30 Haziran 2014 Pazartesi

Sömürgede Yerel Seçim ve Referandum Sonuçları Üzerine ....



Sömürgede yerel yönetim seçimleri ve sömürgecinin anayasa değişikliği için referandum yapıldı...

Sömürgeci dahil herkes mutlu zafer çığlıkları atıyor...

Peki ama biz sömürülenler, ezilenler ,işçiler, emekçiler, halk kazanmışsa ;
sömürgeciler  ve  yerel seçilmiş atanmış gönüllü görevli memurları nasıl, neden mutlu ve zafer çığlıkları atıyorlar acaba?

Sömürgecinin anayasasındaki değişiklikleri için yaptırılan referandum ve yerel seçim sonuçları üzerinden  hareketle;

    * Sömürgecinin belirlediği koşullardaki  referandumda katılım  yüzde 69.98 ise;
         - Bu oranın yüzde 37.68 ü EVET ve yüzde 62.32 si HAYIR demişse;
         - Aynı gün yerel yönetim seçimleri için aynı seçmenin kullandığı oylarla nasıl olur da CTP,UBP ve DP li adaylar Belediye başkanı seçilirler diye hiç sorgulanmaz mı?   
         -Yüzde 30.02 oranında seçmen  şu yada bu nedenle,aktif yada pasif sandığa gitmeyip BOYKOT demişse tümünü işgale sömürge yönetimine karşı olan ve BOYKOT çağrısı yapan komünistlerle devrimcilerin çağrısına yanıt verdiklerini söyleyebilirmiyiz? Yoksa aynı amaçla hayır diyen arkadaşlarımızın iddia ettikleri üzere BOYKOT EVETçilere yaramasın diye  sandığa gitmeleri için onları teşvik mi etmeliydik? Sömürgecinin sermayenin DEMOKRASİ diye yutturmaya çalıştığına katılımı artırarak katkı mı koymalıydık?Düzene umut bağlamalarına mı çalışsaydık?

Referandumda kullanılan evet oyları üzerinden seçilmiş yerel görevli memurların (m/v) oluşturduğu ve adına meclis dedikleri o kurumda bulunan 4 partinin halkı temsil etmediği sonucuna varabilenler kendilerini mi bizi mi kandırmaya çalışıyorlar? 
Sömürge koşullarında ve sermaye düzeninde halkı temsil etmeyen  meclislerin, referandum öncesi ve "Evet " çıkmış olması halinde halkı temsil ettiklerini mi söylemek istiyorsunuz? 

Eğer yüzde 67 hayır oyunun tümü yada büyük çoğunluğu sömürgecinin anayasasına ve değişikliklere ve sömürgecinin işbirlikçilerine hayır demiş olsa  yerel yönetimlerdeki sonuçlarda da  aynı sonucun görülmesi gerekmezmiydi?

Demek ki sömürgecinin yerel seçilmiş görevli memurları mecliste "referanduma evet" demişler ama oy verirken hayır diyerek sömürgeciye ve anayasasına bağlılıklarını vurgulamışlar ve CTP'yi evetleriyle başbaşa bırakmışlardır... 

Sonuçta sömürgeci referandum ve seçimler üzerinden Kıbrıs'taki işgalci sömürgeci varlığını yeniden birkere daha hem dünyaya ve hem de sömürgeleştirdiği bölgede yaşayan  halkın karşısında amaçladığı meşrulaştırmayı gerçekleştirmiştir...

Sömürgeci ve sermaye güçlerinin  her durumda gündemi belirleyerek planlı programlı olarak kendi egemenliğini ve varlığının devamı için her yolu kullandığı bugünkü koşullarda durum değerlendirmesi yapanlar çok ama çok dikkatli olmalılar..

 Hem de bu değerlendirmeleri yapacak olanlar sömürgeciliğe ve işgale karşı samimi kararlı ve ilkeli olarak mücadeleye devam edeceğini bildiğimiz ilerici demokrat devrimci ve komünistler ise binkez düşünmeli ve ince eleyip sık dokuyarak değerlendirme yapmalıdırlar...

Yoksa  sömürgeciye karşı mücadele ediyoruz derken biradım bile  ilerlemediğimizi görmekten aciz durumda kalırız.... 

Yerel yönetim seçim ve referandum sonuçlarını kendi lehimize ne fazla büyütelim ne de küçümseyelim...

Gerçeklerle yüzleşerek amaca yürümeye devam edelim....

Bağımsız özgür birleşik ve halklarının kardeşleşeceği ,demokratik,
sosyalist bir ülke kurmak için;

Devrim ve sosyalizm  yolunda cephe oluşturmak için herkes görev başına....

25 Haziran 2014 Çarşamba

Sömürgeciye İŞGALE KARŞI BOYKOT ve bu amaçla HAYIR aynı amaca hizmet eder.


"SÖMÜRGECİ İŞGALCİ TC'nin SÖMÜRGE ANAYASASINDAKİ DEĞİŞİKLİKLER için yapılacak Referandumu da seçimleri de BOYKOT edilmelidir"  çağrısının referandumda EVET diyenlere hizmet olacağını söyleyen ve Referandumda Hayır çağrısı yapan arkadaşlarımıza,dostlarımıza ve yoldaşlarımıza onların düzmantıklarıyla değil  farklı yaklaşıyoruz.

Onların Boykot çağrısı yapanlara yönelik olumsuz yaklaşımlarına rağmen
biz onlara referanduma katılıyorlar diye bir suçlamada bulunmuyoruz...Sadece Hayır gerekçelerinizi açıklarken İŞGALE ve SÖMÜRGE Yönetimine de ANAYASASINA da hayır dediğinizi açıklayın ki SÖMÜRGECİDEN İŞGALDEN ve Anayasasından değil de SÖMÜRGECİNİN ANAYASASINDA YAPILAN DEĞİŞİKLER nedeniyle HAYIR diyecek sömürgecinin sivil,asker ve yerli işbirlikçi görevlileriyle aynı HAYIR olmadığı görülebilsin demiştik..

Çünkü yoldaşlarımızın dostlarımızın arkadaşlarımızın referandumda HAYIR çağrılarının sömürgecinin ve onun uzantılarının HAYIR'ından farklı olduğunu düşünüyoruz!

Sömürgeciye İŞGALE KARŞI  BOYKOT ve bu amaçla Hayır aynı amaca hizmet eder.
Ama nasıl ki  referandumu bizim gerekçelerimiz dışında boykot edenlerin boykotları bizim boykotumuza eklemlenemediği gibi referandumda tüm HAYIR diyenlerin de SÖMÜRGECİYE İŞGALCİYE HAYIR dediklerini söylemek hayal aleminde yaşamaktır.

Fakat tüm EVET çağrısı yapanların işgale. sömürge yönetimine ve onun anayasasına da özünde karşı olmadıkları açık ve nettir..Sömürge yönetimi ve işbirlikçilerinin (düzeniçimuhalifler dahil) reformlarla (ki buna reform bile denemez) yapılan değişiklerle egemenliklerinin meşryluğunu ve devamını sağlayacağı açıkça görülebilmektedir görmek isteyenlerce...

12 Haziran 2014 Perşembe

"SÖMÜRGE ANAYASASINDA" Sömürgecinin izin verdiği kadar değişiklik !


"SÖMÜRGE ANAYASASINDA" Sömürgecinin izin verdiği kadar değişiklik !




-"Sorun sömürgecinin anayasası mı, sömürgecinin ve sermayenin varlığı ve egemenliğinin dayandığı temeller mi?"


-"sömürge anayasası"nda biçimsel değişikliklere yönelik çalışmalar sömürgecinin esas amacı olup onun seçilmiş görevli memurları da sorunun kaynağının saklanması ve gündemin başka yöne çekilmesine hizmet etmektedirler.."
 

-"Sorun sadece sömürgecinin anayasasının demokratikleşmesinde ve geçici 10.maddenin değiştirilmesi ile aşılamayacağı gerçeği ortadadır. Sorunun kaynağı sadece anayasa değil ,sömürgecinin ve sermayenin kendisidir..."

"Sömürgecinin izin verdiği kadar değişiklik !"

Sömürgecinin 85 anayasasının ana ve özü ortaya konduktan sonra buradaki yerli seçilmiş görevlilere yada teknik personele yazdırılması ve halkoyuna sunularak " EVET" almış olması bu anayasanın halkın iradesini yansıttığını ve sermayenin sömürgecinin egemenliğini yansıtmadığını söylemek, toplumlar tarihinin sınıflar mücadelesi tarihi olduğunu kısaca sömürge statümüzü ve sermaye düzeninde yaşadığımızı yadsımak olur....

Bu anayasanın yazılımında görev almış liberal demokrat,sosyal demokrat,demokrat kişilerin olması bu anayasayı demokratik yapmaz,yapamaz çünkü ana ilkeleri ve özü ortada duruyor..

Kısaca işgalciye sömürgeciye sermayenin egemenliğine geri adım attırılabilmesi gerekir ve bu geri adımın sonucunda yerli seçilmiş atanmış görevlilerin sömürgecinin anayasanın ana ilke ve özünü ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalara katkı koydukları için teşekkür edilebilsin..Oysa bu görevliler bu anayasada yaptıkları değişiklikleri halka "devrim" diye yutturmaya çalışıyorlar...
Tıpkı 85 sömürge anayasasını yazanlar, katkı koyanlar arasında olan o dönemin TKP'lileri gibi....O dönemde sömürgecinin anayasasına "HAYIR" diyenlerin bugün neden "EVET" dediklerini ve savunduklarına baktığınızda 1985 deki TKP'lilerin konumundan farklı birşey göremezsiniz...

