24 Mayıs 2016 Salı

Sendikacı cinayetleri ve TMT bildirileri


“Cenazeye bir tek Salih yoğurtçu amcam gitti. Hatta onun 7 yaşında bir kızı vardı o zaman, Sevilay Sakallı’dır adı. Onun da anlattığı kadarıyla bana, “Ben küçüktüm Ayşe” dedi, “Cenazeyi taşlarlardı” dedi. Hatta ona bile izin vermemişler, gömsünler etsinler. Cenazeyi o, annesi ve “hala” dedikleri bir aile dostları varmış, gerçek halası değil yani ve onun ismi de Ayşe’ymiş ve cesur bir kadınmış, kimseden korkmazmış. Üçü-dördü gitmişler, yengem de beraber... Götürürlermiş babamın cenazesini ve yolda taşlarlarmış babamın cenazesini. Söverler sayarlarmış... Amcamın da canı sıkılmış... Bu sefer koyduğu gibi tabutu, oturtmuş çocuğu da üstüne, yedi yaşındaki kızını da, Sevilay ablamı oturtmuş tabutun üstüne. Ayşe halaları da oturmuş üstüne, yengem de kalmış orada. “Oturun da gidiyorum da geleyim” demiş amcam. “Adamısanız,” demiş kendilerine “gelin bu çocuğu da vurun! Ailemi de vurun burada! Kardeşimi koymazsınız gömülsün!” demiş. Gitmiş, Dr. Küçük’ten kağıt almış, “Bu adam köpek değil da vurdunuz kendini da şimdi izin vermezsiniz gömelim edelim” demiş, “Bana bir kağıt verin, bu adamı gidip gömeceğim” demiş, “Bu adam benim kardeşimdir” demiş kendine, “Ne suçu var da vurdunuz kendini mesela da gömmeye da izin vermezsiniz” gibisinden... Kağıt vermiş kendine Dr. Küçük ve gitmiş gömmüş... Dayımın anlattığı kadarıyla, “Koymazlardı ve ben gizli gizli gittim, ağaçların arasında saklanarak seyrederek gördüm, gömdüler babanı” dedi.”



Bu anlatı 1958 yılında AKEL ve PEO sendikası tarafından düzenlenen 1 Mayıs yürüyüşüne katıldıktan sonra mimlenen 24 Mayıs günü TMT tarafından öldürülen Fadıl Önder’in kızının değerli araştırmacı gazeteci Sevgül Uludağ’a verdiği mülakattan alınmıştır (Yenidüzen Gazetesi ve Yeraltı Notları, 21 Mart 2005). Anlatıdan TMT’nin infazından sonra da şiddetin devam ettiğini ve büyük bir halk kitlesinin bu şiddet olayına karıştığını görürüz. Nereden geliyordu bu öfke? Kimler vardı bu kolektif histerinin ardında? Bütün bunların açıklamasını önümüzdeki haftalarda bulmaya çalışacağız hep birlikte. Günlük hayatta hiç bir zaman beklemediğimiz bu tür şiddet sarmalının nasıl olup da harekete geçtiğini, ne gibi aygıt ve mekanizmaların devrede olduğunu, ve sıradan insanların nasıl birer caniye veya şiddet soluyan yaratıklara dönüştüğü irdelemeye çalışacağız. O dönemdeki şiddet olaylarına baktığımızda, “anticipation of violence,” yani şiddet kokusundan şiddetin doğduğunu görürüz. Bunu biraz daha şöyle bir tarihi kronolojik özetle açıklayabiliriz diye düşünüyorum.



