21 Ağustos 2014 Perşembe

SÖMÜRGECİNİN YEREL SEÇİLMİŞ ATANMIŞ GÖREVLİ MEMURLARINDAN MAL BEYANI


SÖMÜRGECİNİN YEREL SEÇİLMİŞ ATANMIŞ GÖREVLİ MEMURLARINDAN MAL BEYANI



TC Sömürge Yönetiminin cepheden karşısına çıkılması gerekirken onun seçilmiş atanmış yerli görevlilerine Mal Bildiriminde Bulunma Yasası Mad. 7/1 hatırlatılıyor ve mal bildiriminde bulunulması öne çıkarılıyor ilerici demokrat devrimci olduğunu söyleyenlerce..
Mal beyanında bulununan düzeniçi muhalif seçilmiş atanmış yerel görevli memurlar, sanki ilk kez mal beyanı yapılıyormuş gibi göklere çıkarılıyor,ya da yapanlar aklanmış sayılıyorlar...


Bu yasa üzerinden sömürgeciye işgalciye karşı mücadele edilemediğini / edilemeyeceği bilinirken sömürgeci kendisini perdeleyecek olan seçilmiş atanmış yerli görevli memurlarının mal varlıklarının beyanı yasası ile biryandan sömürgede yaşayanları oyalamakta diğer yandan da memurlarını kontrol etmektedir...

Sömürge yönetiminin kapitalist üretim ilişkilerinin ,özel mülkiyetin kısace sermayenin egemen olduğu bir toplumsal yapı üzerinde hüküm sürmekte olduğunu kimsenin bilmediğini düşünmüyoruz..Egemenler ve onlar adına görevli seçilmiş atanmışların da özel mülkiyetin kutsallığı/meşruluğu üzerinden sahip oldukları MAL varlıklarının açıklanmış olması ÖZEL MÜLKİYETİ ortadan kaldırmayacağını hatırlamalıyız...

TC sömürge yönetiminin yerli görevlilerden oluşan seçilmiş ve atanmış memurlarının mal beyanları ancak bu beyanlar üzerinden yapılacak doğru değerelendirmeler olursa bir yarar sağlar yoksa halkımızın kendine olan güvenini yıkmada ve sömürgecinin sermayenin meşrulaştırılmasında bir araç olur sadece..

Sömürge idaresinden,işgalden,sermayeden kurtuluş yolunda yerli seçilmiş atanmış görevlilerin nasıl semirdiklerini anlatmak için araç olarak kullanılacaksa Mal Beyanı Yasası buyurun hepbirlikte işbirlikçileri ve seçilmiş atanmış üst düzey görevli memurları deşifre edelim...

http://www.kibrismanset.com/m/?id=71926
http://www.gundemkibris.com/oktay-kayalp-mal-beyaninda-bulundu-83888h.htm
http://www.kibristime.com/kibris/harmanci-mal-beyaninda-bulundu-h35407.html


“Görevinizi Yapıyor Musunuz?“

 oparlanıyoruz Hareketi lideri Kudret Özersay Meclis Başkanı Sibel Siber'e çağrıda bulunarak mal beyanı yanında seçilmişlerin servetinin kaynağını da açıklamaları gerektiğini, 2008'te çıkan mal beyanı yasasının bunun takibini yapma görevini Meclis Başkanlığı'na verdiğini vurguladı.

Özersay, seçilmişlerin mal beyanının sadece sahip oldukları servetin açıklanmasından ibaret olmadığını dikkat çekerek "bu servetin kaynaklarının yani bir başka ifadeyle nereden bulunduğunun da açıklanması gerekir" dedi. Özersay "Mal beyanı ve bu malların kaynağı net şekilde verilmiyorsa konuyu Başsavcılığa gecikmeden aktarma görevi yasaya göre Meclis Başkanlığı'ndadır" dedi.
Sosyal medyada bu konuda bir paylaşımda bulunan Toparlanıyoruz Hareketi lideri Anayasa değişikliği ile mal beyanı konusunun sanki ilk kez mevzuatımıza giriyormuş gibi bir hava yaratıldığını oysa 2008 yılında yürürlüğe giren Mal Bildiriminde Bulunulması Yasası içerisinde bazı açılardan gerekli zeminin olduğuna dikkat çekti. 
Özersay "eğer istenirse sadece mal beyanı değil, bu servetin kaynağının hesabı da sorulabilir. Üstelik buna uygun bir beyan yapılmazsa Meclis Başkanlığı konuyu Başsavcılığa iletebilir" vurgusu yaptı. 
Özersay tarafından sosyal medya ortamında yapılan paylaşımda şu ifadelere yer verildi:
"2008'de yapılan yasa tüm seçilmişlerin seçilmelerinden itibaren iki ay içinde MAL BİLDİRİMİNDE bulunmalarını zorunlu kılıyor. Kendilerine, eşlerine ve velâyeti altındaki çocuklarına ait bulunan taşınmaz malları, para, hisse senetleri, tahviller ile aylık maaşının veya ödeneğinin beş katı değerindeki ziynet eşyası ve diğer taşınır malları, hakları, alacakları ve gelirleri beyan etmeleri gerekiyor. AMA daha da önemlisi bu servetin "KAYNAKLARI, borçları ve SEBEPLERİ mal bildiriminin kapsamına girer" deniliyor. 
Bu mal beyanı düzenli olarak yapılıyor mu?
Bu servetin KAYNAĞINI ve SEBEPLERİNİ de açıklıyorlar mı? 
Meclis Başkanlığı bu konuda yasanın gerektirdiği şekilde davranıyor mu çok merak ediyorum. 
(Mad. 7/1-Mal Bildiriminde Bulunma Yasası)


20 yıl Gazimağusa Belediye Başkalığı yapmış ve 29 Haziran Yerel Seçimlerinde CTP-BG Gazimağusa Belediye Başkan adayı olan Oktay Kayalp, bugün mal beyanında bulundu.




İşte Oktay Kayalp'ın 4 Temmuz 2014 tarihi itibariyle yaptığı mal beyanı;

1. Tuzla Gossip Sitesi'nde 1 adet Ev
2. İskele Doktorlar Sitesi'nde 1 Adet Ev.
3. Kaleburnu Köyü'nde,  1 adet 1930 yapımı eski ev (Neneden kalma).
4. Mağusa Baykal Bölgesi'nde 1 Adet arsa.
5. JA214 plakalı Ford Focus marka araba.
6. KE042 plakalı BMW X5 araba.
7. M.K. Şirketler Grubunun %20 Hissesi (Babadan kalma).

2010 Seçimlerinde yaptığı mal beyanına göre hiçbir değişiklik olmaması dikkat çekti.


HARMANCI MAL BEYANINDA BULUNDU

Lefkoşa Türk Belediyesi (LTB) Başkanı Mehmet Harmancı, tüm seçilmişlerin, seçildikleri günden itibaren en geç iki aylık süre içerisinde mal bildiriminde bulunmalarını gerektiren yasa kapsamında, Cumhuriyet Meclisi Başkanlığı’na mal beyanında bulundu. İçişleri Bakanlığı’na da mal beyanında bulunacak olan Harmancı ayrıca, mal varlığını kamuoyu ile de paylaştı.

08 Ağustos 2014 Cuma 15:17

Lefkoşa Türk Belediyesi (LTB) Başkanı Mehmet Harmancı, tüm seçilmişlerin, seçildikleri günden itibaren en geç iki aylık süre içerisinde mal bildiriminde bulunmalarını gerektiren yasa kapsamında, Cumhuriyet Meclisi Başkanlığı’na mal beyanında bulundu. İçişleri Bakanlığı’na da mal beyanında bulunacak olan Harmancı ayrıca, mal varlığını kamuoyu ile de paylaştı.

Mal beyanında bulunmanın zorunluluğun yanı sıra, şeffaflık ve hesap verebilirlik açısından da oldukça önemli olduğunu belirten LTB Başkanı Harmancı, yerel yönetimler dahil tüm seçilmişlerin mal varlıklarını kamuoyu ile paylaşmaları temennisinde bulundu.

LTB Başkanı Mehmet Harmancı’nın Meclis Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı’na sunduğu mal varlığı aşağıdaki gibidir:
Harmancı’nın beyanında anne ve babasından hibe yolu ile intikal etmiş olan:

-Karaoğlanoğlu’nda 1 adet dükkan, Zeytinlik’te 8 dönüm 1 evlek arsanın 1/3’lük hissesi, GirneBüyükova’da 2 tane apartman dairesi, Yukarı Girne’de bir apartman dairesi ve Karşıyaka’da 6 dönüm 1 evlek arsanın ½ hissesi ve yine Karşıyaka’da 2 evlek arsanın ¼’lük hissesi.

- Mevduat hesabında 6.189 Sterlin, 1.308 Euro ve 336 Türk Lirası.

- Northern Travel Ltd.’de %10 hisse.

- LF 832 plakalı 2010 yılında alınan Volkswagen Tiguan araç.
 