Sosyal demokratların düzenin özüne dokunmadan düzeni değiştirecekleri hayalinin tekrarıdır yaşadığımız..


Dünün TKP'sinin ve bugünün CTP'sinin "devrim" "sosyalizm" anlayışı ve sınırı düzenin sınırı ile sınırlıdır...

Sömürgecinin izin verdiği kadar kısacası...

      
                                                                                 ***
1985 yılında sömürgecinin anayasasına hayır diyenlerin gerekçesi ne idi? Şimdi o gerekçeler ortadan kalktı mı? Öncelikle bunu yanıtlamalı kendine ilerici,demokrat,yurtsever devrimci komünist diyen bireyler,örgütler.....

                                                                               ***
Sorun sömürgecinin anayasası mı, sömürgecinin ve sermayenin varlığı ve egemenliğinin dayandığı temeller mi?

Sorun sadece sömürgecinin anayasasının demokratikleşmesinde ve geçici 10.maddenin değiştirilmesi ile aşılamayacağı gerçeği ortadadır. Sorunun kaynağı sadece anayasa değil ,sömürgecinin ve sermayenin kendisidir...

Mücadelenin esas hedefi ve gündemi sermayenin ve kontrgerilla devleti TC'nin kıbrıs'taki işgalci sömürgeci (emperyalist güçlerin ABD,AB,İngiltere vd emperyalistler le onların taşeronları tc,yunanisan) varlığının ve egemenliğinin sona erdilirilmesine yönelik olmalıdır...

Onların egemenliklerinin yazılı hale getirilmiş şekli olan ve 12 eylül darbecilerinin biçip sömürge yönetiminin yerel seçilmiş atanmış görevli memurlarına diktirdiği "sömürge anayasası"nda biçimsel değişikliklere yönelik çalışmalar sömürgecinin esas amacı olup onun seçilmiş görevli memurları da sorunun kaynağının saklanması ve gündemin başka yöne çekilmesine hizmet etmektedirler..

                                                                          *******
SÖMÜRGECİNİN KARŞIMIZA ÇIKARDIKLARI VE SÖMÜRGE ANAYASASINDAKİ DEĞİŞİKLİKLER İÇİN SÖMÜRGECİDEN ÇOK EVETÇİ KESİLEN SEÇİLMİŞ GÖREVLİ MEMURLARIN PROF. DOÇ. DR. VS. OLMASI TESADÜF DEĞİLDİR...

UBPDPCTPTDP vs olması TESADÜF DEĞİLDİR!

ÇÜNKÜ SÖMÜRGECİ İŞGALCİ KONTRGERİLLA DEVLETİ TC ;

"Dolaylı SÖMÜRGE Yönetim biçiminde ,yerli siyasi önderlerden ,yüksek rütbeli sivil,polis ve asker kişilerden yararlanmaktadır.

Çeşitli yönetici tiplerin sömürge yönetiminde görev almaları ile yerli halk bir ölçüde yerli görevlileri benimsemekte ve bu görevli yöneticiler TC devleti ve Ankara Hükümetlerine bağlılık gösterdiklerinden toplulukça da örnek alınmaktadırlar.

Yerli yöneticiler aracılığıyla sömürge yönetiminin daha olumlu sonuçlar aldığı,bu yönetim biçiminde daha az çaba gerektirdiği gibi,daha az para harcanmanmaktadır.

Dolaylı yönetim biçimi aynı zamanda sömürücü ülkeninin (TC) sömürge toplumun iç sorunlarına olabildiğince direk muhatap olmaması nedeniyle oldukça yararını gördüğü yaşanan gerçeklerle bir daha gözönüne serilmiştir."

SÖMÜRGE Anayasasındaki değişiklikler için sömürgecinin seçilmiş yerel görevlileri aracılığıyla yapılmak istenen referandum ve bu referandumda "EVET" yada "HAYIR" mı yoksa sömürgecinin referandumu "BOYKOT" mu edilmeli?
Tez,antitez ve sentez...... 
Bu ilke yaşamın heralanında geçerli.
Önemli olan bu ilke temel kuralın uygulama alanında alınacak verilere ve kime,neye,nasıl,niçin ,neden nezaman  sorularına ve yanıtlarına bağlı olarak değişeceğidir.. 
Peki ama burada sözedilen " tez"iniz "TC sömürge yönetiminin anayasası" mı yoksa "anayasamız" (bağımsız egemen bir devletin) mı? 
Hangisini tez olarak alıyorsanız antiteziniz de senteziniz de ona göre olacak.
Ülkenin işgal altında ve sömürgeleştirildiğinden mi hareket ediliyor yoksa bu gerçeklik gözardı edilip "bağımsız" "egemen" bir devletten (burjuva anlamda) sözediliyor... 
Amaç sömürgeci işgalciden kurtulmaya mı yöneliktir yoksa işgalci sömürgecinin izin verdiği kadar değişikliği kazanım olarak göstererek, onların yerli seçilmiş görevlileri olarak varlık ve egemenliğini perdelemek midir? 
İşgalciye sömürgeciye geri adım attırılmış bir kazanım mıdır değişiklikler?
Sömürgecinin 85 anayasasına karşı "HAYIR" diyenlerin ÖZÜNE değil miydi "HAYIR"ı ki şimdi değişikliklerine  "EVET"  denmesi için bukadar çaba harcanıyor? Önce bunu açıklığa kavuşturmalılar  sömürgecinin 85 anayasasına "EVET " diyenler de "HAYIR" diyenlerde..
Sömürgecinin referandumunu BOYKOT onun varlığına da egemenliğine de HAYIR demektir...Referanduma katılarak hayır diyecek olanlar bu amaçla hayır diyorlarsa gerekçeleriyle birlikte açıklamalıdırlar..
Bunu derken referanduma katılarak HAYIR oyu kulllanacak olanların "HAYIR"ının sömürgeciye işgalciye hayır olduğunu CTP nin 85 referandumundaki hayırından farklı olduğunun, olacağının bilinmesi açısından önemlidir...
Bİz BOYKOT derken aynı stratejik amacı taşıyarak HAYIR diyen diyecek olan her insanımızı arkadaşımızı dost ve yoldaşlarımızın taktiğine saygılı olduğumuzun olacağımızın da bilinmesini isteriz.. Taktiklerimiz şu yada bu nedenle farklı da olsa aynı hedefi amaçlıyorsak mücadelemizde omuz omuza yürümeye devam etmeliyiz sömürgeciye,işgale ve sömüren azınlığa karşı. 

İŞGALLERE,İŞGALCİLERE,SÖMÜRGECİLERE,EMPERYALİSTLERE ,KAPİTALİZME  ve onların ANAYASALARINA HAYIR DE !!!!!!


SÖMÜRGECİNİN SEÇİMİNİ DE REFERANDUMUNU DA BOYKOT ET....



Kaynaklar   :

1.http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1780.htm
2.http://www.yenicag.com.cy/yenicag/2013/09/gecici-10-madde-icin-anayasa-degisikligi-gerekmez/
3.http://bagimsizlikcephesi.blogspot.com/2012/04/kbrs-sorununa-baksmz-cozum-ve.html?spref=fb

EKLER        :              
1.Savunma ve İşbirliği

2.Tufan Erhürman’ın Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde yorumunun tersi

3.Tufan Erhürman’ın Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde yorumunun tersi

8 HAZIRAN 2014ALİ BİZDEN

4.Vatandaş Referandum'da Ne Yapmalı?

09/06/2014
HK
<h5>5.Mehmet Öner Ekinci</h5>
GEÇİCİ 10'UNCU MADDENİN KALDIRILMASINI İÇERMEYEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE "EVET" DEMEK


1.Savunma ve İşbirliği
Geçici Madde 10
Kıbrıs Türk halkının savunması ve iç güvenliği ile milletlerarası durum gerektirdiği sürece bu Anayasanın 117. maddesinde yer alan kurallar yürürlüğe girmez. Anayasa yürürlüğe girdiği tarihte dış ve iç güvenliğin sağlanmasında kullanılan bütün kuvvetlerle, bunlara ilişkin olarak uygulamada olan usul ve hükümlerin ve bu konularda kabul edilmiş ve edilecek işbirliği esaslarının uygulanmasına devam olunur.

Yurt Savunması ve Silahlı Kuvvetlerin Kuruluşu
Madde 117
(1) Yurt savunması, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetlerince sağlanır.
(2) Yurdun güvenliğinin sağlanmasından ve silahlı kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Cumhuriyet Meclisine karşı Bakanlar Kurulu sorumludur.
(3) Silahlı Kuvvetler Komutanı, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı adına yerine getirir.
(4) Silahlı Kuvvetler Komutanı, Savunma Bakanının önerisi ve Bakanlar Kurulunun kararı izlerine, Cumhurbaşkanınca atanır.
(5) Savunma Bakanlığına bağlı silahlı kuvvetlerin ve bağlı komutanlıkların kuruluşu, görev, yetki ve sorumlulukları yasa ile düzenlenir.