Daha önceki çalışmalarımda göstermeye çalıştığım gibi Kıbrıslı Türklerin Taksim tezine sarılmaları 1956 yılının Ağustos ayına rastlar. Bu teze canı gönülden sarılan dönemin liderliği, bunu gerçekleştirmek için toplumu ve dünyayı Rumlarla artık yaşanamayacağına ikna etmek için kollarını sıvayacaktı. Bu dönemde adadaki çok kültürlü yaşamının tüm mekanizmalarını havaya uçurtacaktı liderlik. Ortak dini ziyaret alanları etnik olarak homojenleştirilecek, ticaret millileştirilmeye çalışılacak, her türlü iki toplumlu kültürel, sosyal veya ticari etkinlikler sabote edilecekti. Bu ayrışma tabii ki sadece Türk liderliği tarafından motive edilmiyordu. EOKA Kıbrıslı Türk sivilleri hedef olarak göstermese de, kullandığı söylemlerdeki Helenosentrik tonlamalar, sloganlar ve gelecek tahayyülünde Türklere ayırdıkları yer çok kısıtlıydı. Türk mahallelerine yakın yerlerde ve bazen hemen Kıbrıslı Türklerin yaşadıkları yerlerin yanında patlayan bombalar ve öldürülen yardımcı polis Kıbrıslı Türk polisler durumu daha da kötüleştiriyordu. Grivas Kıbrıslı Türklere dokunmayacaklarını söylüyordu ama fazla ayak içinde dolanmalarını da istemiyordu. Onlara Batı Trakya’daki Türkler kadar bir hak verileceğini söylüyordu. Yani enosis’in gerçekleşmesi durumunda Kıbrıslı Türklerin geleceği pek de iç açıcı görülmüyordu. Kıbrıs’taki sol hareket ise Kıbrıslı Türklerle işbirliğini destekler bir pozisyonda olsa da enosis’i desteklediklerini her ortamda ve platformdan dile getiriyordu. Kıbrıs’ta iki toplumlu sınıfsal mücadeleye inanmış az sayıdaki Kıbrıslı Türk azınlık ise tam olarak arada kalmışlardı. Bir tarafta inandıkları sendikalar ki her geçen gün biraz daha enosis projesine yanaşmaktaydılar, diğer tarafta ise Kıbrıslı Türk Liderliğinin güdümüne girmiş kendi toplumları. Liderlik, Kıbrıslı Rumlarla olan ilişkilerini kesmelerini talep etmeye başlamıştı. Bunun üzerine yüzlerce insan iki toplumlu örgütlerden istifa edip Türk örgütlerine katılmaya zorlanıyor veya teşvik ediliyordu.



27-28 Ocak 1958 olaylarında sonra toplumlararası şiddet de tırmanmaya başlamıştı. İngiliz askerlerinin Kıbrıslı eylemcilerin üzerine yürümesi ve çıkan arbedede yedi Kıbrıslı Türk’ün öldürülmesinden sonra, o güne kadar İngilizlerle hareket eden Kıbrıslı Türkler gitmiş yerine ihanete uğramış duygusuyla hareket eden Türkler gelmişti. Artık sorun ancak şiddet yoluyla çözülebilirdi kanısı gittikçe kabul görmeye başlanmıştı. TMT adlı yeni kurulmuş olan yeraltı örgütü kontrolü ele almış ve Türk bölgelerini “temizlemeğe” başlamıştı bile. Karışık mahallelerdeki Rum evleri yakılıyor, Belediyelerin ayrılması için çalışmalar yapılıyor, Muhtarlar istifaya zorlanıyor, hayatlar, mekanlar, duygular hızla etnik bir homojenleşme yaşıyordu. İngiliz arşivlerinde rastladığım 4 Nisan 1958 tarihli TMT bildirisi o dönemi özetler niteliktedir.
“TÜRK MUKAVEMET TEŞKİLATI



GENEL DUYURU 




1. Ayrı Belediye hakkındaki kararın yürürlüğe girmesini istiyoruz. Ne kadar erken o kadar iyi. Bugüne kadar Türklerin hangi hakları tanınmıştır? Türklere, her yerde kendilerini engellemek ve cesaretlerini kırmaktan başka ne yapılmıştır? Artık her şey çok açıktır. Her gün Rumlara yeni tavizler veren bir Validen, Türkleri teslim etmesinden veya tamamıyla yok edilmelerine izin vermesinden başka ne bekleyebiliriz.



