15 Haziran 2012 Cuma

SİYONİST İSRAİL’İN GAZZE ABLUKASI DOLAYLI ÖLDÜRMEYE DEVAM EDİYOR

SİYONİST İSRAİL’İN GAZZE ABLUKASI DOLAYLI ÖLDÜRMEYE DEVAM EDİYOR

TARLA VE BAHÇELER BOMBALANIYOR, İÇME SUYUNA DIŞKI VE KANAZALİZASYON KARIŞIYOR HASTALIKLARLA BAŞ EDİLEMİYOR

Siyonist İsrail’in Gazze’yi ablukası ve ambargosu 5 yıldır aralıksız sürüyor. Gazze’ye direk saldırılar, bombalamalar, yok edimler yetmiyormuş gibi gıda yolları kesiliyor, tarla ve bahçeler bombalanıyor, Gazzelilerin gıda ihtiyaçlarını karşılamaları engelleniyor, açlıkla-yetersiz beslenme ile yavaş yavaş ölümlerin önünü açıyor. Yetmezmiş gibi, zaten oldukça kötüleşmiş kanalizasyon sistemi işlemez halde iken bile içme suyuna kanalizasyon karışıyor; temiz içme suyuna ulaşımı engellenerek başta çocuklar olmak üzere Filistinlilerin ishal ve diğer hastalıklarla boğuşması ve ölümü bekleniyor!

Siyonist İsrail yaşamın her alanında katliama, baskıya, soykırıma devam etmeyi sürdürürken emperyalist kapitalistlerin zerre sesleri çıkmazken; onların BOP çerçevesinde şekillendirmeye çalıştığı Suriye’de katliamlardan nasibini alıyor. Türk kontrgerillası tarafından eğitilen katliamcılar Suriye’de her gün yeni bir katliam yapmaya devam etmektedir. 

Siyonist İsrail’in katliamcı, soykırımcı yüzü bunlarla da bitmiyor. Filistinli Futbolcu Mahmud Sarsak Filsitinlilere uygulanan idari hapis cezasını protesto etmek için doksan gündür açlık grevinde. Ve ölüm döşeğinde şimdi. Ama Siyonist İsrail’in zerre umrunda olmadığı gibi; birçok ülke halklarının da bu ölümü seyrettiği apaçık gerçektir.

Siyonist İsrail ile Filistin ilişkisi, emperyalist kapitalizm ile Halkların-emekçilerin, proleterlerin en açık savaş alanına karşılık gelen bir yerdedir. Filistin Halkının onlarca yıldır göz göre göre soykırıma tabi tutulması, yaşam alanlarının yok edilmesi, açık ya da gizli, yavaş yavaş ölüme terk edilmesi en ağır suçlarındandır.

Siyonist İsrail rejimi, kendi vatandaşlarının yaşadığı insanlık trajedisinin, Nazilerin soykırımını yaşamış bir halkın çocuklarının şimdilerde; onlarca yıldır bir başka halka, Filistinlilere yaşatılmış olması tarihin ironik bir aldatmasıdır! Yanılsamasıdır! 

Filistin Halkının yaşamış olduğu insanlık dramı, tüm dünya proleter ve emekçilerinin öncelikli bir sorunudur. Öncelikli destek, dayanışma Filistin, Kürdistan sorunları ve onların mücadelelerine olması oldukça doğaldır, olağandır. Zira yaşanılan soykırım, faşist sömürgeci baskı, yok edim, katliam, yavaş yavaş öldürme politikalarının açıkça yürütüldüğü iki yaşam toprağıdır.

Filistin halkının yaşadığı her dram esasen dünya halklarının dramıdır. İnsanlığın ayaklar altına sürüklendiği yerdir Filistin. Bu çerçevede Gazze’de yaşanan abluka sonucu temiz içme suyuna ulaşamama, sağlık sorunları ve gizli ölümlere karşı İNSANLIK MÜCADELESİ vermek tüm dünya proletaryası, emekçileri, halkları ve insanlarının biricik görevlerindendir.


