalcilerin görevi değildir.
ALİ SARITEPE

13 Aralık 2010 Pazartesi

"AYIRIMCILIĞA KARŞI MÜCADELE EDECEKLERMİŞ!!!!"


"AYIRIMCILIĞA KARŞI MÜCADELE EDECEKLERMİŞ!!!!"



İŞGALCİ SÖMÜRGECİ Emperyalistlerin TAŞERONU TC devleti, Kıbrıs'ın kuzeyindeki işgalci sömürgeci politikalarını demokrafik yapıyı değiştirerek varlığını sağlam temellere oturtmak amacıyla taşıdığı nüfusu kontrol eden gerici faşist örgütlenmeleri “Halkın Adalet Konseyi” (HAK)nde biraraya getirerek 'AYIRIMCILIĞA KARŞI MÜCADELE EDECEKLERMİŞ!!!!"

Şu derneklere iyi bakınız;

KKTC Karadeniz Kültür Derneği,
KKTC Anadolu Kültürünü Yaşatma Derneği
KKTC Hacı Bektaş-ı Veli Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Derneği,
Atatürkçü Yaşam Derneği, Antakya Medeniyetleri Derneği,
KKTC Gaziantepliler Kültür ve Dayanışma Derneği,
KKTC Doğu ve Güneydoğu Kültür Derneği,
Kıbrıs İnsan Hak ve Özgürlükleri Derneği,
Demokratik Haklar ve İnanç Platformu (DEHİP),
KKTC Anadolu Kültür ve Dayanışma Derneği,
KKTC Din Görevlileri Sendikası,
KKTC Çukurovalılar Derneği,
AK Hataylılar Derneği
KKTC Din Görevlileri Birliği

Bu mücadele öncelikle TC İŞGALİNİN ve SÖMÜRGECİLİĞİNİN DEVAMI İÇİNDİR.

Bu mücadele burjuva anlamda bir çözüm olması halinde (ki bu aşamada emperyalist ABD,AB,İngiltere ve taşeronları TC ile Yunanistan'ın KIBRIS üzerindeki çıkarlarını dengeleyemediklerinden çözüm görülmemektedir) varlıklarını KIBRIS'ta devam ettirerek TC'nin yedek ve güvence sağlayan gücü olmayı sağlamaya yönelik uzun erimli projenin parçası olduğu ortadadır.


Pazartesi 09:16   13 Aralık 2010 Kıbrıs gazetesi
Ayrımcılığa karşı mücadele edecekler
TC kökenli dernekler, “HAK” adıyla sivil inisiyatif kurdu