"SÖMÜRGE ANAYASASINDA" Sömürgecinin izin verdiği kadar değişiklik !


"SÖMÜRGE ANAYASASINDA" Sömürgecinin izin verdiği kadar değişiklik !

http://bagimsizlikcephesi.blogspot.com/2014/06/somurge-anayasasinda-somurgecinin-izin.html


-"Sorun sömürgecinin anayasası mı, sömürgecinin ve sermayenin varlığı ve egemenliğinin dayandığı temeller mi?"


-"sömürge anayasası"nda biçimsel değişikliklere yönelik çalışmalar sömürgecinin esas amacı olup onun seçilmiş görevli memurları da sorunun kaynağının saklanması ve gündemin başka yöne çekilmesine hizmet etmektedirler.."
 

-"Sorun sadece sömürgecinin anayasasının demokratikleşmesinde ve geçici 10.maddenin değiştirilmesi ile aşılamayacağı gerçeği ortadadır. Sorunun kaynağı sadece anayasa değil ,sömürgecinin ve sermayenin kendisidir..."



"Sömürgecinin izin verdiği kadar değişiklik !"

Sömürgecinin 85 anayasasının ana ve özü ortaya konduktan sonra buradaki yerli seçilmiş görevlilere yada teknik personele yazdırılması ve halkoyuna sunularak " EVET" almış olması bu anayasanın halkın iradesini yansıttığını ve sermayenin sömürgecinin egemenliğini yansıtmadığını söylemek, toplumlar tarihinin sınıflar mücadelesi tarihi olduğunu kısaca sömürge statümüzü ve sermaye düzeninde yaşadığımızı yadsımak olur....

Bu anayasanın yazılımında görev almış liberal demokrat,sosyal demokrat,demokrat kişilerin olması bu anayasayı demokratik yapmaz,yapamaz çünkü ana ilkeleri ve özü ortada duruyor..

Kısaca işgalciye sömürgeciye sermayenin egemenliğine geri adım attırılabilmesi gerekir ve bu geri adımın sonucunda yerli seçilmiş atanmış görevlilerin sömürgecinin anayasanın ana ilke ve özünü ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalara katkı koydukları için teşekkür edilebilsin..Oysa bu görevliler bu anayasada yaptıkları değişiklikleri halka "devrim" diye yutturmaya çalışıyorlar...
Tıpkı 85 sömürge anayasasını yazanlar, katkı koyanlar arasında olan o dönemin TKP'lileri gibi....O dönemde sömürgecinin anayasasına "HAYIR" diyenlerin bugün neden "EVET" dediklerini ve savunduklarına baktığınızda 1985 deki TKP'lilerin konumundan farklı birşey göremezsiniz...

Sosyal demokratların düzenin özüne dokunmadan düzeni değiştirecekleri hayalinin tekrarıdır yaşadığımız..


Dünün TKP'sinin ve bugünün CTP'sinin "devrim" "sosyalizm" anlayışı ve sınırı düzenin sınırı ile sınırlıdır...

Sömürgecinin izin verdiği kadar kısacası...

      
                                                                                 ***
1985 yılında sömürgecinin anayasasına hayır diyenlerin gerekçesi ne idi? Şimdi o gerekçeler ortadan kalktı mı? Öncelikle bunu yanıtlamalı kendine ilerici,demokrat,yurtsever devrimci komünist diyen bireyler,örgütler.....

                                                                               ***
Sorun sömürgecinin anayasası mı, sömürgecinin ve sermayenin varlığı ve egemenliğinin dayandığı temeller mi?

Sorun sadece sömürgecinin anayasasının demokratikleşmesinde ve geçici 10.maddenin değiştirilmesi ile aşılamayacağı gerçeği ortadadır. Sorunun kaynağı sadece anayasa değil ,sömürgecinin ve sermayenin kendisidir...

Mücadelenin esas hedefi ve gündemi sermayenin ve kontrgerilla devleti TC'nin kıbrıs'taki işgalci sömürgeci (emperyalist güçlerin ABD,AB,İngiltere vd emperyalistler le onların taşeronları tc,yunanisan) varlığının ve egemenliğinin sona erdilirilmesine yönelik olmalıdır...

Onların egemenliklerinin yazılı hale getirilmiş şekli olan ve 12 eylül darbecilerinin biçip sömürge yönetiminin yerel seçilmiş atanmış görevli memurlarına diktirdiği "sömürge anayasası"nda biçimsel değişikliklere yönelik çalışmalar sömürgecinin esas amacı olup onun seçilmiş görevli memurları da sorunun kaynağının saklanması ve gündemin başka yöne çekilmesine hizmet etmektedirler..

                                                                          *******
SÖMÜRGECİNİN KARŞIMIZA ÇIKARDIKLARI VE SÖMÜRGE ANAYASASINDAKİ DEĞİŞİKLİKLER İÇİN SÖMÜRGECİDEN ÇOK EVETÇİ KESİLEN SEÇİLMİŞ GÖREVLİ MEMURLARIN PROF. DOÇ. DR. VS. OLMASI TESADÜF DEĞİLDİR...

UBPDPCTPTDP vs olması TESADÜF DEĞİLDİR!

ÇÜNKÜ SÖMÜRGECİ İŞGALCİ KONTRGERİLLA DEVLETİ TC ;

"Dolaylı SÖMÜRGE Yönetim biçiminde ,yerli siyasi önderlerden ,yüksek rütbeli sivil,polis ve asker kişilerden yararlanmaktadır.

Çeşitli yönetici tiplerin sömürge yönetiminde görev almaları ile yerli halk bir ölçüde yerli görevlileri benimsemekte ve bu görevli yöneticiler TC devleti ve Ankara Hükümetlerine bağlılık gösterdiklerinden toplulukça da örnek alınmaktadırlar.

Yerli yöneticiler aracılığıyla sömürge yönetiminin daha olumlu sonuçlar aldığı,bu yönetim biçiminde daha az çaba gerektirdiği gibi,daha az para harcanmanmaktadır.

Dolaylı yönetim biçimi aynı zamanda sömürücü ülkeninin (TC) sömürge toplumun iç sorunlarına olabildiğince direk muhatap olmaması nedeniyle oldukça yararını gördüğü yaşanan gerçeklerle bir daha gözönüne serilmiştir."

SÖMÜRGE Anayasasındaki değişiklikler için sömürgecinin seçilmiş yerel görevlileri aracılığıyla yapılmak istenen referandum ve bu referandumda "EVET" yada "HAYIR" mı yoksa sömürgecinin referandumu "BOYKOT" mu edilmeli?
Tez,antitez ve sentez...... 
Bu ilke yaşamın heralanında geçerli.
Önemli olan bu ilke temel kuralın uygulama alanında alınacak verilere ve kime,neye,nasıl,niçin ,neden nezaman  sorularına ve yanıtlarına bağlı olarak değişeceğidir.. 
Peki ama burada sözedilen " tez"iniz "TC sömürge yönetiminin anayasası" mı yoksa "anayasamız" (bağımsız egemen bir devletin) mı? 
Hangisini tez olarak alıyorsanız antiteziniz de senteziniz de ona göre olacak.
Ülkenin işgal altında ve sömürgeleştirildiğinden mi hareket ediliyor yoksa bu gerçeklik gözardı edilip "bağımsız" "egemen" bir devletten (burjuva anlamda) sözediliyor... 
Amaç sömürgeci işgalciden kurtulmaya mı yöneliktir yoksa işgalci sömürgecinin izin verdiği kadar değişikliği kazanım olarak göstererek, onların yerli seçilmiş görevlileri olarak varlık ve egemenliğini perdelemek midir? 
İşgalciye sömürgeciye geri adım attırılmış bir kazanım mıdır değişiklikler?
Sömürgecinin 85 anayasasına karşı "HAYIR" diyenlerin ÖZÜNE değil miydi "HAYIR"ı ki şimdi değişikliklerine  "EVET"  denmesi için bukadar çaba harcanıyor? Önce bunu açıklığa kavuşturmalılar  sömürgecinin 85 anayasasına "EVET " diyenler de "HAYIR" diyenlerde..
Sömürgecinin referandumunu BOYKOT onun varlığına da egemenliğine de HAYIR demektir...Referanduma katılarak hayır diyecek olanlar bu amaçla hayır diyorlarsa gerekçeleriyle birlikte açıklamalıdırlar..
Bunu derken referanduma katılarak HAYIR oyu kulllanacak olanların "HAYIR"ının sömürgeciye işgalciye hayır olduğunu CTP nin 85 referandumundaki hayırından farklı olduğunun, olacağının bilinmesi açısından önemlidir...
Bİz BOYKOT derken aynı stratejik amacı taşıyarak HAYIR diyen diyecek olan her insanımızı arkadaşımızı dost ve yoldaşlarımızın taktiğine saygılı olduğumuzun olacağımızın da bilinmesini isteriz.. Taktiklerimiz şu yada bu nedenle farklı da olsa aynı hedefi amaçlıyorsak mücadelemizde omuz omuza yürümeye devam etmeliyiz sömürgeciye,işgale ve sömüren azınlığa karşı. 