14.06.2012

Mahmut Halil CAN ( Sendiren )


http://ateshirsizi.com

11 Haziran 2012 Pazartesi

DEMOKRASİ,İKTİDAR VE ÖRGÜTLENME SORUNU ÜZERİNE KISA BİR GİRİŞ


Yıllardır üzerine tartışılıp durulan bu sorun gerçekten de kafaların en çok bulandığı ve net bakışların kendine has fikirlerin üretilemediği , diğer yandan çok çeşitli ayrılıkların da temel nedenlerinden biri de olagelmiştir.Bu açıdan çok önemli bir soruna kuşbakışı bakmanın ne kadar yetersiz olabileceğinin şimdiden altını çizmekte yarar vardır.Ama nihayetinde bu soruna en azından bir giriş ve temel bir bakış açısı ve çerçevesi çizmenin de gerekli ve katkılı olabileceğini de vurgulamalıyız.Mesele aslında bu temel sorunlardan birinin hangi çerçeve içerisinde ve hangi noktalar dikkate alınarak tartışılabileceğine ışık tutmaya çalışmaktır.Z ira konunun kendisi stratejik ve proğramatik düzeydedir.Ayrılık ve birlikteliklerin de temeli olmuş bir konudur.
Demokrasi bir iktidar biçimine tekabül etmektedir.Lenin’in deyimiyle ”demokrasi=diktatörlük=devlet”tir.Elbette ki Lenin bu soruna yaklaşırken diğer tüm sorunlarda olduğu gibi meseleye sınıfsal öz ve kimliğiyle yaklaşıyordu.Sınıfsal kimliğinden uzaklaştırılmış,içi boşaltılmış ve ne idüğü belirsiz sınıflar üstü ve herkese demokrasi anlayışlarından uzak;egemen sınıfa göre hegemonya anlayışlarına göre ve öte yandan sınıf mücadelesinin durumu ve seyrine göre kabuk değiştiren bir tanımlamaya dikkat çekmek istemiştir.Gerçekten de en çok içi boşaltılmış ve dejenere bir kimliğe büründürülmüş en önemli kavramlardan biridir demokrasi.İdeolojik mücadelenin bu önemli sorun üzerinde durması elzemdir.Zira gerek Türkiye’deki tek tek olay ve olgulardan gerekse AB’li ve ABD’li emperyalistlerin demokrasi havarilikleri ve ihraç çabaları(emperyalizm düşünün ki çeşitli ülkelere demokrasi getiriyor ve ihraç ediyor!) ve bunlar ardına gizlenmiş uşaklıklar,reformist-revizyonist güruhun heyecanla bu sürece gizli ve açık destekleri ,burjuva demokrasisi bile sayılamayacak girişimlerin alkışlanıp gerçek demokrasi diye yutturulmaya çalışılması , sınıf mücadelesinin nihai amaçlarının unutturulup bu süreçlerle aldatılması bu sorunu hem proğramatik düzeyde ve hem de güncel önemi bakımından öne çıkarmaktadır.Demokrasi bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki baskı ve tahakküm aygıtı olan devletin yönetim biçimlerinden birisidir.Aynı zamanda bir sınıfsal eylem ve yaşam bütünlüğüdür. Emperyalist kapitalizmin gelişkin metropollerinde burjuva yönetimi nispi ve yine burjuva anlamda demokratik iken ;bağımlı ve geri bıraktırılmış ülkelerde aynı sistem baskı aygıtı olan devleti gerçek içeriğiyle ve faşist biçimiyle kullanmaktadır.Göstermelik parlamentoların varlığı,sendikal ve derneksel örgütlerin varlığı ,çeşitli demokratik hakların zoraki ve sistem dışına çıkılmasından korkularak kullanılması bu gerçeği hiçbir şekilde değiştirmez.Zira sistem dışına eğilimli her hareket ve girişim burjuva demokrasisinin merkezlerinde bile en şiddetli şekilde bastırılmaktadır.Bu en demokrat! ülkeler gerçek devrimci ve komünistlere her tür işkence,baskı yerinde infaz yapmaktadır.Almanya,İngiltere,İtalya,fransa vs. hepsi içinde tek tek örnekler verebilmek mümkündür.Kızıl tugayların akıbeti,Bask sorununa yaklaşım ve bastırma teknikleri,İRA sorunu,Baider-mainof gerçeği hepsi hafızalarda bir bir yeniden geçirilmelidir.Gerçi bizim toplum yine aynı sorundan yani demokrasi kültürünün olmayışından kaynaklı olarak çok çabuk unutuyor.Ya bizim lider geçinenlere ve farklılara! Ne demeli?Hafıza-i beşer nisyanla maluldür mü demeli?Daha gözümüzün önünde ve yanı başımızda Amerikan emperyalizminin Irak’ta yaptıkları dururken bu hayasızlık ve çarpıtma da amaç ne ola ki?Bu açıdan ideolojik mücadelenin önemini bir kez daha kavramak yararını sunuyor en