Kıbrıs Türkleri kendi endişe ve sorunlarına çare bulabilecek yeterliliktedir. Adımlarımızı güçlendirelim ve hızlandıralım.



2. Türk Muhtarların istifası ile ilgili olarak, Türkleri ezen ve haklarını görmezden gelen Hükümete hizmet etmeye devam eden kişilerle işbirliği yaparak kendi mezarımızı kazmış olmuyor muyuz?



Daha dün, kardeşlerimizin ölümüne neden olan bu zihniyet (Hükümet politikası) yarın için neler tasarlamaktadır kim bilir.



Burada bir Komiser kendi buyruğu altındaki Türk Muhtarlara, Rumlara yardım etmeleri emrini verme cüretinde bulunmuştur. Bu gücü bizim ihmalkarlığımız sayesinde mi elde etmiştir? Muhtarların istifasını daha büyük bir ciddiyet ve dikkatle ele almamız gerekmektedir.



3. Komünizm sadece Ulusumuzun değil, insanlığın düşmanıdır. Kıbrıs Türkleri, “Komünizmin başı görüldüğü yerde ezilmelidir” diyen Atatürk’ün ilkesini şiar edinmiştir.



Kıbrıs Türk işçileri aşırı derecede milliyetçi ve vatanseverdir.



Rum Sendikalarına üye herhangi bir Türk olduğunu düşünmüyoruz. Eğer ihmalkarlık sonucunda hala üye olanlar varsa, bir an önce istifa etmelidirler.



4. Türk Komandolar (Yardımcı Polis) ve Polis ile ilgili dedikoduların yayılmakta olduğunu duymaktayız. Türk Polisi ve Komandosu Türk toplumunun en cesur ve en Milliyetçi evlatlarıdır. Kalplerinin ülkeleri ve Vatanları için aşk ile çarpmakta olduğundan şüphemiz yoktur. Ait oldukları topluluğa karşı herhangi bir tehlike veya aksi eylem karşısında kendilerini hem bedenen hem de ruhen siper etmektedirler. Aralarında kötülerin olduğunu düşünmüyoruz. Ancak böyleleri varsa, gecikmeden ıslah edilmelidirler. Saf kan ve sütlerini unutmamalıdırlar (yani Türk köklerini). Milliyetçi Türk komando ve polisler, bu gibi ihtiyaç duyan yurttaşlara nasihat vermelidir. Kıbrıs Türkleri kendilerinden bunu beklemektedir.



5. Türk öğrencilerin kendi okullarında eğitim almalarını istemekteyiz. Ne kadar erken o kadar iyi. Ancak Türk olmayan okullara giden Türk öğrenciler de varsa, bu onların milliyetçi olmadığı anlamına gelmez. Kanına sadık bir Türk, nereye giderse gitsin gerçek bir Türk olarak kalır. Eğer ortada bir hata varsa, sorumluluk bu çocuklarda değil, velileri ve öğretmenlerdedir. Hem velilerin hem de öğretmenlerin daha uyanık olmalarını beklemekteyiz.



6. Türk tüccarlardan alışveriş yapmak her Türkün ulusal ödevidir. Türk tüccarlar da dürüst ve makul davranmalı ve kardeşlerine düşük fiyatlar uygulamalıdır. Bunu yapmakla ülkemize ve toplumumuza hizmet etmiş oluruz. Türk teşkilatı bu konu ile ilgili bir birim kuracaktır. Rum tüccarlarla iş yapan herkes ağır şekilde ihtar edilecek ve bu şekilde alınan ürünlere el koyularak imha edilecektir.



