13 Kasım 2012 Salı

SÖMÜRGECİNİN İŞGALCİNİN ÖRTÜSÜ KKTC

http://bagimsizlikcephesi.blogspot.com/2010/11/kktc-somurgeci-isgalci-kontrgerilla.html

"KKTC" : SÖMÜRGECİ- İŞGALCİ Kontrgerilla Cumhuriyeti TC'nin Kıbrıs'taki ÖRTÜSÜ

"KKTC" : SÖMÜRGECİ- İŞGALCİ Kontrgerilla Cumhuriyeti TC'nin Kıbrıs'taki ÖRTÜSÜ
KKTC” İlanı TC'nİn 12 EYLÜL'ünün Sömürgeleştİrİlen Kıbrıs'ın Kuzeyİndekİ İfadesİdİr!
“KKTC” Sömürgeci- İŞGALCİ Kontrgerilla Cumhuriyeti TC'nin Kıbrıs'taki Örtüsüdür.
KONTRGERİLLA Cumhuriyeti 15 KASIMLAR'da da ÇIPLAKTIR. Kıbrıs'taki Örtüsü ''KKTC" Olsada!
15 Kasım halklarımızın yüzüne çarpan diğer acı günlerden birisidir.
Ülkemiz Kıbrıs'ın geçmişten bugüne neden ve nasıl geldiğini bilmeden ne bu acı günlerden ve sonuçlarından kurtulabiliriz ne de geleceği sağlam zemin üzerine kurabiliriz.
Kıbrıs, eski çağlardan beri önce yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ve sonraları da Ortadoğudaki stratejik önemi nedeniyle hep işgal edilmiş ve Kıbrıs halkları kendi özgür geleceklerini kendileri belirlememiş , belirleyememiştir.Kıbrıs’ın tarihi işgaller tarihidir dersek yeridir.
KIBRIS'ın tarihini kısaca M.Ö 1500-58 ESKİ MISIR, HİTİT, AKA, MİKEN, FİNİKE, ASUR, MISIR, PERS, PTOLEMİ(Mısır) işgallerini ,M.Ö 58-M.S 324 Roma,M.S 324-649 Bizans,M.S 649-965 Arap Müslüman,M.S 965-1191 Bizans, 1191-1192 Templar Şövalyeleri,1192-1489 Lüzinyan,1489-1570 Venedik,1570-1878 Osmanlı,1878-1960 İngiliz,1960 KC kuruluşu (türkiye,yunanistan ve ingiltere'nin garantörlüğünde (Vesayeti altında),1963-74 Halkların kırdırılması,1974- Adanın ve halkların bölünmesi ve garantörler arasında paylaşılması ve işgalleri olarak özetleyebiliriz.
20nci yüzyıl başlarına kadar sürekli başka devletlerin boyunduruğu altında kalan Kıbrıslılar,ekonomik,sosyal ve benzeri baskılar karşısında dayanamamış ve işgalcilere karşı da ayaklanmışlardır.Ancak isyanları hep kanlı bir şekilde işgalci devlet güçleri tarafından bastırılmıştı.
Sömürgeden Garantörlü “Cumhuriyet “ Paylaşımına
İkinci Emperyalist paylaşım savaşı sonrası Kıbrıs’ta da daha ileri boyutlarda gelişmeye başlayan İngiliz sömürgeciliğine karşı mücadele kısa süre sonra emperyalistlerin adada Türkiye ve Yunanistan’ın sömürgeci çıkarlarını da gözeterek kurdurdukları EOKA ve TMT faşist örgütlerinin kurulması ile bastırılmış ve halklararası içsavaşa dönüştürülmüştür.Bu savaş sürerken yapılan görüşmeler ve varılan anlaşmalar sonrasında 1960 16 Ağustosunda Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.
Kıbrıs Cumhuriyeti devleti emperyalist İngiltere , sömürgeci Türkiye ile Yunanistan ve onların Kıbrıs’taki türkleştirilmiş,yunanlılaştırılmış işbirlikçilerinden oluşan EOKA ve TMT faşist örgütlerinin halklara karşı uyguladıkları ve halkları birbirine kırdırarak yürüttükleri savaş sonucunda çıkarlarını dengeleme üzerine kurdukları bir devlettir.
Bu devlet Kıbrıs Halklarının tümünün eşit haklara sahip olması üzerinden değil, halkları birbirine boğazlatmaya yönelik türk ve yunan milliyetçiliğini egemen kılmaya yönelik , türkleştirilmiş,yunanlılaştırılmış işbirlikçi burjuvazilerin çıkarlarını dengelemiş kapitalist üretim ilişkilerine sahip bir burjuva devletti.
Ülkenin bir kısmı (Dikelya,2.5 Mil ve Ağrotur,Piskobu bölgeleri- İNGİLİZ ÜSLER BÖLGESİ- hava,deniz limanlarıyla karayolları ve birçok bölge üzerinde de lojistik v.b kolaylıklara sahip olma hakkını,garanti ve İttifak anlaşmasına ek olarak sağlamıştır.) İngiltere’nin işgaline bırakılırken,İngiltere,Yunanistan ve Türkiye kurulan devletin garantörü oldular ve Kıbrıs’a alay düzeyinde askeri birlik çıkardılar.
Kıbrıs, böylece Emperyalist İngiltere'nin sömürgesinden Kıbrıs Cumhuriyeti'ne geçerken bağımsızlığını değil, bizzat ülkenin bir kısmını ve bağımsızlığını da emperyalist İngiltere ve ABD emperyalizminin yeni sömürgelerinden Türkiye ve Yunanistana teslim etmiştir.
Kıbrıs Cumhuriyeti devleti Kıbrıs Halklarının kendi geleceklerini belirleme haklarını kullanmalarının sonucu olmadığı gibi, tümünü kapsamamakta ve sadece Türkiye ile Yunanistan’ın egemenliğindeki halklara tabi kılınmaktaydı.
Kıbrıs halkları sadece iki halktan değil,Kıbrıs’ta içiçe birlikte yaşayan maronice,ermenice,latince,türkçe ve rumca konuşan halklardan oluşmaktadır.
1960 Ağustos ayında kurulan sözde bağımsız ama özünde bağımlı devlet,kuruluşundan çok kısa bir süre sonra emperyalistler, sömürgeci devletler ve işbirlikçilerin arasındaki paylaşım kavgaları, halkları yeniden birbirine kırdıran çatışmalara dönüştürülmüştür.Çatışmalar halkları birbirine düşmanlaştırırken,biryandan da türkleştirilmiş ve yunanlılaştırılmış burjuvaların egemenliği altında kendi kimlikleri yokedilmeye, asimile edilmeye çalışılmıştır. Azınlıktaki diğer halklar ise kendilerini koruma ve yaşamak amacıyla egemen olan burjuvazinin isteklerine boyun eğmişler ve asimilasyona karşı pasif direniş sürdürmüşlerdir.
Garantörlü “Cumhuriyet “ Paylaşımından Bölünerek Paylaşıma
Temmuz 74 ülkemiz Kıbrıs'ın yakın tarihinde acıların yaşandığı,halkların birbirinin canına kıydığı ve birbirinden zorla sınırlarla ayrıldığı,ülkenin bölündüğü ve herbir parçasının işgalci ve sömürgeciler tarafından fiilen işgal edilerek sömürgeleştirildiği bir aydır.
15 Temmuz 1974 Faşist Yunanistan Cuntasının Kıbrıs'taki Yunanlı Subayların komutasındaki Rum Milli Muhafız ordusuyla gerçekleştirdiği darbe ve bu darbeyi gerekçe göstererek 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluş anlaşmalarının ekindeki İttifak ve Garanti Anlaşmalarına dayanarak Kıbrıs'a çıkarma yapmış ve doğu batı istikametinde adayı kuzey ve güney olmak üzere ikiye bölecek TC devletinin işgali gerçekleştirilmiştir.
20 Temmuz 74’teki TC devletinin Kıbrıs’ın kuzeyini işgali ile sonuçlanan emperyalistlerin(ABD,İNGİLTERE) adayı bölerek gerçekleştirdikleri operasyon kuzeydeki halklara özgürleşme olarak sunulmakta , güneydeki halklara ise sadece Türkiye’nin işgali olarak sunulmaktadır.
1974'ten 1980 12 Eylül askeri faşist darbesinin sivil faşist hükümete devrine kadar olan süreçde ülkemizin TC tarafından işgal altında tutulan bölgesine, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki (Osmanlının işgal ettiği ülkeleri islamlaştırma ve kendi egemenliğini sağlamlaştırma için kendisine sadık nüfus taşıma işlemleri ) uygulamaların geliştirilmiş şekillerini uygulamıştır. Kuzeyden güneye kovulan müslüman olmayan türkçe konuşmayan Kıbrıshalkları yerine,yerlerine,malllarına el konularak ''GANİMETLEMİŞ'' ve Türkiye'den taşıdığı nüfusu yerleştirerek dağıtmıştır.Nüfus taşırken esas amaç olarak da , bir yandan türkçe konuşan halkı ''Kıbrıs Türkü " Kıbrıslı Türk" etnik tanımı içerisinde tutarken, yeterince de TÜRK ve İSLAM görmediğinden Türkleştirmeyi ve İslamlaştırmayı hedeflemiştir.
Aynı dönemde ve halen TC'nin işgali altındaki Karpaz bölgesi başta olmak üzere diğer yerleşim birimlerinde kalan müslüman olmayan türkçe konuşmayan halklar sistemli bir baskı,yıldırma ve benzeri baskılarla güneye kovulmaya devam edilmiş ve edilmektedir.
12 EYLÜL'ün Sömürgeleştirilen Kıbrıs'ın Kuzeyindeki İfadesi ,TC'NİN ‘’KKTC” ilanıdır!!!!
12 Eylül darbecileri yürütme yetkisinin birkısmını sivil faşist hükümete devrederken ABD emperyalistlerinin de onayı ile Kıbrıs'ın kuzeyindeki Sömürgeci işgal yönetimi olarak alt yönetimini oluşturan Kıbrıs'ın kuzeyindeki işbirlikçileri için Kuzey Kıbrıs'ı da ekleyerek isimlendirdiği yönetimine 15 Kasım 1983'te KaKaTeCe ismini vermiş ve bunu da (taşınan nüfus ve işbirlikçileri dahil) onaylatmıştır.
Türkiye'de 12 Eylül'le İthal İkameci Sanayileşme Modelinin terki ve yerine İhracata Dönük Sanayileşme modelinin konulması demek olan 24 Ocak 1980 kararlarının uygulanması için gereken ortamı hazırlandıktan sonra,Kıbrıs'ın kuzeyinde de buna uyum sağlama amacıyla engel oluşturabilecek her alana müdahale edilmiştir.
Bununla da yetinmeyerek Türkiye'deki 12 Eylül Anayasa'sının bir kopyası olan Sömürge Yönetimi anayasasını da işbirlikçileriyle birlikte onaylatmışlardır.
“KaKaTeCe” İŞGALCİ Sömürgeci Kontrgerilla Cumhuriyeti TC'nin Kıbrıs'taki Örtüsüdür.