2.Tufan Erhürman’ın Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde yorumunun tersi

8 HAZIRAN 2014ALİ BİZDEN
<h2>
</h2><h2>Tufan Erhürman, 8 Haziran’da
“Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde”başlıklı bir yazı yazarak,
10. Madde ile ilgili herhangi bir değişiklik içermeyen
anayasa değişikliği metnine hayır demenin
anlamsızlığını
izah etti.</h2>
Bize, referandumda hayır demenin hukuki bir sonucu olmayacağını da anlattı. Referanduma gidecek değişiklik önerileri arasında Geçici 10. Maddenin yer almayışının doğal olduğunu da açıkladı.
Erhürman’ın yazısını kopyaladım. “Evet”leri “hayır”, “hayır”ları “evet” ile değiştim. Birkaç cümle de ekledim. Sonuç Erhürman’ın meşrulaştırıp normalleştirdiği “hepimiz evet demeliyiz” fikrinin tam tersi çıktı: Hepimiz hayır demeliyiz!
Tufan Erhürman’ın kopyalayarak azacık tahrif ettiğim metni şu:

Bilindiği gibi Meclis’ten oy birliğiyle geçen Anayasa değişikliğinin içerisinde geçici 10’uncu madde ile ilgili herhangi bir düzenleme yoktur. Değişikliğin Meclis’te görüşüldüğü oturumu izleyenler bunun nedenini anlamakta zorlanmaktadır. Bu oturumda, UBP ve DP-UG genel başkanları, geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesine, en azından bugün için karşı olduklarını açıkça dile getirmişlerdir. Bu iki partinin milletvekilleri dışında Meclis’te toplam 24 milletvekili vardır ve herhangi bir maddeyle ilgili değişikliğin referanduma götürülmesi için 34 milletvekilinin “evet” oyuna gereksinim duyulduğu bilinmektedir. DP-CTP Hükümet Programı’nda açıkça Anayasa’nın Geçici 10’uncu Maddesi’nin kaldırılması hususundaki resmi siyasi pozisyon, en güncel haliyle, görevdeki CTP-DP Hükümet Programı’nda yer alıyor.  CTP’nin 21, TDP’nin 3 CTP hükümet ortağının ise 12 milletvekili vardır.
KKTC Cumhuriyet Meclisi’nde okunup onaylanan hükümet programında yer alan Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi’nin değiştirilmesi kararının altında imza ve onayı olan DP genel başkanının genel kuruldaki konuşmasında Geçici 10. Madde’nin  değiştirilmesine karşı olduğunu söylemesi hükümet programına uymama kararının beyanıdır. CTP hükümet ortağının, yerel seçimlerde UBP ile işbirliğini, yasa dışı istihdamlarla ilgili tavrını hükümeti bozma nedeni olarak gördüğünü açıklamış bir parti olarak, Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi ile ilgili hükümet programına uymayacağını dile getiren ortağı ile ortaklığı bozmayı ifade etmeyi bırakın, ima bile etmemiştir. Demek  ki Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi CTP açısından yerel seçimlerde sağ ittifak kurulması ihtimalinden ile daha az anlam, önem ve önceliğe sahip.
Dolayısıyla CTP’nin Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi’ne verdiği anlam ve önemin doğal sonucu, Meclis’ten oy birliğiyle geçen değişiklik metninde geçici 10’uncu maddeyle ilgili herhangi bir düzenleme bulunmamasıdır.
Bu şartlar altında Anayasa değişikliğine “evet” demenin geçici 10’uncu madde konusunda bir irade beyanı ortaya koymakla bire bir ilgisi vardır. Bir metne “hayır” demenin, o metinde hiç sözü edilmeyen bir şeye “hayır” demek anlamına geleceği nasıl düşünülebilir ki? Değişikliğe “hayır” diyenler, kuşkusuz, yalnızca metnin içerisinde yer alan maddelere “hayır” demeyeceklerdir. Bu metne “hayır” demek, yürürlükteki Anayasa’da yer alan ve metinde hiç bulunmayan başka maddelere (örneğin geçici 10’uncu maddenin referanaduma sunulmamasına neden olan ikiyüzlülük, samiyetsizlik ve politik kaypaklığa) da “hayır” demek veya tüm bunlara onay vermemek anlamına gelir.
Benzer biçimde bu metne “evet” demek de, metnin içerisinde yer alan maddelere “evet” diyerek Geçici 10. Madde ile ilgili “ne var bunda, abartmayın, vesayet denen, bağımlılık denen şey eskisi kadar kötü değil, zamanla siz de alışırsınız” diyen siyasetçi aklına onay vermek anlamına gelir. Bu metne “hayır” diyenler, yürürlükteki Anayasa’da yer alan ancak metinde yer almayan diğer maddelere (siyasetçilerin örneğin geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesinin önemli olmadığı ortak uzlaşısına) “hayır” demiş olacaklardır. Dolayısıyla, bu metnin reddedilmesi, şu anda yürürlükte olan Anayasa’nın tüm maddeleriyle birlikte, hiç değişmeksizin aynen yürürlükte kalmasından öte, siyasetçilerin geçici 10. Madde ile ilgili değişiklik yapılmasına zorlanması siyasi sonucunu doğuracaktır.
Demokrasi denen şey, siyasetçinin halkı temsil ettiği şeyse ve hukuk bir siyasal ürünse, yurttaşın tercihlerinin hukuki değil siyasi sonuçlar anlamlıdır.
Hülasa, itirazım var!
Standard
<h1>Post navigation</h1>


***

3.Tufan Erhürman’ın Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde yorumunun tersi

8 HAZIRAN 2014ALİ BİZDEN

Tufan Erhürman, 8 Haziran’da
“Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde”başlıklı bir yazı yazarak,
10. Madde ile ilgili herhangi bir değişiklik içermeyen
anayasa değişikliği metnine hayır demenin
anlamsızlığını
izah etti.


Bize, referandumda hayır demenin hukuki bir sonucu olmayacağını da anlattı. Referanduma gidecek değişiklik önerileri arasında Geçici 10. Maddenin yer almayışının doğal olduğunu da açıkladı.
Erhürman’ın yazısını kopyaladım. “Evet”leri “hayır”, “hayır”ları “evet” ile değiştim. Birkaç cümle de ekledim. Sonuç Erhürman’ın meşrulaştırıp normalleştirdiği “hepimiz evet demeliyiz” fikrinin tam tersi çıktı: Hepimiz hayır demeliyiz!
Tufan Erhürman’ın kopyalayarak azacık tahrif ettiğim metni şu:

Bilindiği gibi Meclis’ten oy birliğiyle geçen Anayasa değişikliğinin içerisinde geçici 10’uncu madde ile ilgili herhangi bir düzenleme yoktur. Değişikliğin Meclis’te görüşüldüğü oturumu izleyenler bunun nedenini anlamakta zorlanmaktadır. Bu oturumda, UBP ve DP-UG genel başkanları, geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesine, en azından bugün için karşı olduklarını açıkça dile getirmişlerdir. Bu iki partinin milletvekilleri dışında Meclis’te toplam 24 milletvekili vardır ve herhangi bir maddeyle ilgili değişikliğin referanduma götürülmesi için 34 milletvekilinin “evet” oyuna gereksinim duyulduğu bilinmektedir. DP-CTP Hükümet Programı’nda açıkça Anayasa’nın Geçici 10’uncu Maddesi’nin kaldırılması hususundaki resmi siyasi pozisyon, en güncel haliyle, görevdeki CTP-DP Hükümet Programı’nda yer alıyor.  CTP’nin 21, TDP’nin 3 CTP hükümet ortağının ise 12 milletvekili vardır.
KKTC Cumhuriyet Meclisi’nde okunup onaylanan hükümet programında yer alan Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi’nin değiştirilmesi kararının altında imza ve onayı olan DP genel başkanının genel kuruldaki konuşmasında Geçici 10. Madde’nin  değiştirilmesine karşı olduğunu söylemesi hükümet programına uymama kararının beyanıdır. CTP hükümet ortağının, yerel seçimlerde UBP ile işbirliğini, yasa dışı istihdamlarla ilgili tavrını hükümeti bozma nedeni olarak gördüğünü açıklamış bir parti olarak, Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi ile ilgili hükümet programına uymayacağını dile getiren ortağı ile ortaklığı bozmayı ifade etmeyi bırakın, ima bile etmemiştir. Demek  ki Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi CTP açısından yerel seçimlerde sağ ittifak kurulması ihtimalinden ile daha az anlam, önem ve önceliğe sahip.
Dolayısıyla CTP’nin Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi’ne verdiği anlam ve önemin doğal sonucu, Meclis’ten oy birliğiyle geçen değişiklik metninde geçici 10’uncu maddeyle ilgili herhangi bir düzenleme bulunmamasıdır.
Bu şartlar altında Anayasa değişikliğine “evet” demenin geçici 10’uncu madde konusunda bir irade beyanı ortaya koymakla bire bir ilgisi vardır. Bir metne “hayır” demenin, o metinde hiç sözü edilmeyen bir şeye “hayır” demek anlamına geleceği nasıl düşünülebilir ki? Değişikliğe “hayır” diyenler, kuşkusuz, yalnızca metnin içerisinde yer alan maddelere “hayır” demeyeceklerdir. Bu metne “hayır” demek, yürürlükteki Anayasa’da yer alan ve metinde hiç bulunmayan başka maddelere (örneğin geçici 10’uncu maddenin referanaduma sunulmamasına neden olan ikiyüzlülük, samiyetsizlik ve politik kaypaklığa) da “hayır” demek veya tüm bunlara onay vermemek anlamına gelir.
Benzer biçimde bu metne “evet” demek de, metnin içerisinde yer alan maddelere “evet” diyerek Geçici 10. Madde ile ilgili “ne var bunda, abartmayın, vesayet denen, bağımlılık denen şey eskisi kadar kötü değil, zamanla siz de alışırsınız” diyen siyasetçi aklına onay vermek anlamına gelir. Bu metne “hayır” diyenler, yürürlükteki Anayasa’da yer alan ancak metinde yer almayan diğer maddelere (siyasetçilerin örneğin geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesinin önemli olmadığı ortak uzlaşısına) “hayır” demiş olacaklardır. Dolayısıyla, bu metnin reddedilmesi, şu anda yürürlükte olan Anayasa’nın tüm maddeleriyle birlikte, hiç değişmeksizin aynen yürürlükte kalmasından öte, siyasetçilerin geçici 10. Madde ile ilgili değişiklik yapılmasına zorlanması siyasi sonucunu doğuracaktır.
Demokrasi denen şey, siyasetçinin halkı temsil ettiği şeyse ve hukuk bir siyasal ürünse, yurttaşın tercihlerinin hukuki değil siyasi sonuçlar anlamlıdır.
Hülasa, itirazım var!
Standard

Post navigation


4.Vatandaş Referandum'da Ne Yapmalı?

