ÖLÜMÜ KUTSAMAK İLE YAŞAMI ÇAĞIRMAK ÜZERİNE
Bu ülkede egemenler de, emekçi yığınlar da ve ne yazık ki kendine devrimci, demokrat, ilerici ya da komünist diyenler de hala ve hala ölümle besleniyorlar. Egemenleri anlıyoruz, emekçilerin yabancılaşmış yapısıyla düzenin hegemonyasında ölümü kutsallaştırmasını, ölümü hoş görü ve de aynı zamanda takdir-i ilahi deyip benimsemesini de anlıyoruz. Peki kendisine devrimci diyenlerin ölümü kutsamasını ve de sözde kurtuluş uğruna bu memleketin en değerli evlatlarını “canlı bomba” edip, kolay yetişemeyenleri sırf geçici-göreli mücadele koşullarına isyan misali “ölüme yollamasını” nasıl kabul edebilir yürekler ve beyinler?
Etmiyoruz, kabul etmiyoruz, benimsemiyoruz. Kim ne derse desin kabul etmediğimiz gibi, sürekli karşı çıktık. Nitekim çeşitli hareketlerin FEDA EYLEMİ dedikleri eylemlere her daim karşı çıktık. Bunların insan yaşamı, insan yaşamının inanç-değerler ve de ahlakın sınandığı bir alan olmadığını, bir devrimci ya da komünistin ölümle değil yaşamla sınanması gerektiği ve de en iyi devrimci-komünistin yaşayanları olduğunu iddia ettik, savunduk, yaşamın her alanında hakim kılmak için uğraştık.
Bir komünist, bir devrimci her türlü savaş olanağı ortadan kalktığı anda yaşamını ortaya koyabilir. Bir harekette öyledir. Yaşam ile ölüm sıkıştırmasında tercih teslim olmak değil, savaşıp ölmekse elbette savaşarak ölmeyi hedef alır. Ama kendi canına kast ederek çıkışı mümkün olan içinden bir tavrı övmek, yaşatmak, dayatmak devrimci değildir, komünist ise hiç değildir.
Teslim olduğunda öldürüleceğini bilen, işkence ile katledileceğini bilen Zehra Öncü gibi gerilla deneyimlerinde olduğu gibi sözde teslim olur gibi yapıp el bombasını patlatarak düşmanın üstüne yürümek başka şeydir. Ama diğer yandan sırf FEDA eylemi diyerek bir karakol önünde kendi canına kast etmek farklı bir şeydir. Burada yaşam ile ölüm konusunda ciddi bir kavram kargaşası yaratılır sözde devrimcilik adına.
Devrimci ya da komünist öncelikle yaşamak, yaşatmak için vardır. Ölmek ya da öldürmek için değil asla. Kendi canı onlarca düşmanın canından daha değerli olan bir devrimcinin, sırf bir düşman gidecek diye kendini katletmesini herhangi bir insanın anlamayacağı gibi, biz gibi komünist devrimcilerin de algılaması olanaksızdır.
Yaşadığımız süreç Diyarbakır Cezaevi ve de 12 Eylülün hemen ertesi süreç değildir. Yaşadığımız süreç F tipleri ve onların henüz yaşama geçirildiği süreç değildir. Yaşadığımız süreç, devrimci hareketin daha çok kadro, ilerici, demokrat, komünist öncü, lider insanlara ihtiyaç duyduğu bir süreçtir.
Düşmanla eşit koşullara sahip değiliz zaten. Düşmanın üstünlüğünü kıracak geniş emekçi-sınıf hareketini yaratmanın daha da öne çıktığı bir dönemdeyiz. Her kadro ya da militanın değerinin daha da öne çıktığı bir süreçteyiz. Böylesi bir süreçte böylesi dinci gerici fanatizmi çağrıştıran intihar eylemlerini öne çıkarmak kesinlikle insani değildir. Bırakınız ilerisini.
Düzenin “şehit edebiyatını” kıskanan sözde TDH yine aynı edebiyatla yanıt veriyor ne yazık ki düzene. Halbuki komünizmin ruhu ve kendisi insan, insanca yaşam üstüne kuruludur. Dinci “şehit” kelimesi bile bu bağlamda TDH’nin ne kadar geride ve düzene endeksli, ondan ne derece etkilendiğini gösteriyor. Bilindiği üzere “şehadet”, dini ve ulvi amaçlar uğruna yaşamını feda edenler için kullanılır etimolojik olarak. Devrimciler nasıl böyle bir kelimeyi kendilerine, literatürlerine sokarlar, gerçekten anlamak mümkün değil bazen.