  Yeni oluşturulan “Halkın Adalet Konseyi” (HAK), dün basın toplantısı düzenleyerek ilkelerini ve hedeflerini açıkladı.   KKTC Karadeniz Kültür Derneği, KKTC Anadolu Kültürünü Yaşatma Derneği, KKTC Hacı Bektaş-ı Veli Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Derneği, Atatürkçü Yaşam Derneği, Antakya Medeniyetleri Derneği, KKTC Gaziantepliler Kültür ve Dayanışma Derneği, KKTC Doğu ve Güneydoğu Kültür Derneği, Kıbrıs İnsan Hak ve Özgürlükleri Derneği, Demokratik Haklar ve İnanç Platformu (DEHİP), KKTC Anadolu Kültür ve Dayanışma Derneği, KKTC Din Görevlileri Sendikası, KKTC Çukurovalılar Derneği, AK Hataylılar Derneği ve KKTC Din Görevlileri Birliği’nin katılımıyla oluşturulan HAK’ın, “halk arasında tırmandırılmak istenen ırkçı, partizan, sömürücü yaklaşımlara karşı durmak ve bu hususlarda çözüm üretilmesi yönünde projeler üretmek” için kurulduğu savunuldu.   Oluşumun temel amacının, “sosyal hukuksal, ekonomik, kültürel, sağlık, eğitim, iş hayatı, spor ve manevi alanlarda yurttaşlık bilinci yaratmak ve halkın taleplerini ifade ederek etkili ve kalıcı çözümler üretilebilmesi için mevcut mekanizmaya işlerlik kazandırmak” olduğu belirtildi.   Arabahmet Kültür Merkezi’nde dün saat 12.00’de gerçekleştirilen basın toplantısında, HAK Sözcüsü Tekin Söylemez konuştu.   Söylemez, HAK’ın çok geniş tabana haiz sivil bir inisiyatif olduğunu, siyasi bir yapılaşma amacı gütmediğini, ‘Siyaset için değil adalet için’ duyulan toplumsal gereksinime binaen kuruluşunu tamamlamış, halkın hissiyatına tercüman olmayı amaçlayan yeni bir oluşum, vizyon, bakış açısı olduğunu anlattı. Söylemez, HAK’ın temel ilkelerini de şu şekilde sıraladı:   “Demokrasi ve hukuk kurallarına bağlılık esas alınacaktır. Adalet ve dürüstlük değerleriyle ulusal ve manevi değerlere bağlı kalınacaktır. Yurttaşlık bilincinin geliştirilmesi için ayrımcılıklarla etkili mücadele edilecektir. Kaynağına bakılmaksızın her türlü hak ihlalinde mağdur olanın yanında taraf olunacaktır. Uzlaşma kültürü esas alınacaktır. İdari yönetimin doğru ve adil işlemesi için siyaset yakından izlenecektir. Halka sonucu ne olursa olsun bilgiler kesinlikle doğru aktarılacaktır. Yurttaşların refahı ve yücelmesi için Konsey üyeleriyle dayanışma bilinci’ teşvik edilecektir. Farklı sivil toplum kuruluşlarıyla etkin iletişim kurulacak ve işbirliği yapılacaktır. Kitle iletişim araçlarından yararlanılacaktır. Gerektiğinde seminer, sempozyum ve paneller düzenlenecektir.”   Söylemez, “Bizler HAK olarak ülkemizde tartışma konusu yapılmaktan hiç çekinilmeyen; ancak düşüncelerine, ne hissettiklerine, neler söylemek istediklerine hiç değer verilmeyen, bu ülkeye her ne şekilde olursa olsun gelmiş ve uluslararası hukuk kuralları doğrultusunda ikamet etme hakkı kazanmış ama bir türlü kabul görmemiş insanların sesi olacağız” diye konuştu.   Halen sürmekte olan ve Birleşmiş Milletler aracılığıyla tekrar yeni bir ivme kazanan toplumlararası görüşmelerde birçok konunun yeniliklere gebe olduğunu belirten Söylemez, bu görüşmelerin bir kısmının da “yerleşik veya göçmen” olarak anılan veya Güzelyurt, Karpaz, Mesarya ve diğer bölgelerde yerlerinden olacak, ikinci bir göç yaşayacak olan insanlarla ilgili olduğunu dile getirdi.   Bugüne kadar kurulmuş olan hiçbir danışma kurulunun içinde bu insanları temsil edecek tek kişinin olmadığını üzülerek takip ettiklerini savunan Söylemez, hükümetlerin ve kamu kurum ve kuruluşlarının yapmış oldukları hataların bedelinin hiçbir şekilde halka ödetilemeyeceğini ifade etti.   Söylemez, bunun önüne geçilebilmesi için halkın duygu ve düşüncelerine önem verilmesi ve isteklerinin dikkate alınması gerektiğini dile getirdi.   Bu değerlerden hareketle, uygulandığını iddia ettiği her türlü ayrımcılığa, partizanlığa, adam kayırmacılığa, ırkçılığa derhal son verilmesi, tamamen kanun dışı yöntemlerle uygulanan istihdam ve sınır dışıların durdurulması, devlet hastanesi ve okullar başta olmak üzere kurumlarda yaşanan ayrımcılığa son verilmesi, ucuz işgücü uygulamasının sonlandırılması ve mevcut mevzuata uygun hareket edilmesi, tüm bu sorunlara sosyal hukuk devleti anlayışı çerçevesinde ivedi, hissedilebilir ve kesin çözümler üretilmesi gibi bir dizi önerileri olduğunu kaydeden Söylemez, önerileri doğrultusunda gerekli her türlü önlemin alınmasını sağlayabilmek adına, seçimleri boykot etmek de dahil olmak üzere her türlü demokratik haklarını kullanacaklarını duyurdu.