azından bu süreçler.Demokrasi bir eylemsel içeriktir ve bir yönetim biçimidir.Bu demektir ki bir yönetenler bir yönetilenler ve öte yandan bunların da bir yönetim tarzının eylemsel içeriği vardır.Faşizm kadar demokrasi de burjuvazinin sınıfsal koşullara,mücadelenin düzeyine yani kısacası hegemonik gücün ihtiyaçlarına göre belirlenmektedir.Dünyanın burjuva anlamda en demokratik ülkesi bir anda bu koşullar dolayısıyla faşizmi idare olarak benimseyebilir.Yine bu en demokratik ülkeler emperyalist paylaşım savaşlarını yapan ve yürüten güçlerdir.Nazizmi,mussolini faşizmini yaratan yine bu demokrat ülkeler değil midir?Demokrasi sınıfsal egemenliğe göre bir idare biçimi olarak aynı zamanda bir yaşam biçimine karşılık gelmektedir.Yaşama ilişkin her konuda söz ,karar ve yetkinin kimin elinde olduğu bu yaşam biçiminin de içeriğini belirlemektedir.Bu elde bulundurma durumu demokrasinin kimin lehine işleyeceğini belirleyen temeldir.Yani demokrasi de işleyişin temeli iktidar sorunuyla ayrılmaz bir biçimdedir.İktidar sorunu,demokrasinin de ,içeriğini belirlemektedir.Proletaryanın iktidarında ya da proletaryanın diktatörlüğünde ezilen, sömürülen milyonlar için gerçek bir demokrasiden bahsedilebilirken bir avuç sömürenin elerinden her şeyleri iktidar dahil alınmıştır ve onlara bu iktidarı tanıdıkları müddetçe yaşam hakkı tanıyan bir iktidar olacaktır.Proletarya diktatörlüğü sınıfsız sömürüsüz bir dünyaya geçişin koşulları yaratılana kadar yaşayıp giderek sönümlenecektir.Sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumda devlete iktidara demokrasiye dolaylı olarak ihtiyaç olmayacaktır.Aşağıdan yukarıya yukardan aşağıya bu süreç bir yandan kendini yaratıp yaşatırken öte yandan kendini reddederek yok edecektir.Demokrasinin bir yaşam biçimi olarak bir kültür olarak proletaryanın gündelik yaşamında can ve kan bulması gerekmektedir.Zira demokrasiyi bir yaşam biçimi haline getirememiş bir sınıfın kendi kendini yönetebilmesi kendi hak ve çıkarlarına ve ideallerine sahip çıkabilmesi olanaklı değildir.Geriye dönüşler bu sorunun bir sonucu olarak ortada durmakta ve bizler de dahil herkesçe tartışılmaktadır.Proleter demokrasi ile burjuva demokrasisini karşı karşıya getirmek ve kıyaslamak abesle iştigaldir.Demokrasi ,bir yaşam biçimi,bir kültür,bir gelenekler manzumesidir.Doğal olarak yaşamla birlikte kazanılan ve edinilen bir şeydir.Yaşamla elde edinilen bir şeye sahip çıkma ve sürdürme istidadı daha fazladır.Tırnak ile dişle ve kanla kazanılmış demokrasiye elbetteki Avrupalı daha çok sahip çıkacaktır.Kaldı ki geleneksel olarak aktarıldığından önceki nesillerin kanına böylece sahip çıkılmaktadır.Demokrasiyle özgürlük ve örgütlenme sorunu da iç içedir.Demokrasiyle özgürlüğün çelişiyor gözükmesine sınıfsal bakış açısı son verecektir.Yukarda da ifade edildiği gibi demokrasi bir iktidara denk düşmektedir.Bu açıdan bir sınıf diğer sınıf üzerinde baskı ve tahakküm kurarken ; kendisi açısından tam demokratik ve özgür bir dünya yaratmış olmaktadır.İktidarda bulunan sınıfın tercihleri ve sosyo politik gelişmeler de bu durumdan elbette etkilenecektir.Doğal olarak demokrasi ile özgürlük ve sınıfsal örgütlülükler arasında bir çelişiklik yoktur(Elbette ki sınıfsal perspektifle bakıldığı sürece.Aksi durumda sınıflar üstü bir bakış açısı ile bu tarz bir çelişki olacaktır).Egemen sınıf elbette ki kendisi için tam demokratik bir ortam yaratırken karşıt sınıf ya da sınıflar için bunun demokratik bir ortam yaratacağını söylemek olanaklı değildir.Her sınıf kendi çıkar ve örgütlülüğünü yaşatmak birincil amacıyla hareket edecektir.Proletarya geçici sınıfsal çıkarları için bu tarz bir demokrasiye ya da iktidara ihtiyaç duyacaktır.Bunun adına biz sosyalist iktidar yada proletarya diktatörlüğü demekteyiz.Proletaryanın nihai hedefi olan