İnsan yaşamının ucuz olduğu vahşi emperyalist kapitalizmde bırakınız bir devrimcinin yaşamı; sıradan bir işçinin kanına bile sahiplenen, sahiplenip mücadele etmesi gerekenlerin kendilerine bu derece yabancı bir işin içinde olmalarını görmek oldukça acı veriyor komünist devrimcilere.
Bizler ölümü değil, yaşamı çağıranlardanız ilan oluna. Her daim bunu yüksek sesle söyledik, söylemeye ve de yaşatmaya devam edeceğiz. Ölümü, yok oluşu övüp onu kutsayanlar, aynen egemenlerin yolunda yürümeye devam ediyorlar. Savaş içinde zorunlu, kaçınılmaz ölümler değildir sözünü ettiğimiz. Sözünü ettiğimiz FEDA eylemi denilip insanların ölüme bilerek gönderilmesidir.
Yabancılaşma, kendine, insana, emeğe, gelecek değerlere her bakımdan hakim bulunuyor. Komünist devrimcilerin ise daha da çok yol alması gerektiği bununla birlikte açığa çıkıyor. İşin kötü tarafı, hiç kimse ya da grup, hareket ve sözde komünist geçinenlerin bu durumu eleştirmemesi, sessizlikle onaylaması ya da bu eylemleri dolaylı onayladığını belirtiyor olmasıdır. Acı gerçek, acıttığı gibi, GERÇEKLER ACITIR. Kendi gerçeğiyle hesaplaşamayanların dünyayı değiştiremeyeceği açık, net ve kesin bir gerçektir.
İşçi sınıfının bilimsel ideolojisi, yaşam biçemi ML yaşamın üstüne kuruludur, ölümün üzerine değil. Bu çıplak gerçeklik her daim akılların en üstünde tutulmalıdır.
13.09.2012
Mahmut Halil CAN ( Sendiren )
http://ateshirsizi.com
Bu ülkede egemenler de, emekçi yığınlar da ve ne yazık ki kendine devrimci, demokrat, ilerici ya da komünist diyenler de hala ve hala ölümle besleniyorlar. Egemenleri anlıyoruz, emekçilerin yabancılaşmış yapısıyla düzenin hegemonyasında ölümü kutsallaştırmasını, ölümü hoş görü ve de aynı zamanda takdir-i ilahi deyip benimsemesini de anlıyoruz. Peki kendisine devrimci diyenlerin ölümü kutsamasını ve de sözde kurtuluş uğruna bu memleketin en değerli evlatlarını “canlı bomba” edip, kolay yetişemeyenleri sırf geçici-göreli mücadele koşullarına isyan misali “ölüme yollamasını” nasıl kabul edebilir yürekler ve beyinler?
Etmiyoruz, kabul etmiyoruz, benimsemiyoruz. Kim ne derse desin kabul etmediğimiz gibi, sürekli karşı çıktık. Nitekim çeşitli hareketlerin FEDA EYLEMİ dedikleri eylemlere her daim karşı çıktık. Bunların insan yaşamı, insan yaşamının inanç-değerler ve de ahlakın sınandığı bir alan olmadığını, bir devrimci ya da komünistin ölümle değil yaşamla sınanması gerektiği ve de en iyi devrimci-komünistin yaşayanları olduğunu iddia ettik, savunduk, yaşamın her alanında hakim kılmak için uğraştık.
Bir komünist, bir devrimci her türlü savaş olanağı ortadan kalktığı anda yaşamını ortaya koyabilir. Bir harekette öyledir. Yaşam ile ölüm sıkıştırmasında tercih teslim olmak değil, savaşıp ölmekse elbette savaşarak ölmeyi hedef alır. Ama kendi canına kast ederek çıkışı mümkün olan içinden bir tavrı övmek, yaşatmak, dayatmak devrimci değildir, komünist ise hiç değildir.