SANCILANMALAR-ALİ SARITEPE



Üretme ortamında bulunan ya da üretme ortamına giren her canlı; koşulların yeni biçimi dolayısıyla, varlığının yeni haliyle kendisinde birtakım dışavurumların ortaya çıkmaya başladığını hisseder.
Bu dışavurumların en belirgin hali; o canlının bünyesinde yeni olanın kendini yaşatmak için kendine yer açma mücadelesini verdiği üreme ortamının kendisinde hissettiği sancıdır. Her yeni, eski varlığın sonucudur. Yeni eskinin sonucu olmasına rağmen; onun tekrarı değil, aksine onun üst halidir. Bu haliyle de, yeni eskinin inkarı ve ondan kopuş halinin ifadesidir.
Her sancının yeniyi yaratacağı gibi bir belirlemeye girmek, sancılara mutlak sonuçlar yüklemek gibi anlamalar yükler. Bu da sancısı olan olguyu/ortamı sağlıklı değerlendirme imkanlarından uzaklaştırır. Olgu da ki kimi sancılar; yeninin müjdecisi gibi gözükse de, kapsamlı bir bakış sonucu; sancının, yenin habercisi değil, olgunun/ortamın kimi hallerinden kaynaklanan, aslı anlatmayan yalancı sancılar olduğu görülür. Bu tip yanılsama sancıları, çevresinde beklenti ve merak uyandırsa da herhangi bir yeni şey’e tekabül etmeye denk düşmez.
Diğer bir durum da; olgudaki/şey’de ki sancı, yeninin başlama/başlangıç hali iken, olgunun kaldıramayacağı veya ona tekabül etmeyen etkileme/müdahalelerin soncu olarak ortaya çıkan yeni şey’dir. Kendi doğal seleksiyonunu yaşamayan bu yeni şey, erken olmanın nedenlerinden dolayı ortaya çıkan sonucun premetu olmasıdır. Ortaya çıkan yeni şey’in hali, o şey’e özel ilgi gösterilmesine, hassasiyet gösterilmesine gereklilik yaratır. Özel ihtimam gösterilen yeni şey; varlığını devam ettirmeyi başarırsa, onun doğum halindeki eksikliklerinden dolayı yen şey hastalıklarla malul olur, gerek dışarıdan gelen ve gerekse de bünyeden kaynaklanan özelliklerinden dolayı, müdahalelere açık olma durumunda kalır. Bu müdahaleler onun yaşama şansını çoğaltacağı gibi, yaşamını da ortadan kaldırabilir.
Bunlardan başka; en az bunlar kadar önemli olan diğer bir şey daha vardır.
Yeni, kendisine vücut veren ortamın gerekliliklerinin tümünü bünyesinde toplamıştır ve hayata merhaba demek için sabırsızlıkla beklerken, doğumun bir türlü gerçekleşememe hali ya da ortamda ki bir aksiyonun güçsüz veya gücünün olmaması hali. Böyle bir durumda; yeni, eskinin içinde zehirlenmeye başlar, bu aşamada müdahaleler yapılmaya başlamış olsa bile, yeni zehirlenerek ölmüştür ya da zehirlenmiş olarak yoğun bakıma ihtiyaç duyar.Onun yanında; yeni’yi yaratmış olan ortam yeni’nin kendisinden ayrılmadığı/ayıramadığı için, o ortam da zehirlenmiş olur, uzun süreli hastalıklara tutulmuş olur. Ve yeni’nin tekrardan oluşması meşakkatli olur.
Asl olan; yeni’ye varan geçmiş süreci doğru analiz etmek ve yeni’ye yol açmalara yerinde dokunmalar yapmaktır.
Bu bap tan bakıldığı zaman:
Ada parçasında; bundan yarım asra yaklaşan yıllarda yapılan müdahalelerle suni doğum yaptırılmıştır. Suni doğumdan yaratılan “yeni şey”, yaşamına devamlı olarak suni teneffüsler yaptırılarak devam ettirilmeye çalışılmıştır.
Her ne kadar; ortaya çıkarılmış olan “yeni şey” ortamın rahatsızlıklarının yanlış/bilinçli yanlış sonucu ise de, “yeni şey” bu haliyle ölüme yürütülecek ve tamamen çok farklı yeni şey olacaktır. Ya da doğurultulduğu eski ortamı yeniden laboratuar ortamına alarak, ondan çıkarılan sonuçla sağlıklı hale getirilmeye çalışılacaktır.
“yeni şey” doğurultulduktan kısa süre sonra, üzerinde tartışmalar, denemeler, çözümlemeler süreçlerine girmiş olsa da; özellikle çözümleme de iki ana bakış ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Birincisi; doğurtulan “yeni”nin, ölüme götürülerek hiçleştirilmesi, yoklaştırılması.
İkincisi; doğurtulanın, sürecin tüm yanlışlıklarını gözlem altına alıp, buradan “yeni şey”i sağlıklı yeni şey haline getirme anlayışı.
Birde bu ikisinin dışında, arada üçüncü bir şeymiş gibi duran, aslıda ise “Birinci”nin kapalı hali olan ara durak vardır, yapı olarak “birinci”yi hedefleyen son duraktır. Yapı olarak karakterleri bu olmasına rağmen, yapıdaki bileşenlerden “ikinci”ye akacak olanları da akılda tutmak bir gerekliliktir.
Açımızdan baktığımızda asl olan “ikinci”lerin durumudur.
Her ne kadar, kendilerini anlatımları ve anlamaları itibariyle kendilerini karşıda konumlandırmış iseler de, hayatın gündeliğinde, sunulanın üzerinden yürümelerini aşamadıklarından dolayı, onlar da hızla açmaza doğru gitmektedirler.
Açmazlarının onları götüreceği son nokta ‘öyle’ bir tını olma tehlikesidir.
Halbuki; yarım asrın yaşanmışlıklarının toplamalarının sonucu olarak, her zamandan daha fazla “yeni şey”e dönüşme/hayat vermek imkanları ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu da; yaşanmışlıkları tek tek ele aldığımızda bunların aynı zamanda yapılmamamsı gerekenlerin toplamı olduğunu görürüz. Dolayısıyla da, yapılması gerekenler kısmı daha net olarak ortaya çıkmaktadır.
Yeni şey’e taraf olan özne ve özne yapılarının kendi anlatım ve kurgularını senkronize haline getirip, pratik duruş sergileyebilmeleridir.
Şüphesiz ki, her duruş kendi anlatımı ve pratiğini doğru görme noktasındadır. Bunda her hangi bir ayıp yoktur. Unutmayalım ki, anlatımlarımızı yaparken bir birleriyle teke tek’te ilintileri olmayan bir sürü harf, bir araya getirildiğinde ve uyumlulukları yaratıldığında; kelimeler, cümleler, paragraflar ve metinler olmaktadır. Halbuki, bunların yalın haline baktığımızda ancak kendileri olmaktadırlar.
Bir “dilbilimci hassasiyeti” ile en iyi uyum ve en iyi anlatımı yaratacak bir şekilde tek tek harflerden senkronize bir dil yaratmak gerekmektedir. Böyle bir senkronize yaratılırken, bu uyumun tek tek harflerin karakterlerini ve bunların özgün toplamalar olduğunu bilince çıkarmak “yeni şey”e en doğru haldir.