komünizme varmak için böyle bir ara yola ve geçişe mutlak ihtiyaç olduğundandır.Aksi durumda gerçek insanlık ideallerine ulaşmak ve bunu bir dünya ve insanlık sistemi yapmak olanaksızdır.Proletaryanın sosyalizmi mutlaklaştırmak gibi bir düşüncesi olamaz.Dolayısıyla iktidarın elde edilmesiyle birlikte ilginçtir ki bir yandan da hem iktidarın ve hem de tüm sınıfların,sınırların ve farlılıkların ortadan kaldırılması süreci başlayacaktır ve başlamak zorundadır.Proletarya ve kendi iktidarı kendini ret ve inkar ederek ilerleyecektir.Ama mevcut sınıflar ortadan kaldırılmadıkça,insan denilen varlık yek vücut olmadıkça,dünya üzerinde sosyalizm gerçek bir durum oldukça bu süreç hızla komünizme evrilecektir.Elbet bu süreçteki her direniş,her karşı örgütlenme ve sosyalizme olan saldırılara karşı proletarya kendini devleti,örgütlülükleri ve dayanışmasıyla savunacaktır.Bu tür girişimlere karşı açık ve gizli tüm savaşını vermek zorundadır ve verecektir.Nihai hedef yakınlaştıkça tehditler de azalacağından hızla sönümlenme ve çözülme yoluna gidecektir bu örgütlülükler ve hızla insanlık ideallerinin gerçekleriyle karşılayacaktır tarihi proletarya.Proletarya bu tarihi gelişmelerin ve değişimlerin temel dinamiği ve lideri olmak durumundadır.Komünizm sadece ve yalnız proletaryanın tarihsel misyonunun ürünüdür.Öte yandan demokrasi mücadelesinin bu anlamda en temel dinamiği ve lideri yine proletaryadır ve olmalıdır.Demokrasisiz ve demokratik mücadele verilmeksizin proletaryanın nihai hedefine ulaşması olanaklı değildir.Bu ülkemiz açısından çok daha önemlidir demiştik. Zira ,demokrasiyi hiç görüp yaşamamış ve demokratik bilinci olmayan bir sınıfın kurucu niteliği olabileceğini iddia etmek yanlış olur.Zira demokrasi bir örgütlenme, bilinç, gelenek,kültürdür.Demokrasi söz ve ifade özgürlüğünden tutalım da azınlığın çoğunluğa dönüşme hakkına kadar;aşağıdan yukarıya sınıfın kendi gelecek ve çıkarlarının savunusu ve örgütlenme gereklerinin yaratılmasına kadar; özel ve önemli eylemsel içeriklerle edinildiğine göre bu ancak proletaryanın tarihsel eylem ve adımları ve mücadelesiyle bir gerçek olabilir.Proletarya bu bilinç ve örgütlenme düzeyini ancak sınıf savaşıyla ve sıcak sınıf mücadelesinin içinde öğrenip kazanabilir.Elbette liderlikler bu süreci hızlandırıp doğru yönlere kanalize etmek durumundadırlar.Bu anlamda liderlik katalizör bir görevdedir. Tamamen etkisiz olmasa da eyleminin içeriğinde ve kendi deneyimlerinden öğrenmesine özen göstermek durumundadır.Böylece kazanılan bir bilinç ve kültürün kalıcılığı tartışılmaz bile.Bunun ya da bu sürecin özel bir demokratik aşamaya ihtiyaç duymayacağını başından belirtmeliyiz.Zira bir çok siyasal hareket özel bir geçiş aşamasını sırf bu nedeni işin göbeğine koyarak stratejik yanlışlıklar içine düşmektedirler.Bu demokratik bilincin ancak siyasal bir iktidarla edinileceği gibi bir anti Marksist bir yaklaşıma karşılık gelmektedir.Bu durum eylemin kendisini küçümsemek ve yaşamın öğreticiliğini göz önünde tutmamak demektir.Diğer nedenler bugünkü tarihsel koşullarda tamamen geçerliliğini yitirmiş durumdadır.Ülkenin yarı-sömürge yarı feodal olduğu,kapitalizmin yeterince gelişip ilerlemediği,proletaryanın niceliksel varlığının yetersiz olduğu,ittifak edilecek ve edilmesi gereken sınıfların düzenle olan bağları vs. gibi gerekçeler ülkemiz gerçeğiyle hiçbir biçimde örtüşmemektedir.Ülkemizin faşist bir diktatörlükçe yönetildiği ve faşizmden sosyalizme direkt olarak geçilemeyeceği gerçeği de bir safsatadan ibarettir.Zira yukarda da ifade ettiğimiz gibi faşizm de burjuvazinin idare etme biçimlerinden yalnızca bir tanesidir.