İŞGALLERE,İŞGALCİLERE,SÖMÜRGECİLERE,EMPERYALİSTLERE ,KAPİTALİZME  ve onların ANAYASALARINA HAYIR DE !!!!!!


SÖMÜRGECİNİN SEÇİMİNİ DE REFERANDUMUNU DA BOYKOT ET....



Kaynaklar   :

1.http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1780.htm
2.http://www.yenicag.com.cy/yenicag/2013/09/gecici-10-madde-icin-anayasa-degisikligi-gerekmez/
3.http://bagimsizlikcephesi.blogspot.com/2012/04/kbrs-sorununa-baksmz-cozum-ve.html?spref=fb

EKLER        :              
1.Savunma ve İşbirliği

2.Tufan Erhürman’ın Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde yorumunun tersi

3.Tufan Erhürman’ın Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde yorumunun tersi

8 HAZIRAN 2014ALİ BİZDEN

4.Vatandaş Referandum'da Ne Yapmalı?

09/06/2014
HK

<h5>5.Mehmet Öner Ekinci</h5>
GEÇİCİ 10'UNCU MADDENİN KALDIRILMASINI İÇERMEYEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE "EVET" DEMEK


1.Savunma ve İşbirliği
Geçici Madde 10
Kıbrıs Türk halkının savunması ve iç güvenliği ile milletlerarası durum gerektirdiği sürece bu Anayasanın 117. maddesinde yer alan kurallar yürürlüğe girmez. Anayasa yürürlüğe girdiği tarihte dış ve iç güvenliğin sağlanmasında kullanılan bütün kuvvetlerle, bunlara ilişkin olarak uygulamada olan usul ve hükümlerin ve bu konularda kabul edilmiş ve edilecek işbirliği esaslarının uygulanmasına devam olunur.

Yurt Savunması ve Silahlı Kuvvetlerin Kuruluşu
Madde 117
(1) Yurt savunması, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetlerince sağlanır.
(2) Yurdun güvenliğinin sağlanmasından ve silahlı kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Cumhuriyet Meclisine karşı Bakanlar Kurulu sorumludur.
(3) Silahlı Kuvvetler Komutanı, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı adına yerine getirir.
(4) Silahlı Kuvvetler Komutanı, Savunma Bakanının önerisi ve Bakanlar Kurulunun kararı izlerine, Cumhurbaşkanınca atanır.
(5) Savunma Bakanlığına bağlı silahlı kuvvetlerin ve bağlı komutanlıkların kuruluşu, görev, yetki ve sorumlulukları yasa ile düzenlenir.






2.Tufan Erhürman’ın Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde yorumunun tersi

8 HAZIRAN 2014ALİ BİZDEN
<h2>
</h2><h2>Tufan Erhürman, 8 Haziran’da
“Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde”başlıklı bir yazı yazarak,
10. Madde ile ilgili herhangi bir değişiklik içermeyen
anayasa değişikliği metnine hayır demenin
anlamsızlığını
izah etti.</h2>
Bize, referandumda hayır demenin hukuki bir sonucu olmayacağını da anlattı. Referanduma gidecek değişiklik önerileri arasında Geçici 10. Maddenin yer almayışının doğal olduğunu da açıkladı.
Erhürman’ın yazısını kopyaladım. “Evet”leri “hayır”, “hayır”ları “evet” ile değiştim. Birkaç cümle de ekledim. Sonuç Erhürman’ın meşrulaştırıp normalleştirdiği “hepimiz evet demeliyiz” fikrinin tam tersi çıktı: Hepimiz hayır demeliyiz!
Tufan Erhürman’ın kopyalayarak azacık tahrif ettiğim metni şu:

Bilindiği gibi Meclis’ten oy birliğiyle geçen Anayasa değişikliğinin içerisinde geçici 10’uncu madde ile ilgili herhangi bir düzenleme yoktur. Değişikliğin Meclis’te görüşüldüğü oturumu izleyenler bunun nedenini anlamakta zorlanmaktadır. Bu oturumda, UBP ve DP-UG genel başkanları, geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesine, en azından bugün için karşı olduklarını açıkça dile getirmişlerdir. Bu iki partinin milletvekilleri dışında Meclis’te toplam 24 milletvekili vardır ve herhangi bir maddeyle ilgili değişikliğin referanduma götürülmesi için 34 milletvekilinin “evet” oyuna gereksinim duyulduğu bilinmektedir. DP-CTP Hükümet Programı’nda açıkça Anayasa’nın Geçici 10’uncu Maddesi’nin kaldırılması hususundaki resmi siyasi pozisyon, en güncel haliyle, görevdeki CTP-DP Hükümet Programı’nda yer alıyor.  CTP’nin 21, TDP’nin 3 CTP hükümet ortağının ise 12 milletvekili vardır.
KKTC Cumhuriyet Meclisi’nde okunup onaylanan hükümet programında yer alan Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi’nin değiştirilmesi kararının altında imza ve onayı olan DP genel başkanının genel kuruldaki konuşmasında Geçici 10. Madde’nin  değiştirilmesine karşı olduğunu söylemesi hükümet programına uymama kararının beyanıdır. CTP hükümet ortağının, yerel seçimlerde UBP ile işbirliğini, yasa dışı istihdamlarla ilgili tavrını hükümeti bozma nedeni olarak gördüğünü açıklamış bir parti olarak, Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi ile ilgili hükümet programına uymayacağını dile getiren ortağı ile ortaklığı bozmayı ifade etmeyi bırakın, ima bile etmemiştir. Demek  ki Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi CTP açısından yerel seçimlerde sağ ittifak kurulması ihtimalinden ile daha az anlam, önem ve önceliğe sahip.
Dolayısıyla CTP’nin Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi’ne verdiği anlam ve önemin doğal sonucu, Meclis’ten oy birliğiyle geçen değişiklik metninde geçici 10’uncu maddeyle ilgili herhangi bir düzenleme bulunmamasıdır.
Bu şartlar altında Anayasa değişikliğine “evet” demenin geçici 10’uncu madde konusunda bir irade beyanı ortaya koymakla bire bir ilgisi vardır. Bir metne “hayır” demenin, o metinde hiç sözü edilmeyen bir şeye “hayır” demek anlamına geleceği nasıl düşünülebilir ki? Değişikliğe “hayır” diyenler, kuşkusuz, yalnızca metnin içerisinde yer alan maddelere “hayır” demeyeceklerdir. Bu metne “hayır” demek, yürürlükteki Anayasa’da yer alan ve metinde hiç bulunmayan başka maddelere (örneğin geçici 10’uncu maddenin referanaduma sunulmamasına neden olan ikiyüzlülük, samiyetsizlik ve politik kaypaklığa) da “hayır” demek veya tüm bunlara onay vermemek anlamına gelir.
Benzer biçimde bu metne “evet” demek de, metnin içerisinde yer alan maddelere “evet” diyerek Geçici 10. Madde ile ilgili “ne var bunda, abartmayın, vesayet denen, bağımlılık denen şey eskisi kadar kötü değil, zamanla siz de alışırsınız” diyen siyasetçi aklına onay vermek anlamına gelir. Bu metne “hayır” diyenler, yürürlükteki Anayasa’da yer alan ancak metinde yer almayan diğer maddelere (siyasetçilerin örneğin geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesinin önemli olmadığı ortak uzlaşısına) “hayır” demiş olacaklardır. Dolayısıyla, bu metnin reddedilmesi, şu anda yürürlükte olan Anayasa’nın tüm maddeleriyle birlikte, hiç değişmeksizin aynen yürürlükte kalmasından öte, siyasetçilerin geçici 10. Madde ile ilgili değişiklik yapılmasına zorlanması siyasi sonucunu doğuracaktır.
Demokrasi denen şey, siyasetçinin halkı temsil ettiği şeyse ve hukuk bir siyasal ürünse, yurttaşın tercihlerinin hukuki değil siyasi sonuçlar anlamlıdır.
Hülasa, itirazım var!
Standard
<h1>Post navigation</h1>


***

3.Tufan Erhürman’ın Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde yorumunun tersi

8 HAZIRAN 2014ALİ BİZDEN

Tufan Erhürman, 8 Haziran’da
“Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde”başlıklı bir yazı yazarak,
10. Madde ile ilgili herhangi bir değişiklik içermeyen
anayasa değişikliği metnine hayır demenin
anlamsızlığını
izah etti.