ALİ SARITEPE

6 Aralık 2010 Pazartesi

KIRILMALAR YARATMAK!-ALİ SARITEPE



Politik mücadeleler tarihine baktığımız zaman, gerek özgüllerde ve gerekse de genelde olsun kırılmaların olduğunu görebilmekteyiz. Bu kırılmalara baktığımızda ise, oluşan kırılmaların irademiz dışında ki koşulların egemenliği sonucu olduğu görülmektedir. Dolayısıyla ortaya çıkan bu “kırılma” tablosunu anlamak ve ona yönelik olarak yeni veya tamlayıcı söz söylemek ya da şey(ler) yapmak veya yeni şey(ler)le tamlamalar yapmak durumunda olunulur.
Bugün gelinen noktada; ekonomik, politik ve sosyolojik olarak işgal öncesinden de başlayarak oluşturulmaya çalışılan ve gelinen noktada oluşturulmuşta olan yapı; tıkanmanın en açık hali ile ortada durmaktadır.
TMT döneminden “Türkten Türke” ana bellemesiyle oluşturulan, ada ekonomisinin parçalandırılması, örgütlendirilmesi ve siyaseti beraberinde; ne kadar varsa o kadar olan Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk ortak yaşamınıda yok etmeye yöneltmiştir.
74 işgal harekatı ile birlikte; geçmişte başlatılan bu planın, artık engelsiz bir şekilde uygulanmasının önünü sonuna kadar açmıştır.
Burada her iki tarafın solcularının ve birliktecilerinin yapmış oldukları ya da imkanların; onların doğruları geliştirme becerilerine yeterince imkan tanımadığı koşulları koyarak; bugün bir yol ayrımının olması gerektiği koşullar kendisini dayatmış bulunmaktadır.
Gerek toplum, gerek federal devlet ve gerekse de bağımsız devlet döneminde olsun, yaşamın içerisinde ki TC devlet uygulamaları; bir biçimiyle ‘anlama’ya çalışılırdı. Bu anlama özellikle Kıbrıslıtürk toplumunda özellikle içselleşmiş durumunda idi. Adalı sosyalist ve devrimcilerinde ise genel eğilim, TC devlet uygulamalarının analizi yerine; Türk ve Rum toplum eksenli analizler şeklinde olmakta idi.
Ada kesiminde siyasete soldan bakan partilerin yaşamlarında elçilik ve aslı ile uyuşmak, onay almak belirleyici konumdaydı. Adalı toplumda; kendisinin azaldığı çoğalmaların siyasi, ekonomik ve toplumsal sonuçlarını düşünmeden bu paydaşlaşma içerisinde aktif olduğu da bir sır değildir.
Sol da da “Deniz Bitti”
Son yapılan başkanlık ve genel seçimlerde görüldü ki: Ada parçasında yapılan seçimlerde kendisini soldan tanımlayan partilerde; mevcut yaşamın sadece payandalarıdırlar. Onlar payanda oldukları oranda yönetilme katında ilgiye mazhar olmuşlardır. Ve onlarda, tüm politikalarını ana politikanın ekseni üzerinden yerelleştirmişlerdir. 
Ada parçasının ekonomisi; Türkiye’nin safra ekonomisi olmuştur. Safra ekonomi (kara para, kadın ticareti, kayıt dışı ekonomi) ile ekonomi yaratılmaya çalışılırken, bu sisteme karşı köktenci bakmayan her boydan ve her soydan siyasi yapılar; TC’nin ‘yardım’ olarak aktardığı maliye imkanları üzerinden, ‘KKTC’de ‘devlet’ yönetme taliplileri olmuşlardır.
Ana şemsiyesi: Askeri işgal, demografik işgal, adalı toplumu yutma ve ada kesimini fiilden hukuka geçirerek ‘anakaraya’ katma projesi içerisinde fink atma siyaseti, toplum nazarında da sona gelmiş bulunmaktadır.
Yıllardan beridir ada parçasına yönelik olarak yapılan “işgaldir, işgal edilmiştir” anlatımı, bugün, özellikle ekonomi-politikalar uygulamaları ile toplumun da dikkatine çıkmış durumdadır.
Ne yapılmalı.
Eski tip ajitasyon ve propagandaların mevcut durumda yetemez olacağı aşikar bir durumdadır. Ada parçasında; toplumla birlikte düşünsel ve örgütsel karılmaların ve bunun üzerinden yarılmaların yaratılması gerekmektedir. Bu anlamıyla tarafımızdan kaynaklanan bir kırılma yaratılmalıdır ve bu kırılmanın çekirdeklerinin sosyalistler olmamsı sonuca en az yanlışlıkla varmanın da garantisi olacaktır.
Önümüzde ki Cum.başkanlığı seçimleri, karılmanın ve yeniden yarılmanın/yapılanmanın katalizörü olmalıdır.
Kaç yıl olacaksa, o zaman hedeflenerek; şimdiden bir kampanya açılmalıdır. Bu kampanya da adalıların seçimde oy kullanmayacakları ve adanın işgaline son verilmesi geniş anlatımı metni ile “Ülkemiz Bizimdir” gibi üst yazı ile adalı insanların imza kampanyasına taraftar olmasına sağlayıp, seçim arifesinde toplanan imzaları BM örgütüne, AB ve TC’ye kitlesel basın toplantısı ile sunulmalıdır. Ve bu kampanya da en önemli husus sadece “sadece” adalılardan imza istemek olmalıdır.
Ve bu kampanya, iki üç yıla yayılan bir kampanya olacağından topluma ulaşmanın zaman sıkıntısı olmayacaktır. Bu kampanyaya hizmet eden kısa erimli kampanyalar da dönemin özgünlüklerine göre düzenlenmelidir.
Burada, dikkate alınması gereken önemli bir yan vardır. O da; ada ya getirilen nüfusa öteleyici bir dilin asla kullanılmamasıdır. Kampanya uluslar arası hukuktan güç almalıdır.
Böyle bir kampanya, adalı toplumu; esas doğrular üzerinden siyaset yapmaya çekecektir ve siyaset bu anlamda gerçekler üzerinden yapılandırılmış olacaktır. Toplumun ‘bi haber’ olduğu görüşmeler, böyle bir gerçekleşmeden sonra, sahiler konuşmasına geçilebilecek ve Birleşik Kıbrıs gerçekliğine kavuşulmuş olunacaktır.