09/06/2014
HK

Anayasa değişikliklerin Meclis’te oy birliğiyle kabul edilmesinin ardından birçok kesimden çeşitli gerekçelerle referandumda anayasa değişikliklerine “hayır” denilmesi çağrısı yapılmaya başlandı. Bu yöndeki görüşlere ve bu görüşleri beyan edenlere saygım sonsuz. Bununla birlikte, bir yurttaş olarak bu görüşlere neden katılmadığımı da anlatmak ihtiyacı içerisindeyim. Aşağıda, bugüne kadar yapılan eleştirilerle ilgili düşüncelerimi sıralamaya çalıştım:
1. “Anayasa değişiklikleri arasında geçici 10’uncu maddeyle ilgili herhangi bir düzenleme bulunmadığı için bu paketi reddetmek gerekir”
Daha önce de belirttiğim gibi, Meclis’teki 50 milletvekilinden 26’sı geçici 10’uncu maddeyle ilgili herhangi bir değişikliğe, en azından bugün için karşı olduklarını, mensubu oldukları siyasi partilerin liderlerinin ağzından, Meclis kürsüsünden ilan ettiler. Bunun doğal sonucu bu yönde herhangi bir değişikliğin bu pakette yer almamasıdır. Çünkü herhangi bir madde ile ilgili bir değişikliğin Meclis’ten geçip referanduma sunulabilmesi için 34 milletvekilinin “evet” oyuna ihtiyaç vardır.
Bugünkü şartlar altında, sırf geçici 10’uncu madde ile ilgili herhangi bir düzenleme içermediği için bu pakete “hayır” demenin bir süre sonra söz konusu 26 milletvekilinin de katılımıyla geçici 10’uncu maddeyi de içeren yeni bir paketi gündeme getireceğini şahsen düşünmüyorum. O halde, bugün için “hayır” demek, geçici 10’uncu maddeyi değiştirmediği gibi, Anayasa’daki herhangi bir maddeyi de değiştirmeyecektir. Benim şahsi siyasi tercihim, bu paketteki değişikliklere “evet” diyerek pakette yer alan ve bugüne kadar kimsenin herhangi bir maddesi için “bu madde yürürlükteki anayasadakinden daha kötüdür” demediği değişiklikleri yürürlüğe koyduktan sonra, geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesi için tüm kesimlerle birlikte mücadele etmektir.
2. “Anayasa değişikliklerine ‘evet’ demek geçici 10’uncu maddenin Anayasadaki varlığını onaylamak demektir”
Hiçbir geçerli mantık yürütmenin, anayasayla ilgili bir değişiklik paketine “evet” demenin o pakette herhangi bir biçimde bulunmayan bir maddeye onay vermek anlamına geleceğini kanıtlayamayacağı tartışmayı gerektiremeyecek kadar açıktır.
3. “Anayasanın 90’ıncı maddesinde yapılan değişiklikle uluslararası antlaşmalara karşı Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması engellenmiştir”
Burada bir bilgi eksikliği vardır. Yürürlükteki Anayasaya bakılırsa, uluslararası antlaşmalara karşı Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasının mümkün olmadığı görülecektir. Bu düzenleme değişiklikle getirilmemiştir. Şu anda yürürlükte olan anayasada vardır. Dolayısıyla değişikliğe “hayır” demenin uluslararası antlaşmalara karşı Anayasa Mahkemesine başvurulmasını sağlamayacağı açıktır.
4. “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı yalnızca yurttaşlara tanınmıştır”
Şu anda yürürlükte olan Anayasada, kimsenin anayasa mahkemesine bireysel başvuru hakkı yoktur. Anayasa değişiklik önerilerinde bu hak “herkes”e tanınmaktaydı. Ancak, bazı siyasal partiler bu hakkın “herkes”e tanınması durumunda bu maddedeki değişikliklere oy vermeyeceklerini beyan ettiler. Bu durumda 34 oy sağlanamayacak ve madde hiç değişmeyecekti. Bunun üzerine bu hakkın hiç olmazsa “yurttaşlar”a tanınmasını sağlamak amacıyla öneri değiştirildi. Referandumda “hayır” demek Anayasanın hiç değişmemesine ve kimsenin ve dolayısıyla yurttaşların da bu hakka sahip olmamasına yol açacaktır.
5. “Yapılan değişiklikler makyajdır. Esasa dair hiçbir şey getirmemektedir”
Bu iddiayı dile getirenlere, yalnızca şunları hatırlatmak isterim:
a) 10’uncu maddede yapılan değişiklikle, uluslararası insan hakları hukukunda çok önemli bir kavram olan ve birçok uluslararası mahkeme kararında yer alan, dolayısıyla bu değişiklikle bizim mahkemelerimiz tarafından da kullanılabilir hale getirilen  “insan onuru” maddede düzenlenmiştir.
b) 11’inci maddede yapılan değişiklikle, Meclisin temel hak ve özgürlükleri sınırlama yetkisi ciddi biçimde daraltılmıştır.
c) 15’inci maddede yapılan değişiklikle, ölüm cezası anayasadan çıkarılmış ve “öldürme”nin yalnızca meşru müdafaa halinde meşru olacağı düzenlenmiştir.
d) 35A maddesiyle çocuk hakları ilk kez Anayasada düzenlenmiştir.
e) 40’ıncı maddede yapılan değişiklikle çevre hakkı ciddi biçimde genişletilmiş, “herkes”e çevre davası açma hakkı tanınmış, çevreyle ilgili uluslararası belgelerde yer alan katılımcılık, kirleten öder ve önleyicilik ilkelerine anayasal temel sağlanmış, devletin tüm organları bu ilkelere uygun davranma yükümlülüğü altına sokulmuştur.
f) 70’inci maddede yapılan değişiklikle kamu görevlileri siyaset yasağına tabi olanlar listesinden çıkarılmıştır.
g) 76’ncı maddede yapılan değişiklikle dilekçe hakkı genişletilmiştir.
h) 76A maddesinde yapılan değişiklikle bilgi edinme hakkı anayasal bir hak haline getirilmiştir.
i) 81’inci maddede yapılan değişiklikle, Meclisin tatili kısaltılmış, milletvekillerinin servet beyanında bulunmamaları ve yalan beyanda bulunmaları anayasal yaptırımlara tabi kılınmıştır.
j) 84’üncü maddede yapılan değişiklikle, milletvekillerinin yasama dokunulmazlığı ciddi biçimde daraltılmış, milletvekiliyken veya daha önce suç işleyen milletvekilinin milletvekilliği devam ederken yargılanması sağlanmıştır.
k) 90’ıncı maddede yapılan değişiklikle, KKTC’nin imzaladığı tüm uluslararası antlaşmaların Meclis’te onaylanması gerekli hale getirilmiş, insan haklarına ilişkin uluslararası antlaşmalarla yasaların çatışması durumunda, hangisi insan haklarını daha fazla koruyorsa onun uygulanması sağlanmıştır.
l) 93’üncü maddede yapılan değişiklikle Meclise uygunluk bildiriminin verilmesinin Sayıştay’ın denetim yetkisini ortadan kaldırmayacağı düzenlenmiştir.
m) 114’üncü maddede yapılan değişiklikle, Ombudsmanın yetkileri artırılmış, Ombudsman re’sen harekete geçebilme, insan haklarına uygunluk denetimi yapma ve tüm idari birimleri denetleme yetkisine sahip kılınmıştır. Ayrıca bu maddede yapılan değişiklikle Ombudsmanın seçilmesinin önündeki engeller kaldırılmıştır.
n) 119’uncu maddede yapılan değişiklikle, belediye organlarının hukuka aykırı işlemleriyle, belediyeyi bütçesinin onda biri oranında zarara uğratması halinde yargı kararıyla görevden alınmasının yolu açılmıştır.
o) 122’nci maddede yapılan değişiklikle, tüzüklere, yönetmeliklere ve tüm düzenleyici işlemlere karşı dava açmak olanaklı hale getirilmiştir.
ö) 131A maddesiyle hem YÖDAK anayasal kurum haline getirilmiş, hem de üniversite özerkliği kavramı anayasal güvenceye kavuşturulmuştur.
p) 132’nci maddede yapılan değişiklikle Sayıştay özerk bir anayasal kurum haline getirilmiştir.
r) 143’üncü maddede yapılan değişiklikle Yüksek Mahkemedeki yargıç sayısının yasayla artırılmasının ve yargıda uzmanlaşmanın önü açılmıştır.
s) 144’üncü maddede yapılan değişiklikle yurttaşlara insan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa Mahkemesi’ne başvurma olanağı tanınmış, ayrıca yanlış mahkemede dava açtığı gerekçesiyle davacının dava açma hakkını kaybetmesi engellenmiştir.
ş) 151’inci maddede yapılan değişiklikle, olağanüstü kanun yolları ilk kez tanınmış, KKTC mahkum olduktan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava kazanan kişinin KKTC’de yeniden yargılanmasının önü açılmıştır.
t) 152’nci maddede yapılan değişiklikle, yurttaşların idareye karşı dava açması kolaylaştırılmış ve idari yargıdaki davaların, bu alanda uzman mahkemelerce çok daha hızlı bir biçimde sonuçlandırılmasının önü açılmıştır.
Özetlenen bu değişikliklerin makyaj niteliğinde olup olmadığı okuyucunun takdirine bırakılmıştır.
6. “Bu değişiklikler için Anayasa değişikliğine gerek yoktu. Bunlar yasayla da yapılabilirdi”
Bu iddiayla ilgili olarak sadece şunu söyleyeceğim: 10, 11, 15, 40, 70, 81, 84, 90, 93, 114, 119, 122, 131A, 132, 143, 144, 151 ve 152’nci maddede yapılan değişikliklerin yasayla yapılması hukuken asla mümkün değildir.      