HER ŞEY ULUSUMUZ İÇİN



HER ŞEY VATANIMIZ İÇİN



Türk Mukavemet Teşkilatı Komitesi” 




Yukardaki bildiriden de anlaşılacağı gibi TMT kontrolü tamamen ele geçirmiş veya geçirmeye çalışıyordu. Bu arada Liderlik devamlı surette EOKA saldırılarından bahsetmeğe, Makarios solcu işbirliğini öne çıkartarak Rum solunu Makarioslaştırıyor, diğer taraftan Makarios’u Kızıl Papaz olarak sunarak, Komünistleştiriyor ve dolayısıyla şeytanlaştırmaya çalışıyordu. Dönemin Türkiye basını da bu işe bulaşmış ve yoğun bir Kızıl papaz ve potansiyel EOKA katliamlarından söz ediyordu. Halk büyük bir korkuya kapılmış ve her an katliama uğrayacakları korkusu içerisinde yaşıyordu. Bu arada bu korkuyu alevlendirmek ve toplum içerisinde herhangi bir muhalif ses bırakmak istemeyen TMT, Rumlara düzenli saldırılar düzenleyerek onları şiddete davet ediyordu. Kıbrıs Türk basını ise her gün Kıbrıslı Türklerin mağdurluk algısını güçlendirmeye çalışıyor, ve toplumlararası en küçük olayları bile abartarak tek taraflı sunuyordu. Artık toplum kendini mağdur psikolojisinin yükselen duvarları arasında kurbanlık koyun gibi hissetmeye başlamıştı. Bu mağdurluklarının müsebbiplerini sorguladıklarında ise liderlik onlara Rumlara ek olarak birçok muhalif kişiyi hedef olarak gösteriyordu.



Geçen hafta göstermeye çalıştığım gibi, Liderlik dehşet içerisindeki toplumun önüne farklı “hainler,” “işbirlikçiler” atmaya başlamıştı ve bir nevi linç kampanyası yaşatıyordu. İngilizci olarak ilan edilmiş birçok yüksek mevkilerdeki kişilerin evlerine tehdit mektupları veya mektup içinde kurşunlar gönderiliyordu. Rum sendikalarına üye kişiler tehdit ediliyor, her fırsatta horlanmaya çalışılıyordu. TMT’nin vurucu ekiplerine katılım artıyordu. Dönemin Milliyetçi gençliği artık şiddeti kendine şiar edinmişti. İnsanlar sokak ortasında dövülüyor, işlerinden oluyordu. Milli duygularla ve korku siyaseti içerisinde adeta gözleri kör olmuş bu gençlik farkında olmada başka büyük bir planın parçası olmuşlardı. Bu kertede evlere gönderilen tehdit mektupları haricinde aleni yerlerde dağıtılan TMT bildirileri de çıkmıştı. Fakat bunlardan en önemlisi yukarda anlattığım Kıbrıslı Türk sendikacılarla ilgili olan iki bildiridir. Tarihe Kıbrıslı Türklerin gerçekleştirdiği ilk siyasi cinayet olarak geçen bu olayla ilgili olan bu bildirilerden, sendikacıların TMT tarafından vurulduğunu gösteren ve teşkilatın yani TMT’nin bu cinayetleri üstlendiğini gösteren iki tanesini bugün yayınlamak istiyorum. Bildiri cinayetten üç gün sonra Lefkoşa’da dağıtılmıştır. Türkçe orijinali yoktur fakat dönemin İngiliz teşkilatı bildirinin tercümesi çıkartmış ve halen arşivlerde tutmaktadır. Biz bildirileri Türkçe’ye çevirerek tekrar yayınlıyoruz:



“ TÜRK MUKAVEMET TEŞKİLATI 



26 Mayıs 1958



Sevgili Türk Halkı,



Türk Mukavemet Teşkilatı harekete geçmiş, ve kendilerine yapılan uyarılara rağmen Kıbrıs’ta yaşamakta olan 120,000 Türkün varlığını tamamıyla hiçe sayarak Kızıllara hizmet etmekten mutluluk duyan alçak hainlere hak ettikleri ölüm cezasını vermeye başlamıştır.