ALİ SARITEPE

2 Aralık 2010 Perşembe

KURUCU PARTİLER VE YAŞAM BİÇİMLERİ-ALİ SARITEPE

Kurucu partiler; kuruluş sürecinde, toplum içerisinde taraftarlarını örgütlü hale getirmek ve amaçlarını toplumsal iradeye dönüştürmek için yaşamlarını düzenlemeleri, onların olmazsa olmaz halleridir. Ve bu yaşamlarını yaratmaya çalışırken de örgütlenmelerini geniş ve disiplin ekseni üzerinden düzenlemeye çalışırlar.
Kurucu ve dönüştürücü karakterde ki bu tür partiler; sürecin bu aşamasında öncü ve önder olma konumunda kendilerini tutabilmek, kendilerini yaşamdan ötelemeyecek düşünsel ve eylemsel hassasiyetler içerisinde olurlar.
Kurcu/dönüştürücü karakterleri, amaçlarının hasıl olmasından sonra bu tür partiler, kendi konumları anlamında yeni bir süreçle karşı karşıya gelirler.
Kuran/dönüştüren parti; yeni oluşmada/devlette, kendisinin öncülük halleri; parti örgütsel ve düşünsel yaşamının devlete egemen olması süreci ile birlikte, doğal olarak tüm toplum ilgilenmesi karakterinden dolayı kendisi de devlet içerisinde bir olgu/karakter haline gelmeye başlar. Dolayısı ile de; kurucu/dönüştürücü güç, kurduğu/dönüştürdüğü gücün etki ve denetimini de girmeye başlamış olmaktadır.
Bu tür partiler mücadele çizgilerinde ki ilk hedeflerini vardıktan sonra, kendilerini yeni süreç içerisinde, bir anlamıyla geçiş sürecinde ikili karakterde bulurlar.
Onların bu ikili karakterleri:
Kurucu/dönüştürücü dönemde ki önderlik saygınlığı/prestijinden dolayı, toplumda psikolojik hegemonyaya sahiplerdir. Bu sahiplik kullanımında öndeki ve önder kadrolar bakımından onlara sağlanan bir kolaylık haline dönüşür. Kazanım olan bu kolaylık, hayatın pratiğinde karşılaşabilecekleri kimi zorlukların aşılmasında onlara hareket etme zemini sağlar.
İlk sürecin örgütsel belirleyici gücünün bu önderliklere avans olarak dönüşmesinin doğal adı da kuşkusuz ki güvendir.
Kuruluş yada dönüşüm sürecinin ‘hemen’i içerisinde parti, hızla kadrolarını dönüştürürken, olgunun ana noktalarına nüfuz etmelerini sağlamaya çalışır. Geçiş aşamasında parti, hükmedici/karar verici konumundan, kadrolarını yeni alanla kaydırmasıyla birlikte fonksiyonunu; volan kayışı/güç aktarma aktarımı ve toplumsal dayanak yaratma konumuna çeker.
Sürecin buraya evrilmesi olgunun amaç sonuçlarıdır. Çünkü; parti en geniş alana etki etmeye çalışırken, devlet; tüm alanları denetler/kontrol altında tutar. Kurucu/dönüştürücü sürecin egemeni ve yöneticisi olan parti; hızla, kurulan ve dönüştürülen olgunun tamlayanı olur. Sürecin bu hale evrilmesinin en büyük nedeni; parti, önder kadrolarının devlet yönetme noktalarına geçmeleridir. Bu güçler; yeni konumları ile devlet yönetmelerini yaparken diğer taraftan, parti üzerinde ki vesayetlerinin devamını sağlamaktadırlar.
Bu yeni durumun partiye yansıması şekli ise, topluma önderlik etme konumundan hızla uzaklaşması şeklinde olmaktadır.