****************************************************************************

GEÇİCİ 10'UNCU MADDENİN KALDIRILMASINI İÇERMEYEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE "EVET" DEMEK
1985 Anayasası Halkoylamasına sunulduğunda, başta CTP olmak üzere, birçok sendika ve sivil toplum örgütü, Geçici 10'uncu madde nedeniyle, Anayasaya hayır oyu vermişti.
Görüyorum ki, CTP dışında "Hayır"cı cephenin bir kısmı,
• Anayasanın parça parça da olsa demokratikleştirilmesi;
• Hak ve özgürlüklerin yasayla dahi olsa sınırlandırılmasında, çağdaş ölçütlerin gözetilmesi zorunluluğunun kurallaştırılması;Ü
• Hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi ve çocuk hakları gibi yeni hak ve özgürlüklerle genişletilmesi;
• Bilgi Edinme Hakkının Anayasal bir hak olarak güçlendirilmesi,
• Dilekçe Hakkına yeni boyut kazandırılması;
• Yerel Yönetim Organlarının hukuka aykırı işlemler nedeniyle sorumluluğunun Anayasal çerçevede somutlanması;
• Hak ihlallerinde yurttaşların Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru haklarının tanınması;
• Sayıştay ve Ombudsman gibi Bağımsız Kurumların güçlendirilmesi ve etkili işlerliğe kavuşturulması;,
• Milletvekillerinin, (eşlerinin ve velayetleri altındaki çocuklarının mal varlıklarını kapsayacak biçimde) mal bildiriminde bulunmalarının Anayasal bir zorunluluk haline getirilmesi;
• Milletvekili sorıumsuzluğunun Meclisteki oy ve sözlerle sınırlandırılması ve dokunulmazlığın tutuklanma, yargılanma ve cezalandırma açısından yeni esaslara bağlanması;
• Yönetimin işlem, ihmal ve eylemlerine karşı, tazminat isteme hakkı dahil, idari işlem veya eylem veya ihmalle ciddi ve makul ilgisi olanların, ilk derece mahkemesi olarak idare mahkemlerinde dava açılmasının olanaklı kılınmas;
• Çocuk Mahkemeleri ile iş mahkemeleri gibi özel ihtisas mahkemelerin kurulmasına, Anayasal dayanak yaratılması;
yönündeki değişiklikleri, belki de okuma ve sağduyulu bir biçimde değerlendirme gereği de duymayarak ve Anayasaların değiştirilmesinin, özellikle bizim Anayasamız gibi değiştirilebilmesi için özel çoğunluklar arayan katı olarak nitelendirilen bir Anayasanın değiştirilmesinin hiç te kolay olmadığı gerçeğini tümden gözardı ederek, yapılanların hiçbir değeri yokmuş gibi ellerinin tersi ile itmeye hazırlanıyor.
Dünün “hayır’ını boyunlarında değerli bir mücevherat gibi, büyük bir kıskançlıkla ve de korumacılık duygusuyla taşıyorlar sanki. Bugün “Evet” derlerse, dünün “Hayır”’ına ihanet edeceklermiş gibi bir duygu ve bir hesaplaşma sendromuna girmişler gibi.
Bir an için diyelim ki Anayasada başkaca bir değişiklilk yapılmadan, Geçici 10’uncu madde kaldırıldı. Ülkede uygulanmakta olan Askeri ve İdari Vesayet buharlaşacakmı, yok mu olacak. Kendiliğinden ortadan kalkacak mı, bir başka deyişle, Geçici 10’uncu maddenin kalkmasıyla ülke kendiliğinden demokratikleşecek ve ülkede yaşanan hukuksuzluklar, kayırmacılık üstüne kurulmuş Devlet yönetimi anlayışı, yerini kamucu ve eşitlikçi bir yönetim yapısına mı bırakacak.
1985 Anayasasının hazırlanmasında Anayasa Komitesinde görevli bir Hukukçu olarak yoğun bir emek harcamıştım. Beğendiğim, önemsediğim maddeler, beğenmediklerimden, içselleştiremediklerimden hayli çoktu. Ama iş Geçici 10’uncu maddeye gelip dayanınca, Barışa kadar, Garantör Türkiye’nin yalnızca dış güvenliğimizi değil de , iç güvenliğimizi de üstlenmesini ve polisin de askeri otorite tarafından yönetilmesine kapılar açan düzenlemeleri içime sindirmediğiminden, ben de , uzun bir iç hesaplaşmadan sonra, tepkisel bir davranışla, Geçici 10’unc maddenin varlığını gerekçe göstererek Anayasaya “Hayır” oyu kullanmıştım.
Şimdi, Geçici 10’uncu maddeyi kaldırmadığı için, önümüzdeki Anayasa Değişikliklerine EVET demekle, Dünkü HAYIR”ıma , bir başka deyişle kendi kendime ihanet etmiş mi olacağım.
Öyle zannederim ki, Gecici 10’uncu maddenin kaldırılması ve vesayet rejiminden kurtulma yönünde mücadeleyi kararlılıkla sürdürmek ve Barış sürecine katkı koymak yanında, Devlet aygıtının işleyişini temellendiren ve Yöneticileri sınırlandıran, yurttaşlarına ayırımsız hizmeti öngören VE DEVLETİ, HER YURTTAŞIN İNSANCA YAŞAMA OLANAKLARINA KAVUŞTURULMASI YÖNÜNDE EKONOMİK VE SOSYAL HER TÜRLÜ ÖNLEMİ ALMAKLA ÖDEVLİ KILAN mevcut Anayasayı, daha da demokratik bir yapıya kavuşturmak kaçınılmazdır.
Bilmeliyiz ki bu ülkede BARIŞ olmadıkça, Geçici 10’uncu maddeyi de kaldırsak, Vesayet Rejiminden kurtulmamız pek kolay olmayacaktır. Bu rejimi, Anayasal kurallarla sınırlandırmak ve demokratik işleyişe zorlamak hepimizin boynunun borcu olsa gerek.
O nedenle ben çağrımı yineliyorum.
ANAYASA DEĞİŞİKLİK PAKETİNE EVET.


IŞİD ve Türkiye, Irak, Suriye, Nusra … Musul İşgali ve Serêkaniyê Katliamı


Irak ve Şam İslam Devleti, kısaca IŞİD, ya da Irak ve Levant İslam Devleti (Arapça: الدولة الاسلامية في العراق والشام Ad-Davla Al-Islāmiyya fi al-'Irāq wa-sh-Shām),
 Irak ve Suriye'de aktif isyancı bir grup.Irak Savaşı'nın ilk yıllarında kurulan ve 2004 yılında El Kaide'ye bağlılığını ilan eden grup bir süre sonra Irak El-Kaide'si adını aldı. Grup genelde Sünni topluluklar olmak üzere Mücahidin Şûra Konseyi, el-Kaide, Jaysh el-Fatiheen, Jund el-Sahaba, Katbiyan Ansar el-Tevhid vel Sunnah, Jeish el-Taiifa el-Mansoura gibi farklı isyancı gruplardan oluşur ve onların desteğini alır. Irak ve Levant'teSünni nüfusun yoğun olduğu bölgelerde halifeliği kurma hedefi vardır. Şubat 2014'te, sekiz aylık uzun bir güç mücadelesinden sonra, el-Kaide IŞİD ile bütün bağlarını kestiğini duyurdu.
Irak Savaşı'nın yoğun olarak yaşandığı dönemlerde Irak'ın AnbarNineveDiyalaBabilKerkük veSelahaddin illerinde çok büyük etkinlik gösterdi. Bakuba'yı başkent ilan etti. Halen devam eden Suriye İç Savaşı'nda Suriye'nin İdlipRakka ve Halep bölgelerinde varlık göstermektedir.
IŞİD, binlerce sivil Iraklı, Irak hükümet üyeleri ve onların uluslararası müttefiklerinin ölümlerinden sorumlu tutulmaktadır. Irak Savaşı'nın son evrelerine doğru grup gerilemeye başladıysa da, ABD'nin Irak'tan çekilmesiyle 2012'de gücünü tekrar yenilediği ve üye sayısını iki katından fazla arttırdığı öne sürülür.
2013 yılında El-Cezire'ye sızdırılan bir mektup ve ses kaydıyla El-Kaide lideri Aymen el Zevahiri bu grubun Suriye kanadını tasfiye ettiğini açıkladı. Fakat IŞİD emiri Ebu Bekir Bağdadi bu tasfiye kararını reddetiğini ve grubun Suriye'deki operasyonlarına devam edeceğini açıkladı. Nisan 2013 ile birlikte IŞİD Suriye'nin kuzeyinde hızlı bir şekilde askeri güç kazanmaya başladı. Suriye'nin kuzeyindeki en güçlü gruplardan biri oldu. Grup Suriye'de etkin olduğu bölgelerde şeriat kanunlarını icraya başladı ve rakip gördükleri askerleri, yabancı gazetecileri, yardım kuruluşlarına üye insanları sürgüne gönderdiler veya hapsettiler.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Irak_ve_%C5%9Eam_%C4%B0slam_Devleti

Musul İşgali ve Serêkaniyê  Katliamı’nı IŞİD maskeli Türk MİT’i mi yaptı? IŞİD saldırıları yoğunlaşıyor

Musul İşgali ve Serêkaniyê Katliamı’nı IŞİD maskeli Türk MİT’i mi yaptı?

IŞİD ismine neredeyse herkes aşina olmuş.
IŞİD dendi mi, ilkin aklımıza  gelen atalarımızın Bextê Romî Tine(çîno)-Osmanlı vijdansızdır,barbardır-  dediği babar Osmanlı’nın şu sözüdür. “Ya Devlet başa ya kuzgun leşe”.
Yani iktidar, istila ve talan için her şeyin mubah görüldüğü bir barbarlık.
IŞİD’in kullandığı tüm katliam yöntemleri, Türk Devleti’nin kullandığı katliam yöntemleri ile birebir benzerdir.
IŞİD’in propaganda dili de Türk Devleti’nin Kürt ve Kürdistan’a ilişkin kullandığı dille tıpa tıp aynıdır.
Biliniyor Türk Devleti’nin yere göğe sığdıramadığı ve Fatih unvanı taktığı Fatih Sultan Mehmet, padişah olduğunda yaptığı ilk iş, 2 yaşındaki kardeşleri Ahmet ve Mehmet’i öldürmek olur.
Fatih, padişahlık, iktidar ve saltanat için Fatih Kanunnamesi’ni çıkarır.  Bu kanunun meşhur bir maddesi vardır. O maddede şöyle denir. “Nizam-ı alêm için şehzadeler öldürebilir”. Osmanlı padişahları bu maddeyi ve fetvayı, iktidar için kardeş katline dayanak yaptılar, kendilerine tanınmış bir hak olarak kardeşlerini katletmeye başladılar.
İktidar için her türlü katliamı hak gören Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’dir(Yüzbinden fazla Kürt-Türk Alevisini katleden). Yavuz babasının öldürerek tahta geçer. Kardeşi Ahmet, Korkut, Abdullah, Şehinşah, Şahsultan, Alemşah, Mahmut ve Mehmet olmak üzere 8 kardeşini boğdurarak katlettirdi. Bunların tüm eş ve çocuklarını da öldürttü.
Osmanlının tüm padişahları aynı yolda yürüdüler.
T.C’de aynı yolda yürüdü.
Devlet ve iktidar adına kimleri öldürmedi ki.
Mustafa Kemal en yakın arkadaşlarını öldürdü.
İsmet İnönü öldürdü.
T.C’de cumhurbaşkanlarını, başbakanlarını öldürdüler, astılar.
Son Hunkar R.T.Erdoğan, hocası Erbakan’a ihanet etti.
Birebir iktidar ortaklarını tasfiye etti. Can yoldaşı ve iktidar ortağı Fetullah Gülen Örgütü ile iktidar savaşına girdi.
Sözün kutsallığını kirletti. İktidar, para pul için dini kirletti. Ahlakı kirletti.
R.T.Erdoğan son Ortadoğu padişahı olmak hayali ile yandı tutuştu. Jet hızıyla Suriye’ye daldı.
2011 yılı Mart ayında Suriye’de halk ayaklanması başlayınca, AKP’de Rojava’ya düşmanlık temelinde harekete geçti.
Rojava’yı işgal etmek ve katliam yapmak amacıyla 22 Şubat 2012’de SADAT(SADAT Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi) adlı özel savaş örgütünü kurdu.
 90’lı yıllarda Kürdistan’da katliam yapan General Korkmaz Tağma ile Adnan Tanrıverdi’yi bu özel savaş örgütünün başına getirdi. Irak Şam İslam Devleti(IŞİD) adlı örgütün gizli siyasi lideri olan Tarık Haşimi’yi de İstanbul’a götürdü.
İstanbul Laleli’de MİT’in denetiminde yaşayan Seyfullah Çeçen(Şişani), Yakup Lezgi Çeçen, Ebu Musa Çeçen(Şişani) ve Ebu Ömer Çeçen(Tarkan Barataşvili) gibi Çeçenleri IŞİD’in askeri sorumlusu yaptı.
SADAT’ın koordinesinde IŞİD’i, Rojava’yı işgal etmek ve katliam yapma üzere harekete geçirdi.
Zaten 27 Martta MİT müsteşarı Hakan Fidan, Genel Kurmay 2.Başkanı Yaşar Güler, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nın Rojava üzerine yaptığı toplantının ses kayıtları ortaya çıkmıştı. O ses kayıtlarında Rojava’daki çetelerin Türk Ordusu tarafından eğitildiği ve bir generalin Rojava’ya gittiği belirtiliyordu.  
Cereblus-Karkamış- ve Girêspî(Tilabyed)-Akçakale- sınır kapıları da günün 24 saati IŞİD’in her türlü giriş çıkışları ve askeri sevkiyatı için açık.
http://www.ajansafirat.com/news/guncel/skandal-turkiye-nin-suriye-ye-mudahale-planlari-desifre-edildi.htm
R.T.Erdoğan ve AKP’li Türk Devleti Kürtlerin özgürleşmemesi için Türk MİT’i ve Özel Harp Dairesi’nin birer kolu olan İHH Vakfı,  Bülbülzade Vakfı, Özgür Der, İmkan Der, Mustazaf Cemiyeti ve Hizbul-Kontra Hüdapar  vb. paravan örgütleri devreye soktu.   Ne kadar katil sürüleri varsa, çeteler varsa Rojava’ya sürdü.
El-Nusra, Liva Tevhid, Ahrar-ı Şam ve IŞİD’i istilacı vampirler gibi örgütledi. Yedirdi içirdi, giydirdi, eğitti, silahlandırdı.
Koordine etti. Katliam yapmak üzere Rojava’ya gönderdi.
En çok ta IŞİD maskesi ile katliam yaptı. Esas katliamları yaptıran ve yapan Türk MİT’idir. IŞİD sadece maskedir.
Bunun en somut ifadesi, 29 Mayıs 2014 tarihinde Rojava’daki Serêkaniyê kentinin batısında yer alan Tilêliye, Temade ve Ovencak köylerinde yapılan katliamdır.
IŞİD maskeli Türk MİT’i sadece Tilêliye köyünde 7’si çocuk-bir dört aylık bebek olmak-üzere en az 15 Rojavalıyı öldürdü.
Katliam planınının nasıl yapıldığına dair bazı belgeler var.
IŞİD maskesi ile propaganda amaçlı  Türk Devleti’ne bağlı çetelere aithttp://justpaste.it/fnwn sitesinde yayınlanan belgelerde, harita üzerinde katliam planlaması yapılırken Türkçe yazılarak anlatılıyor.
IŞİD maskeli çetelerin katliama ilişkin propangada amaçlı yayınladıkları belge sadece bu değil.
Tilêliye katliamını yapan IŞİD maskeli çeteler, katliamın nedeni anlatılırken yazdıkları bu cümle tek başına kimin bu katliamı yaptığı ve yaptırdığının açık delilidir.
IŞİD maskeli çeteler katliamın gerekçesini şöyle ifade ediyorlar.
· “29 May
#RojavadaKatliamVar Sahtekar komünist pkk 30 bin vatan evladının katili ne çabuk unuttunuz ayrıca… pic.twitter.com/jOZ1uv7R4K
  Yine IŞİD maskeli aynı twitter hesabında şöyle bir cümle yazılmıştı.  “İstanbul’da yakılan Serap’ın intikamın alındı”  Bu cümle kendi başına Tilêliye katliamının Türk MİT’i tarafından yapıldığının somut itirafıdır.  Daha sonra bu cümle silindi. Ama unutulan bir şey vardı. Serap Eser’in bulunduğu otubüse 2009 yılında molotof atarak, Serap’ın ölümüne neden olanların MİT elemanı olduğu açığa çıkmıştı. MİT böyle bir olayı yaparak, PKK’nin üzerine atmaya çalışmıştı. Olayın özü sonra deşifre olmuştu. Otubüse molotof atan MİT elemanının kimliği de belirlenmişti.
Tilêliye katliamına ilişkin Rojava Serêkaniyê’sinde yaşayan Serêkaniyê’li Halil Muhemed,katliamı yapan çetelerin Riha’nın(Urfa) Serêkaniyê ilçesi üzerinden Ralin Sınır bölgesinden giriş yaptıklarını belirtmişti.

Bunlarla birlikte Tilêliye Katliamı’nı yapanlardan 6 Türk çetesinin cenazesi olaya müdahale eden YPG’nin eline geçmişti.  PYD Eşbaşkanı Salih Müslüm bu konuda Türk gazeteci Hasan Cemal’e bilgi vermişti. Hasan Cemal bu bilgi üzerine “Rojava’da IŞİD’in katliamı, Kürtler ve IŞİD’ın Türkleri…” başlıklı bir makale yazdı.