Bize, referandumda hayır demenin hukuki bir sonucu olmayacağını da anlattı. Referanduma gidecek değişiklik önerileri arasında Geçici 10. Maddenin yer almayışının doğal olduğunu da açıkladı.
Erhürman’ın yazısını kopyaladım. “Evet”leri “hayır”, “hayır”ları “evet” ile değiştim. Birkaç cümle de ekledim. Sonuç Erhürman’ın meşrulaştırıp normalleştirdiği “hepimiz evet demeliyiz” fikrinin tam tersi çıktı: Hepimiz hayır demeliyiz!
Tufan Erhürman’ın kopyalayarak azacık tahrif ettiğim metni şu:

Bilindiği gibi Meclis’ten oy birliğiyle geçen Anayasa değişikliğinin içerisinde geçici 10’uncu madde ile ilgili herhangi bir düzenleme yoktur. Değişikliğin Meclis’te görüşüldüğü oturumu izleyenler bunun nedenini anlamakta zorlanmaktadır. Bu oturumda, UBP ve DP-UG genel başkanları, geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesine, en azından bugün için karşı olduklarını açıkça dile getirmişlerdir. Bu iki partinin milletvekilleri dışında Meclis’te toplam 24 milletvekili vardır ve herhangi bir maddeyle ilgili değişikliğin referanduma götürülmesi için 34 milletvekilinin “evet” oyuna gereksinim duyulduğu bilinmektedir. DP-CTP Hükümet Programı’nda açıkça Anayasa’nın Geçici 10’uncu Maddesi’nin kaldırılması hususundaki resmi siyasi pozisyon, en güncel haliyle, görevdeki CTP-DP Hükümet Programı’nda yer alıyor.  CTP’nin 21, TDP’nin 3 CTP hükümet ortağının ise 12 milletvekili vardır.
KKTC Cumhuriyet Meclisi’nde okunup onaylanan hükümet programında yer alan Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi’nin değiştirilmesi kararının altında imza ve onayı olan DP genel başkanının genel kuruldaki konuşmasında Geçici 10. Madde’nin  değiştirilmesine karşı olduğunu söylemesi hükümet programına uymama kararının beyanıdır. CTP hükümet ortağının, yerel seçimlerde UBP ile işbirliğini, yasa dışı istihdamlarla ilgili tavrını hükümeti bozma nedeni olarak gördüğünü açıklamış bir parti olarak, Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi ile ilgili hükümet programına uymayacağını dile getiren ortağı ile ortaklığı bozmayı ifade etmeyi bırakın, ima bile etmemiştir. Demek  ki Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi CTP açısından yerel seçimlerde sağ ittifak kurulması ihtimalinden ile daha az anlam, önem ve önceliğe sahip.
Dolayısıyla CTP’nin Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi’ne verdiği anlam ve önemin doğal sonucu, Meclis’ten oy birliğiyle geçen değişiklik metninde geçici 10’uncu maddeyle ilgili herhangi bir düzenleme bulunmamasıdır.
Bu şartlar altında Anayasa değişikliğine “evet” demenin geçici 10’uncu madde konusunda bir irade beyanı ortaya koymakla bire bir ilgisi vardır. Bir metne “hayır” demenin, o metinde hiç sözü edilmeyen bir şeye “hayır” demek anlamına geleceği nasıl düşünülebilir ki? Değişikliğe “hayır” diyenler, kuşkusuz, yalnızca metnin içerisinde yer alan maddelere “hayır” demeyeceklerdir. Bu metne “hayır” demek, yürürlükteki Anayasa’da yer alan ve metinde hiç bulunmayan başka maddelere (örneğin geçici 10’uncu maddenin referanaduma sunulmamasına neden olan ikiyüzlülük, samiyetsizlik ve politik kaypaklığa) da “hayır” demek veya tüm bunlara onay vermemek anlamına gelir.
Benzer biçimde bu metne “evet” demek de, metnin içerisinde yer alan maddelere “evet” diyerek Geçici 10. Madde ile ilgili “ne var bunda, abartmayın, vesayet denen, bağımlılık denen şey eskisi kadar kötü değil, zamanla siz de alışırsınız” diyen siyasetçi aklına onay vermek anlamına gelir. Bu metne “hayır” diyenler, yürürlükteki Anayasa’da yer alan ancak metinde yer almayan diğer maddelere (siyasetçilerin örneğin geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesinin önemli olmadığı ortak uzlaşısına) “hayır” demiş olacaklardır. Dolayısıyla, bu metnin reddedilmesi, şu anda yürürlükte olan Anayasa’nın tüm maddeleriyle birlikte, hiç değişmeksizin aynen yürürlükte kalmasından öte, siyasetçilerin geçici 10. Madde ile ilgili değişiklik yapılmasına zorlanması siyasi sonucunu doğuracaktır.
Demokrasi denen şey, siyasetçinin halkı temsil ettiği şeyse ve hukuk bir siyasal ürünse, yurttaşın tercihlerinin hukuki değil siyasi sonuçlar anlamlıdır.
Hülasa, itirazım var!
Standard

Post navigation


4.Vatandaş Referandum'da Ne Yapmalı?