Bu satılmış soysuzlar, Kıbrıs’ın Türklerinin onları affedeceğini mi sanıyordu? Ulusal bütünlüğümüzü bozmaya veya zayıflatmaya çalışan kişilere (her kim olurlarsa olsunlar) tek cevabımız beyinlerine sıkılacak bir kurşun olacaktır. (TMT tarafından) vatan haini ve komünist maşası ilan edilen Sadi Erkurt ve Fadıl Önder hak ettikleri cezayı almışlardır. Aynı şekilde, onların satılmış yoldaşları da derhal cezalandırılacaklardır. Adanın neresinde olursa olsun komünist propaganda yapan herkesi aynı kadere mahkumdur. Türk gazetelerinde durumlarını açık bir şekilde anlatan ve ruhlarını komünist propagandadan samimi şekilde arındıran kişilerin hayatları şimdilik bağışlanmıştır. Ancak bu kişiler çok yakından gölge gibi izlenmektedir. Hareketlerinde en ufak bir şüphe veya kötü niyet gözlemlenmesi durumunda bu kişilerin hayatlarına son vereceğiz.



Adanın her yerindeki “Vurucu ekiplerimiz” “Hazır ol” emrini almışlardır.



Kıbrıs’ın sevgili Türkleri,



Teşkilatımız tarafından öldürülen vatan hainleri, sizin en büyük düşmanınız ve şerefinizle oynayan soysuzlardan bazılarıdır. İşlenen bir suç veya Teşkilat hakkında gördüğünüz veya bildiğiniz hiç bir şeyden hiç bir yerde bahsetmemelisiniz. Burada ilan ederiz ki, Polise veya Mahkemelere veya güvenilmez kişilere teşkilat hakkında bilgi vermek bugünden itibaren Vatana ihanet sayılacaktır. Teşkilatımızın üyelerine, ihtiyaçları olan veya istedikleri her türlü yardımı yapmak ve bildiklerinizi kimseye anlatmamak en yüce ulusal ödeviniz olmalıdır.



Kulüplerde, kahvehanelerde veya başka herhangi bir yerde bu konudan bahsedilmemelidir. Teşkilatın aleyhinde konuşanlar veya emirlerine herhangi bir şekilde karşı gelenler derhal cezalandırılacaklardır ve bildirilerimizde isimleri verilecektir.



Yaşasın Türk Ulusu!



Kahrolsun Hainler!



Kahrolsun taksim karşıtı İngilizler!



Ya Taksim ya Ölüm!



TMT Merkez Komitesi”

“Türk Mukavemet Teşkilatı.



31 Mayıs 1958.
Hainlere Son İhtar:
Hakiki Türk olmayan bir Hain daha (Vurucu) Ekiplerimiz tarafından ortadan kaldırılmıştır. Gelecekte de bu gibi hainlerin ortadan kaldırılması devam edecektir. Ancak şu an için bu gibi kişilere son bir şans veriyoruz.
SON İHTAR: “Vurucu Ekiplerimize” 10 Haziran 1958 tarihine kadar eylemlerini askıya alma talimatını vermiş bulunuyoruz. Kesin bir şekilde hain olarak listelediğimiz herkes bu 10 günlük süre içerisinde, toplumu, fikirlerini değiştirdikleri ve artık bizimle oldukları yönünde ikna etmek için gerekli adımları atmalıdır.
Diğer taraftan, saygıdeğer halkımıza, özellikle kadınlarımıza, evlerinde veya iş yerlerinde silah sesi duyduklarında, silahın Rumlar tarafından ateşlendiğine emin olmadıkça sokaklara koşarak Ekiplerimizin işlerine mani olmamalarını hatırlatmak isteriz.
BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİNE MANİ OLMAYA ÇALIŞAN HERKES ORTADAN KALDIRILACAKTIR.
Türk Mukavemet Teşkilatı.