Kıbrıs'ın kuzey yarısında işgalci TC'nin kontrolunda kurulan " Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti" TC devletinin bir devamı ve parçasıdır.Yani Kontrgerilla Cumhuriyetinin bir alt yönetimi olarak işlem görmektedir.
*Kıbrıs'ın kuzeyindeki Sömürge Yönetimi TC MGK'sının Kıbrıs ayağı olanKoordinasyon Kurulu denilen yönetim organından oluşmuştur.
Kıbrıs'ın kuzeyinde sömürgeci işgal yönetimini oluşturan KOORDİNASYON KURULU (Türkiye'deki MGK'nın alt birimidir.) ÜST ve ALT KOORDİNASYON Kurullarıyla egemenliği elde tutmaktadır. Bu kurullardan ÜST KOORDİNASYON KURULU MGK kararlarına uygun kararları almakta ve ALT KOORDİNASYON KURULU ise alınan kararların ''alt yönetim,acenta hükümet'' tarafından uygulanmasını yürütmektedir.Kısaca yürütmeden sorumludur.
Koordinasyon Kurulu ;
Üst Koordinasyon kurulu üyeleriolan TC Lefkoşa Büyükelçisi,Kıbrıs'ın kuzeyin işgal altında tutan kolordunun 6 generali (Korgeneral,3 tümgeneral ve 2 tuğgeneral) ve alt koordinasyon üyeleri ile yerel idarenin “cumhurbaşkanı”ile “başbakanı”'ın katılımıyla olağan toplantıları ayda bir kez cumhurbaşkanlığında veya TC elçiliğinde;
ve ona bağlı ;
Alt Koordinasyon kurulu üyeleri olan TC Lefkoşa büyükelçiliği müsteşarı,Özel Kuvvetler Komutanlığına Bağlı Sivil Savunma Teşkilet Başkanı TSK'dan bir kurmay albay, TSK'ya bağlı Özel İstihbarat Başkanı (legal ismi olan Sivil İşler ve Halkla İlişkiler Başakanlığı ) bir kurmay albay, yerel idarenin “cumhurbaşkanı müsteşarı “ nın katılımı ile 15 günde bir toplanarak biryürütme organı olarak çalışmaktadır.
*Yerel İdarenin “ parlamanto=meclis” dedikleri yer ve içindeki işgalcininişbirlikçileri, TC devletinden (MGK) Koordinasyon kuruluna ve koordinasyon kurulundan alt koordinasyona ve ondan sonra başbakanlık üzerinden gelen yasa tasarılarını “yasalaştırarak” SÖMÜRGE VE İŞGALİN örtüldüğü yerdir.
Kıbrıs Sorunu , BOP ve Görüşmeler
Ülkemizin coğrafik yapısı ve bulunduğu coğrafya dikkate alındığı zaman (Ülkemizde yeraltı,yerüstü zenginlikleri emperyalistlerin iştahını kabartacak miktarda olmadığı için onların gözünde stratejik değeri önem kazanmaktadır), Ortadoğu ve Akdenizde egemenlik kurmak isteyen emperyalist kapitalist devletlerin Büyük Ortadoğu Projesi ve benzeri projelerini ( emperyalist projelerden biri de Avrupa Birliği'dir) gerçekleştirmek için stratejik öneme sahip ülkemizi egemenlikleri altında tutmak,kaybetmemek veya elde etmek için paylaşım savaşlarını, kavgalarını sürdürmektedirler. Amaçlarına ulaşmak için de her yolu mübah saymaktadırlar.
Bir yanda Emperyalist İngiltere,Bölgede güç olmak isteyen ABD emperyalistlerinin işbirlikçisi ve onu desteğinde AB'ye girmeye çalışan Türkiye ve işgalindeki bölge ve AB'nin içindeki Yunanistan'la onun işgalindeki bölge;
Diğer yanda birbirine kırdırılan düşmanlaştırılan ezilen Kıbrıs Halkları ve egemen ülkelerin halklarıyla, ortadoğu halkları.
Kıbrıs sorununu çözülmesini emperyalist kapitalist ülkelerin insafına bırakıyoruz. Sorunun kaynağı emperyalistler kapitalistler olduğunu,onların egemenliklerini sürdürmek ve ülke üzerindeki paylaşımlarını garantiye almak yada yeni haklar elde etme üzerine kurulu projelerinin bir parçası olarak önce böldükleri ada ve halklarını şimdi sözde birleştirme adına toplumlararası görüşmeleri destekliyor ve de önerileriyle de 'yardımcı' oluyorlar.
Görüşmelerle ilgili komitelerin hiçbirinde ülkenin bağımsızlığı için emperyalist,sömürgeci ilişkilerden kurtulma yönünde irade ve öneri dahi olmadığı;
Halkları şovenizmden arındıracak ve kardeşleştirecek somut irade ve çalışmaların olmadığı;
Ülke içindeki insan haklarını ve canlarını hedef almış, hedef alan her tür uygulama ve örgütlenmeyi hedef alan bir irade ve çalışmanın olmadığı;
Tam tersine mevcut emperyalist sömürge ilişkilerini sağlama alan ve yeni emperyalist AB'ın da çıkarlarını düzenlemeye çalışan bir görüşme sürecinden herkes payına birşeyler koparmaya çalışıyor.Emperyalistler ve onların işbirlikçilerinin çıkarlarının dengesi sağlanırsa bir anlaşma olur,ama yeniden bir paylaşım kavgasının başlamasına kadar süren bir anlaşma.
Böyle bir anlaşma da Burjuvazinin anlaşması olur,barışı olur.Ama ezilenlerin,halkların anlaşması ve barışı olmaz.
Peki böyle bir durumda Kıbrıs Halklarının gücü yetmiyor diye emperyalistlerin desteğinde yapılan görüşmelerin tarafı mı olmamız gerekir?
Hayır.
Ne yapmalı?
Bütün bunlar apaçık ortada iken İşgalci sömürge yönetiminin Anayasasının demokratikleştirlebileceğini savunanların kendilerini hala ilerici devrimci olarak Kıbrıs Halklarına yutturmaya çalışmaları siyasal ikiyüzlülüktür. Özeleştiri yaparak sömürgeci işgalcinin yüzünü teşhir edemeyenlerin DEVRİMCİ mücadele veremeyeceklerini deşifre etmenin zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Kıbrıs'ta bağımsızlık,özgürlük ve sosyalizm için verilecek devrimci mücadele, genelde kuzey ve güneyin birlikte ortak mücadelesinden , özelde ise kuzeydeki ve güneydeki emperyalist ABD İngiltere'nin taşeronluğunu da yapan sömürgeci işgalciye/işgalcilere karşı ilkeli,tutarlı,tavizsiz bir sınıfsal örgütlenmenin önderliğindeki mücadeleden geçecektir.
Bu mücadele yürütülürken Kıbrıs devrimcileri olarak bağımsızlık ve sınıfsal mücadelenin önündeki engeller başta olmak üzere yaşadığımız alanlardan başlayarak ideolojik,teorik,pratik mücadele yükseltilmeli ve buna paralel olarak da eleştiri-özeleştiri mekanizması yaşama geçirilmelidir.
Bütün bunlar yapılmazsa,devrimcilikleri kendinden menkul kuzeydeki ve güneydeki kişiler/örgütlenmeler bir yandan emperyalizme,kapitalizme,sömürgeciliğe ve işgale karşı olduklarını söyleyecekler ama somuta gelince kuzeydeki işgali görürken ne güneydeki nede ingiltere'ye üs olarak verilmiş bölgelerdeki işgali sömürgeciliği gözardı edilecek ve görmezden gelinecektir. Ve örneğin kuzeyde aynı zamandaİşgalci sömürge yönetiminin anayasasının demokratikleştirilmesi mücadelesini esas alacak çalışmalara ağırlık verilecek;Bu reformist düzeniçi muhalefet yürütenler , bu ''anayasanın'' yapılması için harcadıkları emekten sözederek demokratikleştirilebileceği umudunun kitleler arasında yayılmasına yardımcı olma konusunda hiçbir sakınca görmiyeceklerdir.
Güneyde ise KC'nin bağımsız ve tüm kıbrıs halklarına ait bir cumhuriyet olduğu yalanları ile işgalci TC'ye karşı kurtuluş için yunanistan komutasındaki RMMO'nun silahlandırılarak güçlendirilmesi savunulmaktadır. Bir İşgalcinin ordusuna dayanarak öteki işgalcinin ordusuna karşı KURTULUŞ,bağımsızlık sağlanamaz.
Halkların mücadelelerinin önünün açılması için, bu devrimcilikleri kendinden menkullere karşı ideolojik mücadele yükseltilmelidir.
Ülkenin komünistlerinin,devrimcilerinin,demokratlarının , halkların kardeşliğini savunanların önlerine koyacakları en acil görev özelde ezilen ülke halklarının, işçi sınıfının, ezen ülkeler ve ortadoğudaki ülkelerinin, genelde dünya halklarıyla kardeşleşmesini ve işçi sınıfının birliğini teoriden pratiğe geçirecek örgütlenmeyi gerçekleştirmek olmalıdır.
KIBRIS HALKLARININ BAĞIMSIZLIK,ÖZGÜRLÜK VE SOSYALİZM CEPHESİ bu temelde örülmeli ve BAĞIMSIZLIK,ÖZGÜRLÜK VE SOSYALİZM MÜCADELESİ YÜKSELTİLMELİDİR.
KURTULUŞ EMPERYALİST ABD,AB,İNGİLTERE VE SÖMÜRGECİ YUNANİSTAN İLE TÜRKİYE’de DEĞİL,KIBRIS HALKLARININ ELLERİNDE.
BAĞIMSIZ KIBRIS.BÜTÜN HALKLAR KARDEŞTİR.
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ VE İŞÇİLERİN BİRLİĞİ.
YAŞASIN KIBRIS HALKLARININ BAĞIMSIZLIK,ÖZGÜRLÜK VE SOSYALİZM CEPHESİ.
BAĞIMSIZLIK CEPHESİ
13 Kasım 2010

15 Eylül 2012 Cumartesi

ÖLÜMÜ KUTSAMAK İLE YAŞAMI ÇAĞIRMAK ÜZERİNE


ÖLÜMÜ KUTSAMAK İLE YAŞAMI ÇAĞIRMAK ÜZERİNE


Bu ülkede egemenler de, emekçi yığınlar da ve ne yazık ki kendine devrimci, demokrat, ilerici ya da komünist diyenler de hala ve hala ölümle besleniyorlar. Egemenleri anlıyoruz, emekçilerin yabancılaşmış yapısıyla düzenin hegemonyasında ölümü kutsallaştırmasını, ölümü hoş görü ve de aynı zamanda takdir-i ilahi deyip benimsemesini de anlıyoruz. Peki kendisine devrimci diyenlerin ölümü kutsamasını ve de sözde kurtuluş uğruna bu memleketin en değerli evlatlarını “canlı bomba” edip, kolay yetişemeyenleri sırf geçici-göreli mücadele koşullarına isyan misali “ölüme yollamasını” nasıl kabul edebilir yürekler ve beyinler?