Parti; siyasal ön açıcılık fonksiyonundan uzaklaşır, örgütsel gücü de, devletin herhangi bir ayağı konumunda olur. Parti bu noktadan sonra, değişime/dönüşüme karşı düşünsel tıkaç, pratikte ise engelleyici konumuna dönüşmüş olur. Toplumla, çok hızlı bir şekilde yabancılaşma sürecine girer. O, artık topluma yabancıdır. O, devletin çizmiş olduğu sınırlar içerisinde, devletin bekasının toplum siyasetinde ki koruyucu konumundadır.
Bu tür partileri dönüştürmek ya da dönüşümüne yön vermek, her zaman yeni bir parti yaratmaktan çok daha zor olmuştur. Daha açıkçası, boşuna harcanan çaba olmuştur. Onlar artık yaşanmışlığın tarihsel hafızası ya da tarihin arşivleri olma durumunda kalırlar.
Bu anlatımlar ışığında CHP’ye baktığımızda:
Müdafaa cemiyetleri, bu partinin; Cumhuriyet Halk Fırkasının yönetici gücüdür. Bu güç, müdafaa cemiyeti (Rumeli ve Anadolu Müdafaa Cemiyeti) yönetme yapısı ise, esas olarak İttihat ve Terakki Fırkasının ana gövdesinin ta kendisidir.
Devletin kuruluş sürecinde, Halk Fırkası kadroları vasıtasıyla hızla devleti kurma ve yönetme sürecine girmiş ve bu sürecin belirleyeni olmuştur.
Fırka; devlette egemen olma gelişimiyle orantılı olarak gücünün özelliklerinin kendisinden uzaklaşmasıyla karşılaşır. Bu uzaklaşma CHF/P’ye karşı duruş değildir. Devletle partinin iç içeleşmesi ve devamında da partinin, devleti koruyan parti haline dönüşmesidir.
CHP; devleti kuran parti halinden, devletin partisi/devleti koruyan parti olma esas haline dönüşmesi onun esas halidir. 70-78 aralığındaki kimi çabaları,ona yeni anlamlar yükleme yanlışlığına bizi düşürmemelidir. O zaman aralığında ki kimi söylemleri (ortanın solu), o dönemde Türkiye İşçi Partisi ve Üniversite gençliğinin devrimci,sosyalist karakterinin yaratmış olduğu zorlamaların sonuçlarıdır.
Dolayısıyla bu dönem, partinin arınma ve dönüşme dönemi olmamıştır.
TC devletinin var oluşumunda ki tarihi; CHP parti tarihi ele alınmadan asla değerlendirilemez. Aynı şekilde CHP tarihini ele alırken TC tarihini de ele almadan bir değerlendirme yapılamayacağı gibi. Kaldı ki; bu tür değerlendirmeler yapmada, İTF (İttihat ve Terakki Fırkası) tarihini de yanımızda tutmak, yakın tarihi anlamamıza üç ayak olmaktadır.
Bugünün gündemi yapılmaya çalışılan; CHP dönüşümü sorusuna bu pencereden bakmak en doğru haldir.
Ortak tarih ardiyesine baktığımızda (İTF-CHP-devlet), tarihte; “gayri müslüm” etniklerin mal varlıklarına/sermayelerine el koyma vardır. Yine bunların bu topraklardan ayrılması için yaratılan her türlü hukuki ve pratik zorluklar vardır. Keza 1915 katliamının pratik sonuçlarının toplanması vardır. Alevilerin ötekileştirilmesi ve Kürtlerin katliamlara uğratılması vardır.
Geçmişin bu kadar kirliliğinden, utançlığından, kendisini hiçbir biçimde azade edemeyecek olan bir partinin kendini dönüştürmesi ne kadar mümkündür.
CHP geçmişini anlayıp ve geçmişini eleştiri süzgecinden geçirmeden, kendisini yenileyebilmesi mümkün mü dür.
Parti ve devletin tarihi aynı zaman da haksızlıkların tarihinin ortak hafızasıdır. Var oluşlarının başından beri bu karakterleri, onların ana karakteri olmasından dolayı, köksel dönüşümleri ancak teşhir ve pozitif inkarlarla sağlayabilirler.
O da zaten yeni şeydir.
CHP karakteri gereği, bunu yapabilir mi?

ALİ SARITEPE