İktidar yine burjuvazinin ellerinde olduğuna göre kapitalizmden sosyalizme geçişe engel olan her hangi bir şey yoktur.Tek engel proletaryanın bilinç ve örgütlülük düzeyi ve sosyalizmin inşası uğruna verdiği mücadelenin içeriğidir.Bu bilinç ve örgütlülük düzeyini yakalayamamış bir sınıfın demokratik devrimi gerçekleştirme ve önderlik edebilmesi nasıl mümkün olabilir?Asgari bir bilinç ve örgütlülük düzeyini gerektiren bu geçiş aşamasını mutlaklaştırmanın ve varsaymanın aslında sınıfsal olarak burjuva demokrasinin en son sınırlarını zorlayıp proleter demokrasinin sınırlarına ulaşmayacağını ve ulaşamayacağını söylemek kehanet sayılmamalıdır.Keza bu söylem ve stratejik anlayışın kendisi tam da küçük burjuva devrimci demokrasisinin sınırlarına karşılık gelmektedir.Küçük burjuva devrimci demokrasisi gibi bir anlayış ancak bu demokrasi anlayışını mutlaklaştırıp sınıflar üstü kimliğe büründürebilir ve bu anlayışı sınıfın anlayışıymış gibi sunmaya çalışabilir.Öte yandan proleter demokrasi ve sosyalizmden yana olduğunu iddia edenler yani komünist geçinenler işin özüne bu bilinç ve örgütlülük düzeyi meselesini koyarak aslında gerçek kimliklerini gizlemektedirler. Bu anlayışın geçersizliğini yukarda da ifade etmiştik.Demokrasi,özgürlük , örgütlenme sorunları sınıfın ideolojik mücadele açısından özel olmaya devam ediyor ve devam edecektir.Zira yılladır bu ülkede sınıf adına mücadele ettiğini ifade eden teşkilatların hemen hemen hepsi aynı düşünce ve anlayışla sınıfın lider kadrolarında bile bilişsel ve bilinçsel bir kafa karışıklığı ve dejenerasyon yaratmıştır. Ve yaratmaya devam etmektedir.Bu açılardan bu soruna kısa bir giriş ve tartışma platformu yaratmak ve bunu dillendirmek temel öneme sahip konulardandır.Bu çerçevenin meşhur Troçkizmle hiçbir alakası olmamakla birlikte bu düzeye çekilmeye çalışılacağı kesindir.Bu platform bizim platformumuz değildir.Troçkizm yıllardır bu ülkede öcü olarak görünmüştür.Ve özcesi Stalinizm kadar kirli ve öcü olan bu fikir akımı sırf bu ülkenin uluslar arası öznel durumundan kaynaklı olarak suçlama ve karalama platformuna çevrilmiştir.Oysaki Stalinizmin kendisi ne kadar tehlikeli ve dejenere bir akımsa Troçkizm de o kadar sapma ve dejenere bir akımdır ve öyle olmaya devam edecektir.Dikkat çekmekte yarar var ki,Stalinist akımların ezici çoğunluğu küçük-burjuva akımlardır ve hala ülkemiz öznel koşullarından kaynaklı olarak bir şekilde taban bulmaktalar ve bulacaklardır.Öte yandan Torçkizm bu ülkede kitlesel bir akım olmayı becerememiş olsa bile bu bulmayacağı anlamına gelmemektedir.Biz komünistlerin görevi her türden anti-marksist akıma karşı tutarlı ve kararlı ideolojik ve teorik mücadeleye ara vermeksizin inşa çalışmalarına devam etmektir.Bir yandan sıcak sınıf savaşının gereklerini yerine getirirken öte yandan eğitim ve aydınlatma çalışmalarına hele ülkemiz özgülünde daha ciddi oranda eğilmek ve hak ettiği değeri vermek özel bir görevdir.bu tam da demokratik bir bilinç ve örgütlenme anlayışı ve mücadelenin kaldıracı olacaktır.Her komünistin bu anlayış ve bilinçle hareket etmesini sağlamak liderliğin en temel görevlerindendir.Öte yandan sınıfın lider kadrolarının sınıfsal mevzi içinde bu küçük burjuva akımlardan koparılması stratejik bir öneme sahip olup ertelenemez ve asla vazgeçilemez bir görev olmaya devam edecektir.Görevden kaçanın boynu altında kalır ve geleceği göremez. Her zamankinden farklı özel mücadele değildir bu durum.Bu taktiksel bir öne çıkarım değil; tam tersine stratejik öneme sahip ve süreklilik arzetmesi gereken bir duruş ve ideolojik bir sergilenmedir.ÖZGÜRLÜK,DEMOKRASİ VE SOSYALİZM İÇİN MÜCADELE İNSANLIK İDEALLERİ İÇİN VERİLEN MÜCADELENİN TA KENDİSİDİR.Özgür yurttaş ve özgür insan anacak insanlık düzeninde varolacaktır.Kelle koltukta mücadele eden insanlar ne için ve niye mücadele ettiğini bilmek zorundadırlar.Bu yolda mücadele eden herkesin yolu ve alnı açık olsun…..
MahmutHalilCan(Sendiren)
Ateşhırsızı.com

2 Haziran 2012 Cumartesi

TARİHİ YAZANLAR VE YAPANLAR LENİN – EDMUND WILSON

TARİHİ YAZANLAR VE YAPANLAR LENİN – EDMUND WILSON

17.05.2012

Mahmut Halil CAN ( Sendiren )

Ömrümüz boyunca Marksizm Leninizm’i bir bilimsel metodoloji, bir proleter komünist devrimci insanlık ideolojisi, bir yol gösterici olarak gördük. Ondandır ki, siyasal yaşantımız büyüklerimizin gölgesinde bir yol arkadaşlığı ile başlamış olsa da; zaman içinde ML noktasında yetkinleşme, okuma, araştırma, sınıf mücadelesinde yer alışla birlikte bilinçli tercihlerimiz öne çıktı. Bu da ML’i sözünü ettiğimiz şekilde ele almamızdan kaynaklandı.

Körü körüne bir olgunun, olayın, başatın peşinde olmadık. İnanmadığımız hiçbir şeyin peşinde yürümedik. Ayrılıklarımız ve yolumuzu çizmemiz hep bu bilimsel bilinç, bilimsel algı ve yaşamı değiştirme-dönüştürme işimizin özel bir parçası oldu her daim. Hiçbir güç, hiçbir kimse ve hiçbir egemen düşünsel anlayış yalnız başımıza kalsak ta bizi korkutmadı, geri itmedi. Zira inan temelimiz ML ve onun bilimsel metodu ile sınıf mücadelesinin gerçekleri oldu.

Bu anlamda ML noktasında doğmatik, körü körüne bir yola din çerçevesinde inan temelimiz olmadığı gibi; ML karşıtı ya da onu dıştalayan-karalayan şeyleri okumamazlık, onları dışarı itmek gibi bir tutumumuz olmadı asla. Stalin noktasında komünist usta değerlendirmelerimizden, 30 yıl öncesinde sıradan bir devrimci lider noktasında değerlendirmeye gelişimizde de kimsenin katkısı olmamıştır. Bu noktaya yine ML’e kendi çabalarımızla ulaşmamız gibi bir yol izledik. Aynen Orta yolcu çizgi noktasından, bunun tam tersi bir noktaya kendimiz çerçevemizle ulaşmamız gibi.

Bu ML’in bilimsel duruşu ile onun geleceği kucaklayan öz samimiliğine, bilimsel alt yapısına kesinlikle uygundur. ML’in duruluğu, saf sınıf duruşu, öz kimliksel sınıfsal alt yapısı zaten sağlam kimliklerde bu sonucu doğrudan üretmektedir. Kendisinden ve duruşundan zerre kuşku duymayanların, karşıt duruş ve söylemler ile ideolojilerden de korkmaması oldukça doğal, olağan ve kesinlikle doğrudur. Kendine güven sorunu yaşayanların elbette söylediklerimizden azade olduğunu belirtmemize bile gerek yoktur.

Tarihi Yazanlar ve Yapanlar Lenin eseri de işte böyle yarı cepheden ML’e saldırı eserlerinden birisidir. Zira Edmund Wılson eski bir ML olsa da, sonradan ML dışına çıkmış bir tarihçi yazardır. Bu eser de kendi duruşunu oldukça iyi yansıtan bir eserdir. Kendince nesnel doğrular içinde taşısa da, tarafgirlik bakımından küçük burjuva Amerikancı orta sınıf duygulanımları içinde yazıldığı açıktır. Tarafgirlik varsa işte bu noktadadır.

Nasıl ki, Stalin düşmanlığının en doruk noktasal durağı nasıl ki Troçkizm ve onun yandaşları ise; Troçkizm hastalığı nasıl ki Stalinizm düşmanlığı üstünden yürüyorsa da Stalin savunuculuğu ya da karşıtlığının her bakımdan bu tarihsel taraflara eşit mesafede, ML düzlemde bakması o kadar bilimsel bir sınıf duruşu olacaktır. Stalin ve Stalinizm ne kadar nesnel düzlemde ele alınması gerekiyorsa ML tarafından, aynı durum Troçkizm açısından da aynıdır tarafımızca. 

Zira Troçkizm bağımsız bir sınıf ideolojisi olmadığı gibi, tek tek ülke devrimlerini yok sayması bakımından ve de Enternasyonal Devrimci Mücadeleyi dolaylı yoldan küçümsemesi bakımından ML’e Stalinizm’den daha da uzak bir yerde olmaktadır. Ama pratik SSCB deneyiminden ML açısından olmaması gerekenleri de Stalinizm’den çıkarmak olanaklıdır aynı zamanda.

Ele aldığımız eser, kitap ML’e liberal düzlemde, nispeten tarihsel gerçekleri çarpıtma yerinde olsa da özellikle 15. YY ve sonrasında bilimsel, tarihsel gelişmeleri topluca ele alan ve karşılaştıran, en nihayetinde ML ile son yürüyüşe doğru gitmesine doğru bir temel eleştirel düzlem sunmaktadır. ML’i bilimsel çerçevede değer kılan ve onu eyleminin öncüsü yapanlar açısından da incelenmesi lazım gelen bir çalışmadır bu eser.

Zira Ateşi Çalmak tarihsel yapıtına karşılık olarak bu anti çalışmaların da okunması tarihin, sınıf mücadelelerinin ve onları yazan ya da yaratanların tarihsel kimliklerine uzanmanın bir aracıdır sadece. Ve de başka pencerelerden görüntüyü sunmanın da gereğidir maddeci düşünüşün.

Bu eser yarı cepheden saldırı ile ML’in eksik kalan öğeleri ile sınıf mücadelesinin hataları üstüne bir deneme olarak algılanmalıdır zira. Keza sınıf mücadelesi tarihi, sınıfların eksik-hata-zaafları ile onların düşmanları tarafından algısı, yararlanmalarından kaynaklı olarak bir yerlere varmıştır.

Övgüler üstüne düzülü Stalin SSCB’sinin, Stalin’in ifadesiyle “ Komünizme gidiyoruzdan” kapitalist bataklığa gidişi nasıl ki bizim asıl ve nihai çözmemiz gereken olgulardan ise, tarih yazımında tek yanlılıkta bizim sorunumuzdur. 

Tarihi yazanlar ve yapanlar eseri bu ve benzeri noktalarda ML literatür ve yazına başka bir açı göstermeyi “borç” bilme noktasında olmasa da; ML’ler bu anlamda bakarak konuya yaklaşmalıdırlar. 

Biz ML’ler eleştiri-özeleştiri besin kaynağı noktalarını açık tutan bir bilimsel düzlemde isek; asla ve kesinlikle bu düzlemi boşlamamak, onu an be an yaşatmak noktasında olmalıyız.

Mesela kendi adımıza Stalinizm eleştirisinin kaynağı biz de asla Troçkizm ve onların yazınsal düzlemi olmadı. Zira Stalin’in Leninizm’in Sorunları kitapçığı bizim Stalin’i ve onun ne derece ML noktasında durduğunu görmemize yanıt oldu. Kendi yazınından ve söyleminden. 

Zira Leninizm’in öğrencisi olduğunu iddia eden ve komünist olduğunu iddia eden Stalin bir de bakmışsınız ki Tek Ülkede Sosyalizm Savunuculuğu adı altında ML’in tüm temel ilkelerine aşağıdan saldırıyor! Aynı düzlemde bu eksiği gören Anti-ML Troçkizm’de bunları gördüğü içindir ki, Anti-ML’ini Anti-Stalinizm’e yönelterek bunu yapmıştır. Halbuki ML ile Stalinizm arasında zerre kadar yanlılık yoktur. Sadece isimsel sahiplenme dışında.

Bu ve genel anlamda klavuzu bilim ve ML olan birilerinin ya da tarafların ML düşmanı gibi görünen yapıtları oldukça titizce incelemeleri gereği açığa çıkmaktadır. Zira ML eğer bir bilimsel metodoloji ile sınıfsal bir mücadele yönergesi ise; onu en titiz şekilde ele almak, onu geliştirmek, onun eksik ve hatalarını görüp ortadan kaldırmakta yine gerçek ML’lere düşmektedir bizce.

Marx ve ikinci Keman Engels dahil Lenin’in de bu çerçeve içinde tutkulu özgürlük, devrim ve sosyalizm ile insanlık düzeni düşlerinin ancak bu çerçeve içinde olacağı da apaçık gerçektir. Gözleri, beyinleri, akılları, yürekleri kapalı insanların işi değildir komünistlik. 

Her bakımdan özgür-insani dünyayı yaratmak, yaşatmak düşü ile beslenenlerin; yine her bakımdan kendilerini her gün ya da her dakika yenilemeleri, okumaları, tartışmaları, bilimsel düzlemden zerre kadar şaşmamaları zorunlu ön koşuldur. Başka türlüsü düşünülemez bile.

Bizim yaşam ve besin kaynağımız yaşamın kendisi ve onun beslendiği zemindir. Bu yaşam ve onun sonuçlarının insanlık, geleceğe sunduğu sonuçsuzluktur. Bu anlamda düzen ve onun sonuçları ile sonuçsuzluğunun ortadan kaldırılması da tamı tamına tutarlı bir bilimsel alt yapıya ihtiyaç duymaktadır.

Tarihi Yazanlar ve Yapanlar eseri aynen Ateşi Çalmak serisi gibi okunmalı ve gereken dersler çıkarılmalıdır. Tarih sadece ve sadece kriminal bir biçimde tek tek kişilerin eseri olmadığı gibi; sadece ve sadece sınıfların doğrudan eylemlerinin de doğrudan kendisi değildir. Zira sürece katılan tüm sınıf ya da onların liderlerinin de doğrudan katkısı, payı ve ona kattığı şeyler de vardır. Buna feodal dönemdeki ve sonrasında da kapitalist kuruluşta yer alan liderlerin kendilerini bu değişim sürecine katmaları bir örnek olmalıdır.

Aynı durum, SSCB Rusya’sında Stalin rollemesinde de aynıdır. Tarih ne kişilerin analog eylemidir; ne de bu analog eylemlerinden bağımsızdır. Eğer bu çerçevede ele alınırsa tarih ve gerçekleri daha yerli yerine oturacaktır. Her şey ve her durum kendi sınırları içinde ele alınmadığı, doğru düzleme oturtulmadığı sürece yalın gerçeklere uzanmak oldukça sancılı olmaya devam edecektir.
http://www.ateshirsizi.com/tarihi-yazanlar-ve-yapanlar-lenin-t18514.html?t=18514