Etmiyoruz, kabul etmiyoruz, benimsemiyoruz. Kim ne derse desin kabul etmediğimiz gibi, sürekli karşı çıktık. Nitekim çeşitli hareketlerin FEDA EYLEMİ dedikleri eylemlere her daim karşı çıktık. Bunların insan yaşamı, insan yaşamının inanç-değerler ve de ahlakın sınandığı bir alan olmadığını, bir devrimci ya da komünistin ölümle değil yaşamla sınanması gerektiği ve de en iyi devrimci-komünistin yaşayanları olduğunu iddia ettik, savunduk, yaşamın her alanında hakim kılmak için uğraştık.

Bir komünist, bir devrimci her türlü savaş olanağı ortadan kalktığı anda yaşamını ortaya koyabilir. Bir harekette öyledir. Yaşam ile ölüm sıkıştırmasında tercih teslim olmak değil, savaşıp ölmekse elbette savaşarak ölmeyi hedef alır. Ama kendi canına kast ederek çıkışı mümkün olan içinden bir tavrı övmek, yaşatmak, dayatmak devrimci değildir, komünist ise hiç değildir.

Teslim olduğunda öldürüleceğini bilen, işkence ile katledileceğini bilen Zehra Öncü gibi gerilla deneyimlerinde olduğu gibi sözde teslim olur gibi yapıp el bombasını patlatarak düşmanın üstüne yürümek başka şeydir. Ama diğer yandan sırf FEDA eylemi diyerek bir karakol önünde kendi canına kast etmek farklı bir şeydir. Burada yaşam ile ölüm konusunda ciddi bir kavram kargaşası yaratılır sözde devrimcilik adına.

Devrimci ya da komünist öncelikle yaşamak, yaşatmak için vardır. Ölmek ya da öldürmek için değil asla. Kendi canı onlarca düşmanın canından daha değerli olan bir devrimcinin, sırf bir düşman gidecek diye kendini katletmesini herhangi bir insanın anlamayacağı gibi, biz gibi komünist devrimcilerin de algılaması olanaksızdır. 

Yaşadığımız süreç Diyarbakır Cezaevi ve de 12 Eylülün hemen ertesi süreç değildir. Yaşadığımız süreç F tipleri ve onların henüz yaşama geçirildiği süreç değildir. Yaşadığımız süreç, devrimci hareketin daha çok kadro, ilerici, demokrat, komünist öncü, lider insanlara ihtiyaç duyduğu bir süreçtir. 

Düşmanla eşit koşullara sahip değiliz zaten. Düşmanın üstünlüğünü kıracak geniş emekçi-sınıf hareketini yaratmanın daha da öne çıktığı bir dönemdeyiz. Her kadro ya da militanın değerinin daha da öne çıktığı bir süreçteyiz. Böylesi bir süreçte böylesi dinci gerici fanatizmi çağrıştıran intihar eylemlerini öne çıkarmak kesinlikle insani değildir. Bırakınız ilerisini.

Düzenin “şehit edebiyatını” kıskanan sözde TDH yine aynı edebiyatla yanıt veriyor ne yazık ki düzene. Halbuki komünizmin ruhu ve kendisi insan, insanca yaşam üstüne kuruludur. Dinci “şehit” kelimesi bile bu bağlamda TDH’nin ne kadar geride ve düzene endeksli, ondan ne derece etkilendiğini gösteriyor. Bilindiği üzere “şehadet”, dini ve ulvi amaçlar uğruna yaşamını feda edenler için kullanılır etimolojik olarak. Devrimciler nasıl böyle bir kelimeyi kendilerine, literatürlerine sokarlar, gerçekten anlamak mümkün değil bazen.

İnsan yaşamının ucuz olduğu vahşi emperyalist kapitalizmde bırakınız bir devrimcinin yaşamı; sıradan bir işçinin kanına bile sahiplenen, sahiplenip mücadele etmesi gerekenlerin kendilerine bu derece yabancı bir işin içinde olmalarını görmek oldukça acı veriyor komünist devrimcilere.

Bizler ölümü değil, yaşamı çağıranlardanız ilan oluna. Her daim bunu yüksek sesle söyledik, söylemeye ve de yaşatmaya devam edeceğiz. Ölümü, yok oluşu övüp onu kutsayanlar, aynen egemenlerin yolunda yürümeye devam ediyorlar. Savaş içinde zorunlu, kaçınılmaz ölümler değildir sözünü ettiğimiz. Sözünü ettiğimiz FEDA eylemi denilip insanların ölüme bilerek gönderilmesidir. 

Yabancılaşma, kendine, insana, emeğe, gelecek değerlere her bakımdan hakim bulunuyor. Komünist devrimcilerin ise daha da çok yol alması gerektiği bununla birlikte açığa çıkıyor. İşin kötü tarafı, hiç kimse ya da grup, hareket ve sözde komünist geçinenlerin bu durumu eleştirmemesi, sessizlikle onaylaması ya da bu eylemleri dolaylı onayladığını belirtiyor olmasıdır. Acı gerçek, acıttığı gibi, GERÇEKLER ACITIR. Kendi gerçeğiyle hesaplaşamayanların dünyayı değiştiremeyeceği açık, net ve kesin bir gerçektir. 

İşçi sınıfının bilimsel ideolojisi, yaşam biçemi ML yaşamın üstüne kuruludur, ölümün üzerine değil. Bu çıplak gerçeklik her daim akılların en üstünde tutulmalıdır.

13.09.2012

Mahmut Halil CAN ( Sendiren )


http://ateshirsizi.com

23 Ağustos 2012 Perşembe

KİRLİ SAVAŞ SÜRÜYOR; ŞOVENİST IRKÇILIK KIŞKIRTILIYOR


KİRLİ SAVAŞ SÜRÜYOR; ŞOVENİST IRKÇILIK KIŞKIRTILIYOR

Antep’teki bombalı saldırı, öncesi ve sonrasında şovenist provokasyonlar hız kesmiyor. Emekçi çocuklarının cenazeleri Anadolu’ya geldikçe ırkçı linç hareketleri yaşamın her alanında provoke ediliyor. Bu oldum olası Türk sömürgeci faşist diktatörlüğünün en sıkça kullandığı taktiktir. Hele ki bu ve benzeri olayları kullanarak Suriye işgalini, Suriye-İran savaşını kışkırtmak ise sonuç olarak ipe daha çok sarılıyor egemenler.

Bu kışkırtıcı faaliyet sadece Kürtler ve PKK’ye yönelik değil; kesinlikle de onu aşan Suriye politikasının bir parçasıdır. Halkları boğazlatacak bir kardeş kavgasının provokasyonudur. Bu anlamda bu açık gerçeği görmek; ona göre politika belirlemek gereklidir.

Zira Anadolu coğrafyasının en sıcak kesimlerinde tüm Avrupalı, Amerikan ajanlarının sayısının korkunç bir düzeyde arttığı; her an provokatif eylemlerin önünün açık olduğu bir ülkede bu hiçte yabancı olmadığımız bir durumdur. Keza PKK açıklamasından da anlaşılacağı üzere eylemi üstlenmemiştir. Bu anlamda bu eylem ve benzerlerinin her türlü provokasyon peşinde koşan emperyalist metropoller ve onların uşaklarının işi olabileceği akla gelmektedir. ( Tabiki şu gerçeği de unutmadan. PKK üst yönetimi genel olarak bu eylemleri direkt olarak üstlenmemekte, TAK gibi ne idüğü belirsiz bir yapıya üstlendirmektedir. Ya da yerel güçlerin üzerine yıkmaktadır. Bu yaşanmamış olaylar değildir. Bu bağlamda eylemin kim ve ne adına yapılıyor olursa olsun; PKK’nin eylem yapılanmasına uygun olmadığını söylemek gerçekleri inkar olur.)

Ve fakat böylesi kritik bir süreçte bombanın patlatıldığı yer, zaman ve koşullar tamamen yukarıdaki teorik tespitin geçerliliğini kanıtlamaktadır. Bu saldırıdan yarar sağlayan onlarca güç var. Sadece Suriye, İran, Rusya, Çin gibi ülkeler dışında her emperyalist grup ya da taşeronu bu eylemi yapmış olabilir. Taşeronun ismi o kadar da önemli değil. ( Sadece TAK ya da PKK olması önemlidir bizce)

Her ne olursa olsun iğrenç, kirli bir savaş tezgahı ya da devamı söz konusudur ortada olan. Ve de halkların kesinlikle karşı durması, Halkların Kardeşliği şiarını öne çıkarması gereken bir kesitte daha da önemlice olmaktadır. 

Savaş, insanlık düşmanı emperyalist kapitalizmin politikayı başka araçlarla sürdürmesidir. BOP gereği Suriye-İran merkezli savaşın en önemli parçasını Kürtler-Kürdistan oluşturmaktadır emperyalistler tarafından. Bu anlamda saldırıların, provokasyonların bu çerçevede artması oldukça olağandır. Önemli olan buna karşı bir bariyer, barikat oluşturmaktır. 

Bütün olarak emperyalist paylaşım savaşları, özel olarak ta Suriye üzerinden Kürtlere karşı onlarca yıldır sürdürülen kirli-özel savaşın taktiklerine karşı Halkların Birliği ve Kardeşliğini bir gerçeğe kavuşturmaktır. Kürtlere karşı yeni yeni linç kampanyalarına karşı Anadolu Halklarının direniş barikatını örmektir esaslı sorun. Şimdi bu görev yeniden yakıcılığını hissettirmekte, varlığını öncelemektedir. 


23.08.2012

Mahmut Halil CAN ( Sendiren )


http://ateshirsizi.com
_____________

21 Ağustos 2012 Salı

KIBRIS'ta KURTULUŞ SOSYALİST DEVRİMDEDİR!

http://bagimsizlikcephesi.blogspot.com/2012/08/asamali-devrim-programi-kucuk-burjuva.html

Aşamalı devrim proğramı küçük burjuva devrimciliğinin azami proğramıdır başlığı altındaki yazıların tümünü incelediğimiz zaman sözkonusu stratejik tesbitin yerinde ve doğru bir tesbit olduğunu da görürüz. Ülke içerisindeki egemen üretim ilişkilerinive buna bağlı olarak sınıfların konumlanışının somut tesbiti biryana bırakılıp, Lenin'in ülkesi koşullarındaki demokratik devrim ve demokratik devrimin sosyalist devrime dönüşmesi stratejik tesbitini günümüzde dünyanın büyük çoğunluğu ülkesinde egemen üretim ilişkisi kapitalizm olması koşullarında da ML ilkesi olarak kabul etmek ve uygulamak ML temel ilkeleri doğru kavramamaktan kaynaklanmaktadır.
Bu yanlış/hatalı kavrama ülke koşullarına uygun devrimci çözümlemelerimizi de yanlış/hata yapmamıza neden olmuş ve olmaktadır.
Bizler de ustaların genel teorik ilkeleri ile çözümlemelerin özelde ülke bazındaki çözümlemeleriyle karıştırdığımız için kopyalama yöntemiyle devrim stratejileri çizdik ve taktiklerini de belirledik.
Örneğin ülkemizin işgal altında sömürgeleştirildiği ve egemen üretim ilişkilerinin sömürgeci emperyalist devletlere bağlı kapitalizm tesbiti yağtığımız halde işçi sınıfının yeterli gelişmediği (nicel ve nitel olarak) çözüm olarak sömürgeci boyunduruktan , işgalden emperyalizmden kurtuluş için İŞÇİ SINIFI ve ona önderlik etme adına Komünist Partisini aynı zamanda demokratik halk devrimin de önderi olma göreviyle de donattık. Demokratik Devrimin ittifakları içerisine de aynı zamanda sosyalist devrimin ittifakında yeralacak devrimden çıkarı olan küçük ve yoksul köylüleri ve küçük burjuvazinin büyük çoğunluğunu aynen koyduk.Çünkü Lenin öyle yapmıştı . Ama unuttuğumuz ve görmek istemediğimiz Lenin bunu ilke olarak değil. Feodal üretim ilişkilerinin de olduğu ve burjuva demokratik devrimin yapılmadığı Çarlık Rusya'sındaki devrim stratejisiydi. Aynı şekilde Çarlık Rusyasındaki sömürge ülkelerin halklarının bağımsızlık mücadelesini de (ki onlar da feodal üretim ilişkilerine sahip ülkelerdi) bu çözümleme içerisinde açıklamıştı.Ancak dünyadaki tüm sömürgelerin kurtuluşunu da demokratik devrime bağlamamış o dönemde dahi sömürgelerdeki egemen üretim ilişkilerine bağlı kurtuluşun sosyalist devrimle olabileceğini gözardı etmediğini öğreniyoruz.

İşte bu gerçekler ışığında geldiğimiz aşamada artık net olarak şunu diyebiliriz ki;

Ülkemizde işgalci sömürgecilerden kurtuluş /bağımsızlık mücadelesinin de zafere ulaşması bir devrimle olabileceğine ve bu devrime de işçi sınıfı ve onun komünist devrimci partisi önderlik edeceğine göre ve demokratik devrimin(burjuva demokratik devrimin yapılmadığı ülkelerle aynı durumdaki sömürgelerin bağımsızlık mücadelelerinde) hedef koyduğu tüm demokratik istemleri sosyalist devrim programında başarılacağından, bugün tüm dünyada emperyalist kapitalizmin egemenliği sürerken dünyadaki büyük çoğunluktaki ükelerde ve bu arada ülkemizde de kapitalist sistem egemen olduğuna göre, bağımsızlık ve halkların özgürlüğü ve işçi sınıfı başta olmak üzere tüm ezilen sömürülenlerin toplumsal kurtuluşları için egemen üretim ilişkisi olan kapitalizmin ve ülkedeki sömürgeci güçlerin içinde bulundukları kriz durumunun ve başta işçi sınıfı olmak üzere devrimden çıkarı olan ezilen sömürülen halkların nitel olarak hazır olmaları durumunda gerçekleştirilebilecek devrimimiz SOSYALİST DEVRİM olmalıdır.


Demokratik devrimde(burjuva demokratik devrimin yapılmadığı ülkelerle aynı durumdaki sömürgelerin bağımsızlık mücadelelerinde) de devrimi yapacak önder devrimci sınıf İŞÇİ sınıfı ve onun müttefikleriyse ve devrimde işçi sınıfı önderlik yapabilecek örgütlenmeye ve bilince(nitel) sahip olması gerekirse ,İşçi sınıfının sayısal (nicel olarak) yetersiz olması onun önderlik yapmasına engel olarak görülmemesi gerekir.
Çünkü devrim için örgütlenmiş işçi sınıfı kendi dışındaki devrimden yararı olacak ezilen sömürülen sınıflarla ( küçük ve yoksul köylüler, küçük burjuva esnaf,zannatkar,memur vb) ittifak kurmak zorundadır ve bu sınıfları devrim için ikna ederek ittifak kurulacağına göre ve komünist devrimci parti ittifak politikasını uygularken stratejik hedefini gizlemeyeceğine , açıkca komünizme varmak için sosyalist devrimin propagandasını yapacağına göre neden aşamalı devrimi savunduğumuzu şimdi daha net olarak görebiliyoruz..

20 Ağustos 2012 Pazartesi

AŞAMALI DEVRİM PROĞRAMI KÜÇÜK BURJUVA DEVRİMCİLİĞİNİN AZAMİ PROĞRAMIDIR

1.AŞAMALI DEVRİM PROĞRAMI KÜÇÜK BURJUVA DEVRİMCİLİĞİNİN AZAMİ PROĞRAMIDIR

2.DEMOKRASİ İKTİDARA DENK GELEN SINIFSAL BİR KAVRAMDIR
TABAN DEMOKRASİSİ KÜÇÜK BURJUVA SOSYALİZMİNİN YANSIMASIDIR

3.DEMOKRASİ,İKTİDAR VE ÖRGÜTLENME SORUNU ÜZERİNE KISA BİR GİRİŞ

4.DEVRİMCİ DEMOKRATLIK VE KOMÜNİST DEVRİMCİLİK


1.AŞAMALI DEVRİM PROĞRAMI KÜÇÜK BURJUVA DEVRİMCİLİĞİNİN AZAMİ PROĞRAMIDIR

Demokrasi sorunu bu ülkede devrim sorunudur. Devrim ve demokrasi ilişkisinin temelinde elbette ülkenin faşist bir diktatörlükle yönetiliyor oluşu yanı sıra, demokrasinin sınıfsal merkezde ele alınmasının da önemi belirleyici öze sahiptir. Zira demokrasi nihayetinde iktidar ilişkisi ile ilintilidir. Egemen olan sınıfın niteliğine göre değişen bu anlayış ya da iktidar etme biçimidir temel olan.

Zira burjuvazinin ister burjuva sözde anayasal-yasal demokratik düzeni de faşist devleti de sonuçta burjuvazi açısından demokratik iken; ezilen sınıflar açısından ise anti demokratiktir. Keza aynı durum işçi sınıfının devrimci diktatörlüğü ya da devleti olan proletarya diktatörlüğü ya da proletaryanın devleti açısından da geçerlidir. Bu devlet ve iktidar ilişkisi ezilen-sömürülen toplumsal sınıflar için demokratik iken; burjuvazi için anti-demokratiktir. Bu anlamda işin sınıfsal mecrasından koparılarak ele alınması ancak ve sadece küçük burjuva ara sınıflar için ve onların çıkarlarına hizmet eder.

Aşamalı devrim programı ya da sosyalist devrimin önüne demokratik devrim diye bir ara aşamanın konuyor olması anti-bilimsel, anti-Marksist, ara sınıflar mücadelesinin kendini ifade ediş biçimidir. Keza demokrasinin yukarıdaki tarifine göre ara sınıfların demokratik bir düzeni, demokratik bir çerçevesi olacağını iddia etmek olanaksızdır. Bugüne kadar ara sınıfların sözde demokratik düzenleri işin esası ve kesin olarak burjuva demokrasisinin devamıdır. Örneğin Latin Amerika ülkelerinde yaşananlar, demokrasinin ne durumda ve hangi sınıf açısından ele alındığının göstergeleridir.

Demokrasi madem sınıfsaldır, madem egemen sınıfın karakterine göre değişendir; bu açıdan dünya ölçeğinde kendini sosyalist gören, kendine devrimci ya da komünist sıfatını yakıştıran ve sosyalizm rüzgârını ardına alan küçük burjuva devrimciliği tekelci kapitalizmin yıkıcılığına karşı kapitalizmin iki temel karşıt sınıfından birisi olan proletaryanın programını kendi düzlemine almaya çalışması gayet normaldir. Fakat önemli ve esas olan sözel, proğramatik olarak bir şeylerin ifade edilmesi, kendine bir şeylerin yakıştırılması değil; bizatihi eylemin kendisidir. Zira Lenin’in ifadesiyle; “ileri doğru atılan her adım, bir düzine programdan daha değerlidir”. Bu bağlamda pratik, teorinin aynasıdır ve doğrulatıcısıdır. Kendisi olmanın adıdır.

Küçük burjuvazinin bu noktada en az büyük burjuvazi kadar elastiki bir noktada durduğu açıktır. Zira rüzgâr ne yönden eserse o yöne dümen kırmak burjuvazinin en önemli özelliğidir. Ara sınıflarında bu bağlamda çıkarlarının da yönlendirmesi ve de diğer yandan Tekelleşmenin, kapitalizmin vahşeti karşısında giderek proletaryaya yakınlaşması sonucu teoride-pratikte de bunun olması doğaldır. 

Ve fakat Tekelci kapitalizmin zirve noktasında, feodalizmin neredeyse kalıntılar düzeyinde olsa bile çözülmüş olması, genel olarak köylülüğün sınıfsal çözülmesi, küçük ve yoksul köylülüğün proleterleşmesi, toprağın köleleri olması neticesinde sınıfsal olarak zaten proletaryanın azami proğramına yaklaştığı açıktır. Anlaşılırdır. Aynı zamanda feodal toprak ağaları çoktan büyük kapitalist üreticiler oldular bile. Ve tarım bütün olarak kapitalizmin çıkarları doğrultusunda işleyen bir yerde olmaktadır.

Demokratik devrim ve aşamalı devrim programını Lenin ile özdeşleştiren anlayış ve kendisini ona yaslayıp aklamaya çalışanların çağımız ekonomik-siyasal-sosyal-kültürel yapısını 1900’lü yılların başındaki Rusya’nın koşulları ile Çarlık koşullarını aynılaştırması, propramatik çerçeveyi kalıpsal biçimde bu düzeye indirmeleri ne hafifinden ahlaksızcadır. Devrimci değişimi, burjuvazinin demokratik sınırlarının ötesine geçirememeleridir. 

Demokratik devrime yüklenen görevlerin hemen hepsi sosyalist proleter devrimin görevleri arasındadır çoğunlukla. Ulusal sorunların hemen hepsinin bile sosyalist devrim kavşağına girdikleri apaçıktır. Uzaklara gitmenize gerek yok; Kürdistan ve Kürt sorunu bile bu çerçevededir artık. Kürdistan açısından bile Ulusal Kurtuluş Mücadelesi sosyalizm çerçevesi dışında ele alındığında burjuva demokratik sınırları aşamadığı gibi; son sınırına kadar zorlamayacağı da kesindir.

Demokratik devrim ile sosyalist devrim ilişkisini faşizmden bir adımda sosyalizme geçilemeyeceği gibi demagojik söylemin ardına gizlenerek yapmaya çalışanların esasen sosyalizme sırtını dönme anlamında olduğu da açıktır. Demokratik devrimin tüm sorunlarını, temellerini bizatihi bütün olarak proleter devrimci sınıf mücadelesinin aşacağı, aştığı kesindir. Buna rağmen hala ısrarla demokratik ve aşamalı devrim savunusu proleter devrimci teorik-pratik bir konumda bulunmamaktadır.

Aşamalı devrim teorisini reddedenleri Troçkizmle suçlayanların da temelleri de yoktur kesinlikle. Zira aşamalı devrim teorisi ne kadar Maoist ise, aşamasız devrim teorisi de o kadar Troçkisttir. Teoriyi ve pratiği sınıfsal temellerinden ve de somut koşulların somut analizinden uzak kılanların devrimci sosyalist bir yerde durmadıkları kesindir.

Aşamalı devrim teorisi ve pratiği gerek ülkemiz açısından ve gerekse de dünyanın ¾’ü açısından geçerliliğini yitirmiş bir temele sahiptir. Zira dünya ülkelerinin ezici çoğunluğu orta düzey kapitalizm ya da onun üzerinde bir yerdedir. Bu koşullarda hala statik bir biçimde yaşamdan kopmuş, yaşamın dinamizmi ve nesnel gerçeğini zerre dikkate almayan yerde duranların komünist devrimci bir platformda yer alamayacakları, olsa olsa hemen tamamen çözülmek üzere olan küçük burjuvazinin devrimci kanadından olacakları açıktır.


01.02.2011

Mahmut Halil CAN ( Sendiren )
http://ateshirsizi.com


2.DEMOKRASİ İKTİDARA DENK GELEN SINIFSAL BİR KAVRAMDIR
TABAN DEMOKRASİSİ KÜÇÜK BURJUVA SOSYALİZMİNİN YANSIMASIDIR


Özellikle SSCB ve geriye dönüşler sonrasında oldukça tartışılan konulardan birisi de demokrasi, sınıfın iktidara katılımı ve komünizmin inşası sorunları idi. Hala bu konu sıkça gündeme gelmekte ve tartışılmaktadır. Ve fakat tartışma sosyalizm-komünizmi ileri taşıma adına değil; daha çok burjuva düzeni ehlileştirme, demokrasi kavramı üzerinden sınıfsal içeriğinin boşaltılması ve sosyalizmin genel olarak proletarya diktatörlüğünün reddine doğru giden bir yere ulaşmaktadır.

Taban demokrasisi dedikleri ucube, sınıfsal içerikten yoksun demokrasi anlayışı da bunlardan birisidir. Zira hangi taban, hangi çerçeve, hangi sınıfsal eylem ve hat ile proğrama göre, amaç-araç ilişkisi sorunu, strateji ve taktik sorunları gibi tonlarca soru ile sorunun boyutları farklıdır. Yani özcesi sorunun temelinde kavrama bakış sorunu, kavramın algılanışı ve onun sınıfsal yeri vardır.

Demokrasi ML anlamda sınıfsal olarak bir idare biçimidir ve genel olarak diktatörlük-devlet anlamında kullanılmaktadır literatürde. Taban demokrasisi denilirken bir yandan da genel olarak yığınların kendiliğinden bilincine ve diktatörlük deyiminin iticiliğine! İstinaden kullanılmaması alt beyinsel duygusunun da yattığı da bir gerçektir bu bağlamda. Zira literatürün reddini de beraberinde getiren bir olgudur bu.

Demokrasi, ister burjuva devlet isterse de proleter devlet anlamında kullanılsın; netice de egemen sınıf hangisi ise onun iktidarına, egemenlik etme biçimine denk gelmektedir. Burjuva demokrasisi de, burjuvazinin faşist diktatörlüğü de burjuvazinin egemenlik etme biçimi olduğu kadar; özde egemen sınıfa işaret etmektedir. Yani bir avuç azınlığın devleti demokrasisi, diktatörlüğü demektir bu.

Proletarya diktatörlüğü de; geniş proleter, emekçi yığınların demokrasisidir. Yani aşağıdaki geniş yığınların egemen olan devlet aygıtı sönümlenene kadar, komünizme kadar ihtiyaç duydukları, karşı-devrimci girişimleri bastırma, ekonomik-siyasal-sosyal-kültürel anlamda komünizme yürüyüşte önlerine çıkan engelleri aşmak için yararlandıkları bir araçtır. Doğal olarak her bakımdan proletarya demokrasisi, devleti, diktatörlüğü işçi sınıfı açısından bir amaç değil; bir araçtır sadece.

Taban demokrasisi gibi hangi sınıfsal tabana işaret ettiği belli olmayan kavramlarla, proleter demokrasisinin reddine davetiye çıkarmak, burjuvaziye dolaylı yoldan hizmet etmek demektir. Zaten proleter demokrasisi demek, en geniş emekçi-proleter yığınları kapsayan demokrasi demektir. Onların bütünüyle yönetime katılması demektir. Hem yaşamın örgütlenmesi, hem yönetimi, hem yaşanılan her alanın genel çoğunluğu kapsayan şekillendirilmesi demek olan proletaryanın devrimci diktatörlüğü yerine ne idüğü belirsiz bir taban demokrasisi deyimini kullanmak işin içeriğini boşaltmak demektir.

Burjuva demokrasisi ile proleter demokrasi ya da devleti arasındaki farkta zaten tam da buradadır. İlki bir avuç azınlığın çıkarları uğruna her şeyi dizayn ederken; bir avuç azınlığın yönetimi, demokrasisi demekken; proleter demokrasi ise en geniş çoğunluğun, yaşamı yaratan-var edenlerin demokrasisi-yönetimi-idaresidir. En geniş toplumsal yığınların en demokratik yönetimi demek olan proleter demokrasisi zaten başlı başına en geniş taban demokrasisi demektir.

Eğer proletarya diktatörlüğünün biçimi açısından tartışılacaksa bile taban demokrasisi deyimi buraya da karşılık gelmemektedir. Örneğin İşçi Sovyetleri gibi bir araçla mı sağlanacaktır bu egemenlik; yoksa başka bir araçla mı burasının tartışılması ayrıdır; ne idüğü belirsiz, içeriğinin nasıl belirlendiği bir taban demokrasisi deyiminin tartışılması ayrıdır!

Demokrasi kavramı bilindiği üzere burjuvazinin ve onun habire parçalanıp işçi sınıfına doğru kayan bir parçası olan küçük burjuvazinin en çok içini boşaltmaya çalıştığı; düzeni bir biçimde aklama, düzen içi çerçeveyi aşamama direği olarak ta görülmelidir. Zira bir parlamentonun varlığını bile “demokrasi” diye adlandırıp; geniş proleter-emekçi yığınları düzene endekslemenin bir aracı olarak kullanıldığı tonlarca örnekle ortadadır.

Küçük burjuva demokrasisi tam da “taban demokrasisi” gibi içi boşaltılmış kavramlar icat ederek mevcut durumda ürküp korktukları sosyalizm ile burjuva düzenin kendilerini çözüp habire sınıfa katmasına karşılık ürettikleri sözde “ara” bir kavram gibi görünen; gerçekte ise burjuva düzene dümen kırmak demek olan bir kavramdır genel olarak.

Proletarya diktatörlüğünün kabulü ya da reddi bilindiği üzere Marksist Leninist olmanın temelidir. Bu anlamda ucube kavramlar üreterek, ara biçimler yaratmaya çalışarak ya da proletarya diktatörlüğünün salt isimlendirmeden kaynaklı “yumuşatma” çalışmaları ile kesinlikle düzene hizmet edilmekte, küçük burjuva devrimciliği ve düzene dümen kırılmaktadır.

29.11.2011
Mahmut Halil CAN ( Sendiren )

http://ateshirsizi.com
____________
3.DEMOKRASİ,İKTİDAR VE ÖRGÜTLENME SORUNU ÜZERİNE KISA BİR GİRİŞ
Yıllardır üzerine tartışılıp durulan bu sorun gerçekten de kafaların en çok bulandığı ve net bakışların kendine has fikirlerin üretilemediği , diğer yandan çok çeşitli ayrılıkların da temel nedenlerinden biri de olagelmiştir.Bu açıdan çok önemli bir soruna kuşbakışı bakmanın ne kadar yetersiz olabileceğinin şimdiden altını çizmekte yarar vardır.Ama nihayetinde bu soruna en azından bir giriş ve temel bir bakış açısı ve çerçevesi çizmenin de gerekli ve katkılı olabileceğini de vurgulamalıyız.Mesele aslında bu temel sorunlardan birinin hangi çerçeve içerisinde ve hangi noktalar dikkate alınarak tartışılabileceğine ışık tutmaya çalışmaktır.Z ira konunun kendisi stratejik ve proğramatik düzeydedir.Ayrılık ve birlikteliklerin de temeli olmuş bir konudur.
Demokrasi bir iktidar biçimine tekabül etmektedir.Lenin’in deyimiyle ”demokrasi=diktatörlük=devlet”tir.Elbette ki Lenin bu soruna yaklaşırken diğer tüm sorunlarda olduğu gibi meseleye sınıfsal öz ve kimliğiyle yaklaşıyordu.Sınıfsal kimliğinden uzaklaştırılmış,içi boşaltılmış ve ne idüğü belirsiz sınıflar üstü ve herkese demokrasi anlayışlarından uzak;egemen sınıfa göre hegemonya anlayışlarına göre ve öte yandan sınıf mücadelesinin durumu ve seyrine göre kabuk değiştiren bir tanımlamaya dikkat çekmek istemiştir.Gerçekten de en çok içi boşaltılmış ve dejenere bir kimliğe büründürülmüş en önemli kavramlardan biridir demokrasi.İdeolojik mücadelenin bu önemli sorun üzerinde durması elzemdir.Zira gerek Türkiye’deki tek tek olay ve olgulardan gerekse AB’li ve ABD’li emperyalistlerin demokrasi havarilikleri ve ihraç çabaları(emperyalizm düşünün ki çeşitli ülkelere demokrasi getiriyor ve ihraç ediyor!) ve bunlar ardına gizlenmiş uşaklıklar,reformist-revizyonist güruhun heyecanla bu sürece gizli ve açık destekleri ,burjuva demokrasisi bile sayılamayacak girişimlerin alkışlanıp gerçek demokrasi diye yutturulmaya çalışılması , sınıf mücadelesinin nihai amaçlarının unutturulup bu süreçlerle aldatılması bu sorunu hem proğramatik düzeyde ve hem de güncel önemi bakımından öne çıkarmaktadır.Demokrasi bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki baskı ve tahakküm aygıtı olan devletin yönetim biçimlerinden birisidir.Aynı zamanda bir sınıfsal eylem ve yaşam bütünlüğüdür. Emperyalist kapitalizmin gelişkin metropollerinde burjuva yönetimi nispi ve yine burjuva anlamda demokratik iken ;bağımlı ve geri bıraktırılmış ülkelerde aynı sistem baskı aygıtı olan devleti gerçek içeriğiyle ve faşist biçimiyle kullanmaktadır.Göstermelik parlamentoların varlığı,sendikal ve derneksel örgütlerin varlığı ,çeşitli demokratik hakların zoraki ve sistem dışına çıkılmasından korkularak kullanılması bu gerçeği hiçbir şekilde değiştirmez.Zira sistem dışına eğilimli her hareket ve girişim burjuva demokrasisinin merkezlerinde bile en şiddetli şekilde bastırılmaktadır.Bu en demokrat! ülkeler gerçek devrimci ve komünistlere her tür işkence,baskı yerinde infaz yapmaktadır.Almanya,İngiltere,İtalya,fransa vs. hepsi içinde tek tek örnekler verebilmek mümkündür.Kızıl tugayların akıbeti,Bask sorununa yaklaşım ve bastırma teknikleri,İRA sorunu,Baider-mainof gerçeği hepsi hafızalarda bir bir yeniden geçirilmelidir.Gerçi bizim toplum yine aynı sorundan yani demokrasi kültürünün olmayışından kaynaklı olarak çok çabuk unutuyor.Ya bizim lider geçinenlere ve farklılara! Ne demeli?Hafıza-i beşer nisyanla maluldür mü demeli?Daha gözümüzün önünde ve yanı başımızda Amerikan emperyalizminin Irak’ta yaptıkları dururken bu hayasızlık ve çarpıtma da amaç ne ola ki?Bu açıdan ideolojik mücadelenin önemini bir kez daha kavramak yararını sunuyor en azından bu süreçler.Demokrasi bir eylemsel içeriktir ve bir yönetim biçimidir.Bu demektir ki bir yönetenler bir yönetilenler ve öte yandan bunların da bir yönetim tarzının eylemsel içeriği vardır.Faşizm kadar demokrasi de burjuvazinin sınıfsal koşullara,mücadelenin düzeyine yani kısacası hegemonik gücün ihtiyaçlarına göre belirlenmektedir.Dünyanın burjuva anlamda en demokratik ülkesi bir anda bu koşullar dolayısıyla faşizmi idare olarak benimseyebilir.Yine bu en demokratik ülkeler emperyalist paylaşım savaşlarını yapan ve yürüten güçlerdir.Nazizmi,mussolini faşizmini yaratan yine bu demokrat ülkeler değil midir?Demokrasi sınıfsal egemenliğe göre bir idare biçimi olarak aynı zamanda bir yaşam biçimine karşılık gelmektedir.Yaşama ilişkin her konuda söz ,karar ve yetkinin kimin elinde olduğu bu yaşam biçiminin de içeriğini belirlemektedir.Bu elde bulundurma durumu demokrasinin kimin lehine işleyeceğini belirleyen temeldir.Yani demokrasi de işleyişin temeli iktidar sorunuyla ayrılmaz bir biçimdedir.İktidar sorunu,demokrasinin de ,içeriğini belirlemektedir.Proletaryanın iktidarında ya da proletaryanın diktatörlüğünde ezilen, sömürülen milyonlar için gerçek bir demokrasiden bahsedilebilirken bir avuç sömürenin elerinden her şeyleri iktidar dahil alınmıştır ve onlara bu iktidarı tanıdıkları müddetçe yaşam hakkı tanıyan bir iktidar olacaktır.Proletarya diktatörlüğü sınıfsız sömürüsüz bir dünyaya geçişin koşulları yaratılana kadar yaşayıp giderek sönümlenecektir.Sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumda devlete iktidara demokrasiye dolaylı olarak ihtiyaç olmayacaktır.Aşağıdan yukarıya yukardan aşağıya bu süreç bir yandan kendini yaratıp yaşatırken öte yandan kendini reddederek yok edecektir.Demokrasinin bir yaşam biçimi olarak bir kültür olarak proletaryanın gündelik yaşamında can ve kan bulması gerekmektedir.Zira demokrasiyi bir yaşam biçimi haline getirememiş bir sınıfın kendi kendini yönetebilmesi kendi hak ve çıkarlarına ve ideallerine sahip çıkabilmesi olanaklı değildir.Geriye dönüşler bu sorunun bir sonucu olarak ortada durmakta ve bizler de dahil herkesçe tartışılmaktadır.Proleter demokrasi ile burjuva demokrasisini karşı karşıya getirmek ve kıyaslamak abesle iştigaldir.Demokrasi ,bir yaşam biçimi,bir kültür,bir gelenekler manzumesidir.Doğal olarak yaşamla birlikte kazanılan ve edinilen bir şeydir.Yaşamla elde edinilen bir şeye sahip çıkma ve sürdürme istidadı daha fazladır.Tırnak ile dişle ve kanla kazanılmış demokrasiye elbetteki Avrupalı daha çok sahip çıkacaktır.Kaldı ki geleneksel olarak aktarıldığından önceki nesillerin kanına böylece sahip çıkılmaktadır.Demokrasiyle özgürlük ve örgütlenme sorunu da iç içedir.Demokrasiyle özgürlüğün çelişiyor gözükmesine sınıfsal bakış açısı son verecektir.Yukarda da ifade edildiği gibi demokrasi bir iktidara denk düşmektedir.Bu açıdan bir sınıf diğer sınıf üzerinde baskı ve tahakküm kurarken ; kendisi açısından tam demokratik ve özgür bir dünya yaratmış olmaktadır.İktidarda bulunan sınıfın tercihleri ve sosyo politik gelişmeler de bu durumdan elbette etkilenecektir.Doğal olarak demokrasi ile özgürlük ve sınıfsal örgütlülükler arasında bir çelişiklik yoktur(Elbette ki sınıfsal perspektifle bakıldığı sürece.Aksi durumda sınıflar üstü bir bakış açısı ile bu tarz bir çelişki olacaktır).Egemen sınıf elbette ki kendisi için tam demokratik bir ortam yaratırken karşıt sınıf ya da sınıflar için bunun demokratik bir ortam yaratacağını söylemek olanaklı değildir.Her sınıf kendi çıkar ve örgütlülüğünü yaşatmak birincil amacıyla hareket edecektir.Proletarya geçici sınıfsal çıkarları için bu tarz bir demokrasiye ya da iktidara ihtiyaç duyacaktır.Bunun adına biz sosyalist iktidar yada proletarya diktatörlüğü demekteyiz.Proletaryanın nihai hedefi olan komünizme varmak için böyle bir ara yola ve geçişe mutlak ihtiyaç olduğundandır.Aksi durumda gerçek insanlık ideallerine ulaşmak ve bunu bir dünya ve insanlık sistemi yapmak olanaksızdır.Proletaryanın sosyalizmi mutlaklaştırmak gibi bir düşüncesi olamaz.Dolayısıyla iktidarın elde edilmesiyle birlikte ilginçtir ki bir yandan da hem iktidarın ve hem de tüm sınıfların,sınırların ve farlılıkların ortadan kaldırılması süreci başlayacaktır ve başlamak zorundadır.Proletarya ve kendi iktidarı kendini ret ve inkar ederek ilerleyecektir.Ama mevcut sınıflar ortadan kaldırılmadıkça,insan denilen varlık yek vücut olmadıkça,dünya üzerinde sosyalizm gerçek bir durum oldukça bu süreç hızla komünizme evrilecektir.Elbet bu süreçteki her direniş,her karşı örgütlenme ve sosyalizme olan saldırılara karşı proletarya kendini devleti,örgütlülükleri ve dayanışmasıyla savunacaktır.Bu tür girişimlere karşı açık ve gizli tüm savaşını vermek zorundadır ve verecektir.Nihai hedef yakınlaştıkça tehditler de azalacağından hızla sönümlenme ve çözülme yoluna gidecektir bu örgütlülükler ve hızla insanlık ideallerinin gerçekleriyle karşılayacaktır tarihi proletarya.Proletarya bu tarihi gelişmelerin ve değişimlerin temel dinamiği ve lideri olmak durumundadır.Komünizm sadece ve yalnız proletaryanın tarihsel misyonunun ürünüdür.Öte yandan demokrasi mücadelesinin bu anlamda en temel dinamiği ve lideri yine proletaryadır ve olmalıdır.Demokrasisiz ve demokratik mücadele verilmeksizin proletaryanın nihai hedefine ulaşması olanaklı değildir.Bu ülkemiz açısından çok daha önemlidir demiştik. Zira ,demokrasiyi hiç görüp yaşamamış ve demokratik bilinci olmayan bir sınıfın kurucu niteliği olabileceğini iddia etmek yanlış olur.Zira demokrasi bir örgütlenme, bilinç, gelenek,kültürdür.Demokrasi söz ve ifade özgürlüğünden tutalım da azınlığın çoğunluğa dönüşme hakkına kadar;aşağıdan yukarıya sınıfın kendi gelecek ve çıkarlarının savunusu ve örgütlenme gereklerinin yaratılmasına kadar; özel ve önemli eylemsel içeriklerle edinildiğine göre bu ancak proletaryanın tarihsel eylem ve adımları ve mücadelesiyle bir gerçek olabilir.Proletarya bu bilinç ve örgütlenme düzeyini ancak sınıf savaşıyla ve sıcak sınıf mücadelesinin içinde öğrenip kazanabilir.Elbette liderlikler bu süreci hızlandırıp doğru yönlere kanalize etmek durumundadırlar.Bu anlamda liderlik katalizör bir görevdedir. Tamamen etkisiz olmasa da eyleminin içeriğinde ve kendi deneyimlerinden öğrenmesine özen göstermek durumundadır.Böylece kazanılan bir bilinç ve kültürün kalıcılığı tartışılmaz bile.Bunun ya da bu sürecin özel bir demokratik aşamaya ihtiyaç duymayacağını başından belirtmeliyiz.Zira bir çok siyasal hareket özel bir geçiş aşamasını sırf bu nedeni işin göbeğine koyarak stratejik yanlışlıklar içine düşmektedirler.Bu demokratik bilincin ancak siyasal bir iktidarla edinileceği gibi bir anti Marksist bir yaklaşıma karşılık gelmektedir.Bu durum eylemin kendisini küçümsemek ve yaşamın öğreticiliğini göz önünde tutmamak demektir.Diğer nedenler bugünkü tarihsel koşullarda tamamen geçerliliğini yitirmiş durumdadır.Ülkenin yarı-sömürge yarı feodal olduğu,kapitalizmin yeterince gelişip ilerlemediği,proletaryanın niceliksel varlığının yetersiz olduğu,ittifak edilecek ve edilmesi gereken sınıfların düzenle olan bağları vs. gibi gerekçeler ülkemiz gerçeğiyle hiçbir biçimde örtüşmemektedir.Ülkemizin faşist bir diktatörlükçe yönetildiği ve faşizmden sosyalizme direkt olarak geçilemeyeceği gerçeği de bir safsatadan ibarettir.Zira yukarda da ifade ettiğimiz gibi faşizm de burjuvazinin idare etme biçimlerinden yalnızca bir tanesidir.İktidar yine burjuvazinin ellerinde olduğuna göre kapitalizmden sosyalizme geçişe engel olan her hangi bir şey yoktur.Tek engel proletaryanın bilinç ve örgütlülük düzeyi ve sosyalizmin inşası uğruna verdiği mücadelenin içeriğidir.Bu bilinç ve örgütlülük düzeyini yakalayamamış bir sınıfın demokratik devrimi gerçekleştirme ve önderlik edebilmesi nasıl mümkün olabilir?Asgari bir bilinç ve örgütlülük düzeyini gerektiren bu geçiş aşamasını mutlaklaştırmanın ve varsaymanın aslında sınıfsal olarak burjuva demokrasinin en son sınırlarını zorlayıp proleter demokrasinin sınırlarına ulaşmayacağını ve ulaşamayacağını söylemek kehanet sayılmamalıdır.Keza bu söylem ve stratejik anlayışın kendisi tam da küçük burjuva devrimci demokrasisinin sınırlarına karşılık gelmektedir.Küçük burjuva devrimci demokrasisi gibi bir anlayış ancak bu demokrasi anlayışını mutlaklaştırıp sınıflar üstü kimliğe büründürebilir ve bu anlayışı sınıfın anlayışıymış gibi sunmaya çalışabilir.Öte yandan proleter demokrasi ve sosyalizmden yana olduğunu iddia edenler yani komünist geçinenler işin özüne bu bilinç ve örgütlülük düzeyi meselesini koyarak aslında gerçek kimliklerini gizlemektedirler. Bu anlayışın geçersizliğini yukarda da ifade etmiştik.Demokrasi,özgürlük , örgütlenme sorunları sınıfın ideolojik mücadele açısından özel olmaya devam ediyor ve devam edecektir.Zira yılladır bu ülkede sınıf adına mücadele ettiğini ifade eden teşkilatların hemen hemen hepsi aynı düşünce ve anlayışla sınıfın lider kadrolarında bile bilişsel ve bilinçsel bir kafa karışıklığı ve dejenerasyon yaratmıştır. Ve yaratmaya devam etmektedir.Bu açılardan bu soruna kısa bir giriş ve tartışma platformu yaratmak ve bunu dillendirmek temel öneme sahip konulardandır.Bu çerçevenin meşhur Troçkizmle hiçbir alakası olmamakla birlikte bu düzeye çekilmeye çalışılacağı kesindir.Bu platform bizim platformumuz değildir.Troçkizm yıllardır bu ülkede öcü olarak görünmüştür.Ve özcesi Stalinizm kadar kirli ve öcü olan bu fikir akımı sırf bu ülkenin uluslar arası öznel durumundan kaynaklı olarak suçlama ve karalama platformuna çevrilmiştir.Oysaki Stalinizmin kendisi ne kadar tehlikeli ve dejenere bir akımsa Troçkizm de o kadar sapma ve dejenere bir akımdır ve öyle olmaya devam edecektir.Dikkat çekmekte yarar var ki,Stalinist akımların ezici çoğunluğu küçük-burjuva akımlardır ve hala ülkemiz öznel koşullarından kaynaklı olarak bir şekilde taban bulmaktalar ve bulacaklardır.Öte yandan Torçkizm bu ülkede kitlesel bir akım olmayı becerememiş olsa bile bu bulmayacağı anlamına gelmemektedir.Biz komünistlerin görevi her türden anti-marksist akıma karşı tutarlı ve kararlı ideolojik ve teorik mücadeleye ara vermeksizin inşa çalışmalarına devam etmektir.Bir yandan sıcak sınıf savaşının gereklerini yerine getirirken öte yandan eğitim ve aydınlatma çalışmalarına hele ülkemiz özgülünde daha ciddi oranda eğilmek ve hak ettiği değeri vermek özel bir görevdir.bu tam da demokratik bir bilinç ve örgütlenme anlayışı ve mücadelenin kaldıracı olacaktır.Her komünistin bu anlayış ve bilinçle hareket etmesini sağlamak liderliğin en temel görevlerindendir.Öte yandan sınıfın lider kadrolarının sınıfsal mevzi içinde bu küçük burjuva akımlardan koparılması stratejik bir öneme sahip olup ertelenemez ve asla vazgeçilemez bir görev olmaya devam edecektir.Görevden kaçanın boynu altında kalır ve geleceği göremez. Her zamankinden farklı özel mücadele değildir bu durum.Bu taktiksel bir öne çıkarım değil; tam tersine stratejik öneme sahip ve süreklilik arzetmesi gereken bir duruş ve ideolojik bir sergilenmedir.ÖZGÜRLÜK,DEMOKRASİ VE SOSYALİZM İÇİN MÜCADELE İNSANLIK İDEALLERİ İÇİN VERİLEN MÜCADELENİN TA KENDİSİDİR.Özgür yurttaş ve özgür insan anacak insanlık düzeninde varolacaktır.Kelle koltukta mücadele eden insanlar ne için ve niye mücadele ettiğini bilmek zorundadırlar.Bu yolda mücadele eden herkesin yolu ve alnı açık olsun…..


MahmutHalilCan(Sendiren)
_______


4.DEVRİMCİ DEMOKRATLIK VE KOMÜNİST DEVRİMCİLİK

Devrim,tümüyle bir toplumsal alt üst oluştur.Devrim,mevcudun yıkılması ve yerine ondan farklının,ilerinin,yeninin konulmasının adıdır.Devrim,bir bütün olarak toplumsal tüm kesimlerin,tüm yapıların,tüm organ ve organizasyonların bütünüyle yeniden yapılandırılması faaliyetidir.
Bir bütün olarak değişim ve dönüşümün temeli olan devrim,ancak devrimci bir mücadele sonucu açığa çıkan bir enerjinin ürünü olabilir.Değişim ve dönüşümün esası ve ana dayanağı kesinlikle,değişim isteyen yığınların eseri olmasındadır.Aksi durumda,darbecilik,bir grubun dayatmasından söz edilir.Oysa bu başlı başına devrimin kendi içsel ruhuna aykırıdır.Bu anlamda devrimcilik,devrimin öncülüğü,liderliği anlamında geniş yığınlara yol gösterme anlamında değerini,gerçek yerini bulabilir.
Devrimciliğin çağımız toplumunda iki biçimi mevcuttur.
Birincisi;devrimciliği toplumsal konumu ve koşullarıyla sınırları çizilmiş olan ara sınıfların demokratik devrimciliğidir.Zira ML literatürde bu tarz devrimciliğe devrimci demokratlık denir.Devrimci demokratlık;ara sınıfların –küçük burjuvazinin, emperyalizmle birlikte çözülmekte ve giderek proletaryaya karışmakta olan sınıfsal kesimlerin;”potansiyel “proletaryanın kurlu düzene karşı demokrasi,özgürlük,siyasal bağımsızlık vs gibi sınırlı istem-taleplerinin formüle edildiği ve bu çerçevede asgari biçimlerindeki mücadelenin kazanımlarıyla sınırlı olduğu devrimcilik biçimidir.Genel olarak düzenin faşist içeriğinden kaynaklı olarak,en küçük demokrasi-özgürlük-bağımsızlık taleplerinin bile kan-terör-baskı ile karşılandığı yerlerde doğaldır ki;demokrasi için mücadele de devrimci bir içeriğe sahiptir.Faşizmin bir yönetim biçimi olarak kabul edildiği,faşist diktatörlüklerce yönetilen ülkelerde küçük burjuvazi-ara sınıfların demokrasi özlemleri vardır ve de proletaryanın demokrasi istemleriyle çakışan bu istem,faşizm tasfiye edilmediği ve devrim ile alt edilmediği sürece küçük burjuva ara sınıflar ile proletaryanın bu ortak istemleri kesişir;ortak bir devrimci demokrasi platformunda eritilerek sosyalizm kanalına akıtılması sağlanır.Tabi ki,proletaryanın öncülüğünde olması,nihai hedef olan komünizme ulaştıran yolda bu gerçek zafere kavuşabilir.
Kapitalizmin ilk ortaya çıktığı andan itibaren bu ara sınıflar vardır,emperyalist kapitalist dönemde giderek çözülme eğilimi-gerçeği içinde olsa da.Bu ara sınıfın,küçük burjuvazinin en önemli özelliği,istikrarsızlığı ve kapitalizmin iki temel-ana sınıfı arasında gidip gelmesidir.Hala sınıfsal olarak net bir kimliğe kavuşmamış olan,bir adım ilerisi burjuvazi olan ve de bir adım gerisi proletarya olan bu sınıf,mevcut düzen içinde yeri olmasına rağmen;orta ve uzun vade de çoğunluğu proletaryanın safına katılmak zorunda kalan bir sınıfsal kategoridir.Ama umutları hep yukarıya doğru olan ve mevcut düzenden son anına kadar ,bağlarını koparmayan bir toplumsal kategoridir.Bu kategori içinde yer alan kesimleri orta-küçük köylülük,orta ve küçük esnaf ve ticaret erbabı,öğrenci gençlik sıralayabiliriz.Bu toplumsal kesimler,iki ana sınıf arasında gidip gelen kesimlerdir.umutlarıyla yukarıya doğru tırmanmak ve yaşamın-düzenin gerçeği itibarıyla da daha çoğunluğu aşağıya-proletaryaya doğru akarlar.
Bu korkunç akış,aradaki farkların giderek azalması ister istemez küçük burjuva kesimleri,umutsuz ve gelecek kaygısı olan bu toplumsal kesimleri proletaryanın istemlerine yaklaştırır.Demokrasiyi isterken bile sınırlı ve kendisi için isteyen bu toplumsal ara sınıflar,tek başına mevcut kapitalist emperyalizmi ortadan kaldıramayacaklarını bildikleri-kavradıkları için;teorik-siyasal-ideolojik-politik-pratik olarak ta proletaryadan yana duruyor gibi olurlar.Çoğunda bu başkalaşım,kendisini reddederek ,kendisine yabancılaşarak proletaryanın ideolojisi gibi durmayı bile yol çizer.Bu tamamen çağın,koşulların,sınıf mücadelesi,gücün-iktidarın etkinliğinin durumuna göre değişmekle birlikte;büyük çoğunluğun proletaryaya katılma olasılığının güçlülüğünden dolayıdır ki;baskın eğilim proletaryanın devrimci sınıf ideolojisine doğrudur.
Ama bu eğilim ve baskın yönelim;çoğunda kendi hastalık,sınıf atlama özlemi,demokrasi ve devrime bakış açısında sınırlılık,düzenle uzlaşma eğiliminde güçlü bir baskınlık,verili koşullara uyumda büyük bir adaptasyon durumu vs getirir beraberinde.Zira,demokrasi,bağımsızlık,özgürlük isterken kendi küçük burjuva istem ve talepleriyle sınırladığı ve de mevcut burjuva demokrasisini aşan bir niteliğe sahip olamadığı içindir ki;proletaryanın devrimci demokratik diktatörlüğüne de genel olarak mesafelidir.Zira küçük burjuvazinin yukarıda sözünü ettiğimiz istem,talep ve niyetleri sadece ve sadece kendisi içindir.Proletaryanın bir bütün olarak insanlığın kurtuluşunu esas alan komünizmle uzaktır küçük burjuvazi.İnsanlığın nihai kurtuluşu değildir hedefi;kendi sınıfsal konumu,bireysel kurtuluşu uğrunadır mücadelesi.Küçük burjuvazinin özgürlük isteminin temeli,sınıf atlama özgürlüğü ve onun önündeki engellerin ortadan kaldırılması ile sınırlıdır.Bir başkasının sırtına basarak yükselme özgürlüğüdür.Sadece kendi ile sınırlı bir özgürlük istemi vardır.Sınıfsal olarak egemen burjuvazi ile birleşme-yakınlaşma özgürlüğüdür.
Ama ve fakat,buna ulaşabilen ve ulaşabileceklerin sayısının sınırlılığı vs ortaya çıkınca ve giderek proletaryaya yaklaştıkça-yani emeğinden başka satacak bir şeyi kalmadığını anlayınca-çığlığı-çığırtkanlığı-feveranı artar.Demokrasi-özgürlük-eşitlik-adaleti kendisi için isteme çığlıkları yükselmeye başlar.İşte küçük burjuvazinin sınıfsal durumunu anlatan kısa cümlelerdir bunlar.Sistemle kavgalı ama bir yandan da her an uzlaşmaya hazır,mevcuttan yararlanmayı öne çıkaran siyasal-pratik-ideolojik duruş ve tutum.İşte küçük burjuvaziyi,ara sınıflar kategorisinde tutan temel özellikler.Devrimci demokrasinin sınırlılıklarının,devrimci demokratlığın sınırlarının burjuva demokrasisinin en uç sınırlarıyla daralmasının nedenleri budur işte.
Bu bağlamda devrimci demokrasi;proletarya diktatörlüğünün-sosyalist demokrasisinin geçici ortaklarından biridir.Sadece kendi öznel çıkarları uğruna,demokratik devrimci mücadelenin içinde yer alır.Ama,en nihayetinde tarihsel gidişat itibarıyla da proletaryaya yaklaştığı için ideolojik-teorik-politik-pratik mücadele ile proletarya saflarına kazanılması gereken bir yerde durmaktadır.Zira emperyalist kapitalist egemenlerin faşist düzenlerini yıkmak ve yerine yenisi-ilerisini kurmak-inşa etmek yükümlülüğünde olan tek sınıf proletaryadır.Zincirlerinden başka bir şeyi olmayan tek toplumsal sınıf olan proletarya,mevcut düzeni yıkmak ve yenisini kurmak için ,düzene karşıt ne kadar sınıf,sınıfsal kategori,katman varsa kendi safına çekmek,birlikte mücadele etmek,eğitmek,yönetmek ve nihai kurtuluş olan komünizm ekseninde örgütlemek zorundadır.Zira,sınıflı bir toplum olarak sosyalizmin temel hedefidir bu saydıklarımız.
İkincisi;komünist devrimciliktir.Komünist devrimcilik;devrimci proletarya ve tüm insanlığın kurtuluşu uğruna mücadelenin adıdır.Bireysel kurtuluş değil;toplumsal kurtuluşu hedeflemektir.Bireysel kurtuluş ya da insanlığın kurtuluşunun yolunun nihai olarak komünizme denk geldiğinin kabulü ve bunun uğruna mücadeledir.Emperyalist kapitalizmde iki temel sınıftan birisi olan-birisi emperyalist kapitalist burjuvazidir-proletaryanın, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan tek sınıfın ideolojisi olan komünizmi;kendinde cisimleştiren tek sınıftır proletarya ve o yaşam biçimini sınıfa taşımakla görevli olan komünist devrimciler.
Proletarya ;tüm toplumsal özgürlüğün,bağımsızlığın,kurtuluşun,insanın insan tarafından tüm sömürü araçlarının ortadan kaldırıldığı toplumsal düzen olan komünizmin kurucu tek sınıfıdır.Proletarya ve onun temsilcisi olan komünist devrimciler ile devrimci demokratlar arasındaki temel farkta zaten;sınıfsal olarak farklı kategori ve yerlerde olmalarındandır.Proletaryanın kaybedecek hiçbir şeyi yokken,emperyalist kapitalizmde küçük burjuvazinin kaybedecek çok şeyi vardır.Bu yer yer topraktır,bu yer yer mal-mülktür-dükkandır,kariyerdir,vs vs.Yani esas olarak iki farklı yerdeki toplumsal sınıftan söz ediyoruz.Bu anlamda ; doğal olarak proletarya ve onun lideri olan güçler de sadece ve sadece genel olarak komünizmin hedefi olarak insanlığın kurtuluşu uğruna mücadele ederken ve bunun için hiçbir fedakarlıktan kaçınmazken;tam tersine küçük burjuvazi ve onun temsilcisi olan-olabilecek devrimci demokratların sistemle bağı vardır ve de kaybedecek şeyleri de vardır ya da olabilecektir.Ufukları ve idealleri sadece görebildikleri dar ufuklarından ve küçük burjuvazinin çıkarıyla sınırlanmıştır.
Komünist devrimcilik;proletaryanın ve genel olarak insanlığın kurtuluşu uğruna mücadelenin motoru-itki gücü iken;bu mücadelenin gerekleri uğruna yaşamlarından zerre kadar tereddüt etmeden kavganın her alanında ileri atılmanın ve gerçekte sadece sınıf olarak kendisine değil-zira proletarya diktatörlüğü teorik olarak kendisini kurduğu,inşa ettiği andan itibaren sönümlenmeye başlar-bir bütün olarak tüm topluma özgürlük-bağımsızlık-eşitlik-kardeşlik-tüm ayrımların ortadan kalktığı insani-özgür ve yaşanılası bir dünya hedefiyle mücadeledir.Komünist devrimcilik;çağın ve geleceğin tek devrimci kurucu sınıfı olan proletaryanın komünist devrimci sınıf mücadelesinin alanının adıdır.
Komünist devrimcilik;proletarya diktatörlüğünün ya da sınıflı bir toplum olarak sosyalizmin geçici özelliklerini dikkate alarak,tüm değişim-dönüşüm özlem,ideallerini bu ana amaca yöneltmek;proletarya enternasyonalizminin tek gerçek kurtuluşu getirecek reçete olduğunun bilincinde hareket etmektir.Dar ulusal sınırlar içine hapsedilmiş,bireysel ve kategorik kurtuluş değil;gerçek ve nihai kurtuluş olan komünizm uğruna mücadele etmektir.Komünist devrimcilik;demokrasiyi sınıflar üstü bir kavram olarak ele almayıp;tam tersine sınıfsal içeriğiyle birlikte hem kendini tüm toplumun ayaklarına sürerek ve de onun ötesinde kendini hem var eden ve de hem kendini yok etmeyi erek sayan bir ideolojiye sahip olmaktır.
Proletarya ve onun demokratik diktatörlüğü-devleti olan sosyalizmin, nihayetinde tüm insanlığın kurtuluşu olduğunun bilincinde olmaktır komünist devrimcilik.Burjuva kapitalist egemenliğin her bakımdan tümüyle yok edilmesi;yerine yep yeni bir düzenin-sosyalizmin inşası demektir komünist devrimcilik.
Devrimci demokratlık ile komünist devrimciliğin; sınıfsal olarak farklı kategorilerin ve onların ideal ve amaçlarının ifadesi olarak mevcut düzende,kapitalizmde yerleri vardır.Küçük burjuvazi , her gün proletaryaya yaklaştıkça devrimci demokratlıkta komünist devrimciliğe yaklaşmaktadır.Ama kendine has,kendine özgü yapısıyla ve sınıfsal hastalıklarıyla.Devrimci demokratlık kendine demokrasi-özgürlük-adalet –eşitlik isterken ister istemez;proletaryanın devrimci mücadelesine yaklaşacaktır.Zaten ,her gün kendinden kan kaybedip proletaryaya katılan küçük burjuvazi ideolojik-teorik olarak ta proletaryaya katılacaktır.Ama beri yandan,hep yine burjuvaziye doğru ileri gideceğine inanarak ve buna inanmış bir yaşam biçimi ve tarzıyla.
Bu ülkenin yapısı ve ekonomik-siyasal koşulları itibarıyla her zaman güçlü bir yer almış ve de sosyalizmin hareket –akım olarak dünya ölçeğinde güçlü iken ; komünizm safında gözüken-doğal olarak bu kanala akma eğilimi gösteren devrimci demokratlık ile komünist devrimcilik arasına kalın sınırlar çizilmek zorundadır.Devrimci demokrat küçük burjuva devrimciliği;komünist devrimcilik rolüne soyunmuş olup;kendi sınıfsal gerçekliğinden bağımsız olarak bu boşluğa doğru yönelmiştir.Kendini komünist devrimci sayıp,proletaryanın lideri olmaya soyunmuştur.Zaman içersinde bu ayrımlar ortaya çıkmış olup;tarihin cilvesi ile toparlanıp herkesin kendi rotasına oturması kaçınılmaz olmuştur.Devrimci demokrasi ile komünist devrimcilik arasındaki farkları,sınıfsal içerikleriyle görmek ve yaklaşmak ve ona göre değerlendirmek lazımdır.HERKES YERLİ YERİNE.


Mahmut Halil Can (Sendiren)

http://ateshirsizi.com
_____