16 Ocak 2011 Pazar

GELEN TÜRK(MÜ) GİDEN TÜRK(MÜ)-ALİ SARITEPE


Bir dönem “KKTC”de sayım yapılsın çağrılarına, Rauf Denktaş’ta somutlaşan söylemdi, “gelen Türk, giden Türk”. Ve dolayısıyla ada parçasında ki nüfus hareketliliğinin anlam farklılıkları yaratmadığı, içerikte yoksunlaşmaya dönüşmeyeceği anlatımı idi.
1974’te ki “Barış(!) Harekatı”ndan sonra; Türkiye’den işgal edilmiş bölgeye getirilen insanların bu ülkeden herhangi bir getirilişi değildi. TC’den ada kuzeyine gitmek isteyen insanlara ön verme anlayışına tekabül etmeyen bu demografik hareketlendirme, getirildiği yerler anlamında dikkate tabi tutulursa, bunun arkasında demografik hareketlendirmenin ikili karakteri olduğu görülmektedir.
Türkiye’den buraya rastgele nüfus hareketliliği yapılmamıştır. Kaba bir gözle de olsa ada parçasına baktığımızda Trabzon, Hatay, Adana, Antalya, Adıyaman gibi bölgelerden aktarımlar olduğu görülebilmektedir. Dolayısıyla da, ada parçasına yönelen nüfus hareketliliği bölgeler noktalı yapılmış olduğu görülebilmektedir.
Acaba bu hal kendiliğinden ortaya çıkan bir durum mudur yoksa bilinçle üretilip, pratiğe dökülen bir plan ya da planlamamıdır. Bu soruya sağlıklı bir yanıt verebilmek için Osmanlı ve Osmanlı son dönem yaşanmışlıklarının bilince çıkarılması, bize oldukça açıklayıcı bilgiler verebileceği düşüncesindeyim.
Osmanlı imparatorluğunun aynı zamanda halklar cenderesi olduğu, ulusların kendilerini ifade etme haklarlını kullanma sürecinde bu topraklarda birden fazla devletin ortaya çıktığı, günümüze ulaşan hakikatlerdir.
Tam da bu dönemde; İttihat ve Terakkinin Balkanlarda hezimetle sonuçlanan savaşta yönetici güç olması, ona aynı zamanda yeni(!) politikalarını uygulama zemini de sağlamıştı.
Edirne sınırlı Müslümanlaştırma-Türkleştirme politikası. Bu politika; Balkanlarda ki Müslümanları Anadolu’ya ve Rumeli’ye çekme politikası ve bunun devamı olarak kendi plan sınırları içerisinde olan halkları dışarıya gönderme/yönlendirme, bir biçimiyle imha etme ya da imha olma koşullarına sürülmeleri. Hedeflenen topraklarda bu tür uygulamalar yapılırken, sınır(!) boylarını güvenceye almak içinde, buralarda halen kalan farklı halkları Anadolu içlerine sürme plan uygulamaları yapılmıştır.
Bu dönemde yapılan bu tür faaliyetler, asla gelişigüzel yapılmamıştır. Merkezi planlamalar; yerel çalışmaların/incelemelerin yol göstericiliğinde yapılan uygulamalar olmuştur. Bunlar, tarihçilerin yapmış olduğu tarih çalışmaları ile ortada duran gerçeklerdir.
Bu meyanda; TC’nin ada parçasına yapmış olduğu demografik hareketlilik, bölgelerin geçmişleri anlamıyla farklı karakterlilikler taşıyıp taşımadığını da aklımıza soru işaretleri olarak takmaktadır.
Trabzon ve havalisinin Pontus devleti olduğu ve burada Rumların ve Ermenilerin yaşıyor olması. Adana bölgesinin ise tarihsel olarak Kilikya bölgesi olduğu ve burada da Ermeni-Rum nüfusunun yoğun olduğu. Keza Antalya-Teke bölgesinin ise Rum yoğunluğuna sahip olduğu. Kaldı ki, Hatay bölgesinin Arap karakterli olması ve 1930’ların son yıllarında yapılan referandum neticesinde TC sınırları içine girmesi, aklımıza etnisite olgusunu getirmemesi mümkün değildir.
Osmanlının kuruluş döneminden bu yana Müslüman etnik politikasının, onun olmazlarından biri olduğu hakikati ortada dururken bu soruyu kendimize sormamız bir zorunluluk olarak durmaktadır.
Ada parçasının işgalinden sonra yapılan etnik hareketlilik, Osmanlı etnik arşivleri esas alınarak yapılmış olduğunu göstermektedir. Kendi getirdikleri bölgelerden kalanlarının Türkleşmiş olduğu bu topluluklar, ada parçasına getirilerek köklerinden kopartılmakta ve buraya yerleştirilmesi neticesinde de ada parçasında tam manasıyla Türkleştirilmiş olmaktadırlar. Hatay göç ettirilmişleri kendi topraklarında Arap’ken ve üstelik Sünni ya da alevi Arap’ken onlar bugün ada parçasında Türktürler.
Dolayısıyla ortaya şu çıkmaktadır.
Adaya yapılan nüfus aktarımı, bu insanların Türkleşmesi operasyonunu tamamlamış olmaktadır.
Ada, TC’nin Türkleştirme sahasıdır.
Diğer boyotu da, aktarılan nüfusun yoğunluğu itibari ile Kıbrıslıtürk iradesi egemenliğinin yok edilmesi düzenlemesi yapılmıştır. Ada kültürü erozyona ve yok olmaya başlamıştır.
Ada parçasından gidenlere baktığımızda ise, gidenlerin mutlak kısmına yakını başta İngiltere olmak üzere Avrupa ve Amerika’ya gitmiştir, gitmektedir.
İşgal gerçekleştirildiğinden beri, ada parçasına taşınan nüfus tamamen kontrol altında bulundurulmakta ve bununda ötesinde, bölgesel dernekler ve lokaller oluşturularak; getirilenlerin birbirlerini kontrol altına tutmaları sağlanmaktadır. Bu örgütlenmeler aynı zamanda “sivil” tepkilerin konulması gerektiği anlarda da, bu tür faaliyetler onlara yaptırılmaktadır.
Görüldüğü üzere; Osmanlı fetih politikasında yapılan uygulamalar ve planlamalar, tarihsel miras olarak TC tarafından da en eksiksiz bir biçimde yapılmaya devam edilmektedir.
Sonuç olarak:
Gelen Türkleştirilmekte giden de kimliksizleşmektedir.




ALİ SARITEPE

7 Ocak 2011 Cuma

KEMERLER NEREDE SIKILIR

KEMERLER NEREDE SIKILIR
TC’nin almış olduğu karar gereğince, ada parçasında, ekonominin geldiği yer bakımından kemer sıkmanın kaçınılmaz bir gereklilik olduğu karar altına alınmıştı. Geçmişte de bu ve buna benzer ekonomik tedbir paketleri güncelleştirilmişti.
Ada parçasına yönelik olarak Türkiye devlet politikasında alınan ekonomik önlemlerin tümünde paketlerin dışında kalan/bıraktırılan iki alan vardır.
Ada parçasında ki asli halkın Türkleştirilmemsi ve İslamlaştırılmasına yönelik, parçada ki örgütlenmelerin yapmış olduğu ve yapacağı giderlerin bu ekonomik önlemler paketinin içerisinde olmadığıdır.
Türkleştirme ve İslamlaştırma; TC devletine tarihinden/geçmişinden miras kalan ve bu günde aynı kararlılıkla uygulanan politikaların dokunulmazlık halidir.
TC devletinin doğumuna vesile olan, Osmanlı devlet geleneklerinin bu günde döneme uygun yenilenerek aynı özle, bu konuyla ilgili olarak politikalarının yürürlülüğü devam ettirilmektedir.
Osmanlı; toprak fethetme savaşlarında, kendisine kattığı/bağladığı yerlere mutlaka Müslüman nüfus taşımaktadır. Yine aynı zaman diliminde Osmanlı gayri müslim tebasından düzenli olarak gençleri toplayarak bunları Müslümanlaştırmak ve Osmanlılaştırmak için devşirme okullarında eğitime tabi tutmaktadır.
Osmanlı devleti; toprak edinme savaşlarından sonra kendisine kattığı yeni alanlara Müslüman topluluklar göndererek/ihraç ederek, bu topraklar üzerinde nüfus alanında da güç odakları yaratmakta ve bu odaklar üzerinden yeni Müslüman topluluklar yaratmaktadır. Ve buradan da topladığı genç insanlarla hem Osmanlı asker kaynağı yaratmakta hem de devşirme yönteminin sonucu olarak gayri müslüm tebayla kan bağlı ilişki yaratmakta idi. Burada yaratılan bu ilişki biçiminin rızaya dayanıp dayanmaması olgunun belirleyicisi değildir.
Böyle bir geleneğin mirasçısı olan TC devleti de, ilişkide olduğu ya da işgal altında tuttuğu alanlarda Müslümanlaşmayı, Hanefi-İslam yaşam anlayışını odak haline getirmeyi esas aldı. Kaldı ki, ülke sınırları içerisinde farklı dinlerden mezheplerden olan topluluklara bile başta Diyanet Başkanlığı olmak üzere, yasal ve yasadışında(!) bulunan dini cemiyetlere, cemeatlara imkanlar ve politikalar oluşturarak, bu işi halen bile yapmaktadır.
Hanefi-İslam din anlayışı egemen kılınmaya çalışılırken, aynı zamanda bu Türkçülük ile taçlandırılmaktadır.
Ada parçasında, bu politikalarını ana çalışma meselesi yaparken TC devleti; kendisinin aktarımı olan eğitim kurumları aracılığıyla da bu işe entelektüel karakter katmaktadır.
Dolayısıyla, ada parçasındaki diyanet kurum etkinliklerinin ve eğitim kurum etkinliklerinin ana amacı; burada ki asli halktan Türklüğe iliştirilmiş farklı bir ‘halk’ yaratmaktır.
Bu politikalar bu şekilde hayata geçirilirken, bunlar, işgal sonrası politika uygulamalarıdır.
TC devletinin Kıbrıslıtürkler politikasına baktığımızda çok daha evveliyata sahip olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Ada ya gönderilen öğretmenler(!) ve ders kitaplarıyla ada da Türkçülük politikası yapılmaktadır. Aynı zamanda üniversite tahsillerini yapmak için TC üniversitelerinde sağlanan kolaylıklarla, geleceğine payandacılık yapacak olan devşirilmiş unsurlar yaratılmaya çalışılmıştır.
Hal böyle olunca, ada parçasında dayatılan ekonomik önlemler ve kemer sıkma politikalarından bu alanda kısıtlamalar yapılmaması amaç hedeflerinin gerekliliğidir.
Tüm alanlarda olduğu gibi, bu alanda da politika belirleyici konumunda olan TC devleti; politikalarının tümünde, ada parçasının özgün kimliğinin yok edilmesine, eritilmesine yönelik harcamalardan kaçınması, onun ana politikasını terk etmesi anlamına geleceğidir.
Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Hanefi-İslam ve Türkçülük politikası anlayışının egemen olması için yapılanlar, devamlılıklar sağlanarak uygulanacaktır.
“KKTC” bütçesinin kısıtlanmayan en önemli iki faslı bunlardır.


ALİ SARITEPE