09/06/2014
HK

Anayasa değişikliklerin Meclis’te oy birliğiyle kabul edilmesinin ardından birçok kesimden çeşitli gerekçelerle referandumda anayasa değişikliklerine “hayır” denilmesi çağrısı yapılmaya başlandı. Bu yöndeki görüşlere ve bu görüşleri beyan edenlere saygım sonsuz. Bununla birlikte, bir yurttaş olarak bu görüşlere neden katılmadığımı da anlatmak ihtiyacı içerisindeyim. Aşağıda, bugüne kadar yapılan eleştirilerle ilgili düşüncelerimi sıralamaya çalıştım:
1. “Anayasa değişiklikleri arasında geçici 10’uncu maddeyle ilgili herhangi bir düzenleme bulunmadığı için bu paketi reddetmek gerekir”
Daha önce de belirttiğim gibi, Meclis’teki 50 milletvekilinden 26’sı geçici 10’uncu maddeyle ilgili herhangi bir değişikliğe, en azından bugün için karşı olduklarını, mensubu oldukları siyasi partilerin liderlerinin ağzından, Meclis kürsüsünden ilan ettiler. Bunun doğal sonucu bu yönde herhangi bir değişikliğin bu pakette yer almamasıdır. Çünkü herhangi bir madde ile ilgili bir değişikliğin Meclis’ten geçip referanduma sunulabilmesi için 34 milletvekilinin “evet” oyuna ihtiyaç vardır.
Bugünkü şartlar altında, sırf geçici 10’uncu madde ile ilgili herhangi bir düzenleme içermediği için bu pakete “hayır” demenin bir süre sonra söz konusu 26 milletvekilinin de katılımıyla geçici 10’uncu maddeyi de içeren yeni bir paketi gündeme getireceğini şahsen düşünmüyorum. O halde, bugün için “hayır” demek, geçici 10’uncu maddeyi değiştirmediği gibi, Anayasa’daki herhangi bir maddeyi de değiştirmeyecektir. Benim şahsi siyasi tercihim, bu paketteki değişikliklere “evet” diyerek pakette yer alan ve bugüne kadar kimsenin herhangi bir maddesi için “bu madde yürürlükteki anayasadakinden daha kötüdür” demediği değişiklikleri yürürlüğe koyduktan sonra, geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesi için tüm kesimlerle birlikte mücadele etmektir.
2. “Anayasa değişikliklerine ‘evet’ demek geçici 10’uncu maddenin Anayasadaki varlığını onaylamak demektir”
Hiçbir geçerli mantık yürütmenin, anayasayla ilgili bir değişiklik paketine “evet” demenin o pakette herhangi bir biçimde bulunmayan bir maddeye onay vermek anlamına geleceğini kanıtlayamayacağı tartışmayı gerektiremeyecek kadar açıktır.
3. “Anayasanın 90’ıncı maddesinde yapılan değişiklikle uluslararası antlaşmalara karşı Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması engellenmiştir”
Burada bir bilgi eksikliği vardır. Yürürlükteki Anayasaya bakılırsa, uluslararası antlaşmalara karşı Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasının mümkün olmadığı görülecektir. Bu düzenleme değişiklikle getirilmemiştir. Şu anda yürürlükte olan anayasada vardır. Dolayısıyla değişikliğe “hayır” demenin uluslararası antlaşmalara karşı Anayasa Mahkemesine başvurulmasını sağlamayacağı açıktır.
4. “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı yalnızca yurttaşlara tanınmıştır”
Şu anda yürürlükte olan Anayasada, kimsenin anayasa mahkemesine bireysel başvuru hakkı yoktur. Anayasa değişiklik önerilerinde bu hak “herkes”e tanınmaktaydı. Ancak, bazı siyasal partiler bu hakkın “herkes”e tanınması durumunda bu maddedeki değişikliklere oy vermeyeceklerini beyan ettiler. Bu durumda 34 oy sağlanamayacak ve madde hiç değişmeyecekti. Bunun üzerine bu hakkın hiç olmazsa “yurttaşlar”a tanınmasını sağlamak amacıyla öneri değiştirildi. Referandumda “hayır” demek Anayasanın hiç değişmemesine ve kimsenin ve dolayısıyla yurttaşların da bu hakka sahip olmamasına yol açacaktır.
5. “Yapılan değişiklikler makyajdır. Esasa dair hiçbir şey getirmemektedir”
Bu iddiayı dile getirenlere, yalnızca şunları hatırlatmak isterim:
a) 10’uncu maddede yapılan değişiklikle, uluslararası insan hakları hukukunda çok önemli bir kavram olan ve birçok uluslararası mahkeme kararında yer alan, dolayısıyla bu değişiklikle bizim mahkemelerimiz tarafından da kullanılabilir hale getirilen  “insan onuru” maddede düzenlenmiştir.
b) 11’inci maddede yapılan değişiklikle, Meclisin temel hak ve özgürlükleri sınırlama yetkisi ciddi biçimde daraltılmıştır.
c) 15’inci maddede yapılan değişiklikle, ölüm cezası anayasadan çıkarılmış ve “öldürme”nin yalnızca meşru müdafaa halinde meşru olacağı düzenlenmiştir.
d) 35A maddesiyle çocuk hakları ilk kez Anayasada düzenlenmiştir.
e) 40’ıncı maddede yapılan değişiklikle çevre hakkı ciddi biçimde genişletilmiş, “herkes”e çevre davası açma hakkı tanınmış, çevreyle ilgili uluslararası belgelerde yer alan katılımcılık, kirleten öder ve önleyicilik ilkelerine anayasal temel sağlanmış, devletin tüm organları bu ilkelere uygun davranma yükümlülüğü altına sokulmuştur.
f) 70’inci maddede yapılan değişiklikle kamu görevlileri siyaset yasağına tabi olanlar listesinden çıkarılmıştır.
g) 76’ncı maddede yapılan değişiklikle dilekçe hakkı genişletilmiştir.
h) 76A maddesinde yapılan değişiklikle bilgi edinme hakkı anayasal bir hak haline getirilmiştir.
i) 81’inci maddede yapılan değişiklikle, Meclisin tatili kısaltılmış, milletvekillerinin servet beyanında bulunmamaları ve yalan beyanda bulunmaları anayasal yaptırımlara tabi kılınmıştır.
j) 84’üncü maddede yapılan değişiklikle, milletvekillerinin yasama dokunulmazlığı ciddi biçimde daraltılmış, milletvekiliyken veya daha önce suç işleyen milletvekilinin milletvekilliği devam ederken yargılanması sağlanmıştır.
k) 90’ıncı maddede yapılan değişiklikle, KKTC’nin imzaladığı tüm uluslararası antlaşmaların Meclis’te onaylanması gerekli hale getirilmiş, insan haklarına ilişkin uluslararası antlaşmalarla yasaların çatışması durumunda, hangisi insan haklarını daha fazla koruyorsa onun uygulanması sağlanmıştır.
l) 93’üncü maddede yapılan değişiklikle Meclise uygunluk bildiriminin verilmesinin Sayıştay’ın denetim yetkisini ortadan kaldırmayacağı düzenlenmiştir.
m) 114’üncü maddede yapılan değişiklikle, Ombudsmanın yetkileri artırılmış, Ombudsman re’sen harekete geçebilme, insan haklarına uygunluk denetimi yapma ve tüm idari birimleri denetleme yetkisine sahip kılınmıştır. Ayrıca bu maddede yapılan değişiklikle Ombudsmanın seçilmesinin önündeki engeller kaldırılmıştır.
n) 119’uncu maddede yapılan değişiklikle, belediye organlarının hukuka aykırı işlemleriyle, belediyeyi bütçesinin onda biri oranında zarara uğratması halinde yargı kararıyla görevden alınmasının yolu açılmıştır.
o) 122’nci maddede yapılan değişiklikle, tüzüklere, yönetmeliklere ve tüm düzenleyici işlemlere karşı dava açmak olanaklı hale getirilmiştir.
ö) 131A maddesiyle hem YÖDAK anayasal kurum haline getirilmiş, hem de üniversite özerkliği kavramı anayasal güvenceye kavuşturulmuştur.
p) 132’nci maddede yapılan değişiklikle Sayıştay özerk bir anayasal kurum haline getirilmiştir.
r) 143’üncü maddede yapılan değişiklikle Yüksek Mahkemedeki yargıç sayısının yasayla artırılmasının ve yargıda uzmanlaşmanın önü açılmıştır.
s) 144’üncü maddede yapılan değişiklikle yurttaşlara insan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa Mahkemesi’ne başvurma olanağı tanınmış, ayrıca yanlış mahkemede dava açtığı gerekçesiyle davacının dava açma hakkını kaybetmesi engellenmiştir.
ş) 151’inci maddede yapılan değişiklikle, olağanüstü kanun yolları ilk kez tanınmış, KKTC mahkum olduktan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava kazanan kişinin KKTC’de yeniden yargılanmasının önü açılmıştır.
t) 152’nci maddede yapılan değişiklikle, yurttaşların idareye karşı dava açması kolaylaştırılmış ve idari yargıdaki davaların, bu alanda uzman mahkemelerce çok daha hızlı bir biçimde sonuçlandırılmasının önü açılmıştır.
Özetlenen bu değişikliklerin makyaj niteliğinde olup olmadığı okuyucunun takdirine bırakılmıştır.
6. “Bu değişiklikler için Anayasa değişikliğine gerek yoktu. Bunlar yasayla da yapılabilirdi”
Bu iddiayla ilgili olarak sadece şunu söyleyeceğim: 10, 11, 15, 40, 70, 81, 84, 90, 93, 114, 119, 122, 131A, 132, 143, 144, 151 ve 152’nci maddede yapılan değişikliklerin yasayla yapılması hukuken asla mümkün değildir.      

****************************************************************************

GEÇİCİ 10'UNCU MADDENİN KALDIRILMASINI İÇERMEYEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE "EVET" DEMEK
1985 Anayasası Halkoylamasına sunulduğunda, başta CTP olmak üzere, birçok sendika ve sivil toplum örgütü, Geçici 10'uncu madde nedeniyle, Anayasaya hayır oyu vermişti.
Görüyorum ki, CTP dışında "Hayır"cı cephenin bir kısmı,
• Anayasanın parça parça da olsa demokratikleştirilmesi;
• Hak ve özgürlüklerin yasayla dahi olsa sınırlandırılmasında, çağdaş ölçütlerin gözetilmesi zorunluluğunun kurallaştırılması;Ü
• Hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi ve çocuk hakları gibi yeni hak ve özgürlüklerle genişletilmesi;
• Bilgi Edinme Hakkının Anayasal bir hak olarak güçlendirilmesi,
• Dilekçe Hakkına yeni boyut kazandırılması;
• Yerel Yönetim Organlarının hukuka aykırı işlemler nedeniyle sorumluluğunun Anayasal çerçevede somutlanması;
• Hak ihlallerinde yurttaşların Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru haklarının tanınması;
• Sayıştay ve Ombudsman gibi Bağımsız Kurumların güçlendirilmesi ve etkili işlerliğe kavuşturulması;,
• Milletvekillerinin, (eşlerinin ve velayetleri altındaki çocuklarının mal varlıklarını kapsayacak biçimde) mal bildiriminde bulunmalarının Anayasal bir zorunluluk haline getirilmesi;
• Milletvekili sorıumsuzluğunun Meclisteki oy ve sözlerle sınırlandırılması ve dokunulmazlığın tutuklanma, yargılanma ve cezalandırma açısından yeni esaslara bağlanması;
• Yönetimin işlem, ihmal ve eylemlerine karşı, tazminat isteme hakkı dahil, idari işlem veya eylem veya ihmalle ciddi ve makul ilgisi olanların, ilk derece mahkemesi olarak idare mahkemlerinde dava açılmasının olanaklı kılınmas;
• Çocuk Mahkemeleri ile iş mahkemeleri gibi özel ihtisas mahkemelerin kurulmasına, Anayasal dayanak yaratılması;
yönündeki değişiklikleri, belki de okuma ve sağduyulu bir biçimde değerlendirme gereği de duymayarak ve Anayasaların değiştirilmesinin, özellikle bizim Anayasamız gibi değiştirilebilmesi için özel çoğunluklar arayan katı olarak nitelendirilen bir Anayasanın değiştirilmesinin hiç te kolay olmadığı gerçeğini tümden gözardı ederek, yapılanların hiçbir değeri yokmuş gibi ellerinin tersi ile itmeye hazırlanıyor.
Dünün “hayır’ını boyunlarında değerli bir mücevherat gibi, büyük bir kıskançlıkla ve de korumacılık duygusuyla taşıyorlar sanki. Bugün “Evet” derlerse, dünün “Hayır”’ına ihanet edeceklermiş gibi bir duygu ve bir hesaplaşma sendromuna girmişler gibi.
Bir an için diyelim ki Anayasada başkaca bir değişiklilk yapılmadan, Geçici 10’uncu madde kaldırıldı. Ülkede uygulanmakta olan Askeri ve İdari Vesayet buharlaşacakmı, yok mu olacak. Kendiliğinden ortadan kalkacak mı, bir başka deyişle, Geçici 10’uncu maddenin kalkmasıyla ülke kendiliğinden demokratikleşecek ve ülkede yaşanan hukuksuzluklar, kayırmacılık üstüne kurulmuş Devlet yönetimi anlayışı, yerini kamucu ve eşitlikçi bir yönetim yapısına mı bırakacak.
1985 Anayasasının hazırlanmasında Anayasa Komitesinde görevli bir Hukukçu olarak yoğun bir emek harcamıştım. Beğendiğim, önemsediğim maddeler, beğenmediklerimden, içselleştiremediklerimden hayli çoktu. Ama iş Geçici 10’uncu maddeye gelip dayanınca, Barışa kadar, Garantör Türkiye’nin yalnızca dış güvenliğimizi değil de , iç güvenliğimizi de üstlenmesini ve polisin de askeri otorite tarafından yönetilmesine kapılar açan düzenlemeleri içime sindirmediğiminden, ben de , uzun bir iç hesaplaşmadan sonra, tepkisel bir davranışla, Geçici 10’unc maddenin varlığını gerekçe göstererek Anayasaya “Hayır” oyu kullanmıştım.
Şimdi, Geçici 10’uncu maddeyi kaldırmadığı için, önümüzdeki Anayasa Değişikliklerine EVET demekle, Dünkü HAYIR”ıma , bir başka deyişle kendi kendime ihanet etmiş mi olacağım.
Öyle zannederim ki, Gecici 10’uncu maddenin kaldırılması ve vesayet rejiminden kurtulma yönünde mücadeleyi kararlılıkla sürdürmek ve Barış sürecine katkı koymak yanında, Devlet aygıtının işleyişini temellendiren ve Yöneticileri sınırlandıran, yurttaşlarına ayırımsız hizmeti öngören VE DEVLETİ, HER YURTTAŞIN İNSANCA YAŞAMA OLANAKLARINA KAVUŞTURULMASI YÖNÜNDE EKONOMİK VE SOSYAL HER TÜRLÜ ÖNLEMİ ALMAKLA ÖDEVLİ KILAN mevcut Anayasayı, daha da demokratik bir yapıya kavuşturmak kaçınılmazdır.
Bilmeliyiz ki bu ülkede BARIŞ olmadıkça, Geçici 10’uncu maddeyi de kaldırsak, Vesayet Rejiminden kurtulmamız pek kolay olmayacaktır. Bu rejimi, Anayasal kurallarla sınırlandırmak ve demokratik işleyişe zorlamak hepimizin boynunun borcu olsa gerek.
O nedenle ben çağrımı yineliyorum.
ANAYASA DEĞİŞİKLİK PAKETİNE EVET.


ERGENEKON BALYOZ DIŞARI.. KONTRGERİLLA EVLATLARINA SAHİP ÇIKIYOR


ERGENEKON BALYOZ DIŞARI.. KONTRGERİLLA EVLATLARINA SAHİP ÇIKIYOR

KÜRT ÇOCUKLARI İÇERİ ERGENEKON DIŞARI KONTRGERİLLA EVLATLARINA SAHİP ÇIKIYOR

KONTGERİLLACILAR BİR BİR DIŞARDA TAŞ ATAN KÜRT ÇOCUKLARI İÇERDE

Kontrgerillayı aklama, temize çıkarma operasyonu olan Ergenekon davasından içeri alınanlar bir bir dışarılara çıkarılmaktadırlar. Ergenekon Davası ve operasyonları başlamışken ve devam ederken, amaçlarını ve neler olacağını yazmıştık aşağı yukarı.

Düzenin klikler çatışmasının bir evresi olmakla birlikte, gündem değiştirme ve iç savaş taktiğinin bir parçası olarak ele alındığını, sonuçta Ergenekon operasyonları ile davanın kendisinin birkaç “kötü çocuğa, görevliye” yüklenerek, faşist kontrgerilla devletinin aklanmak istendiğini apaçık onlarca defa yazdık. Ve süreç kesinlikle bizi doğrulama devam ediyor. Zira yazdığımız yazılarda bu kontrgerillacıların zamanla dışarıya sessiz sedasız bırakılacaklarını ve aynen faşist katillerin kahraman gibi karşılanması ya da yapılması gibi bunlarında kahraman edasında çıkacaklarını iddia etmiş idik. Evet dediklerimiz bir kez daha çıktı.

Bir bir salıveriliyorlar kontrgerillacılar. Zaman içinde içerde kimse kalmayacak zaten. Klik çatışmalarının ve aklama sürecinin tamamlanması sağlanmış olduğunda düzen sözde demokratikleşmiş olacak!

Elbette bu kesin ve net bir aldatmacadır ve de öyle olmaya devam edecektir. Burjuva hukuk ve adaleti işte buraya kadardır. Burjuva hukuk ve adaleti mazluma, işçiye, çalışana, emek üretene, çocuklara, yoksullara çalışmaktadır. Baklava çalan çocukları yıllarca cezaevlerinde tutan, Manisalı gençleri de işkence yanında hücrelerinde yıllarca yatıran bir düzendir bu düzen. Ama maden ocağında gerekli önlemleri almayan patronu ifadesini alarak salan düzendir bu düzen. Hala Davutpaşa’da yaşanan katliamın hesabının sorulmadığı bir düzendir bu düzen.

Zira bu düzenin adaleti ya da hukuku da elbette kendisini korumak üzerine kurulmak zorundadır ve de öyledir de. Beri yandan zaten tüm adliye binaları ve mahkeme salonlarını süsleyen şu slogan çarpıcı bu gerçeği ifade etmeye de devam etmektedir: “ Adalet, mülkün temelidir.” Adalet, mülkü korumak üzerine kuruludur. Mülkün, malın vs temel koruyucusu Adalettir! Burjuvazinin ve onların hukuk-adalet anlayışlarına yön veren bu temeldir. Zira düzen de bunun üstüne kuruludur. Mal-mülk ve çıkarı burjuvazinin her şeyden üstündür.

Bu bakımdan Tekel İşçilerinin direnişi çevreye, çocuklara zarar veriyor gerekçesi üretilerek bitirilebilir, saldırıya açılabilir. Polise taş atan Kürt çocuklarına en ağır cezalar reva görülür, verilir ve üstüne bir de Yargıtayca da onanarak kural haline getirilebilir.

Polise taş atan Kürt çocukları açık bir hukuk-adalet anlayışının burjuvazinin neler olduğunun anlatısıdır aslında. Zira hala cezaevinde olan bu çocuklar bırakınız tahliye edilmeyi, salıverilmeyi cezalarını 7.5 yıl gibi bir süre ile yüksek Burjuva Adalet organınca onanabiliyor. Bu kapitalist emperyalizmin neye düşman, neye dost olduğunun açıkça itirafıdır.

Kürt çocuklarına gelince aslan kesilen bu adalet, iş adaletlerinin temeli olan kontrgerilla, iş adamlarına gelince kuzu kesebiliyorlar. Bu tamamen adaletin ne anlam taşıdığı, egemen olanın egemenliğini pekiştiren bir üst yapı organı ve aracı olduğunun kanıtıdır net olarak. Başka türlüsü de zaten beklenemezdir.

İş özgürlük, adalet, eşitlik, kardeşlik vs amaçlı eylem ve ardından da faşist devlet terörü olunca “terörist çocuklar” üretebiliyor düzen ve onlara da alayından en büyük cezayı vermek bahasına. Sınıflı toplumların adaleti, egemen olan sınıfın çıkarlarını korumak üzerine dizayn edilir ya da düzenlenir. Elbette emperyalist kapitalist sömürgeci faşist diktatörlükte de kendine uygun sözde adalet yaratacaktır, zaten vardır da. Aşağıdakilere düşman, ağa babalarına dost olan sözde adalet.

Eli kanlı faşistleri içerde tutamayan, onları kahraman haline getiren bu toplumsal sınıflı düzenin karşısında sadece ve sadece işçi sınıfının nihai insanlık adalet düzeni gerçekliktir. Sosyalizm ve komünizmdir insanlık dışı olan her şeyi ortadan kaldırıp, insanlığı özgürleştirebilen. İnsanlığı adi suçlardan, siyasal suçlara karşı tüm toplumsal alt yapıyı değiştirip ona uygun üst yapı kurarak başarabilen.

Eli kanlı faşist kontrgerillacılar bir bir dışarıya çıkarken, daha ömrünün baharı bile sayılamayacak yaştaki çocukların içerlerde çürütülmesine karşı insani, özgür bir dünya uğruna mücadele edilmeden başarılı olunamaz. Emperyalist kapitalizmin hak ettiği çöplükte yer aldırılmadığı sürece olan ve olacak olan bunlar olacaktır.


31.01.2010

Mahmut Halil CAN ( Sendiren )
http://www.ateshirsizi.com/kurt-cocuklari-iceri-ergenekon-disari-t12549.html

12 Eylül, Müebbet " cezası ", Sömürgecinin Anayasası ve Yalakaları....


12 Eylül, Müebbet " cezası ", Sömürgecinin Anayasası ve Yalakaları....



12 Eylül yargı oyunu müebbet ‘cezayla’ bitti
18.06.2014 - 13:43  Gündem

12 Eylül darbesine ilişkin dava bugün karara bağlanarak darbeyi yöneten generallere müebbet hapis ‘cezası’ verildi.* 

Ülkemizdeyse onların sömürgeleştirdikleri adayarısına biçtikleri anayasayı yamalamada büyük emek harcayanlar ve işgali sömürgeci Tc devletinin egemenliğini yeniden onaylatmaya çalışanlar zafer çığlıkları atıyorlar...



"12 EYLÜL'ün Sömürgeleştirilen Kıbrıs'ın Kuzeyindeki İfadesi ,TC'NİN ‘’KKTC” ilanı

(1) 12 Eylül darbecileri yürütme yetkisinin birkısmını sivil faşist hükümete devrederken ABD
emperyalistlerinin de onayı ile Sömürge Yönetimi olarak alt yönetimini oluşturan Kıbrıs'ın kuzeyindeki işbirlikçileri için TC'ye Kuzey Kıbrıs'ı da ekleyerek isimlendirdiği yönetimine 15 Kasım 1983'te “KKTC” ismini vermiştir.

KKTC ilanı sonrası Türkiye'deki 12 Eylül Anayasa'sının bir kopyası olan Sömürge
Yönetiminin anayasasını da taşıdığı nüfus dahil halka işbirlikçilerini de kullanarak onaylatmıştır.

“KKTC” İŞGALCİ Sömürgeci Kontrgerilla Cumhuriyeti TC'nin Kıbrıs'taki Örtüsüdür.
(2) İşgalci sömürgeci TC, Kıbrıs'ın kuzeyinde DOLAYLI sömürge yönetim biçimini kullanmakta ve bu yönetim biçiminde yerli önde gelen kişileri emrinde görevli olarak kullanmaktadır.
(a) Avrupa Sömürgeci Devletleri gibi TC de sömürgeleştirdiği Kıbrıs'ın kuzeyinde

Doğrudan yönetim yetkilerini sömürgedeki görevlisi Büyükelçisi ve ordu
komutanlarına kullandırmaktadır.

(b)Dolaylı Yönetim biçiminde ise,yerli siyasi önderlerden ,yüksek rütbeli sivil,polis
ve asker kişilerden yararlanmaktadır.

Çeşitli yönetici tiplerin sömürge yönetiminde görev almaları ile yerli halk bir ölçüde yerli görevlileri benimsemekte ve bu görevli yöneticiler TC devleti ve Ankara Hükümetlerine bağlılık gösterdiklerinden toplulukça da örnek alınmaktadırlar.

Yerli yöneticiler aracılığıyla sömürge yönetiminin daha olumlu sonuçlar aldığı,bu yönetim biçiminde daha az çaba gerektirdiği gibi,daha az para harcanmanmaktadır.

Dolaylı yönetim biçimi aynı zamanda sömürücü ülkeninin (TC) sömürge toplumun iç
sorunlarına olabildiğince direk muhatap olmaması nedeniyle oldukça yararını gördüğü yaşanan
gerçeklerle bir daha gözönüne serilmiştir.

Kıbrıs'ın kuzeyindeki işçi,emekçi halkın ve onun ileri unsurlarının yaşanılan ekonomik,sosyal,kültürel vb sorunlar karşısında ,demokratik haklarını kullanarak ortaya koydukları tepkileri karşısında, TC işgalci sömürge yönetimi, emrindeki siyasi yöneticiler ve silahlı,silahsız asker, polis,resmi ve sivil güçleri kullanarak, baskı,saldırı,tutuklama, şiddet vb yöntemeleriyle önlemeye çalışırken direk muhatap olmaması nedeniyle yukarıda da belirtildiği üzere kendi işgalci sömürgeci faşist yüzünü de perdelemektedir.

Türkiye'de 12 Eylül'le İthal İkameci Sanayileşme Modelinin yerine İhracata Dönük
Sanayileşme modelinin konulması demek olan 24 Ocak 1980 kararlarının uygulanması için
gereken ortam hazırlanırken, sömürgeleştirdiği Kıbrıs'ın kuzeyinde de buna uyum sağlama amacıyla engel oluşturabilecek her alana müdahale edilmiştir ve halen de buna devam edilmektedir.1986-87 yılında Sanayi Holdingin kapatılması ile başlatılan süreç bugün özelleştirme vb yasalar ile ileri boyut kazanmıştır.(Özelleştirme,taşeronlaştırma,sendikasızlaştırma,kazanılmış hakların gaspı vb.)

Sömürge Yönetimi ve Oluşumu;

*Kıbrıs'ın kuzeyindeki Sömürge Yönetimi TC MGK'sının Kıbrıs ayağı olan Koordinasyon
Kurulu denilen doğrudan yönetim yetkilerini elinde bulunduran organdan oluşmuştur.

Kıbrıs'ın kuzeyinde sömürgeci işgal yönetimini oluşturan KOORDİNASYON KURULU
(Türkiye'deki MGK'nın alt birimidir.) ÜST ve ALT KOORDİNASYON Kurullarıyla
egemenliği doğrudan elde tutmaktadır. Bu kurullardan ÜST KOORDİNASYON KURULU MGK kararlarına uygun kararları almakta ve ALT KOORDİNASYON KURULU ise alınan
kararların '' dolaylı yönetim araçları-alt yönetim, hükümet'' tarafından uygulanmasını takip etmektedir .Kısaca yürütmeden sorumludur.
Koordinasyon Kurulu üyeleri;
Üst Koordinasyon kurulu üyeleri olan TC Lefkoşa Büyükelçisi,Kıbrıs'ın kuzeyin iişgal altında
tutan kolordunun 6 generali (Korgeneral,3 tümgeneral ve 2 tuğgeneral) ve alt koordinasyon
üyeleri ile yerel idarecilerden “cumhurbaşkanı”ile “başbakanı”'ın katılımıyla olağan toplantıları ayda bir kez cumhurbaşkanlığında veya TC elçiliğinde;

ve ona bağlı ;

Alt Koordinasyon kurulu üyeleri ise;
TC Lefkoşa büyükelçiliği müsteşarı,Özel Kuvvetler Komutanlığına Bağlı Sivil Savunma Teşkilat Başkanı TSK'dan bir kurmay albay, TSK'ya bağlı Özel İstihbarat Başkanı (legal ismi olan Sivil İşler ve Halkla İlişkiler Başakanlığı ) bir kurmay albay, yerel idarenin “cumhurbaşkanı müsteşarı “ nın katılımı ile 15 günde bir toplanarak alınan kararların yerel idare tarafından uygulanmasını takip etmekte ve esas yürütme organı olarak çalışmaktadır.

*Yerel İdarenin “ parlamanto=meclis” dedikleri yer ise, TC
devletinden (MGK) Koordinasyon kuruluna ve koordinasyon kurulundan alt koordinasyona ve ondan sonra başbakanlık üzerinden gelen yasa tasarılarını “yasalaştırarak” SÖMÜRGECİLERİN VE İŞGALİN perdelendiği yerdir. Perdeler ise yerli işbirlikçi siyasilerdir.

*Dolayısıyle bu koşullarda Sömürge Yönetiminin Dolaylı Yönetimde kullandığı yerel yöneticiler için yapılan ve demokrafik yapının da değiştirildiği bir ortamda kurgulanmış ( demokrafik yapıya bağlı seçmen yapısının da sömürgecinin lehine değişmiş olmasına rağmen Dolaylı yönetim biçiminde araç olarak kullanılan “meclisteki” çoğunluk buna uygun olarak değiştirilmemekte ve yerli işbirlikçilerin çoğunlukta kalmaları için denge sağlanmaktadır) olan Sömürgecinin seçimlerine katılarak değil katılmayarak onun egemenliğine karşı mücadele edilerek ve perdelenmiş yüzünü de BOYKOT taktiği ile ve seçim süreçlerinde daha da yoğun ajitasyon propaganda yürütülerek açığa çıkarılabilir. "
http://bagimsizlikcephesi.blogspot.com/2012/04/kbrs-sorununa-baksmz-cozum-ve.html?spref=fb


*12 Eylül yargı oyunu müebbet ‘cezayla’ bitti

18.06.2014 - 13:43
Gündem
12 Eylül darbesine ilişkin dava bugün karara bağlanarak darbeyi yöneten generallere müebbet hapis ‘cezası’ verildi. Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 12 Eylül darbe davasını 765 sayılı TCK'nın 146. maddesi uyarınca "Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan mene cebren teşebbüs etmek” suçundan ceza verilmesi kararıyla bitirdi

Kenan Evren ile Orgeneral Tahsin Şahinkaya kararla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.

Mahkeme Başkanı Oktay Saday, sanıklar hakkında, zincirleme suç maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verildiğini aktırırken “duruşmadaki tavır ve hareketleri ile dosya kapsamı ele alınarak, takdiri indirimle” cezalarının "müebbet hapse" çevrildiğini kaydetti.

Böylece göstermelik yargılama oyunu sadece Evren ve Şahinkaya’yı TBMM’nin görevini ele geçirdikleri için cezalandırdı, işkenceler katliamlarsa kapatıldı.

http://www.kizilbayrak.net/ana-sayfa/guendem/haber/12-eyluel-yargi-oyunu-mueebbet-cezayla-bitti/


Türkiye’de ilk kez bir darbe mahkum edildi !

Ankara' da görülen 12 Eylül davasında Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Bugün itibariyle rütbeleri söküldü ve yasal hakları geri alındı.

Müjdeler olsun Berfo Ana ! Berfo anam, cumartesi annelerim, barış analarım başardınız ! Zindanlarda, işkencelerde, faili meçhullerde kaybettiğimiz yoldaşlarımız siz rahat uyuyun, toprağınız bol oslun, yıldızlar yağsın üstünüze.. Sizi saygıyla anıyorum. Merak etmeyin onları toprak da kabul etmeyecek !

H.Çevik / Ankara-18 Haziran 2014

ŞİİR GÜZEL AMA HİKAYE KÖTÜ!! KADINI ÖNCE DÖV, SONRA ŞİİR YAZ!! ŞİİR GÜZEL DİYE ALKIŞ AL !!


ŞİİR GÜZEL AMA HİKAYE KÖTÜ!! KADINI ÖNCE DÖV, SONRA ŞİİR YAZ!! ŞİİR GÜZEL DİYE ALKIŞ AL !!

13 Ocak 2014, 10:00



Ben senin...
Sevgilin, eşin, baban ,ağabeyin, arkadaşınım...
Biri bitse biri kalır...
Seni hiç bırakmayacağım !

Cemal Süreya



Gibisi gibi olmayan adam; Cemal Süreya

Balzamin şiirini yazdığı ilk eşi Seniha Nemli'nin anılarından:

"...
Aşk yeminleri edilir:

-Ben senin sevgilin, eşin, baban, ağabeyin, arkadaşınım. Biri bitse biri kalır, seni hiç bırakmayacağım-

Aşk yeminlerinin yanında Seniha'yı bekleyen zor yıllar, o günden işaretlerini verir.

Bir gün, "yeşil zeytinli börek yap" diye tutturur Cemal Süreya. Seniha kıymalı, peynirli börek biliyor da yeşil zeytinlisini hiç duymamış. "Olmaz" deyince bir tokat patlar yüzünde. Şaşkınlığını üstünden atamadan bir de bakar ki, jiletle bileklerini kesiyor Cemal.
Cemal Süreya'nın yapısındaki ikilemlerin su yüzüne vurduğu ilk olaydır bu. Sonsuz merhamet, sınırsız sevgi, kıskançlık, özveri, masumiyet, kuşku, alay, öfke, utanç, pişmanlık... hepsi birbirini körükler. Öfkesi, sevgisi ölçüsünde şiddetli. Pişmanlığıysa ölümcül!
Seniha kendini unutup onun derdine düşer. Kesik bilekler sarılır ve pusuda bekleyen bir başka krize kadar olay tamamen unutulur.
Çocuksu bir cennet ortamında şakalaşmalar yeniden başlar. Birlikte odun kesilir, su taşınır, evdeki bütün nesnelere ad konur. Her şey ya erkektir ya dişi. Cemal'in dolmakalemi mürekkep akıtıp cebini kirletmişse bu, Seniha'yı özlediği için ağlıyor anlamına gelir.
Kalemleri de nişanlı.

"Gibisi olmayan yar"dır Seniha. Kendisi de "Gibisi olmayan bir adam".

Gibi sözcüğünü yasaklar.

SÖMÜRGECİNİN VE DEVRİMİN MÜTTEFİKLERİ KİMLERDİR?


SÖMÜRGECİNİN VE DEVRİMİN MÜTTEFİKLERİ KİMLERDİR?

Ülkenin TC devletinin işgali altında sömürgeleştirilmiş kuzeyindeki uygulamalarına ve sonuçlarına karşı tepkilerin özü kısmen milliyetçi çıkışlar olduğu kadar sınıfsal mücadele esas alınarak devrimci bir çıkışın olduğu da ortadadır..
Ancak Sömürgeci TC devleti sömürgeleştirdiği bölgede planlı programlı bir proje çerçevesinde de egemenliğini sürdürmektedir..Bu projelerden biri olan demokrafik yapının değiştirilmesi 74 işgalinden hemen sonra ve osmanlı- ingiliz sömürgeciliğinden beri başlayan bilinçli bir asimilasyon 74 sonrası her an adım adım daha planlı bir şekilde uygulanmaktadır..İnsanların kendiliğinden değişik nedenlerle ülkelere dağılması yerleşmesi ile SÖMÜRGECİ İŞGALCİ devlet tarafından yerli insanın GÖÇERTİLEREK onların yerlerine yerleştirilmesini aynı görmek hatadır.
Türkiyeden buraya TAŞINAN ve GÖÇERTİLEN insanların yerlerine yerleştirilmesini savunmak hangi insan hakkına sığdırılır..
Bugün FİLİSTİNde filistinlilerin SİYONİST israil devletince yerlerinden GÖÇERTİLEREK oralara yahudi yerleştirilmesi nekadar İNSANİDİR? 
Sınıf mücadelesini savunmak göçertilen işçi sınıfını görmezden gelip göçertenin demokrafik yapıyı değiştirme projelerine GÖZYUMMAK mı olmalıdır..
Kaldı ki sömürgecinin demokrafik yapıyı değiştirmek için taşıdığı ve paramiliter yedek güç halinde kullanmayı düşündüğü nüfusun durum tesbitini yapmak neden MİLLİYETÇİLİK oluyor..
Evet sömürgeci sermaye ile yerli sermayenin sömürdüğü ve sömürülerini katmerleştirmek için getirilen yada gelen işçilere karşı SÖMÜRGECİYE karşı verilemeyen tepkilerin yöneltilmesi tamamen milliyetçi tepkilerdir. 
Ama bu durumda bile ezilen ulus tepkisinin ezen ulus milleyçiliğine karşı haklı bir yanı olduğu gözardı edilmemelidir..
İşte tam da bu noktada Türkiye devrimci hareketine düşen görev TC DEVLETİNİN Kıbrıs'taki işgal ve sömürgeciliğe karşı mücadelesini yükseltesi gerekmekte olduğu halde sosyal şoven bir yaklaşımla İŞGALE SÖMÜRGECİLİĞE karşı mücadeden sözetmeksizin soyut bir sınıf mücadelesinden sözetmektedirler. Böylesi bir sınıf mücadelesi kıbrıstaki değişik dilleri kullanan halkları ve işçilerini kapsamadığı ve sınıf mücadelesinin yükselmesinde önünü açacak Tc sömürgeciliğine ve işgale karşı şovenizme ve milliyetçiliğe karşı yönelmediği için sömürgeciye yedeklenmektedir. 
Sınıf mücadelesini savunmak sömürgecinin egemenliğini ( emperyalist kapitalist boyunduruk)ortadan kaldırmaya yönelmediği sürece başarı kazanamaz.Çünkü sömürgeci sermaye ile yerli sermaye içiçe geçmiştir ve egemenliklerini birleşik olarak sürdürmektedirler.. 
Sınıf mücadelesinin müttefikleri arasında SÖMÜRGECİNİN paramiliter nüfusunun yeralacağını düşünmek o nüfüsun buradaki varlığının nereye dayandığını ve sömürgeci sermaye sınıfının müttefiki olduğunu görmemektir..Sömürgecinin kontrolundaki müttefiği paramiliter nüfusla , sömürgeci sermaye ile yerli sermayenin birlikte sömürdükleri Türkiye ve diğer ülkelerden getirilen gelen işçileri aynı kefede görmek DEVRİM müttefikleri konusunda körlük olur.
Kıbrıslılık milliyetçiliği yapanlarla sınıf mücadelesini savunur görünenlerin SÖMÜRGECİNİN politikalarına ve uygulamalarına  karşı mücadele yerine sadece sonuçlarına yönelmeleri, SÖMÜRGECİNİN konrtolundaki paramiliter nüfus ile sömürülen işçi emekçi sınıfları  ayrıştırmadan bir bütün görmeleri bilerek yada bilmeyerek ŞOVENİZME hizmet eder. Bu sömürgeciye ve sermayeye karşı içiçe geçmiş mücadelede, ne sömürgeciye karşı mücadeleye ne de sınıf mücadelesine yarar sağlar..
Sınıf mücadelesi derken de, sömürgeciye karşı mücadele derken de  içini dolduralım ve ülkemizde içiçe geçmiş bu devrim mücadelesini birbirinden ayrı düşünmeyelim..

Mücadeleyi birleştirelim ama doğru müttefiklerle..