Bununla paralel katliamdan bir gün sonra yani 30 Mayıs’ta Güney Kürdistan’da yayın yapan, Puk Media Ajansı’nda Rehêl Semed tarafından yapılan bir haberde şöyle deniliyordu.
“Irak Ordusu, Felluce’de yaptığı bir operasyonda 4 Türk Subayı’nı yakaladığını bildirdi. Yakalanan kişilerin IŞİD militanlarına askeri eğitim verdikleri açıklandı”.
Esas güncelliğini koruyan sıcak bir gelişme de Musul’un işgalinin Türk Devleti ve AKP ile olan bağlantısıdır.
Musul’un işgali, Kerkûk’e işgal saldırıları, Xaneqîn, Celewle ve Duz Xurmate’deki katliamların  arkasındaki esas koordinatör Türk Devleti, AKP ve Türk MİT’idir.
YNK, Rojava Devrimi’ne destek verdiği için, YNK’nin hakim olduğu alanlara yönelik IŞİD maskeli Türk MİT’nin çok planlı katiamları oluyor.
Musul’un işgali, Kerkûk’ün işgali için yapılan saldırıların planlaması da Ankara’da yapıldı.
Irak Meclis Başkanı ve Musul Valisi Esil Nuceyfi’in kardeşi Usame Nuceyfi 2 Haziran 2014 tarihinde Ankara’daydı. R.Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu ile görüştü. Bu görüşmede Musul ve Kerkûk’ün  IŞİD maskesi ile işgal edilmesinin planlandığına dair güçlü veriler var.
Buralar işgal edildikten sonra buradaki tüm ağır silahların Rojava’daki IŞİD çetelerine taşınması, bu silahlarla hem Rojava’ya içten saldırılması hem de Til Koçer kapısına saldırılmasının planlandığı belirtiliyor.
IŞİD’in de “Musul’daki Türk görevlilerinin güvenliğini alacağız, onları koruyacağız” şeklindeki açıklaması bu planlamayı güçlendiriyor.
Musul Valisi Esil Nuceyfi’nin de, Musul’daki polis ve askerlerin nöbet yerlerini terk etmesi ve IŞİD çetelerine karşı direnmemeleri konusunda talimat verdiğine dair bazı Arapça belgeler internet ortamında dolaşımda.
Ayrıca Ahmet Davutoğlu’nun IŞİD çetesinin kaçırdığı kamyon şoförlerine(Neredeyse hepsinin Kürt olması ayrı bir şüphedir) ilişkin yaptığı açıklamada, çok rahat konuşması ve IŞİD çetelerini övecek tarzda söylemler kullanması bu planın başka bir verisidir.
Bu bilgilerden açığa çıkan açık, net ve somut bir durum var.
Musul’un işgali ve Başur’da YNK’nin denetimindeki Kerkûk ve Xaneqîn bölgelerinde yapılan katliamlar, Rojava’da katliamlarda kullanılan IŞİD sadece bir maskedir. Esas koordinatörün Türk MİT’i,R.Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti ile Türk devletinin olduğu bu belge ve bilgilerle ispatlıdır.
ERDOGAN U NUCEYFI musul-iside-teslim-edildi DAVUTOGLU U NUCEYFI

http://www.kurdistan24.org/2014/06/musul-isgali-ve-serekaniye-katliamini-isid-maskeli-turk-miti-mi-yapti/Zana AzadiZana Azadi


**********************************************************************************************************************************


IŞİD ve Türkiye, Irak, Suriye, Nusra …

Uzun zamandır IŞİD’le ilgili birkaç not düşme ihtiyacı hissetmekle birlikte sürekli daha çok gündem olduğu için ‘artık birileri değinir, yazar-çizer’ diye düşünerek erteledim ama hala ciddi alakasız-asılsız yorumlar, analizler devam ediyor ve eksiklikler var. Elbette bu eksikleri gideremem ama kendimce birkaç hızlı not düşeyim;
- TC IŞİD’i doğrudan desteklemiyor ve çok uzun zamandır IŞİD’e karşı teyakkuzda.
- TC’nin IŞİD’e dolaylı desteği Irak’a ve özellikle Suriye’ye senelerdir rahat giriş çıkış yapmalarını sağlamak, Türkiye’de istedikleri gibi at koşturmalarına göz yummak oldu. Şuan bile IŞİD ve diğer El Kaide türevi örgütlere mensup kişilere -özellikle İstanbul’da- rastlayabilirsiniz.
- ‘Yakalanan’Silah dolusu tırlar IŞİD’e falan gitmedi, tam tersi –Türkmen cephesi başta olmak üzere-  IŞİD’ın saldırı tehdidi altındaki gruplara gönderildi, IŞİD’e ve rejime karşı karşı kullanıldı. Ama elbette IŞİD’in en büyük silah sevkiyat kanalı olmasa bile Türkiye’den de bir silah sevkiyat kanalı var IŞİD’in. Asıl kanalı insan ve silah kanalı Irak.
- Elbette AKP’nin IŞİD’le hatrı sayılır bir ilişkisi, kanalı var ancak ‘işte AKP’nin IŞİD’le ilişkisinin delili’ diye dolandırılan belge ve fotoğrafların hepsi çarpıtma, uydurma. Irak işgali sonrası AKP ve Türkiye İslamcılarının ilişki içinde olduğu Irak Sünni yapılarının büyük çoğunluğu şuan IŞİD’le beraber zaten.
- AKP ‘derin strateji’siyle dünya güçlerinin defalarca tecrübe edip zararlı çıktığı yöntemi yeni yetme emperyalist dürtülerle denedi, aynı bataklığa batıyor. Yerli Suriye muhalifleri tek başlarına bir şehir bile ele geçiremeyecekleri bilindiği için El Kaide ve türevlerine yol verdi, ‘rejim yıkılsın sonra icabına bakarız, hem de bizle uğraşacaklarına gidip başkalarıyla uğraşsınlar’ denildi.
- Senelerdir ‘bunlar Suriye’den Irak’tan çok senin başına patlayacak, yapma etme’ denildi ama nafile. Türkiye’li ‘cihadçı’ların bile rahatlıkla Suriye ve Irak’a gidebilmesi için her tür olanak sağlandı, El Kaide’den tutukluların çoğu tahliye edildi, ‘cihad’a gönderildi.
- Elbette her istihbarat teşkilatı bu tür organizasyonlara etki etmek, kendilerine karşı zararsız hatta mümkünse çıkarları doğrultusunda yönlendirmek ister, buna MİT de dahil. Ancak IŞİD MİT ortaklığı yersiz bir iddiadır. IŞİD’in daha çok Suudi ve Katar’la bölgesel ve doğrudan ilişkileri, işbirlikleri vardır. Katar ve Arabistan Türkiye’nin bölgede en büyük müttefikleri ancak aynı zamanda birbirlerine de bölgede süper güçlerin en büyük müttefiki olmak için de rakip halindeler ve Mısır’da, Tunus’da, Libya’da olduğu gibi Suriye ve Irak’ta da birbirlerine gol atmaktan çekinmezler.
- IŞİD’i tamamen başka güçlerin plan program dahilinde hareket eden piyon yapı olarak görmek, bu hareketlilikleri tamamen dış güçlere bağlamak da, IŞİD’i sadece IŞİD olarak okumak da yanlış okumadır. Hem IŞİD’in hem ilişik güçlerin niyetlerini okumak gerekir.
- TC yani AKP Nusra, Nusra ve diğer El Kaide türevi örgütlerinde içinde olduğu İslami Cephe ve ÖSO’nun bir kanadıyla doğrudan ilişkilidir, doğrudan destek vermektedir. Nusra’nın terör örgütü ilanı  baskı ve sıkışma sonucudur, mecburi ve sadece semboliktir. Masa altından tüm ilişkiler, gönül almalar gözlerimizin önünde devam etmektedir.
- IŞİD’le ilgili gözden kaçan en önemli hususlardan biri IŞİD’in merkezinde bilfiil konumlanmış Irak Saddam rejimi Baas kadrosudur. Yani bu savaş biraz da Saddam’ın direnişidir. Zaten IŞİD’in Irak’taki başarılarının arkasında Irak Baası (fiili, maddi, lojistik, istihbari, askeri.. Mesela Saddam rejimi ellerindeki tüm askeri teçhizatı ve depoları IŞİD’e bırakmıştır, IŞİD Irak lider kadrosunun yarısı Saddam rejimi kurmaylarından oluşuyor) Suriye’deki başarılarının arkasında Suudi ve Katar desteği etkilidir.
-IŞİD de El Kaide’dir, Nusra da. IŞİD ‘artık bize örgüt ismi gerekmiyor, El Kaide isminin karizması bizden size hediye olsun, biz artık devletiz örgüt değil’ diyerek gönüllü olarak El Kaide adını kullanmaktan vazgeçti, isteseydi El Kaide adını da Zevahiri’ye kaptırmazdı.
- IŞİD-Nusra çatışması, çekişmesinin sebebi Suriye cephesi değildir. Bu iki kanadın çekişmesi  Irak işgalinden önce bile vardı. Bu çekişme Zevahiri (Mısır-Türkiye gibi İhvan hattının güçlü olduğu yerlerin El Kaide hattı) ile Zerkavi (Ürdün-Suudi gibi vahabiliğin güçlü olduğu yerlerin El Kaide hattı) uyuşmazlığı, çekişmesi ve çatışmasıdır. Suriye’den önce de silaha sarılmalar yaşandı bu iki hat arasında ama Suriye gibi dünyanın gözü önünde olmadı.
Biraz daha açarsak; Usame Bin Ladin hayattayken bu dengeyi hep gözetti, sorunlar doğrudan ‘Şeyh Usame’ye taşındı ve çözüldü. Zevahiri ile Zerkavi arasında kişisel çekişmezlikler de oldu. Irak cephesi açılmasıyla birlikte ve Irak cephesinin bilfiil liderliğini yürüten Zerkavi Zevahire’den bir adım öne geçti. Artık Afganistan merkezli El Kaide değil Irak merkezli El Kaide dünyanın gündemine geldi. Zerkavi defalarca Zevahiri’nin emir, öneri, teklif, nasihatlarını takmadı. Usame de pasif orta yolcu tavrı tercih etti. Velhasıl bir çok detayı atlayarak şunu belirteyim; El Kaide küresel ağı merkezi Irak işgal sonrası ve özellikle Usame’nin öldürülmesiyle artık Irak oldu. Zerkavi’nin öldürülmesi Zevahiri-Afganistan El Kaide’si etkili kılmak bir yana daha da zayıflattı, Usame’nin ölümüyle de bu pekişti. Irak İslam Devleti Suriye ile birlikte Irak Şam İslam Devleti oldu. (‘Şam’ denilen bölge günümüzdeki Suriye’nin başkenti değil tabi eski adıyla ‘Şam diyarı’ olan Filistin, Lübnan da dahil olmak üzere daha geniş bir coğrafya)
- ‘Kafkasya cihad’ı devlet ilanı ardından diğer cihad bölgeleri gibi emirlikler haline geldi ve Devlet’e biat ettiler. Kısaca IŞİD çarpıştığı El Kaide’ci örgütlere nazaran çok daha güçlü çok daha köklü savaş tecrübesi, maddi, istihbari, lojistik imkanı, militanı ve hatta inancı çok daha fazla olan bir yapı. Ayrıca bu yapıya şuan gerçekten devlet demenin önünde bir mani yok. Kimse tanımasa da bir devletin devlet olması için gereken her şeye sahip. En azından şuan için vilayetleri, mahkemeleri, vergi memurları, polisleri, okulları, kanunları, ordusu, parası, cezaevleri, belediye çalışmaları, kimliği hatta pasaportuyla devlet mekanizması profesyonelce işliyor.
- Nusra Suriye’yi fırsat bilen ve güçlü ve aktif el Kaide olan IŞİD’den ümidi kesen Zevahiri El Kaide’sinin buradan isimlerini zikretmeyeceğim bazı kurum ve kişi kanallarından gelen Türkiye desteğiyle Hamas gibi bir meşruluk kazanma projesiydi, tutmadı, şuan sadece varlıklarını devam ettirme derdindeler.
- Nusra projesine, IŞİD’i de kontrol altına alabilmeye ve Suriye’de rejimin kesin yıkılacağına inanıldığı için Türkiye İslamcıları başından beri IŞİD’i destekliyordu. Birden bire savunduklarını, videolarını paylaştıklarını, mücahidler dediklerini silip atmak hatta düşman bilmek İslamcılar için kolay olmadı. Ama bir o kadar da iktidarla örtüşen kaypaklıklar ayan oldu.
- Nusra şuan hala Türkiye kontrolünde sayılabilir ama ileride bir gün Türkiye’nin başka bir baş belası olacağını da unutmamak gerekir.
- IŞİD’den ayrılıp Nusra ve diğer örgütlere katılan tek tük olabilir ancak diğer ‘cihadçı’ örgütlerden IŞİD’e katılım grup grup devam ediyor.
- Tarihin gördüğü en katı Şii ve Alevi düşmanı yapısıdır IŞİD. O koşullara razı oldukları ve aleyhlerine çalışmadıkları müddetçe gayri müslimlerin ve hatta ateistlerin nefes alma hakları vardır ama Şii ve Aleviler’in yoktur.
-  Evet El Kaide kitlesel, toplumsal örgütlülüğü dayanağı olan bir yapı değil ancak küresel bir güç olduğu, gücünü azımsamamak gerekildiğini unutmamak gerekir. Özellikle uzun zamandır beklenen bu son büyük atakları hezimetle sonuçlanmazsa IŞİD ileride tanınması zorunlu hale gelecek, yoksul Sünni İslamcı tabana dayanan bir Ortadoğu devleti olabilir. Hiç ‘çok zor’ demeyin.
-IŞİD’i İran ve Suriye’nin kurduğu ya da desteklediği şeklindeki iddialara bilerek hiç değinmedim bile.
- IŞİD savaşır, öldürür-ölür başka bir stratejisi yoktur demeyin, IŞİD nereye gireceğini nereye girmeyeceğini, nereyi tutması gerektiğini nereden çekilmesi gerektiğini, petrol hatlarını, santralleri, barajları, su kaynaklarını, hangi örgütü-devleti ne zaman karşına alacağını ve yaşamayı da çok iyi biliyor.
- Türkler genelde  Nusra ve İslami Cephe kanallarını tercih etse de IŞİD içerisinde de onlarca denilebilecek kadar Türk yüzlerce denilebilecek kadar Kürt (Güney ve Kuzey Kürdistan ağırlıklı, Güney daha fazla) savaşçı var.
- Yine çokça paylaşıldığını gördüğüm ‘Musul’dan kaşan Irak ordusunu halkın taşlaması’ videosu da çarpıtmadır, çok eski bir zamana aittir. Musul’da değil Sadr mahallesinde Sadr yanlısı gençlerin Maliki ordusunu taşlama görüntüleridir.
- IŞİD’e karşı savaşan devlet ve örgütler kesinlikle IŞİD’i tanımıyor en büyük zayıflıkları bu.
Biraz karışık ve anlaşılması zor cümleler de var sanırım metinde, vakit yetersizliği sebebiyle mazur görün.






IŞİD saldırıları yoğunlaşıyor
IŞİD saldırıları yoğunlaşıyor

12 Haziran 2014 10:40
Font1Font2Font3Font4

Tikrit, çetelerin eline geçerken; Irak ordusunun Kerkuk'ten silahlarını bırakarak geri çekildiği; kentin güvenliğinin ise peşmergeler tarafından sağlandığı belirtiliyor.
Bölgedeki gazetecilerden edindiğimiz bilgilere göre; Musul yakınlarında bulunan ve Ezdî Kürtlerin yaşadığı Şengal'de IŞİD çeteleriyle peşmergeler arasında çatışma yaşandı. Çatışmalarda 2 peşmergenin yaşamını yitirdiği belirtiliyor.
Peşmergeler Şengal'in denetiminin kendilerininde olduğunu açıkladığı bildirildi. Öte yandan Telefar kazasına bağlı Eyümet'teki çatışmalarda ise 3 peşmergenin yaşamını yitirdiği de gelen bilgiler arasında. Yine Kerkuk yakınlarında bulunan Televaşit'teki çatışmalarda 2 IŞİD çetesinin öldürüldüğü, 7'sinin ise yaralandığı belirtiliyor.
Diğer çatışmalarda ölen çeteler konusunda net bir  bilgi edinilemedi. Öte yandan Musul'daki bir bankada 420 milyon doları yağmalayan çeteler, Tikrit'te de başka bir bankayı yağmaladıkları bilgileri de geliyor. Irak ordusunun bırakarak kaçtıkları tüm ağır silahları ele geçiren İŞİD çetesinin tüm bu silahları Rojava'ya saldıran çetelere gönderdiği belirtiliyor.
Güney Kürdistan kentlerinde ise güvenlik kontrolleri arttırıldı. Halkın en çok benzin sıkıntısı yaşadığı belirtilirken, Irak parlamentosundan bir heyet Kerkuk'e giderek burada bir büro açacağı kaydedildi. Türk basınına göre IŞİD, Türkiye'nin Musul konsolosluğu çalışanlarını serbest bırakacağını açıkladı. Ocak ayında Anbar vilayetindeki Felluce'nin tümü ve Ramadi'nin bazı mahallelerini, ele geçiren İŞİD 10 Haziran günü Musul'un dahil olduğu Ninova vilayetini, sonraki gün ise Selahaddin vilayetlerindeki bir çok yeri ele geçirdi.
IŞÎD, Dicle Nehri boyunca Bağdat'a doğru ilerliyorlar. IŞİD güçleri yönlerini Bağdat'a çevirmeden önce Tikrit'i, ardından da  petrol bölgesi Beici'yi işgal etti. Bağdat ile Musul arasında bulunan bu rafinerinin günde ortalama 300 bin varil petrol üretme kapasitesi bulunuyor. 
Buradaki üretimle esas olarak Bağdat'ın elektrik ihtiyacı gideriliyor.

IŞİD ile peşmerge arasında çatışma, YPG takviye gönderdi
IŞİD ile peşmerge arasında çatışma, YPG takviye gönderdi

11 Haziran 2014 14:54
Font1Font2Font3Font4

Halk Savunma Birlikleri (YPG) Federal Kürdistan Bölgesi'ne bağlı Selemiye köyüne saldıran IŞİD çeteleriyle çatışan Peşmerge'nin yardımına silahlı güç gönderdi.
Rojava bölgesinin Cizire Kantonu sınırında bulunan Musul'ün Federal Kürdistan Bölgesi yönetimine bağlı Selemiye köyünde bulunan karakola saldıran Irak'a Şam İslam Devleti çeteleri ile Peşmenge arasında çatışmalar başladı. Köyle bulunan karakolunun denetimini ele geçiren çeteler ile peşmerge arasında şiddetli çatışmaları sürdüğü belirtildi. Daha önce Federal Kürdistan Bölgesi'ni peşmerge ile birlikte savunmaya hazır olduğunu duyuran Rojava bölgesinin savunma gücü YPG'nin Peşmerge'ye destek amaçlı askeri güç gönderdiği öğrenildi. Federal Kürdistan Bölgesi'ne geçen YPG askeri gücünün peşmerge ile birlikte IŞİD çetelerine karşı savaştığı belirtildi.