Teslim olduğunda öldürüleceğini bilen, işkence ile katledileceğini bilen Zehra Öncü gibi gerilla deneyimlerinde olduğu gibi sözde teslim olur gibi yapıp el bombasını patlatarak düşmanın üstüne yürümek başka şeydir. Ama diğer yandan sırf FEDA eylemi diyerek bir karakol önünde kendi canına kast etmek farklı bir şeydir. Burada yaşam ile ölüm konusunda ciddi bir kavram kargaşası yaratılır sözde devrimcilik adına.
Devrimci ya da komünist öncelikle yaşamak, yaşatmak için vardır. Ölmek ya da öldürmek için değil asla. Kendi canı onlarca düşmanın canından daha değerli olan bir devrimcinin, sırf bir düşman gidecek diye kendini katletmesini herhangi bir insanın anlamayacağı gibi, biz gibi komünist devrimcilerin de algılaması olanaksızdır.
Yaşadığımız süreç Diyarbakır Cezaevi ve de 12 Eylülün hemen ertesi süreç değildir. Yaşadığımız süreç F tipleri ve onların henüz yaşama geçirildiği süreç değildir. Yaşadığımız süreç, devrimci hareketin daha çok kadro, ilerici, demokrat, komünist öncü, lider insanlara ihtiyaç duyduğu bir süreçtir.
Düşmanla eşit koşullara sahip değiliz zaten. Düşmanın üstünlüğünü kıracak geniş emekçi-sınıf hareketini yaratmanın daha da öne çıktığı bir dönemdeyiz. Her kadro ya da militanın değerinin daha da öne çıktığı bir süreçteyiz. Böylesi bir süreçte böylesi dinci gerici fanatizmi çağrıştıran intihar eylemlerini öne çıkarmak kesinlikle insani değildir. Bırakınız ilerisini.
Düzenin “şehit edebiyatını” kıskanan sözde TDH yine aynı edebiyatla yanıt veriyor ne yazık ki düzene. Halbuki komünizmin ruhu ve kendisi insan, insanca yaşam üstüne kuruludur. Dinci “şehit” kelimesi bile bu bağlamda TDH’nin ne kadar geride ve düzene endeksli, ondan ne derece etkilendiğini gösteriyor. Bilindiği üzere “şehadet”, dini ve ulvi amaçlar uğruna yaşamını feda edenler için kullanılır etimolojik olarak. Devrimciler nasıl böyle bir kelimeyi kendilerine, literatürlerine sokarlar, gerçekten anlamak mümkün değil bazen.
İnsan yaşamının ucuz olduğu vahşi emperyalist kapitalizmde bırakınız bir devrimcinin yaşamı; sıradan bir işçinin kanına bile sahiplenen, sahiplenip mücadele etmesi gerekenlerin kendilerine bu derece yabancı bir işin içinde olmalarını görmek oldukça acı veriyor komünist devrimcilere.
Bizler ölümü değil, yaşamı çağıranlardanız ilan oluna. Her daim bunu yüksek sesle söyledik, söylemeye ve de yaşatmaya devam edeceğiz. Ölümü, yok oluşu övüp onu kutsayanlar, aynen egemenlerin yolunda yürümeye devam ediyorlar. Savaş içinde zorunlu, kaçınılmaz ölümler değildir sözünü ettiğimiz. Sözünü ettiğimiz FEDA eylemi denilip insanların ölüme bilerek gönderilmesidir.
Yabancılaşma, kendine, insana, emeğe, gelecek değerlere her bakımdan hakim bulunuyor. Komünist devrimcilerin ise daha da çok yol alması gerektiği bununla birlikte açığa çıkıyor. İşin kötü tarafı, hiç kimse ya da grup, hareket ve sözde komünist geçinenlerin bu durumu eleştirmemesi, sessizlikle onaylaması ya da bu eylemleri dolaylı onayladığını belirtiyor olmasıdır. Acı gerçek, acıttığı gibi, GERÇEKLER ACITIR. Kendi gerçeğiyle hesaplaşamayanların dünyayı değiştiremeyeceği açık, net ve kesin bir gerçektir.
İşçi sınıfının bilimsel ideolojisi, yaşam biçemi ML yaşamın üstüne kuruludur, ölümün üzerine değil. Bu çıplak gerçeklik her daim akılların en üstünde tutulmalıdır.
13.09.2012
Mahmut Halil CAN ( Sendiren )
http://ateshirsizi.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder