24 Ocak 2014 Cuma

24 OCAK KARARLARI , KIBRIS VE UĞUR MUMCUNUN KATLİNE DAİR


24 OCAK KARARLARI * , KIBRIS** VE UĞUR MUMCUNUN KATLİNE DAİR

"24 Ocak Kararlarının uygulanması için 12 Eylül Askeri Faşist darbesi organize edildi, yapıldı, tüm toplumsal kesimler susturuldu, sınıfın tüm örgütleri deyim yerinde ise dağıtıldı; siyasal açıdan insanlar idam edildi, işkence edildi, öldürüldü, cezaevlerinde yaşamları bitirildi. 24 Ocak Kararlarının uygulanması amacıyla yapılan darbenin sonuçları ve Kararların kendisinin sonuçları orta yerde olduğu gibi durmaktadır. "

" 12 Eylül darbecileri yürütme yetkisinin birkısmını sivil faşist hükümete devrederken ABD
emperyalistlerinin de onayı ile Sömürge Yönetimi olarak alt yönetimini oluşturan Kıbrıs'ın kuzeyindeki işbirlikçileri için TC'ye Kuzey Kıbrıs'ı da ekleyerek isimlendirdiği yönetimine 15 Kasım 1983'te “KKTC” ismini vermiştir." 

24 OCAK KARARLARI VE UĞUR MUMCUNUN KATLİNE DAİR 

24 Ocak Kararlarının üzerinden 30 yıl, Uğur Mumcu’nun kontrgerilla devletince katlinin üzerinden ise 17 yıl geçmiş bugün itibarıyla. Günler geçmiyor gibi görünse de hızla akıyor yaşam, köprülerin altından habire sular akmaya devam ediyor. O günlerden bugünlere çok şey değişmiş durumdadır esasında. Zira her iki olay faşist kontrgerilla devletinin amaçları ile ağa babalarının çıkarları uğruna nasıl bir köklü değişimin yaşatılacağını, yaşamın her alanının dizayn edilebileceğini göstermişlerdir. 

24 Ocak Kararlarının uygulanması için 12 Eylül Askeri Faşist darbesi organize edildi, yapıldı, tüm toplumsal kesimler susturuldu, sınıfın tüm örgütleri deyim yerinde ise dağıtıldı; siyasal açıdan insanlar idam edildi, işkence edildi, öldürüldü, cezaevlerinde yaşamları bitirildi. 24 Ocak Kararlarının uygulanması amacıyla yapılan darbenin sonuçları ve Kararların kendisinin sonuçları orta yerde olduğu gibi durmaktadır. 

24 Ocak Kararları ekonomik-sosyal-kültürel-toplumsal bir köklü dönüşümü hedeflemekte idi. Ekonomik üretim modelinin değiştirilmesi yanında, Özelleştirme, taşeronlaştırma, örgütsüzleştirip tek tipleştirme, işsizliğin potansiyel olarak sınıfa karşı sürekli bir biçimde kullanılması, küresel kapitalizminin çıkarları gereği ucuz iş gücü potansiyelinin sonuna kadar özelde kimi emek yoğun sektörlerde kullanılması gibi süreçlerin yanında buna eşlik eden dejenerasyon, yozlaştırma, bencilleştirme, toplumsal ilişkileri yok etme ve psikolojik savaşın tüm olanaklarını kullanarak yığınları düzene bağlama hedeflenmiş ve bunda da önemli oranda başarılı olmuştur. Zira hala aynı çemberin kırılabildiği iddia edilemez. Yabancılaşmanın teknolojik, sosyal, dünyevi ve nihayetinde dinsel ayağının da yeşilce kullanılmasının sonuçlarının hala varlığını en üst düzeyde gösterdiği görülüyor.

24 Ocak Kararlarını, İMF ve emperyalist metropollerin dayatmalarının yerine getirilmesi açısından 12 Eylül faşist darbesi yapılmıştır. Bu eküriyi birbirinden ayırmak süreci anlamamaya götürecektir. Köklü dönüşümler, köklüce toplumsal yaşantının dönüştürülmesini de zorunlu kıldığındandır bu durum. Dümdüz ve traşlanmış bir alt yapısal ve üst yapısal koşullar olmaksızın bu kararların uygulanması zorlaşacak ve belki de uygulanamayacaktı. Egemenler işlerini garantiye alıp kendi memurlarına yeni görevler vererek, yeşil-haki elbiseler giydirerek hedeflerine ulaşmaya çalıştılar ve maalesef ki başardılar. 

24 Ocak Kararları ihracata dönük sanayileşme modelinin esas alınması dolayısıyla örgütsüz, dağınık, yoz- yabancılaşmış, ekonomik-demokratik mücadelesinde bile korkaklaştırılmış, geri çekilmiş, şimdiye kadar devlet eliyle palazlanmış bir avuç sermaye grubunun devletin açık olanaklarını özelleştirme-taşeronlaştırma aracılığıyla dolaysız yapmasının önünü açtığı gibi; emek yoğun üretim açısından sektörlerde açlık-sefalet ücretlerine çalıştırılmayı dayattı. Sendikasız, sigortasız, kayıt dışı, kara para aklama araçları ile naylon fatura ve hayali ihracatları ülkenin gündemleri haline getirdi. Her bakımdan savunmasız bırakılmış toplumsal kesimlerin yaşamın her alanının da yalnızlaştırılması, birlikte-ortak hareketinin önüne geçmek için korkunç yatırımları bu uğruda yaptı. Görsel- yazılı medyanın tırmanışa geçmesi de anlamlıdır. 

24 Ocak Kararları ve uygulanmasını bundan da geniş bir çerçevede ele almadan ülkeyi analiz etmek olanak dışıdır. Bu bakımdan 24 Ocak Kararları analizi ile onun sonuçlarına karşı mücadele etmeden kapitalizmin bu vahşi yüzünün ortadan tümüyle kaldırılıp, sosyalizme ulaşılması olanaksızdır.

24 Ocak 1993’te yine Ankara’da kontrgerilla devleti Uğur Mumcu’yu katletti. Devlet dışında kimsede bulunmayan ve tüm adreslerin faşist devletin kendisine işaret ettiği C -4 tipi bir bombayla katledilen Uğur Mumcu cinayeti ile faşist rejim, aslında şimdiki gelişmelerin toplumsal alt yapısını oluşturmaya adım atmıştır. Yıllardır döşemeye çalıştığı laik-anti laik, Kürt –Türk, Alevi-Sunni vs gibi temellere dayanan iç savaş stratejisinin bir parçası olarak organize edilen bu eylemin birçok bakımdan bağımsız gazetecilik kimliğinin getirdiği bilgilere ulaşmasının yanında, ondan daha da önemlisi böylesi bir çatışma ortamının yaratılmasına hizmet etmek amaçlı olduğu, yapay çatışmaların döşenmeye çalışıldığı görülür. Birçok amaçlı bu katliamın sonrasında bu çatışma ve iç savaş tarafları oluşturmaya dönük kullanılmaya çalışıldığı ve bu arada yeşil gerici hareketin kemikleştirilmesi amacı güttüğü de zamanla açığa çıkmıştır. Zira sonrası süreçte yeşil renkli gerici hareket giderek daha da büyümüştür, büyütülmüştür. Diğer yandan da sınıfsal bölünme yerine, yapay bölünmeler toplumsal yapıyı dinamitlemeye dönük bir süreçte olunmuştur.

Kontrgerilla iş üstünde yakalanmış dahi olsa da; toplumsal psikolojik yönlendirme de sistem egemenleri başarılı olmuşlar gibi olsa da; zaman içinde gerçek failin faşist kontrgerilla devleti ya da ortaklığı artık gizlenemez bir gerçektir. Nitekim faşist Mehmet Ağar’ın Güldal Mumcu’ya verdiği yanıtın anlamlı olduğu çok açıktır.” Ortadoğu’da taşlar yerinden oynatılırsa kimlerin altında kalacağı belli olmaz”. Bu zaten cinayetin kim ya da kimler tarafından işlendiğinin açık itirafıdır. Ama görüne o ki, kontrgerilla devleti tasfiye edilmeden ve gerçek belge ve bilgilere ulaşılmadan vicdanen olanların kabulünün, resmi ispatı olamayacaktır. 

Dün olduğu gibi 24 Ocak Kararları ve kontrgerilla cinayetleri sürgit devam etmektedir. Mesela şimdi Tekel işçilerinin direnişinin odağı aslında 24 Ocak Kararlarına karşı verilen mücadeledir içerik olarak. İş güvenliği ve özelleştirme-taşeronlaştırma, 24 Ocak Kararlarının özlerinden birisidir. Ekonominin çeşitli birimlerini dışa bağımlı tutmak, tarım-hayvancılığın bitirilmesi- dışa bağımlı yapılması, ucuz işgücü ve emek yoğun sektörlerde öne çıkılması gibi. Zira şimdi Tütün sektörü ile içki sektörü de özel ellerde olduğu gibi, emperyalist tekellerin insafına komple terk edildiği için Tekel işçileri bu duruma düşmüştür. Bu güncel sınıf mücadelesi doğrudan 24 Ocak Kararlarına yönelmiştir esasen.

Diğer yandan şimdilerde azgın faşist devlet terörüne eşlik eden Kürtlere, Romanlara ve kendinden saymadıklarına karşı linç ve sindirme hareketleri ile ona eşlik eden iç savaş senaryolarının sistemlice devrede olduğu açıktır. Nitekim her geçtiğimiz gün yeni yeni provokatif girişimlere sahne olmaktadır süreç. Örneğin eniştem beni niye öptü misali Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’e Emniyet Müdürlüğünce koruma tahsis edilmek istenmektedir. Gerekçe ise, her an saldırı olabileceği ve tehdit alması gibi. Saldırı için zemin yaratmaya çalışıyor faşist rejim. Kaos yaratabilecek eylemlerle halklar arasına uçurum koymaya çalışıyor. Aynen Hrant Dink’e öldürülmeden bir süre önce Valiliğe çağrılarak tehdit edilmesi gibi bir benzerlik bu.

24 Ocak Kararları, 12 Eylül 80 askeri faşist darbesi ve kontrgerilla devletinin amaçlı cinayetleri bir bütündür. Asla ve kesinlikle birbirinden ayrılamaz. Bu bakımdan bütün olarak emperyalist kapitalizmin ortadan kaldırılması ve yerine komünizme yürüyüşün ön adımı olan sosyalizm konulmadan ve gerekleri uğruna mücadele edilmeden ileriye doğru yürümek, başarılı olmak olanaksızdır.

24.01.2010


Mahmut Halil CAN ( Sendiren )


* 24 Ocak Kararları24 Ocak 1980 tarihinde ekonomik literatüre geçen ve yapısal dönüşümleri içeren bir program.
Süleyman Demirel, 1979 yılında Başbakanlık Müsteşarlığı'na getirdiği Turgut Özal'a yeni bir ekonomik istikrar programı hazırlama görevi vermiş ve bu program kısa sürede hazırlanmıştı. 24 Ocak 1980'de kamuoyuna açıklandı.
24 Ocak Kararları'nın ana hatları şu şekildedir:
  1.  %32,7 oranında devalüasyon yapılarak günlük kur ilanı uygulamasına gidilmiş,
  2. Devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alınmış, KİT'lerdeki uygulamaya paralel olarak tarım ürünleri destekleme alımları sınırlandırılmış.
  3. Gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonlar kaldırılmış.
  4. Dış ticaret serbestleştirilmiş, yabancı sermaye yatırımları teşvik edilmiş, kâr transferlerine kolaylık sağlanmış.
  5. Yurtdışı müteahhitlik hizmetleri desteklenmiştir.
  6. İthalat kademeli olarak libere edilmiş, ihracat; vergi iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara ithal girdide gümrük muafiyeti, sektörlere göre farklılaşan teşvik sistemi ile teşvik edilmiştir.(Kaynak:http://tr.wikipedia.org/wiki/24_Ocak_Kararlar%C4%B1)


**12 EYLÜL'ün Sömürgeleştirilen Kıbrıs'ın Kuzeyindeki İfadesi ,TC'NİN ‘’KKTC” ilanı

(1) 12 Eylül darbecileri yürütme yetkisinin birkısmını sivil faşist hükümete devrederken ABD
emperyalistlerinin de onayı ile Sömürge Yönetimi olarak alt yönetimini oluşturan Kıbrıs'ın kuzeyindeki işbirlikçileri için TC'ye Kuzey Kıbrıs'ı da ekleyerek isimlendirdiği yönetimine 15 Kasım 1983'te “KKTC” ismini vermiştir.

KKTC ilanı sonrası Türkiye'deki 12 Eylül Anayasa'sının bir kopyası olan Sömürge
Yönetiminin anayasasını da taşıdığı nüfus dahil halka işbirlikçilerini de kullanarak onaylatmıştır.

“KKTC” İŞGALCİ Sömürgeci Kontrgerilla Cumhuriyeti TC'nin Kıbrıs'taki Örtüsüdür.
(2) İşgalci sömürgeci TC, Kıbrıs'ın kuzeyinde DOLAYLI sömürge yönetim biçimini kullanmakta ve bu yönetim biçiminde yerli önde gelen kişileri emrinde görevli olarak kullanmaktadır.
(a) Avrupa Sömürgeci Devletleri gibi TC de sömürgeleştirdiği Kıbrıs'ın kuzeyinde

Doğrudan yönetim yetkilerini sömürgedeki görevlisi Büyükelçisi ve ordu
komutanlarına kullandırmaktadır.

(b)Dolaylı Yönetim biçiminde ise,yerli siyasi önderlerden ,yüksek rütbeli sivil,polis
ve asker kişilerden yararlanmaktadır.

Çeşitli yönetici tiplerin sömürge yönetiminde görev almaları ile yerli halk bir ölçüde yerli görevlileri benimsemekte ve bu görevli yöneticiler TC devleti ve Ankara Hükümetlerine bağlılık gösterdiklerinden toplulukça da örnek alınmaktadırlar.

Yerli yöneticiler aracılığıyla sömürge yönetiminin daha olumlu sonuçlar aldığı,bu yönetim biçiminde daha az çaba gerektirdiği gibi,daha az para harcanmanmaktadır.

Dolaylı yönetim biçimi aynı zamanda sömürücü ülkeninin (TC) sömürge toplumun iç
sorunlarına olabildiğince direk muhatap olmaması nedeniyle oldukça yararını gördüğü yaşanan
gerçeklerle bir daha gözönüne serilmiştir.

Kıbrıs'ın kuzeyindeki işçi,emekçi halkın ve onun ileri unsurlarının yaşanılan ekonomik,sosyal,kültürel vb sorunlar karşısında ,demokratik haklarını kullanarak ortaya koydukları tepkileri karşısında, TC işgalci sömürge yönetimi, emrindeki siyasi yöneticiler ve silahlı,silahsız asker, polis,resmi ve sivil güçleri kullanarak, baskı,saldırı,tutuklama, şiddet vb yöntemeleriyle önlemeye çalışırken direk muhatap olmaması nedeniyle yukarıda da belirtildiği üzere kendi işgalci sömürgeci faşist yüzünü de perdelemektedir.

Türkiye'de 12 Eylül'le İthal İkameci Sanayileşme Modelinin yerine İhracata Dönük
Sanayileşme modelinin konulması demek olan 24 Ocak 1980 kararlarının uygulanması için
gereken ortam hazırlanırken, sömürgeleştirdiği Kıbrıs'ın kuzeyinde de buna uyum sağlama amacıyla engel oluşturabilecek her alana müdahale edilmiştir ve halen de buna devam edilmektedir.1986-87 yılında Sanayi Holdingin kapatılması ile başlatılan süreç bugün özelleştirme vb yasalar ile ileri boyut kazanmıştır.(Özelleştirme,taşeronlaştırma,sendikasızlaştırma,kazanılmış hakların gaspı vb.)