http://haberkibris.com/sendikaci-cinayetleri-ve-tmt-bildirileri--2015-05-24.html


TMT ve Siyasal Cinayet Tarihinden Bir Kesit

24 Mayıs 2015, 09:41 
Dün günlerden 22 Mayıs’tı. Ve 57 yıl önce bir 22 Mayıs günü Kıbrıs Türk toplumu siyasal şiddet ile tanıştı. Gaile dergisinin dünkü sayısında etraflıca belirttiğimiz gibi, 1958 yılının 22 Mayıs’ında ve onu takip eden günlerde, Kıbrıs Türk toplumunda daha önce yaşanan adam dövme ve korkutma gibi şiddet olaylarından farklı olarak, doğrudan doğruya cana kast edilen bir terör havası estirildi. Solcu Kıbrıslı Türklerin “vatan haini” ve “düşman” ilan edildiği bir dönemdi. Ve ilk kurşunlar PEO Türk Bürosu başkanı sendikacı Ahmet Sadi Erkurt’a sıkıldı. Sabahleyin karısı ile sokağa çıkan Erkurt maskeli adamların kurşunlarına hedef oldu ve ancak cesur karısının göğsünü siper etmesi sayesinde saldırıdan yaralı olarak kurtulabildi. Halkın Sesi gazetesi haberi duyururken Ahmet Sadi’nin “1 Mayıs günü Rumlarla beraber birkaç satılmışın yaptıkları yürüyüş ile ilgisi olduğunu” ve “azılı komünist ve Rum solcu sendikasının elebaşlarından olduğunu” vurguluyordu...
Bu saldırıdan iki gün sonra, 24 Mayıs’ta, İnkılâpçı gazetesinin yazı işleri müdürü Fazıl Önder öldürüldü. Sıkılan kurşunlar hedefi bulmayınca bıçaklar çekildi ve Fazıl Önder sokak ortasında bıçaklanarak öldürüldü. Halkın Sesi gazetesi bu vahşi cinayete kurban giden Önder için “bir komünist uşağı olmakla tanınmıştı” diyordu...
27 Mayıs’ta “komünist” oldukları için silahlı saldırıya uğrayan Pırlanta Dikimevi sahibi Abdurrahman Candaş ve Mustafa Ali saldırıyı yara almadan atlattılar. Olay yerinde üzerinde “EOKA” yazılı bir kağıt bulundu. Halkın Sesi gazetesi saldırının gerçekleştiği yerde “üzerinde EOKA kelimesi bulunan bir levha bulunmaktadır” diyerek suçu EOKA’ya atmaya çalışıyordu...
29 Mayıs günü berber Ahmet Yahya uyurken öldürüldü. Yahya, bir gün önce gazeteye açıklama yaparak “Kıbrıs Rum sendikaları ile bir ilişiği kalmadığını” bildirdiği halde saldırganların hedefi olmaktan kurtulamadı. Katiller ya gazeteye ilan verdiğini öğrenmemiş ya da “bir komünist daha eksik olsun” diye düşünerek Yahya’yı katletmişlerdi. Ertesi gün gazetelerde Ahmet Yahya’nın ölüm haberi ve Kıbrıs Rum sendikalarından istifa ettiğine dair açıklaması yan yana yer alıyordu...
5 Haziran 1958 tarihinde İnşaat İşçileri Sendikası yönetim kurulu üyelerinden Hasan Ali’ye silahlı saldırı düzenlendi. Halkın Sesi gazetesi haberi şöyle duyuruyordu: “İsmi Hasan Ali olan şahıs mütecavizler tarafından ağır surette dövülmüş ve neticede yaralanmıştır. Bir vatan haini ve Akel’in üyesi olmakla itham edilen Hasan vücudunun muhtelif yerlerinden çeşitli yaralar almıştır...”
30 Haziran 1958 tarihinde Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların barış içinde bir arada yaşayabileceğini söyleyen berber Ahmet İbrahim vurularak öldürüldü. 3 Temmuz 1958 tarihinde de Arif Hulusi Barudi silahlı saldırıya uğradı. Barudi saldırıdan yara almadan kurtuldu.
22 Mayıs ve 3 Temmuz 1958 arasında işlenen siyasal cinayetler ve yaşanan şiddet eylemleri Kıbrıs Türk toplumunda büyük bir korku yarattı. Bu korku Kıbrıslı Türkleri uzun yıllar bir gölge gibi izledi. Failler hiç bir zaman yakalanmadı.
TMT’nin Türkiye’den gelen subayların emrine girmeden önce, yani 1958 yılının Ağustos öncesinde işlenen bu cinayetleri ne o dönemin TMT yetkilileri, ne de daha sonrakiler üstlendi. Cinayetlerin TMT’ye mensup kişiler tarafından işlendiğini ısrarla reddettiler ve olayları bir sis perdesi ile örttüler.
Oysa, dünkü Gaile dergisinde ve bugün Yenidüzen gazetesinde yayınladığımız İngiliz arşivinden alınan belgeler  “solcu avını” TMT’nin örgütlediğini ve ayrıca, TMT’nin bunu itiraf ettiğini gösteriyor. Örneğin 26 Mayıs 1958 tarihinde Lefkoşa’da dağıtılan “TMT Merkez Komitesi” imzalı bir bildiride teşkilat  tarafından “vatan haini ve komünist uşağı” olarak damgalanan Ahmet Sadi Erkurt ve Fazıl Önder’in “hak ettikleri cezayı buldukları” ifade ediliyordu  ve “ulusal birliği bölen, parçalayan ve zayıflatan herkesin beynine kurşun sıkılacağı” tehdidinde bulunuluyordu. Bildiride “Kıbrıs Türklerine” hitaben şöyle deniyordu: “Teşkilatımızın tarafından öldürülen vatan hainleri senin en büyük düşmanındır...” Ayrıca, ada sathında TMT’nin “vurucu timlerinin hazır beklediği” vurgulanarak halka gözdağı veriliyordu...
31 Mayıs 1958 tarihinde dağıtılan bir TMT bildirisinde ise Ahmet Yahya kastedilerek, “gerçek Türk olmayan bir Hain daha vurucu timlerimiz tarafından yok edilmiştir” deniyordu...
Evet, bu olaylar 57 yıl önce yaşandı... Kurbanların ahı o günden bugüne kadar gelip geçen bütün kuşakların üstünde kaldı. Sonunda, bu karanlık geçmişle yüzleşmek ve kurbanların itibarını iade etmek bugünkü kuşaklara düştü. Bu, geçmişin günümüzün kuşakları üstündeki “hak talebidir.” Bunu yapacak gücü kendimizde bulamazsak utanç içinde yaşamaya devam edeceğiz. Ta ki, bu ayıbı ortadan kaldıracak kuşaklar gelene kadar...

Bitirirken bir noktanı altını çizmek istiyorum: 1958 yılında EOKA da “vatan haini” ilan ettiği Kıbrıslı Rum solcuları hedef almıştı. Aynı tarihlerde solcu Kıbrıslı Rumlar, solcu Kıbrıslı Türkler gibi, peş peşe katledildiler. 2013 yılının sonunda Dimtiris Hristofyas cumhurbaşkanlığı görevinden ayrılmadan önce Kıbrıs Rum Bakanlar Kurulu EOKA’nın katlettiği solcu Kıbrıslı Rumlara iade-i itibar kararı aldı.
Kıbrıslı Türk yetkililer Kıbrıs Türk toplumu adına benzer bir karar alamazlar mı?
Niyazi Kızılyürek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder