30 Nisan 2012 Pazartesi

1 MAYIS KAVGA VE MÜCADELE GÜNÜDÜR

1 MAYIS KAVGA VE MÜCADELE GÜNÜDÜR


İŞGAL ALTINDA SÖMÜRGELEŞTİRİLMİŞ ÜLKEMİZDE 1 Mayıs bayram değil, İŞÇİ EMEKÇİ ve ezilen HALKLARIMIZIN EMPERYALİZME,SÖMÜRGECİLİĞE,İŞGALLERE ve sömürücü sınıfa karşı BÖLÜNMÜŞ ÜLKEMİZİ BİRLEŞTİRME,DÜŞMANLAŞTIRILAN HALKARIMIZIN yeniden KARDEŞLEŞTİRME ve sömürüden kurtulma MÜCADELESİNİN DAHA DA YÜKSELTİLMESİ GEREKEN BİR GÜNDÜR. Bunu hepbirlikte omuz omuza haykırmak için. HAYDİ 1 MAYIS'ta  KIBRIS'ta ALANLARA...... YAŞASIN KIZIL 1 MAYIS.....




1 MAYIS KAVGA VE MÜCADELE GÜNÜDÜR
HAYDİ TAKSİM’E İSTANBUL’DA, ANADOLU’DA 1 MAYIS ALANLARINA


Son Nisan Günü, Mayıs’ın başlangıcı artık söz yerini EYLEMEbırakıyor. Artık sözler değil; sloganlar ve mücadele çağrılarının Alanları doldurduğu güne giriyoruz.

Yarın artık bugündür! Her daim burjuvazi kavgaya davet eder proletaryayı. Yarın ise, proletarya, tüm dünya proletaryası ve emekçileri burjuvaziyi KAVGAYA DAVETedecekler.

Tüm dünya proletaryası farklı yüzlerce dilden YAŞASIN 1 MAYISşiarıyla alanları zapt edeceklerdir. Tüm güncel ve gelecek ile ilgili sorunlarının çözümlerini haykıracaklar, farklı dillerden burjuvazinin son çırpınışlarına alan açıp surlarını delmeye çalışacaklar.

Tüm dünya proletaryası her türden ayrımcılığa, sömürüye, baskıya, emperyalizme, sömürgeciliğe, kapitalizme karşı TEK YUMRUK ve TEK BARİKATmücadele çağrılarını yineleyecekler.

Dil, din, ırk, mezhep, cins, yaş vs her türden ayrımın sonlanması ve nihai İNSANLIK DÜZENİ KOMÜNİZM çağrılarını güncelleyecekler.

Tüm alanlar burjuvazi ve onun emperyalist kapitalist sömürgeciliğine karşı mücadelenin KIZIL BAYRAKLARI ile donatılacaklar. 

Nihai savaşın provaları ile alanlar şenlenecek. Son nihai kavganın rötuşları yapılacak.

İsyanın, ateşi tanrılardan çalıp insanlığa sunmanın günü olacak yarın. Yarın artık bizimdirin daha gür haykırıldığı zamandır artık bugünden yarın.

1 Mayıs, Baharın, Doğanın, Yaşamın ateşli uyanışının doruklarına ulaşacağı günlerdendir, oluyor, olacaktır. 

Eşitlik-Adalet-Özgürlük-İnsani ve özgür dünya ve her bakımdan toplumsallaşmanın adıdır 1 Mayıs. 

Yaşamı her anlamda devrimci kılmanın, komünist devrimci insanlar birleştirmenin adıdır, kendisidir 1 Mayıs.

Gemileri yaktık, geri dönüş yok demenin zamanıdır 1 Mayıs. Mücadele ile özgürleşmenin; özgürleşme ile mücadelenin kendisidir 1 Mayıs. 

YENİ BİR DÜNYA VAR. YENİ BİR DÜNYA UZAK DEĞİL. HEMEN AVUÇLARIMIZIN, NASIRLI ELLERİMİZİN İÇİNDE. YENİ BİR DÜNYA AFİŞTEKİ GİBİ AVUÇLARIMIZDA, ELLERİMİZDE.


HER ŞEY YAŞANILASI, İNSANİ VE ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN. HERŞEY GERÇEK İNSANLIK DÜZENİ KOMÜNİZM İÇİN. 

DÜN OLDUĞU GİBİ YARINKİ 1 MAYIS’TA HER ŞEYİN İNSANİ VE ÖZGÜR BİR DÜNYANIN KENDİSİ OLAN KOMÜNİZM UĞRUNA MÜCADELEDE BİR DURAK OLDUĞU BİLİNCİNDEN HAREKETLE KAVGANIN DORUKLARINDA OLACAK PROLETARYA, EMEKÇİLER VE YENİ DÜNYA-YENİ İNSAN KURUCULARININ.

YA BARBARLIK YA SOSYALİZM

YAŞASIN ÖZGÜRLÜK YAŞASIN SOSYALİZM

YAŞASIN İNSANLIK DÜZENİ KOMÜNİZM

YAŞASIN 1 MAYIS

YAŞASIN PROLETARYA ENTERNASYONALİZMİ

BURJUVAZİ KAVGAYA DAVET ETTİK SİZİ



30 Nisan 2012 

Mahmut Halil CAN ( Sendiren )


http://ateshirsizi.com

25 Nisan 2012 Çarşamba

STALİN,STALİNİZM,TROÇKİ,ULUSAL SORUN,EMPERYALİZM,DEVRİM,SOSYALİZME Küfürler

STALİN VE STALİNİZM HAKKINDA KISA GÖRÜŞLER 


Başından belirtelim ki,biz Stalin’i büyük bir devrimci,iyi bir örgütçü,koşullar elverdiğince ve sürecin yönlendirmeleri yön vermekle birlikte Marksizm Leninizm’in bir öğrencisi ve uygulayıcısı olarak kabul ediyoruz.Ve fakat Stalin’i Marksizme katkı sunan bir usta,bir öğretmen,bir çağ dehası,teorisyeni olarak görmüyoruz.Bu bakımdan Stalinizm diye bir öğretiye ya da Stalin’i bu saydığımız çerçevelerde ML adının yanına konmasına karşı durduğumuzu belirtmek isteriz.Şimdi kısa başlıklarla neden böyle düşündüğümüzü açmaya çalışalım. 
Birincisi;Stalin’i usta olarak görenlerin hepsi Stalin’in Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorununa bakış açısı ve yaklaşımıyla ML’e katkı sunduğunu iddia ediyorlar.Halbuki gerek ulusal sorun ve gerekse başka herhangi bir konuda Stalin’in ML’e katkısı yoktur.Stalin’in Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu başlıklı kitabı ve çalışmasının içeriği,Marx,Engels ve Lenin’in sorun hakkındaki görüş,bakış ve sunumlarının bir yeniden açılımı ve tekrarından ibarettir.Bu konuda orijinal bir katkı sunduğunu söylemek,sanırız en genel anlamda bugüne kadar gerek bu soruna,gerekse bir başka sorun ya da konuya katkı sunmuş olanları da Usta olarak nitelemek açısından haksızlık olurdu.Bu haksızlık en başta da ML’nin gerçek ustalarına büyük bir haksızlık olurdu.Gerek Marx, gerek Engels ve gerekse Lenin,ulusal soruna ilişkin bir sürü makale yayınlamışlardır ve ML’in bu soruna bakış açısını netleştirmişlerdir.Sadece Marx ve Engels’in Çarlık Rusyası,Polonya,Türkiye genel olarak Doğu Sorunu diye nitelendirdikleri başlıklarda Ulusal sorunu ve Halkların özgürleşmesini ele aldıklarını biliyoruz.Keza Lenin,Emperyalizm tahlilinin ardından gelen sömürgecilik tespiti ile birlikte ,konunun kendisini daha derinlikte ele almıştır.Marksizmin ulusal sorun,ulusal kurtuluş mücadeleleri karşısında ML’lerin tutumu konusunda net düşünsel katkılarda bulunmuştur.Bu bağlamda,Stalin’in bu sorun açısından katkılı bir ML Usta olarak kabul edilmesi;başta gerçek ML ustalara haksızlık olur;ardından da sonra Mao,Enver Hoca ,Che vs gibi devrimci liderlere de haksızlık olur. 
İkincisi;Stalin’i tartışırken proletarya diktatörlüğünün kavranışı ve tek ülkede sosyalizm konusunu da ele almak gereklidir.ML’in gerçek ustalarının proletarya diktatörlüğü ve de genel olarak devlet sorununa bakış açısını hatırlamakta yarar vardır bu konuyu anlamak için.ML ustalar,devleti “egemen sınıfın kendisi dışındaki sınıflar üzerinde baskı-tahakküm aygıtı” olarak görüp,proletarya diktatörlüğünün kabulünü ML ya da daha doğrusu komünist olmanın denek taşı olarak görürler.Ama şunu da eklemeyi ihmal etmezler.”Devlete ihtiyacımız,ancak komünizme giden yolu açtığı içindir ve onun için kabul ederiz.Zira bizim nihai amacımız komünizmdir.Yani sınırların-sınıfların-her türden ayrımcılığın ve de ayrıcalığın kaldırıldığı ve olmadığı bir düzene gidişte uğramak zorunda olduğumuz bir duraktır devlet,proletarya diktatörlüğü”.Proletarya diktatörlüğünü mutlaklaştırmaz komünistler.Aynen burjuva diktatörlüğüne karşı oldukları kadar,proletarya diktatörlüğüne de karşıdırlar.Zira bir zorunluluktan söz ediyoruz.Yani,bir geçiş toplumu olarak sosyalizm doğal olarak,yukarıdan aşağı inşa edildiğinden-kendinden önceki toplumlardan farklı olarak- ve de aynı zamanda karşı-devrimin direnci komünizme geçişte(bir dünya sistemidir zira,dünyanın en az üçte birinin sosyalizmi yaşaması gerekiyor ki komünizm bir gerçek olabilsin)ister istemez var olacaktır;ve bu direncin kırılması,aynı zamanda da komünizmin ön koşullarının yaratılması bakımından zorunludur.Her bakımdan felsefi olarak zorunlulukların karşısında olan komünistler;bu kendi içinde çelişir gibi görünen ve fakat gerçekte kaçınılmaz olan bir durağı yaşamak zorundadırlar.Bu noktada “proletarya diktatörlüğünün inşası ile birlikte kendini sönümlendirdiğine” işaret ederler.Yani proletarya diktatörlüğü kendi kendini reddeden bir öze,içeriğe sahiptir.Yani,giderek kendini sağlamlaştıran değil;kendini sönümlendiren ,kendi altını oyan bir devletten söz ederler.Ki bu devletin içeriği de herkes tarafından malumdur.Bir parti diktatörlüğü,bir elitler,bürokratlar topluluğunun diktatörlüğünden değil,tam ve gerçek anlamıyla bir proleter diktatörlüğünden söz ederler.Doğrudan ,aşağıdan yukarıya,yukarıdan aşağıya örgütlenmiş ve bunun adı da Rusya’da Sovyetler olmuş bir işçi ve emekçi örgütlerinin toplamının yürütmesini,devletini anlamak gerekiyor. 
Ve fakat gelin görün ki,Sovyetler Birliği’nde süreç bunların tam tersi bir seyir izlemiştir.Zira devletin zayıflaması,kendini sönümlendirmesi bir yana giderek aşağıdakilerden ve gerçekte temsil ettiklerinden koparak,onlar adına partili ya da partisiz bürokratlar sınıfının yönettiği ,devletin kutsallaştırıldığı,her şey haline getirildiği vs bir süreç yaşanmıştır.Bunların aksini iddia etmek,gerçeklerle ve ML ile alay etmek demek olur.Zira,bu devlet o derece güçlenmiştir ki tarihin görmüş göreceği en ceberut devleti olmuştur.Kaldı ki,sonraki süreçte Kruşçev ve Brejnev revizyonistleri bu devleti her şeyiyle istedikleri biçimde yönlendirmeyi ve bu devleti tamamen proleter-emekçi yığınlardan bağımsız bir biçimde kullanmışlardır.Şimdi bu devasa devlet örgütü aygıtının başlangıcının ya da bu aşağıdakilerden bağımsız devasa bürokratik aygıtın dönüm noktasının Stalin’in ölümü milad olarak alınıp birkaç yıl içinde oluştuğunu söylemek ne derece inandırıcıdır?Kesinlikle inandırıcı değildir.Komünistler ,sosyalizmi bir geçiş ve hazırlık aşaması olarak görürler.Bu anlamda Stalin’in son zamanlarında –isteyen Leninizmin Sorunları adlı yapıtına bakabilir-“komünizme geçme zamanı gelmiştir” dediğini biliyoruz.Devlet ile komünizm.Devasa büyümüş ve aşağıdan kopmuş bir aygıt ve komünizm.Yan yana gelmesi imkansız olan iki olgu. 
Proletarya diktatörlüğü ve devleti,kapsamlı emperyalist kapitalizmin saldırılarına karşı elbette kendini koruyacaktır.Bu bir zorunluluktur.Ama bunun bir çok biçimi vardır.Bunun tek bir yöntemi olarak devleti ve de aşağıdan kopuk devleti güçlendirmek,belki de en kötü tercihtir.Zira ,komünizmin gerçek başarısının sırrı enternasyonalizmdedir.Yani dünya işçi sınıfının birlikte-ortak-yek vücut mücadelesinin örgütlenmesidir.(Enternasyonalizm derken,dünya işçi sınıfının proleter devletini savunmasını kastediyoruz ve de bu savunmanın en büyük mücadele dayanağı;kendi ülkelerinde devrimi örgütlemektir.)Dünya işçi sınıfına ve kendi proletaryasına yabancılaşmış bir devletin proletaryanın devleti olduğunu iddia etmek;ML’i dejenere etmek,içini boşaltmak ve çarpıtmaktır.Bu anlamda Stalin,Sovyetler Birliği Devletini kutsallaştırmak,büyütmek,kendi can damarlarından kopmuş devleti savunmanın ötesinde Proletarya diktatörlüğü olarak sunmasıyla hatalıdır.Belki ,”koşulların zorlamasıyla mecburen böyleyiz” deseydi ve gerçekten ML ilkeleri tahrif etmeseydi anlaşılır olacak ve ML’in hanesine pratik bir deneyim katkısı sunacaktı.Örneğin Lenin,karşı devrimci beyaz teröre karşı mücadele ve de sosyalizmin inşasında karşılaşılan sorunlara dair çözümlemeler de dahi,yürütülen mücadelenin içeriğinin esasen istenilen şeyler olmamasına rağmen,zorunlu olarak bu yola başvurulmasının altını çizerek ilerlemiştir.Yaşanılan zorlukların gerektirdiği zorunlu eylemleri “teorize” etmemiştir.Bunların her yerde her zaman geçerli teorik-ideolojik-pratik -politik zorunluluklar olduğunu iddia etmemiştir.Tam tersine,Lenin yaşamının son anına kadar Avrupa Devriminin başarısı için çabalamış ve Rus işçi sınıfına yardıma koşacağı inancını taşımıştır bir ML olarak.Stalin ise tam tersine,her bakımdan yaşanılan zorunlulukların sonucu olarak ortaya çıkan olay-olguları “teorize” etmiş,bunların ML’in gerekleri olduğunu iddia etmiştir.Bu anlamda,bu ciddi bir ML sapmasıdır,hatasıdır,eksiğidir. 
Tek ülkede sosyalizm,elbette zorunlu koşulların,yaşamın gerçeklerinin dayatmasıyla girilen bir yoldur.Ve fakat,ister devletin gidişatı ve isterse de sosyalizmin inşası sorunlarından zorunlu olarak öne çıkanların bilimsel!-teorik açıklamasına girmek ise ,ML bir yol değildir.O günlere baktığınız da,küçük üreticilerin kolhoz ya da solhozlara katılımından tutun da,işçi ve Emekçi Sovyetlerinin yönetim organı olarak giderek işlevselliğini yitirmesine;sendikaların öz sınıfsal refleks örgütleri olarak varlığını sürdürememelerinden(ki sendikalar partinin yan örgütü gibi ele alınmış ve uygulamaya bu damgasını vurmuştur-)tutun da çeşitli Ulusların Sovyet örgütlenme tarzlarına müdahalesine ya da özgünlüklerinin kavranmamasına kadar bir çok bakımdan komünizmin ve ML’in ruhuna aykırı bir çok örnekle çeşitleme yapılabilinir. 
Üçüncüsü;demokrasi sorununa bakış açısı ve uygulamalar sorunudur.Proletarya diktatörlüğü sorununa bakış açısında da ele almış olmakla birlikte biraz daha açmakta yarar vardır.Zira,devlet=demokrasi=diktatörlük formülasyonu ML’e aittir.Lenin’in bu güzel formülü,Devlet ve Devrim broşüründe iyice açmış olduğunu ve de Nisan Tezleri –Ekim Devrimi eserinde de iyice geliştirdiğini biliyoruz.Demokrasi anlayışının temelinde ML’lerin; aşağıdakilerin yukarılaşması vardır.Zira proletarya diktatörlüğü madem proletarya ve emekçi sınıfların devleti ve egemenleşmesi demekse;bunun ne derece yerinde olduğu açıktır.Ama maalesef, Stalin döneminde bundan söz etmek olanaklı değildir.Sınıfın tüm yönetsel ve öz örgütleri,sözüm ona sınıfın gerçek temsilcisi olan-giderek sınıfın lideri olmaktan çıkıp sistemden nasiplenen bürokratik bir aygıta dönüşen adı komünist kendisi değil –partiye yan örgütler gibi algılanmış ve onlardan partiye kayıtsız koşulsuz itaat etmeleri emredilmiştir.Yaptıkları kongre ve konferanslar partinin, daha doğrusu parti bürokrasisinin vesayeti altında yapılmış ve de sınıfın refleks olarak sistemi ve kendisini koruma örgütleri sıradan-ast örgütler haline getirilmişler ve ardından yığınların yabancılaştırılması,sistemden uzaklaşma ve kopmalarının birer parçaları haline gelmiştir.Halbuki tüm ML ustalar,özellikle sınıfın sendikal öz örgütlerinin bağımsızlığı-elbette teorik,ideolojik,siyasal yönlendirme olacaktır-üzerinde durmuşlardır.Sınıfın refleks ve çıkarlarının bu anlamda garantisel organları olduğunun altını çizmişlerdir.Ama ,süreç içinde Stalin döneminde muhalefetin her bakımdan baskı altına alınması ve susturulması,proleter devletin geleceğinin garanti altına alınması gerekçesiyle bu sınıf öz örgütleri de işlevsizleştirilmiş,gerçek-olmaları gereken yerde olmamışlardır.Ve en sonunda Stalin öldükten sonra,bu örgüt ve yapılar en son Gorbaçov ile birlikte karşı-devrimci Yeltsin vs gibi burjuva sınıfların safında yer alarak kendilerine-sınıfa yabancılaşmışlıklarını ispat edeceklerdir. 
Demokrasi boyutunun diğer yanı da;parti içi demokrasiye bakış açısı ve uygulamalardır.Lenin parti,sınıf ve devrimci mücadele en zor dönemlerindeyken dahi,parti içinde birlik-mücadele ve de karşı-devrimci beyaz terör zirvesindeyken bile parti içinde klikleşmedikleri sürece gerek tek tek muhaliflere ve gerekse de grup halinde hareket edenlere karşı her zaman ideolojik-teorik mücadele vermiş;onları parti sopasıyla vurmamıştır.Lenin,eleştirinin parti ve toplum yaşamındaki gelişmenin özel bir dinamik-yaşamsal bir unsuru olduğunu her zaman vurguladığı gibi;yaşamı boyunca bunun en baş uygulayıcılarından olmuştur.Leninizmin en çok karşısında yer almış,sürekli değişken kulvarlarda at koşturan Troçki’ye karşı bile devrimci hoşgörü-devrimci paylaşım-yaklaşım ve parti birliği-mücadele anlayışıyla bakmış olup;en kritik dönemlerinde- beyaz teröre karşı mücadelenin en kızıştığı anda-işçi,emekçi Sovyetleri ordusunun başına Troçki’yi önermiş ve getirmiş ve devrimin bu en kritik döneminde siyasal muhalifine bile ne derece özel-önemli bir görev verdiğinin farkında olarak;onu devrime,devrimci mücadeleye kazanmasını,enerjisini devrimin büyütülmesi,savunması anlamında kullanmıştır.Lenin döneminde,ki devrimin öncesinde de Bolşevikler içinde bir çok çevre vardı,devrim sonrasında da vardı.Çeşitli sorunlarda ayrı düşülen,düşünülen ama nihayetinde gidip gelmeler olsa da devrimci mücadelenin genelinde ortaklaşıldığı bir zemin her zaman korunmuş idi.Ama Lenin’in ölümünden sonra,süreç tamamen farklılaştı.Parti yek vücut bir motor gibi algılanıp;bu makine düzeni dışına çıkan her şey ya da kimse karşı-devrim unsuru imiş gibi algılanır oldu.Toplumsal olarak dışarıda nasıl uygulamalar mevcut oldu ise;parti içinde de aynı şekilde uygulamalar hakim oldu.Tüm değişik fikir-düşünce(Ki bunların ezici çoğunluğu ML dahilindedir.Şimdi ne derse densin,Stalin döneminde her şey ve herkes Stalin ya da karşıtı gibi algılatılıp,Stalin karşıtı herkese anti-ML ve karşı-devrimci yaftası yapıştırılmıştır) tamamen yasaklanmış,baskı altına alınmış;devrimi yaratanlar ya da devrimin evlatları aynen 1789 Fransız burjuva Devrimi sonrası gibi, birer birer komplo ya da organizasyonlarla elimine edilmişlerdir.Zira egemen fikre göre,ML cephesinde sadece ve sadece Stalin ve onun çevresi ile onun savundukları vardır.Gerisi ise,anti_ML ve karşı-devrimcidir.Doğal olarak,uzun süren yıllar boyunca karanlık bir ortam sür git devam etmiştir.Bu karanlık ortamda,Stalin ve egemenliği kendisinden olmayan herkesi tasfiye etmiştir.Tam bir terörize ortamda yaratılan devasa bu kaçış ve kovalamaca oyunu,2. paylaşım savaşı öncesi ve sonrasında doruklara çıkmıştır.En nihayetinde ortam güllük gülistanlık bir yere geldi derken;Stalin’in ölümünden sonra birden bire bu karşı-devrimci güruhun savunucuları ve başı olan Kruşçev birden bire iktidarı ele almışlardır!!!!Ve de karşı-devrim burada başlamıştır.!!!Peki Kruşçev ve Stalin sonrası parti yönetimi uzaydan mı geldi?Kruşçev ihaneti birkaç yılda ya da birkaç ayda mı gerçekleşti?Madem bu kadar sağlam bir parti-sağlam bir ideolojik-teorik duruş vardı; Kruşçev nasıl oralara kadar gelebildi?Haydi diyelim parti kaybedildi;eğer gerçekten refleks olarak gelişkin bir proletarya ve örgütleri olmuş olsa idi; Kruşçev çabucak geriye döndürebilir miydi sosyalizmi???Hangi alt yapı ,hangi ortam ve koşullar bu karşı-devrimci gelişmelere açık kapı bırakmıştır?Madem sosyalizm ve komünizm davası ,kişilere bu kadar bağımlıdır ; bu durum sosyalizm ve komünizmin ruhuna ne derece uygundur???Bir bütün olarak insanlık düzeninin adı olan komünizme giden yolda,proletarya ve emekçiler,bütün olarak insanlık bu düzeni savunamaz hale gelmişse,bunun nedenleri araştırmaya değmez mi? 
Bu sorular ve verilecek yanıtlarla ML’in özü kavranabilir.Zira bir örnekleme yapmak gerekirse ,Marx ve Engels’in Paris Komünü ve savaşı üzerine düşüncelerine başvurmak gereklidir.Zira, ne Marx ve ne de Engels ,Paris işçilerinin zamanlı bir kalkışma içinde olduklarını söylemişlerdir;erken bir ayaklanmanın sonuçlarının ağır olduğunu ifade etmişlerdir.Ve de öncesinde bu kalkışmanın olmaması,zamanı üzerine söylemleri olmuştur.Ama bir kez ayaklanma başladıktan sonra hararetle onun savunusu,başarısı için mücadele etmişlerdir.Sonuçta Paris Komünü yenilgiye uğramıştır.Ve Marx ve Engels ; Paris Komünü ve yenilginin nedenleri üzerine düşünüp tespitler yapmışlardır.Ki, Devlet teorisinin net biçim aldığı zamanlar bu yenilgi ve sonrasıdır. 
ML’ler sorunlara bu tarzda yaklaşmalıdırlar.Ustaların gösterdiği yoldan ancak böyle ilerlenebilir.Demokrasiyi gerçekten proleter yığınlar için istemeyen,bunun mücadelesini vermeyen bir KP düşünülebilir mi?Düşünülmemeli tabi ki,ama maalesef tarihsel olarak ML adına bu yanlışların sıkça yapıldığını,sonrasında da dönülüp pratik olarak yapılan yanlışların teorisinin yapıldığına şahit olmaktayız… 
Dördüncüsü;proletarya enternasyonalizmi ve devrimlere yaklaşım sorunudur.Stalin’in en kötü sınav alanlarından biridir bu sorun.Zira , Rus devriminin ve başka bir çok devrimin başarısı ya da başarısızlığının kilit sorunudur enternasyonalizm ve devrimlere yaklaşım sorunu.Ama , Stalin ve onun liderliğindeki SBKP ve onun uzantısı haline getirilen-aynen sendikalar,kitle örgütleri gibi- Komünist Enternasyonal,her şeyi,her durumu,her devrimi Rus devriminin ve Sovyet Rusyasının o anki günlük çıkarlarına endeksli ele almışlardır.Doğal olarak süreç içinde ,dünya devrimi ve onun adı olan komünizm bir hayal olmuş ve ardından da Rusya’da devrimi kurtarmak adına nice tavizler verilmiş,nice enternasyonalist ilkeler çiğnenmiştir.Portekiz,İspanya vb bir çok ülkede gelişen devrimler,SBKP-Stalin ve Onların Komünist Enternasyonali tarafından yeterince destek görmediği için , egemenlerce boğulmuştur.Dünya devrimin kalbi olması gereken Sovyet Rusyası,dünya devriminin boğulduğu-nefesinin kesildiği bir yer halini almıştır.Uluslararası dayanışma ve mücadelenin yerini;Sovyet Rusya ve çıkarları almıştır.Bu en amiyane tavırla,enternasyonal proleter devrimci harekete ihanettir.Aynı Enternasyonal,çeşitli kıyım ve katliamlara sessiz kalmakla da onaylamıştır.Örneğin zamanın TKP’sinin verdiği rapor doğrultusunda Mustafa Kemal Türkiye’sinin ve egemenlerinin yaptığı kıyım-katliamlar (Şeyh Sait,Dersim,Koçgiri,Ağrı-Zilan Kürt ayaklanmaları-ulusal nitelikli kalkışmalar) es geçilmiştir.Hatta Mustafa Kemal devrimciliği! övülmüştür.Proletarya enternasyonalizmi ve devrimci mücadelenin temel tüm ilkeleri çiğnenmiştir. 
Stalin Sovyet Rusyasının, Faşist Nazi Alman istilasına karşı direnişi ise her şey haline getirilmiştir.Sanki Nazi faşistlerini durduran tek güçmüş gibi.Ve fakat,Stalin Rusyası Nazi Almanyasını durdurmuştur.Yenmiştir.Dünya tarihinden silemese de ,geriletmiştir.Ama ,Nazi Almanyası ile gizli anlaşma ve ittifakları da yapan da yine Stalin Sovyet Rusyasıdır.Zaman kazanmak adına ya da başka bir nedenle.Ama sınıfın öncüsü olduğunu iddia eden bir parti ve liderlerinin böyle bir kritik anlaşma ve durumu emekçilerinden-proleterlerinden gizleme-açıklamama lüksü varmıdır???Bir çok bakımdan enternasyonalizme sırtını dönmüş ve içine kapanmış ve nihayetinde her şeyin göbeğine Sovyet Rusyasının korunmasını koymuş bir perspektifin ML ile ne kadar yakın yada uzak olduğunu tartışmak lazımdır ! 
Beşincisi;Stalin ve ya herhangi bir liderin putlaştırılması sorunudur.Bu kritik bir sorundur.Zira ML; bilimsel sosyalizmin adıdır.Bilimin temel yöntemini kendine rehber edinmiş bir bilimsel akım-ideoloji ve proleter sınıfın ve tüm insanlığın gelecek için klavuzudur.Bu çerçevede olmak üzere;bilimsel bir yapının,bilim adına yola çıkan insanların,putlara-doğmalara karşı savaşanların tam da karşı oldukları şeylerin potasında erimeleri ne derece doğrudur?Ne derece bilimsel,akli,proleter devrimci kültürün gereğidir?Elbette değildir. 
Altıncısı;her ne kadar ekonomik bir karşılığı olsa da ,sosyalizmi kendinden önceki sistemlerden-düzenlerden ayıran temel öğe siyasal iktidar sorunudur.Zira yukarıda da ifade etmiştik;kendinden önceki toplumlardan en önemli farkı sosyalizmin, kendisinden önceki toplumun bağrında öncelleri-yapıcıları doğmuş olsa bile;sosyalizmin iktidar elde edilmeden inşa edilemeyeceğidir.Ekonomik-siyasal ilkelerinin yaşama geçirilemeyeceğidir.Ama, bu durumun temel güvencesi olan siyasal iktidar ve egemenliğin sınıfın tümüne ait olması ve bu sınıfın-proletaryanın-bir bütün olarak komünizm için eğitimi,kültürel,sosyal,ekonomik-siyasal olarak hazırlanmasıdır.İnsanların karınlarının doyurulması,geçici isteklerinin temin edilmesi,günlük yaşamlarında iyileştirmeler değildir sosyalizm.Bu en kaba tabiriyle Ekonomizmdir.Sosyalizm-komünizm gibi yüce bir insanlık idealinin-ki bayrağında herkesten yeteneğine herkese ihtiyacına göre yazılı – basit bir ekonomik yaşantının iyileştirilmesi sorununa indirgenmesini,ML çerçevede nasıl isimlendirmek gereklidir???Kaba bir ML algılamasının ürünüdür Stalin dönemi.Zira gerçekten de bu dönemde emperyalist kapitalist merkez metropolleri kıskandıracak ileri ekonomik bir atılım ve onun önemli bir bölümünün aşağılara aktarılması vardır.Proletarya ve emekçilerin günlük yaşamının iyileştirilmesi noktasında ciddi bir atılım vardır.Modern ekonomik-teknolojik gelişmeler ve onu takip eden her unsurun SSCB’de olduğunu ve hatta bir çok noktada ilerde olduğunu söylemeliyiz.Peki proletarya diktatörlüğünün salt amacı bu mudur ?Yoksa bundan daha da ileride proletarya ve emekçilerin siyasal-kültürel-sosyal olarak komünizme hazır bir insanlık düzeni yapısı mıdır?Öncelik sonralığa bırakmadan dürüstçe yanıt verilmelidir bu soruya?Yani bugün Avrupalı proleterlerin karınları doymaktadır,görünürde ekonomik-sosyal-kültürel sorunları yoktur?Peki bu ülke proleterleri bu bakış açısından hareketle neden devrim istesinler?Neden bir çatışmaya girsinler?Neden rahatlarını bozsunlar ? gibi bir sürü haklı soruya yanıt vermek lazımdır.Ya da tersine bir soru sorarsak bu karınları tok-sırtları pek-gelecek kaygısı olmayan proleter yığınlar Sovyet Rusyasının yıkılışına neden sessiz kaldılar? 
Burada kilit sorunu yeniden tespit etmek gerekliliği doğmaktadır.Proletaryanın devrimci diktatörlüğünün öncelikli-sonralıklı amaçlarını iyi tespit etmek lazımdır.Proletarya diktatörlüğünün önceliği tek tek ülkelerde devrimi korumak-inşa etmek uğruna,diğer ülke devrimleri-proleterlerini feda etmek midir?Ya da mevcut düzende yani emperyalist kapitalizmde olduğu gibi sistemin korunmasının kilit sorunu olarak karın tokluğu ya da ekonomist bir bakış açısına mı yoksa onu aşan komünist devrimci bir bakış açısına mı sahip olunmalıdır?Yani yığınların devrimci eğitim-kültür-sosyal sıçraması mı yoksa ekonomik doyumu mu? 
Belli başlı Stalin eleştirilerimiz bir çok başlık olsa da ,kısaca bu alt başlıklarla sınırlanabilir.Zira konunun kendisi yıllardır gerek ülke ve gerekse de dünya devrimci hareketlerinin tartıştığı ve çok değişik çevreler tarafından ilgi görür bir durumdadır.Her türden karşı-devrimci saldırının Truva atı olmuştur Stalin üzerinden ML’e vuruşlar.Stalin’i olduğu gibi kabullenip gerçekleri ML adına süzgeçten geçirme cesaret ve cüreti olmayanlar ise;bu karşı-devrimci saldırılar karşısında bebek savunusuna geçmiş,Stalin’i hiç tartışmadan,geriye dönüşler sorununu hiç masaya yatırmaya gerek duymadan ,statik-anti bilimsel,anti-ML bir çerçeveye kendilerini oturtmuşlardır.Doğal olarak;Stalin eleştirilerine karşı tutumları da aynı savunmacılık güdüsüyle kalmış olup,kendilerince kendilerine yarattıkları dünyanın efendileri olmayı yeterli görmüşlerdir.Dışarıdaki koca dünyanın değiştirilmesi mücadelesi doğal olarak gerilere itilmiş olmaktadır.Varsayalım ki,bugün eleştirdiğimiz bu kesimlerden biri devrime liderlik etmiş olsun.Şapkayı önümüze koyup düşünelim.Bu kesimlerin liderlik ettiği devrimin akıbeti ne olur sizlerce???? 
Başından söylemiştik.Bizim derdimiz Devrimdir.Sosyalizmdir.Komünizmdir.Bizim varlık nedenimiz,herhangi bir kimse,herhangi bir gurup,herhangi bir kesimin eleştirilmesi üzerine yükselen burjuva –küçük burjuva liberal eleştiricilik değildir.Ve fakat,geçmiş ile hesaplaşılmadan ve ondan doğru sonuçlar çıkarılmadan kesinlikle devrimi kazanmak,kurmak,ilerletmek ve dünya devrimi-komünizm olanaksızdır.Stalinist bir geçmişe sahip olmamıza rağmen,daha Stalin ve sosyalizmin inşası sorunları tartışılmadan ,daha 1987’ lerde sorunun kendisi konusunda tartışmak gerektiği fikrine sahip olanlar olarak,hala bu noktada ciddi bir tartışma olmadan ilerlemek olanağı kalmamıştır.Bu teorik-ideolojik hesaplaşma ve çalışma,kesinlikle günlük pratik çalışmayı etkileyen bir özelliğe de sahiptir.Parti,örgüt,çalışma,yığınlar,çalışma tarzları,kitle örgütlerine bakış açısı vs bir çok sorunu ilgilendiren bir içeriğe sahiptir sorunun kendisi.Ama maalesef hala çapı algılanmaktan uzaktır.Ve doğal olarak eleştiriyi yöneltenler de,hemen Troçkist,karşı-devrimci gibi nitelemelerle karşı karşıya kalındığı için eleştirel yaklaşmaktan çekinmektedirler. Sanki ML savunusu sadece kendine Stalinist diyenlere aitmiş gibi.Kaldı ki,kendilerini Stalinist iddia edenlerin hiç birisi ML ve Stalinizm demiyorlar.Oysa Maoizm savunucuları kendilerine ek olarak ML ve de Maoizm diyebiliyorlar. 
TDH,devrimcilikle komünizm arasındaki ufuk farklılığını bile kavramış durumda değildir ne yazık ki.Zira her devrimci komünist değildir ve olamaz da.Komünizm sadece ve sadece proletaryanın ideolojisidir,amacıdır,idealidir,savaşım dayanağıdır.Ama ,demokrasi isteyen tüm sınıflar ya da toplumsal kesimler ,demokrasi sorunu da bir devrim sorunu olduğu içindir ki;devrimci bir niteliğe sahiptirler.Aynen uluslar arası proleter devrimci hareket ile devrimci demokrasi hareket ayrışımında da sorunları görmek olanaklıdır.Mesela,Nepal devrimci demokrasi hareketine de komünizm sıfatıyla yaklaşanlar olduğu gibi. 
Stalin’in büyük bir devrimci olması,eleştirilememesi,dokunulamaması demek değildir ve olamaz da…Kerameti hikmetten midir neden dir bilinmez Marx’ı,Lenin’i dokunulur sayanlar Stalin’i dokunulmaz sayıyorlar.Dediğimiz gibi sonuç olarak,Stalin’in bir devrimci lider olması,bir döneme damgasını vuran bir lider olması bizim açımızdan ,ML açısından dokunulmaz kılmıyor kendisini.Stalin’i Stalinizm çerçevesinde görüp Usta diyenler;aslında başta Stalin olmak üzere ML’e ne kadar uzak olduklarını ifade ediyorlar dürüstçe.Aslında Stalin,kendi halinde sosyalizmi anlayış,algılayış,kavrayış ve uygulama çerçevesi içinde ele alınsa bu kadar tartışmaya gerçekten gerek olmazdı.Ama gerçek durum,kendisinden oldukça uzakta.Stalin ve SSCB deneyimi ile gerçekten,yüzeysel değil derinliğine hesaplaşılmadan ML olunamaz.ML, ülkede ve dünyada egemen kılınamaz…. 


http://www.ateshirsizi.com/stalin-ve-stalinizm-hakkinda-kisa-t5678.html?p=20332





STALİN NEZDİNDE SOSYALİZME KÜFÜRLERE YANIT


Stalin nezdinde sosyalizme saldırılar dur durak bilmiyor yıllardır.Türlü yalanlarla bezeli bu saldırıların asıl hedefi Stalin değil kesin ve net olarak, sosyalizm,ML ve komünizmdir.Bu saldırılarda zerre iyi niyet aramak saflık olur.Zira ilk saldırılardan biri de, çok sayıda insanı katlettiğidir.

Eğer inanırsak burjuva kaynaklara Stalin 40 milyon civarında insan "katletmiş". Bunlara inanırsak ve o zamanki Rusya nüfusuna bakarsak oldukça büyük çaplı bir süpürme kampanyasıdır bu ve de aşağı yukarı Rusya nüfusunun o zamanki durumda yarısına yakınıdır. Peki bu kadar insanı katleden Stalin aynı zamanda 2. emperyalist paylaşım savaşına da SSCB'nin lideri olarak girmiştir. Savaşta da bu kadara yakın insanın yok edildiğini var sayarsak ortada Sovyet insanının kalmaması lazımdır.dolayısıyla mantık,akıl,bilimsel ve tarihsel veriler asla bu türden şeylerin gerçeği yansıtmadığını gösterir.Bu anlamda emperyalist kapitalizmin bu tarz çarpıtmalarına,sosyalizmi karalama,küçük düşürmelerine karşı doğru ve bilimsel bir yerde olmak gereği açığa çıkar.Stalin'i ideolojik -teorik- bilimsel ve sosyalist çerçevede eleştirmek,mahkum etmek başkadır; ama bu türden burjuva karalamalarına malzeme yapmak başka bir şeydir. Bakınız yukarıdaki yazı bu noktada size özel ve önemli bir pencere sunacaktır.
Şimdi kan dökme ve mücadele konusunda konuşulacaksa, Stalin üzerinden değil Lenin, Marx ve Engels üzerinden saldırmaları daha doğru olur ML düşmanları açısından.Zira saydıklarımızın hepsi proletarya diktatörlüğü ya da sosyalizm-komünizm savunucuları ve teorik-ideolojik- felsefik olarak kurucularıdırlar.Mesela Marx ve Engels ,tarihin ilk proleter devleti olan Komünün yıkılış nedenini şiddet uygulamakta ve proleter devrimci şiddeti yeterince ,olgun düzeyde uygulamadıkları ve yıkılma nedenlerinin başında da bunun geldiğini söylerler. Keza Lenin , iç savaş döneminde proleter devletin,Sovyet iktidarının karşı devrimci beyazlara karşı gerekli şiddeti uygulamadığı ve bu şiddetin yerli yerince uygulanmadığından şikayet etmiştir.
Şimdi burada değinilmesi gereken ya da açılması gereken bir nokta var ki; o da proletarya diktatörlüğü ya da sosyalizm döneminde hala sınıfların her bakımından varlığını sürdürdüğüdür. Emperyalist kapitalist dünya hegemonyasının devam ettiği ve onun da tüm gücüyle sosyalizmin iktidarına saldıracağıdır.Bu bağlamda karşı-devrimci emperyalist kapitalist burjuvazi ve onun bilimum işbirlikçi ve ajanlarının, karşı-devrimci direnişlerinin her zaman ve her koşulda devrimin karşısına en şiddetli biçimleriyle yeniden çıkması kaçınılmazdır.Bu sosyalizmin nihai başarısı ya da dünya sistemi olan komünizme gidene kadar aynen devam edecektir.
Şimdi Stalin karalamalarının kıyım-katliam noktasında olmasının emperyalist kapitalistlerce yerli yerine oturması açısından bir oturdukları zemin var.O da bizimde yaptığımız siyasal-ideolojik-teorik eleştiriler.Sosyalizm,komünizm bilinci ve geleceği açısından yaptığımız eleştiriler.Zira bu eleştiriler,sosyalizm cephesindedir kesin olarak.Aam sosyalizm liderleri içinde Stalin ve Stalinizm bu bağlamda en çok hasar görmüş,teorik-ideolojik bakımdan sosyalizm cephesinde eleştirel yaklaşılmış bir liderdir. Zira onun sosyalizm, komünizm,ekonomik,parti,kitle örgütü vs anlayışı gerçek ML'ler tarafından eleştiriliyor,eleştirilecek.Ama bunu fırsat bile emperyalist kapitalist burjuvazi , kendince en zayıf karın olarak Stalin'i ve onun yönetim dönemini görüp oradan saldırıya geçip sosyalizmi,komünizmi,MLî mahkum etmeye,karalamaya , aşağılamaya,halkların gözünden düşürmeye çalışıyor.Bu anlamda Stalin sosyalizm,ML cenahından en çok eleştirilen olduğu içindir ki; açık hedef haline getirilip esasen sosyalizme ,komünizme, ML'e saldırmaktadırlar. Eğer Stalin olmasa idi, Lenin eleştirilecekti önce. İç savaş döneminde Beyaz faşist Terör konusunda sert tavrı ve tutumu ile. Haydi Lenin'i de geçtik.Marx eleştirilecekti ya da yalan söylenecekti.Zira komünde devletin , işçi devleti olan komünün düşman sınıf burjuvaziye karşı yeterince sert olmadığı konusunda.

Bu noktada ama sadece bu noktada, komünist devrimciler ve sosyalizm açısından da siyasal iktidarın kavranışı,parti,bürokrasi,kitle örgütleri ile parti ilişkisi,öncü ile sınıf arasındaki bağlar,öz yönetim,Sovyet yönetiminin örgütlenmesi,parti anlayışı,demokratik merkeziyetçilik ve eylemde birlik ilkesi,muhalefet ve karşı devrim algısının kavranamayışı vs yönündeki Stalin eleştirileri ve mahkumiyeti; karşı devrimci beyaz terörün yalanlarına fırsat veriyor gibi görünüyor.Ama yanılıyorlar.Stalin eleştirisi ile karşı-devrimci beyaz terörün,hala süren terörün saldırısı aynı yerde değildir ve de olamaz.

Stalin, iyi bir devrimci liderdir evet.Evet komünist devrimci,ML değildir.Ama kimse devrimciliğinden şüphe edemez.Aynı Mao, Che vs gibi.Ama ve fakat, Stalin, hiç bir dönemde,hiç bir zaman üzerine atfedilen çapta katliam ve kıyım yapmamıştır.Sürgün vardır,özellikle 2. emperyalist paylaşım savaşı döneminde.ama sistemli bir kıyım,katliam politikası asla yoktur.Stalin kendi yöntemlerince sosyalizmin anavatanını savunduğunu düşünerek bunları yaptı ve de sonuçta faşizmi durduran Sovyetler oldu.Diğer emperyalist kapitalist merkezler, tek tek teslim olurken ağır ağır geri çekilen ve de gücünü toplayıp saldıran Sovyetler kazanan oldu.Zaten sosyalizmin prestijinin yükseldiği yıllardır bu yıllar.Bu yıllarda da sosyalizme azgınca saldırılar oldu ama , dünya çapında prestije karşılık bu saldırılar hedefine ulaşamadı,ulaşamaz.Ve fakat özellikle sosyalizmin,ML devrimci mücadelenin geri çekildiği,yenilgi yıllarında bu saldırılar arttı.
Stalin ve sosyalizm,ML ilişkisine bu boyutu ile bakmak lazımdır.Gerisi gerçekte ve tamamen karşı devrimci beyaz terör ya da emperyalist kapitalizme yarar.Ama Stalin savunusunu sadece ve de salt karşı devrimci beyaz terör üzerine kuran zihniyette devrimci değildir, bunu da belirtmek lazımdır.Elma ile armutu yan yana koyabilirsiniz.Ve de değerlendirme isteyebilirsiniz.Ama Elma elmadır,Armut ise Armut.....



11.01.2009



STALİN,TROÇKİ,ULUSAL SORUN,EMPERYALİZM,DEVRİM




İster kabul ediniz ister etmeyiniz Stalinizm diye bir şey var. Zira Stalin'i usta olarak MELS diye adlandıranlar ve ona usta sıfatı ile yaklaşanlar var ve de bunların sayıları hiçte az değildir. Bizce de Stalinizm diye bir şey yoktur. Zira Stalin'in ML'e teorik olarak bir katkısı yoktur. Stalin sosyalizmin inşası döneminde ve devrim öncesinde partinin önde gelen militanlarından ve uygulayıcılarından olan bir devrimcidir. Ayrıca ,Stalin'in kendisi ideolojik-teorik olarak ve yanı zamanda pratik olarak sosyalizmin dejenerasyonuna katkıda bulunmuş; bu bağlamda Sovyetler Birliği'nde geriye dönüşün yollarındaki taşları döşemeye başlamıştır.Tabi ki bu bilerek ve isteyerek değildir. Kruşçev, Brejnev revizyonizmi ile yan yana getirilemez. En azından niyeti geriye dönüş değildir. Ama uygulamaları, partinin yığınlardan koparılması,bürokrasinin güçlendirilmesi,muhalefetin şiddet dahil her yönüyle susturulması,daha henüz sosyalizmin inşası bile daha tamamlanmamışken ve dünyanın yarısından fazlası daha sosyalist aşamaya geçmemişken komünizme geçileceğini iddia etmesi,söylemesi,sosyalizmin inşasının temeline ekonomiyi koyarak ekonomist mantığa teslim olması,sınıfın öz örgütlerini partinin ast örgütleri haline getirerek onların sınıfsal reflekslerinin güdük bırakılması vs gibi listeyi uzatabileceğimiz bir çok yanlışa imza atmıştır ve uygulamıştır. Bu yanlışların ML'in yanlışları olduğunu söylemek kesinlikle hatalı olacaktır. İşte burada savunanların Stalinizm diye bir şeyin varlığını söylemeleri doğrulukla ortaya çıkmaktadır.Savunanlar Stalinizm demelidirler.Zira Stalin'i onların gözünde usta yapan O'nun uluslar ve sömürgeler sorununa katkı sunduğudur.Tabi burada Ulusal sorun ve sömürgeler sorununun gerek Marks ve Engels'te,gerekse de Lenin'de ele alınıp soruna temel bakışın sağlandığını unutmaktadırlar. Stalin'i usta yapmak için.
Öte yandan , Stalin enternasyonalin gerçek içeriğinden uzak kılınması ve 3. Enternasyonali de SB' nin bir ast örgütü olarak görüp, SB' nin yaşatılması uğruna çalışan bir örgüt haline dönüştürdüğünü de söylemek lazımdır.Zira Enternasyonalin gerçek görevinin , dünya devrimci hareketinin birlik,dayanışma ve mücadelesinin geliştirilmesi olduğunun unutturularak. SSCB merkezli bir savunma bloku gibi çalışması sağlanarak. Dünya komünist partileri, SSCB'nin çıkarları uğruna kendi ülkelerindeki devrimi bir kenara itmişlerdir. Ve bu davranışları teşvik edilip desteklenmiştir.
Diğer yandan bağlantılı olarak Troçkizm diye bir teorik-ideolojik akımdan da söz edebiliriz ve de vardır zaten . Zira Troçki her ne kadar RSDİP içinde yer almış ve mücadele etmiş üst düzey bir militan olsa da başından itibaren Lenin ve devrim anlayışından oldukça uzaktır. Kendi devrim teorisi vardır. Bu teorinin özü, sürekli devrim teorisi ekseninde, tüm dünya devrimi için uğraşmaktır. Bu da 19. YY sonunda gelişen ve Lenin'in Marksizme katkısının temeli olan Emperyalizmin eşitsiz gelişme yasası gereği her ülke devrimin aynı anda olmasını engelleyen bir durumdur.Yani dünya devrimi ile emperyalizm gerçeği birbirilerine terstir.Bu anlamda Troçkizm bir ideolojik sapma olarak,ML' den uzaktır.Zira emperyalizm döneminde , her ülke eşitsiz bir kapitalist gelişme içindedir.Ve sömürgecilik sistemi gereği zincirin zayıf halkalarından zincirin merkezine doğru bir gidişat söz konusudur.Bu durumun tersinin de mümkün olacağını söyleyelim.Ama tersi, halkalardan merkeze doğru hareketten daha az olanağa sahiptir.Bunun temel nedeni de merkez işçilerinin,sömürgelerden gelen paylarla daha iyi bir yaşam koşullarında olmasıdır.Ama bu mutlak bir durum olarak görülemez.Özellikle emperyalist kapitalizmin ekonomik ve siyasal krizleri ortamında bu gerçek daha bir başat hale gelebilir.Ama her halükarda aynı anda tüm dünyada devrim gerçekleşmesi olasılığı neredeyse yüzde sıfırdır.Ve Dünya devrimi teorisi ülke devrimlerinin dışlanması ve ülke devrimleri için mücadele edilmemesi sonucunu da üretebilen,yönlendirebilen bir içeriğe de sahip olabilir,öyledir de.
Emperyalizm ve sömürgecilik, 1920'lerde değil, 19 .YY sonlarında dünyaya hakim olmaya başlamıştır.Zaten bu gidişatı tespit eden ve dikkat çeken de Marks'tır ölmeden önce son yazdıkları ve Kapital son ciltleri ile birlikte.Bu bağlamda Emperyalizmin kapitalizmin gelişme istidadı ile dünya hegemonik gücü haline gelmesi arasında ciddi bir tarihsel uçurum yoktur.
Emperyalizm döneminde Ulusal sorunun öne çıkması kaçınılmazdır.Nitekim öyle de olmuştur.Ama Ulusal devletlerin kurulması sürecinin ekonomik ve siyasal kaynağı kapitalizmdir.Zira ekonomik alt yapıda egemen olan kapitalizm ile ona ayak bağı olan siyasal üst yapı olan feodalizm arasındaki çatışma Ulus devletlerin başlangıcı mücadelesini doğurmuş ve Feodalizmin tarih sahnesinden silinmesi süreci başlamış, aynı zamanda ulus devletler süreci başlamıştır. Bu süreci geriden takip eden geri ülkeler, emperyalist sömürgeciliğe karşı mücadele içinde ulusal sorunun kendisini 20. YY başından itibaren dünya komünist hareketinin yeniden gündemine koymuştur. Şimdi Emperyalist kapitalizm ile sömürgeciliğin sonucu olarak hala varlığını koruyan onlarca çözülmemiş Ulusal sorun var. Ulusal mücadeleler var. Buradan gözden kaçırılmaması gereken olgu; Ulusal Kurtuluş Hareketlerinin artık sadece Milli mücadele verme darlığı,ufuk sınırlılığı içinde hareket etmemeleri gereği ve sorunun gerçek çözümünün sosyalizm ve komünizmde olduğudur.Zira 21. YY koşullarında feodalizm artık kırıntı düzeyinde de olsa oldukça gerilemiş ve hemen tamamen bitmiştir.Ekonomik olarak bitmiş feodalizmin kısmen siyasal olarak etkin olması ise, Kürt sorunu özgülüne indirirsek; tamamen egemen burjuvazinin siyasal olarak koruculuk,bilinçli bir geri bıraktırma sonucu olarak kimi ağalar ile şeyh-şıh takımına rol biçmesinden kaynaklıdır. Yoksa ki, üretim biçimi egemenliği bakımından tamamen kapitalizm hakimdir. Ağa ve Şeyh-Şıhın siyasal üst yönetimde yer alan unsurları da zaten kapitalist ağalardır.
PKK ve Kürt sorunu üzerine ayrıntılı değerlendirmelerimiz ise çeşitli yazı ve incelemelerimizde vardır.Onların incelenmesinde yarar vardır.Ama şu kadarını söylemeliyiz ki; PKK silahlı reformist bir örgüttür. Sosyalizm ve komünizm hedefli bir örgüt olmadığı gibi, son yıllarda Abdullah Öcalan nezdinde cisimleşen ve söylemiyle bütünleşen bir biçimde emperyalist kapitalizme entegre olmakta hızla yol alan bir yapıdır. Kürt halkının kurtuluşu da burada değildir. Zaten yukarıda da ifade etmiştik.Çağımız Ulusal Hareketleri anti-sömürgeci,anti-emperyalist,anti-faşist olduğu kadar anti-kapitalist oldukları sürece gerçek kurtuluşa gidebilirler.
Yine gelelim Kesintisiz Devrim Teorisine. Kesintisiz devrim teorisi gereği aşamalı devrim teorisine. Şimdi aşamalı devrim teorisinin ilk aşaması olan demokratik devrim ya da demokratik halk devriminin gerekçeleri var mıdır ülkede ? Onları incelemek lazım. Demokratik devrimin gerekçesi olarak sunulan feodalizmin tasfiyesi konusunda üstte zaten ortaya koyduk; feodalizm zaten tasfiye olmuştur.İkinci gerekçe ise, faşizmden bir adımda sosyalizme geçilmez tezi.Bu tez kadar abes bir tez olamaz.Nedeni de şudur: Faşizm de kapitalizmin iktidar etme biçimlerinden biridir, burjuva demokrasisi gibi. Yani birini ötekinden ayıran sınıfsal bir farklılık yoktur. Aynı işçi sınıfı,aynı burjuvazi. Burjuva demokrasisi sınırlarını fazlaca aşamayacak neden bir ara aşama olsun ki? Eksik olan demokrasi bilinci ise; demokratik yönetme mekanizmaları ise; zaten sosyalizm mücadelesi içinde işçi sınıfı demokratik bilince erişecektir, demokratik yönetimi kendi taban örgütleri ile yaratacaktır. Demokrasi bilinci için bir devlete, ara aşamaya ihtiyaç yoktur. Demokrasi bilinicini mücadele içinde kazanamamış bir sınıf , devrim yapamaz,devrime liderlik edemez,sosyalizmi kuramaz.Zira demokrasi dediğiniz şey, teoride ,kitaplarda,yasa ve anayasalarda değil yaşamın pratiğindedir.
Diğer yandan , kent nüfusu kır nüfusuna oldukça baskın hale gelmiştir çağımız Türkiye'sinde.Bu nüfus oranının %65-%35 civarlarında olduğunu söyleyebiliriz. Zaten kır yoksul köylülüğü , küçük köylülüğü tamamen proleterleşmiştir hemen hemen.Kırda çalışan tarım işçileri de zaten sınıfın bölüklerinden biridir. Sosyalizmin , proletarya diktatörlüğünün de temel müttefiki olan mülk sahibi sınıflar olan yoksul yani tarım işçisi- zaten proletarya safındadır- ile küçük köylülük (ki giderek proleterleşmektedir.) ile aynı sınıfsal ittifak için özel bir aşama olsun ki?
Yani bütün olarak , demokratik halk devrimi tezi ,teorisi ile Türkiye koşullarının ilgisi kalmamıştır.Türkiye'de her bakımdan kapitalizm egemendir.Kapitalizmin tümüyle egemen olduğu bir ülkede sırf Lenin Rusya'sında geçerli olmuş bir tezi, bugünün ülkemize uygulanması,karikatür bir komünistlik demektir.
Demokratik halk devrimi ya da demokratik devrimin reddi ile Troçkizmin zerre kadar alakası yoktur. Troçkist dünya devrimi ya da sürekli devrim teorisini yukarıda açtık.Yeniden açmaya gerek yok.Benzer bir yanı varsa o da onlarında bizim de sosyalist devrimi savunmamızdır.Ara bir aşamaya ihtiyaç duyulmadığı gerçeğinde birleşmemizdir.Ve fakat onların gerekçeleri ile bizlerin gerekçeleri farklıdır ve yukarıda açtık bunları. Troçkistler, tek tek ülke devrimlerini dışlamaktadırlar, dünya devrimi için. Biz ise tam tersi emperyalizmin eşitsizi gelişme yasası gereği yerel mücadele ile Enternasyonal mücadeleyi ustaca bağlamak gereğini düşünüp, aynı zamanda ülke devrimlerinin başarısının nihai olarak dünya devrimin başarısı olduğunu söyleriz.
Türkiye devrimin yolu, kendi özgünlükleri içinde, kendi yolunu bulup ilerleyecektir. Bizim işimiz ona teorik-ideolojik-politik-pratik yol göstericiliktir. Türkiye'nin toplumsal maddi gerçeğinin analizi üzerine devrimci bir strateji, taktik bütünlük oluşturulmazsa başarı olanaksızdır. Bu tüm ülke devrimleri açısından da vazgeçilemez bir temel ilkedir.Diyalektik ve tarihsel materyalist bilimsel bir alt yapımız üzerinde yükselmelidir tüm analiz ve değerlendirmelerimiz.Aksi durumda, yüzyıllarca aynı şeyleri durmaksızın yineler ve her defasında yine geri düşeriz.İlerlemenin temeli eleştiri ve özeleştirinin bilimsel olarak , doğru ve amaca uygun olarak kullanılmasıdır.Ve tespitlerimizi bilime uydurmak,tespitlerimize bilimsel kılıflar uydurmak değildir yöntemimiz; bilimsel yolumuzla tespitlere ulaşmak ve strateji-taktiğimizi bunun üstüne inşa edilmesidir.YOLUMUZ AÇIK,ALNIMIZ DİK OLSUN.KOLAY GELSİN.



16.01.2009
______










YANLIŞ BİR TARTIŞMA BAŞLIĞI: STALİN Mİ TROÇKİ Mİ?


Yıllardır türlü biçimlerde yazılıp çizilmesine rağmen; hala TDH içinde yanlış bir tartışma isimler üzerinden yürütülmektedir. Lenin merkez alınarak ya da genel olarak ML merkez alınarak bu isimler tartışılmak yerine; tam tersine bu isimler etrafında ML ya da sınıf mücadelesi tartışılmaktadır yanlış olarak. Bu ülke devrimcileri açısından oldukça biçimsiz, geleneksiz, omurgasız ve bütünsel bir yüksek noktaya erişmemiş bir ideolojik-teorik mertebe olmadığından çok abes olmasa da; artık bir biçimde aşılması gereken bir paradokstur. Zira ML ne Stalin’dir, ne de Torçki’dir. ML’i bu iki isim arasına sıkıştırmak, seçenekleri bunlarla sınırlamak zaten bilimsel olarak ML’e aykırı olduğu gibi; diğer yandan bu kişilerin ne derece ML oldukları gerçeğini dahi dışlayarak ilerlemektedir.

Bu durum aynen şudur: “Önce bu kimseler konusunda tavır belirleyeceksin; sonra devrimci ya da ML olup olmadığın belli olacak. “ Bu açıkçası ML’in başından başlayarak reddidir. Zira adı üzerinde bu ideolojiyi, sınıf tavrını, mücadele merkezini, bilimsel alt yapısını kuranlar Marks, Engels ve Lenin’dir. Bu üç usta, bu işin merkezidirler. Bu merkezler dışında bir başka merkez aramak ya da bunu ideolojik-teorik-politik bir dayatma içine girmek anti-ML’dir. İsmi ne olursa olsun.

Şimdi bu söylediklerimize her iki cenahtan, ipe sapa gelmez saldırılar olacaktır. Her iki tarafta ne kadar ML olduklarını, ne kadar devrimci olduklarını, ne kadar komünist devrimci safta olduklarını iddia ederek gelecekler. Ama ne olursa olsun; bu iki kliğin birbirine ve genel olarak ta Dünya Devrimci Proleter Hareketine eşit düzeyde zarar verdikleri orta yerde açık ve net tarihsel gerçekliktir.

Bir Troçki de, bir Stalin’de ML sınıf hareketine eşit derecede siyasal, sosyal, kültürel, ideolojik zarar vermiştirler. Birisi dünya devrimi diyerek, ele geçirilen iktidarın reddi ile başlayan devrimin, iktidarın reddine giden yolda ilerlerken; diğeri ise tek ülkede sosyalizm inşasını her şeyin merkezi haline getirip; dünya devriminin, komünist değişimin önünü tıkamıştır. Bu amaç uğruna; dünyanın değişik merkezlerindeki komünist devrimci sınıf hareketlerini görmezden gelmiş ya da onların mücadelesini Sovyetler merkez-odaklı ele alarak o hareketleri bitirmiştir. 

Birisi soldan- Troçki- komünist devrimci mücadeleyi baltalarken; diğeri ise sağdan- Stalin- baltalamıştır. Her şeyi ekonomik merkezden ele alıp; insan merkezli sosyalist anlayışı yok ederek sosyalizmi ya da komünizmi inşa edeceğini sanan Stalin ile sosyalizmi bir bilinmezliğe erteleyip tek tek ülkelerde komünist devrimci sınıf mücadelesine sırt çevirip sözde dünya devrimi rüyasında dolaşan Troçki aslına bakarsanız; devrim, sosyalizm ve proletarya açısından aynı yerde buluşmaktadırlar. Her ikisi de; sosyalizmden, ML’den uzak strateji ve taktikleriyle sosyalizm, ML’e eşit mesafede uzaktırlar. Eğer gerçek bilimsel bir ML noktadan, önyargılardan ve yukarıda sözünü ettiğimiz gibi başından beri kendinizi sınırlamanız söz konusu değilseniz; nesnel-bilimsel ML yöntemle hareket ediyorsanız bu söylediklerimizi net biçimde anlayacaksınız.

Ama tarihin kör bataklığı içinde bilerek ve isteyerek karşı-devrimci burjuva egemenlerce de kışkırtılıp-dayatılan ve yapay biçimde sınıf gündemine sokulan ve çoğunda da yanlış ve resmi bir tarih anlayışına saplanmış bu algılar; nesnel bilimsel gerçeğe oldukça uzak yerde durmaktadırlar. Troçkist ve Stalinistler; hangisinin daha da ML ya da Leninist olduğunun gündem maddesi yaparak; dünya proleter devrimci hareketinin önünü yapay bir gündem maddesi ile tıkadıklarının bilincinde dahi değillerdir.

Stalin ve Troçki konusunda, Rus devrim tarihi konusunda yeterli bilgi sahibi olunmadan bile bu türden ayrımlara girmek, bu ayrımları ideolojik-teorik çerçevede yanlış yerlere koymak ancak Anadolu gibi okuma-yazma-anlama konusunda oldukça sorunlu olan toplumlarda yaşamak olanaklı olabilir. Zira yukarıda sözünü ettiğimiz bir iki başlık bile, her iki kişinin ne derece ML oldukları konusunda yeterli fikri vermektedir. Zira bunlar ilkesel duruşlardır; taktiksel geçici duruş sorunları değildirler.

Bakınız Troçki ve Stalin savaşına. Ta devrim öncesi RSDİP’te başlayıp; devrim sonrası RKP’de devam eden ve esasında Troçki’de geçmişi ta 1905’lere dayanan ve Stalin’de ise devrimle birlikte kabaran yönetme, tek adam, vazgeçilemez adam olma gibi küçük burjuva duygularla beslenen ve genel olarak Lenin’in her iki kutba eşit mesafede durduğu, her iki kesimin de Rus sosyalist devrimi açısından uçları temsil ettiği değerlendirmeleri açıkken; hala bu iki kesimin kendisini ML ilan etmesine ne denir ki acaba?

Uzağa gitmeye gerek yok. En basitinden Tek Ülkede sosyalizmin inşası teorisi ile ona Troçki’nin bakışının ele alınması her ikisinin ne derece ML olduğunu anlamaya yeter de artar bile. Mesela Stalin, Rusya’da sosyalizmin inşasını merkez alıp, dünya devrimi parçalarının önünü keserken ya da onlara gerekli desteği vermezken ya da Anayurt Savunması denen, uzatırsanız milliyetçi bir bakışa kadar götürecek bir anlayışa sürüklenirken; diğer yandan da Troçki tek tek ülke devrimlerini küçümseyip, sözde sürekli devrim adına, dünya devrimi adına eşitsiz gelişme ML yasasını inkâr ederek aynı kara-kör noktada buluşmuyorlar mıdır acaba?

Bu noktada bakınız Marks’a, Engels’e ve de Lenin’e. Acaba nerede duruyorlar? Durdukları ve yazdıkları nedir acaba? Asla bu ikilem içinde olmamışlardır ve ikilem dayatmasını kendilerine, sınıfa, devrimci mücadeleye engel etmemişlerdir. Tam tersine bu üçlü, bu iki süreci yani dünya devrimi ile tek tek ülke devrimlerini yan yana, birbirini tamamlayan öğeler, süreklilik taşıyan olgular olarak görmüşlerdir. Dünya devriminin yolu tek tek ülkelerde devrimle olanaklıdır, tek tek ülkelerdeki devrimlerde dünya devriminin yani komünizmin önünü açar demişlerdir. Bu ikili diyalektik süreci ne Stalin’de ne de Troçki’de görmek olanaklı değildir. Onlar, birisi kendi ipe sapa gelmez teorisini ispat için sosyalist devrimi sabote etmeye çalışırken-Troçki-; diğeri ise tam tersine var olan ekonomist-maddi gerçeğin ötesine geçmeyen, nihai hedefi unutan ve unutturan bir yerde durmaktalar. Ama en başından ifade ettiğimiz üzere; her ikisi de maalesef aynı noktalarda buluşmaktadırlar tarihsel-bilimsel olarak. Zaten bu da kaçınılmazdır. Zira biri sağdan birisi soldan her ikisi de devrimci ML yolundan sapmış olarak, aynı yerde buluşmaktadırlar.

Mesele Stalin ya da Troçki merkezli değildir ve de asla bu ülkede olduğu gibi değildir. Bu algısal düzeyle, ideolojik-teorik-politik meseleleri ele almak, çözümlemek olanaklı değildir. Kulaktan dolma bilgilerle, tarihsel-bilimsel-ideolojik-politik-teorik sorunlara katılmak, doğru rotalar oluşturmak olanaklı değildir.

Taşı kuyuya atmak mesele değildir. Mesele atılan kuyudan taşı çıkarmaktır. Bu tamamen ML bir komünist devrimci duruşla söz konusu olabilir. ML, Troçki ve Stalin arasına sıkıştırılamayacak kadar engin bilimsel sınıfsal mücadeledir. Bu bilimsel, devrimci, komünist teoriyi-ideolojiyi dar-sığ sularda Troçki ile Stalin ekseninde döndürmenin komünist devrimci sınıf mücadelesine zerre kadar yararı olmadığı gibi; zararı daha da çoktur. 

Biz ML’ler olarak bunları açımlamaya çalışarak zaman harcarken; egemen güçler, sınıf düşmanlarımız bunları ellerini çırparak seyretmekte ve tali-asla ideolojik-teorik olmayan konular, açımlamalar konusunda gösterdiğimiz enerjinin düzeni rahatlattığını düşünerek rahatlamaktadır.

Düzen, zaten yapay ayrımları keskinleştirmek ve onları sınıfın gündeminde baş madde yapmak için azami çaba sarf etmektedir düzeninin geleceği açısından. Bu yanlış tartışma başlangıcı ancak ve kesinlikle düzenin, egemenlerin, burjuvazinin işine gelmektedir. Zira çıplak bilimsel gerçekler ışığında bu iki anti-ML eğilimin, ayrımsız her ikisinin komünist devrimci sınıf mücadelesine zarar verdiği ve bunlarla hesaplaşmadan, bunları kulaktan dolma bilgilerle değil; gerçeklerle donanmış bilgiyle mahkûm etmeden ilerlenemez.

ML, Troçkizm ve Stalinizm’in dar-sığ ve anti-sınıfsal maddi tabanına sıkıştırılmak maddi dayatmasından kurtarılmadan; ideolojik-teorik-politik kazanım elde edilip; komünizme yürünemez. Yanlış yerlerden yapılan tartışmalar; ancak ve kesinlikle düzenin değirmenine su taşımaktadır. 


28.04.2010
__________________

24 Nisan 2012 Salı

BU ATEŞİ SÖNDÜREMEZSİNİZ


Bu ateşi söndüremezsiniz

1 Mayıs 1886’da, grev ve gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Halklar arasındaki dayanışma da o gün en yüksek noktaya ulaştı. Louisville’de 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüdü.



1800′lü yılların sonlarına doğru Amerika ve Avurpa işçi sınıfı çalışma koşulları ve çalışma süresinin iyileştirilmesi yönünde mücadeleye başlamışlardı. Mücadele 8 saat işgünü talebinde sembolleşmişti. Kalifiye ve kalifiye olmayan, siyah ve beyaz, erkek ve kadın, yerli ve göçmen, tüm işçiler uzun süredir çalışma sürelerinin kısaltılması için mücadeleyi sürdürüyorlardı. İşçilerin hepsinin dilinde aynı sözler vardı: “Biz sadece, fabrikada çalışan, akşam eve geldiğinde yemek yiyip yatan ve ertesi gün yeniden çalışan köleler değiliz. Düşünmek ve yaşamak istiyoruz.”
1886’da Şikago’daki Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu, 8 saatlik işgünü için 1 Mayıs’ı grev ve 8 saat uygulamasını fiili olarak hayata geçirme günü belirledi.
Alınan karar çok geçmeden her fabrikaya yayıldı. İşçilerin dağıttığı bir bildiride şöyle yazıyordu: “Bir günlük isyan, daha azı değil. Emeğin dünyasını egemenlik altında tutan kurumların sefil sözcülerinin denetimi dışında bir gün. Emeğin kendi yasalarını yaptığı ve bunları uygulamaya koyma gücünü elde ettiği bir gün. Emekçi ordusunun birliğinin yarattığı muhteşem gücün, dünyanın tüm halklarının kaderlerini ellerinde tutanlara karşı çevrildiği bir gün.”

1 Mayıs 1886
’da, grev ve gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Halklar arasındaki dayanışma da o gün en yüksek noktaya ulaştı. Louisville’de 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüdü. O dönemde Louisville’deki parklar, siyahlara kapalıydı. İşçiler, sokaklarda yürüdükten sonra hep birlikte Ulusal Park’a girdi.
Grev ve gösteriler, 1 Mayıs’tan sonra da sürdü. İşçilerin çoğu 3 Mayıs’ta sokaklara çıktılar. McCormick’e ait fabrikadan atılan ve grevde olan işçiler de miting yaptılar. Miting sona ermek üzereyken McCormick fabrika düdüğünü çalarak, içerdeki grev kırıcıları dışarı çıkarttı. Grev kırıcıları protesto etmek için bir grup işçi fabrikaya yöneldi. İşçilere ateş eden polis, 4 işçinin ölmesine, onlarcasının yaralanmasına neden oldu.
Saldırıyı protesto etmek için 4 Mayıs’ta Haymarket Alanı’nda miting düzenlendi. Miting tam dağılırken, kürsünün önüne, nereden geldiği belli olmayan bir bomba atıldı. Hemen polisin önünde patlayan bomba nedeniyle 7 polis öldü, 69’u ise yaralandı. Yüzlerce işçi asılsız ithamlarla tutuklandı. Tutuklanan işçilerden sekizi yargılanmak üzere seçildi: Albert R. Parsons, August Spies, Samuel J. Fielden, Michael Schwab, Adolph Fischer, George Engel, Louis Lingg ve Oscar Neebe.
Neebe hariç, yedisi ölüme mahkum edildi. İdamdan bir gün önce 10 Kasım’da Vali Oglesby, Fielden veSchwab’ın cezalarını ömür boyu hapse çevirdi. Parsons, Engel, Spies ve Fischer 11 Kasım 1887’de idam edildi. Lingg ise cezaevindeki hücresinde ölü bulundu. İntihar mı yoksa cinayet mi olduğu açıklığa kavuşturulmadı.
İdam edilen işçi önderlerinin son sözleri tarihe yazıldı. Spies’ın şu sözleri işçilerin mücadeledeki kararlılığının da simgesi oldu:
“Bizi asarak işçi hareketini, milyonları, yoksulluk içinde çalışan milyonlarca işçiyi kendisine çeken bir hareketi yok edeceğinize inanıyorsanız, durmayın bizi asın! Burada bir kıvılcımı yok edeceksiniz, ama orada, önünüzde ve arkanızda her yerde başka kıvılcımlar çakacaktır. Bu, içten içe yanan bir ateş. Bu ateşi söndüremezsiniz.”
Söndüremediler de… 13 Kasım Pazar günü ise yarım milyon işçinin katıldığı bir cenaze töreni düzenlendi. 1886’daki hareket istenen başarıya ulaşmasa da kazanımları beraberinde getirdi. İşgününün 14-16 saat olduğu işkollarında bu süre 12’ye indi, 10 saat çalışan yerler ise 9 saate. 1886’da sekiz saat mücadelesi verilen işkollarında haftalık çalışma süresi 62 saatten 59 saate indi.

Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu
 1888’de, 8 saatlik işgünü kabul edilinceye kadar her yılın 1 Mayıs’ında grev yapılması kararını açıkladı. Belçika, Almanya, İngiltere ve Fransa’daki sendikalar da karara katılacaklarını ilan ettiler.

2. Enternasyonal
, 1889’da Paris’te toplanan 1. Kongresi’nde 1890 1 Mayıs’ında Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun yapacağı genel grevi bütün ülkelerde uygulama kararı aldı.
1891’de yapılan 2. Kongrede ise 1 Mayıs’ın İşçi Sınıfının Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü olarak her yıl kutlanmasını kararlaştırdı. Sonrasında işçi sınıfı tüm ülkelerde ekonomik, demokratik ve siyasi talepleriyle zenginleştirerek çıktı alanlara…
Devrimci Proleterya

19 Nisan 2012 Perşembe

Kıbrıs Sorununa Bakışımız , Çözüm ve Örgütlenme Önerilerimiz-KBC


Kıbrıs Sorununa Bakışımız , Çözüm ve Örgütlenme Önerilerimiz-KBC

19 Nisan 2012

I.Sunumun Amacı:

Bu sunumdan amacımız Kıbrıs'ta sömürgeci işgalci güçlerin zulmüne ve kapitalist düzenin azgınca süren sömürüsüne karşı işçi emekçi sınıfına siyasi önderlik yapacak Komünist Devrimci Partinin olmadığı koşullarda komünist devrimcilerin soruna bakışı ve çözümlemelerini tartışmaya açmak ve bir tartışma platformunun oluşmasını hedeflemektedir. Sunumun  kendi içerisinde eksikler olduğunu ve düzeltilmesi gerektiğinin altını çizmek istiyoruz.

II.Sunumun Kapsamı:

Sunumumuz önceden belirlenmiş gündeme göre şu başlıklar altındaki görüşlerimizi kapsamaktadır.

  1. Kıbrıs'ın işgalinden ne anladığımız
  2. Bundan kurtulmanın nasıl bir programla mümkün olduğu
  3. Bu program çerçevesinde nasıl bir örgütlenme oluşturulmalı
  4. Bu örgütlenmenin eylem planı.


III.SUNUMUMUZ

1.Kıbrıs'ın işgalinden ne anladığımız
a. Kıbrıs'ın Tarihçesi
Kıbrıs milyonlarca yıl önce deniz tabanının sıkışması sonrası deniz yüzeyine çıkmış bir kara parçası olup,10 bin yıl öncesine ait ilk insanlarla ilgili izler deniz kıyısındaki mağaralarda bulunmuştur. MÖ 6000'de insanların toplu yaşamaya başladığı en eski köylerden birisi de Hirokitya'dadır. MÖ 2500 de bakırın bulunması ile Kıbrıs adasına ilgi de artmış.Bu ilgi eski çağlardan günümüze, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ile akdenizdeki stratejik konumu nedeniyle hep artmış ve ada hep işgal edilmiş ve ada insanları hep boyunduruk altına tutulmuşlardır.

Kıbrıs halkları bu işgaller sürecinde şekillenmiştir. İşgalci sömürgeci ülke ve devletlerin egemenlerinin (egemen ulus) biryandan Kıbrıs'ın yerli insanlarını ve diğer yandan taşıdıkları nüfuslara da kendi kimliklerini ( dillerini,dinlerini ,kültürlerini) baskı,zulüm ve benzeri metodları ile kabul ettirerek asimile etmişler yada kendilerine bağlı kılmışlardır.

Bu nedenle Kıbrıs ilk yerleşimcilerinden günümüze bir diller,dinler,kültürler,milliyetler
zenginliği taşımaktadır.

Örneğin Kıbrıs'a 1571'de osmanlının emirle taşıttığı insanlar Anadolu'dan toplanmış insanlardır.Ki
bunların büyük çoğunluğu da o dönemde Kıbrıs 'taki yaşama uyum sağlayamamış birkısmı geri
dönerken bir kısmı da hastalıklardan kırılmışlardır.Kıbrıs'a sürgün emri ile gelenlerin tümünün
de islam olmadıkları gibi, değişik kültür,milliyet ve dini grublardan oldukları bilinmektedir. .Çünkü Anadolu medeniyetler,kültürler,dinler,diller ve milliyetler zenginliği taşıyan bir
coğrafya.

Kıbrıs’ın işgaller tarihini kısaca özetlediğimizde ;

M.Ö 1500-58 ESKİ MISIR, HİTİT, AKA, MİKEN, FİNİKE,
ASUR, MISIR, PERS, PTOLEMİ(Mısır)

M.Ö 58-M.S 324 Roma,M.S 324-649 Bizans,M.S 649-965 Arap Müslüman,M.S 965-1191 Bizans, 1191-1192 Templar Şövalyeleri, 1192-1489 Lüzinyan,1489-1570 Venedik,

1570-1878 Osmanlı,1878-1960 İngiliz işgallerini ve sömürge yönetimlerini,

1960 KC kuruluşu (türkiye,yunanistan ve ingiltere'nin garantörlüğünde (Vesayeti altında),

1963-74 Halkların kırdırılması,1974- Adanın ve halkların bölünmesi ve garantörler arasında
paylaşılması ve işgalleri olarak özetleyebiliriz.
Eski çağlardan günümüze kadar sürekli başka devletlerin boyunduruğu altında kalan
Kıbrıslılar,ekonomik,sosyal ve benzeri baskılar karşısında dayanamamış ve işgalcilere karşı da
ayaklanmışlardır.Ancak isyanları hep kanlı bir şekilde işgalci devlet güçleri tarafından bastırılmıştır.

b.Kıbrıs'ın işgalciler sömürgeciler emperyalistler için neden önemli

Kıbrıs doğu akdenizdeki konumu ile emperyalist devletlerin ve bölgedeki bölgesel güçler için stratejik öneme sahip bir adadır. Bu stratejik önemi, ortadoğudaki enerji kaynaklarından olan petrol ve petrolun taşınma hatlarına , uzakdoğudan batıya uzanan kara ulaşım yollarına ,deniz ulaşım yollarından olan suveyş kanalına,Mısır'a ve kuzey Afrikaya, emperyalist güçlerden Rusyanın kapalı karadenizden açıkdenizlere açılabileceği boğaz ve denizlere, Türkiye ve Yunanistan'a yakınlığı ve kontrol edilebilecek stratejik öneme sahip bir noktada bulunması vb nedenlerinden ileri gelmektedir.. Son zamanlarda denizlerinde bulunduğu açıklanan enerji kaynakları ise stratejik önemine yanında ayrıca ekonomik değerleri de önem katmıştır.

c.Sömürgeden Garantörlü “Cumhuriyet “ Paylaşımına

İngiliz emperyalizmi ve sömürgeciliği, dünyada sömürgeciliğe karşı gelişen kurtuluş savaşları nedeniyle Kıbrıs'ta önlemlerini almış ve öncelikle böl-yönet taktiğini uygulayarak biryandan dini diğer yandan ise Türk-Yunan milliyetçiliğinin yayılmasına ortam hazırlayarak halkları TÜRK-YUNAN ulusunun parçası haline getiren asimilasyonlarına önayak olmuş ve bunun sonucunda düşmanlaşmalarını sağlayarak şovenizmi körüklemiştir.

İngiliz emperyalizmi ve sömürgeciliğinin bu uygulamalarına karşı ilk devrimci örgütlenme 1917 Ekim devriminden hemen sonra 1926 da kurulan Kıbrıs Komünist Partisi -KKK dir. Ancak İngiliz sömürge yönetimi KKP'nin emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı mücadelesinin potansiyel tehlikesini açıkça gördüğü için 1931 isyanına karşı tedbirlerini alırken KKP'yi de kapatarak yasadışı ilan etmiştir.

İkinci Emperyalist paylaşım savaşı sonrası Kıbrıs’ta daha ileri boyutlarda gelişmeye
başlayan İngiliz sömürgeciliğine karşı mücadele, kısa süre sonra emperyalistlerin adada Türkiye
ve Yunanistan’ın sömürgeci çıkarlarını da gözeterek kurdurdukları EOKA ve TMT faşist
örgütlerinin kurulması ile bastırılmış ve halklararası içsavaşa dönüştürülmüştür.

KKP'nin kapatılması sonrasında 1946'da KKP'nin devamı olduğunu ileri sürerek kurulan AKEL KKP nin mücadele çizgisi dışında gelişmiş ve türkçe konuşan Kıbrıslı emekçiler arasında da etki göstermiştir. Gelişen bu sol hareket, türkçe,rumca konuşan emekçilerin,işçilerin PEO sendikasında örgütlenmelerini belirli oranda gerçekleştirmelerine rağmen, reformist/revizyonist örgütlenmeler olmaları nedeniyle işçi emekçi sınıflara kendileri için sınıf olma bilincini taşıyamamıştır.
Akel'in bu ideolojik çizgisi nedeniyle 1960 öncesi, İngiliz sömürge döneminde sömürgeciliğe karşı gelişen mücadelenin, EOKA gibi faşist örgütlenmenin hakimiyetine geçmesine,ve ENOSİS'i savunarak ulusal yönünü (yunan milliyetçiliği) sınıfsal mücadelenin önüne koymuştur.
Bu içsavaş sürerken yapılan görüşmeler ve varılan anlaşmalar sonrasında 1960 16 Ağustosunda Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.

Kıbrıs Cumhuriyeti devleti emperyalist İngiltere , sömürgeci Türkiye ile Yunanistan ve onların
Kıbrıs’taki türkleştirilmiş,yunanlılaştırılmış işbirlikçilerinden oluşan EOKA ve TMT faşist
örgütlerinin halklara karşı uyguladıkları ve halkları birbirine kırdırarak yürüttükleri savaş
sonucunda çıkarlarını dengeleme üzerine kurdukları bir devlet olmuştur.

Bu devlet Kıbrıs Halklarının tümünün eşit haklara sahip olması üzerinden değil, halkları
birbirine boğazlatmaya , türk ve yunan milliyetçiliğini egemen kılmaya yönelik ,
türkleştirilmiş,yunanlılaştırılmış işbirlikçi burjuvazilerin çıkarlarını dengelemiş, kapitalist üretim
ilişkilerine sahip bir burjuva devletti.

Ülkenin bir kısmı (Dikelya,2.5 Mil ve Ağrotur,Piskobu bölgeleri- İNGİLİZ ÜSLER
BÖLGESİ- hava,deniz limanlarıyla karayolları ve birçok bölge üzerinde de lojistik v.b
kolaylıklara sahip olma hakkını,garanti ve İttifak anlaşmasına ek olarak sağlamıştır.)
İngiltere’nin işgaline bırakılırken,İngiltere,Yunanistan ve Türkiye kurulan devletin garantörü
oldular ve Kıbrıs’a alay düzeyinde askeri birlik çıkardılar.

Kıbrıs, böylece Emperyalist İngiltere'nin sömürgesinden Kıbrıs Cumhuriyeti'ne geçerken
bağımsızlığını değil, bizzat ülkenin bir kısmını ve bağımsızlığını da emperyalist İngiltere ve
ABD emperyalizminin yeni sömürgelerinden Türkiye ve Yunanistana teslim etmiştir.

Kıbrıs Cumhuriyeti devleti Kıbrıs Halklarının kendi geleceklerini belirleme haklarını
kullanmalarının sonucu olmadığı gibi, tümünü kapsamamakta ve sadece Türkiye ile
Yunanistan’ın egemenliğindeki halklara tabi kılınmaktaydı.

Kıbrıs halkları sadece iki halktan değil,Kıbrıs’ta içiçe birlikte yaşayan
maronice,ermenice,latince,türkçe ve rumca konuşan halklardan oluşmaktadır.

1960 Ağustos ayında kurulan sözde bağımsız ama özünde bağımlı devlet,kuruluşundan çok
kısa bir süre sonra 1963'de emperyalistler, sömürgeci devletler ve işbirlikçilerin arasındaki paylaşım
kavgaları, halkları yeniden birbirine kırdıran çatışmalara dönüştürülmüştür.
Yunanistan 1963-1967 yılına kadar 13-16 askerini Kıbrıs'a gizlice sokarak, Türkiye ise hedefleri sözde sınırlı hava harekatları ile Kıbrıs'ı kan gölüne çevirmişlerdir.1967'de Köfünye olayları sonrasında emperyalistler ,TC ve Yunanistan arasında yeni bir dengeleme yapılması ile Yunanistan askerlerini çoğunu geri çekmişse de Milli Muhafız Ordusunun yönetim kademesi dahil kurulu birliklerinin hemen hemen tümünün yönetimi Yunanistan'dan gelen subaylar ( general,subay,astsubay) tarafından sağlanmaya devam edilmişir .

Çatışmalar halkların gettolarda sıkıştırılmasına , milliyetçilik ve şovenizm kıskacında düşmanlaştırılmasına,aynı zamanda bu ortam Yunanistan ve TC'nin adadaki sivil,askeri varlıkları ile işbirlikçileri olan türkleştirilmiş ve yunanlılaştırılmış burjuvaların egemenliği altında kendi kimliklerinin unutturularak , yokedilerek ileri boyutta asimile edilmesine yönelik bir araç olarak kullanılmıştır.

Azınlıktaki diğer halklar ise kendilerini koruma ve yaşamak amacıyla egemen olan burjuvazinin isteklerine boyun eğmişler ve asimilasyona karşı aktif direniş yerine,pasif direnişlerini sürdürmüşlerdir.


d.Garantörlü “Cumhuriyet “ Paylaşımından Bölünerek Paylaşıma

Temmuz 74 ülkemiz Kıbrıs'ın yakın tarihinde halkların birbirinin canına
kıydırıldığı ve birbirinden zorla sınırlarla ayrıldığı,ülkenin bölündüğü ve herbir parçasının işgalci ve
sömürgeciler tarafından fiilen işgal edilerek sömürgeleştirildiği bir aydır.

15 Temmuz 1974 Faşist Yunanistan Cuntasının Kıbrıs'taki Yunanlı Subayların komutasındaki
Rum Milli Muhafız ordusuyla gerçekleştirdiği darbe ve bu darbeyi gerekçe göstererek 1960
Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluş anlaşmalarının ekindeki İttifak ve Garanti Anlaşmalarına
dayanarak Kıbrıs'a çıkarma yapmış ve doğu batı istikametinde adayı kuzey ve güney olmak
üzere ikiye bölecek TC devletinin işgali gerçekleştirilmiştir.

20 Temmuz 74’teki TC devletinin Kıbrıs’ın kuzeyini işgali ile sonuçlanan emperyalistlerin
(ABD,İNGİLTERE) adayı bölerek gerçekleştirdikleri operasyon kuzeydeki halklara
özgürleşme olarak sunulmakta , güneydeki halklara ise sadece Türkiye’nin işgali olarak
sunulmaktadır.

Kıbrıs’ın kuzeyinde ve güneyinde emperyalislerin, NATO ordularının egemenliğindeki işgal
ve sömürgeci devletler ve onların işbirlikçileri bu orduları bize kurtarıcı diye sunmakta ve
ordularının Kıbrıs’taki varlıklarını da ülkenin kuzeyi yada güneyindeki işgale bağlamakta ve
kendi işgalci ve sömürgeciliklerini sürdürmektedirler;

Emperyalistlerin ortadoğudaki çıkarlarını koruma ve geliştirme amacıyla 1950’li yıllardan
başlayarak sürdürdükleri Kıbrıs’taki yeni paylaşım planını yaşama geçirme
çalışmalarıyla birlikte,güneydeki Yunanistan ve AB egemenliği,İngiltere’nin işgali altında tuttuğu ve AB’ye dahil etmediği ‘’üsler bölgeleri’’ gözlerden saklanmaya çalışılmaktadırlar.

1974'ten 1980 12 Eylül askeri faşist darbesinin sivil faşist hükümete devrine kadar olan süreçde,
ülkemizin TC tarafından işgal altında tutulan bölgesine, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki
(Osmanlının işgal ettiği ülkeleri islamlaştırma ve kendi egemenliğini sağlamlaştırma için
kendisine sadık nüfus taşıma işlemleri ) uygulamaların geliştirilmiş şekillerini uygulamıştır.
Kuzeyden güneye kovulan müslüman olmayan türkçe konuşmayan Kıbrıs halklarının
yerine,yerlerine,malllarına el konularak ''GANİMETLEMİŞ'' ve Türkiye'den sömürgeci amaçlarla ve aynı zamanda demokrafik yapıyı değiştirme amacıyla taşıdığı nüfusu yerleştirerek dağıtmıştır.Nüfus taşırken esas amaç olarak da , bir yandan türkçe konuşan halkı (''Kıbrıs Türkü " Kıbrıslı Türk" etnik tanımı içerisinde tutarken) diğer yandan taşıdığı nüfusu da yeterince TÜRK ve İSLAM görmediğinden tümünü birden Türkleştirmeyi ve İslamlaştırmayı hedeflemiştir.
Burada şunu da ayrıca vurgulamalıyız ki sömürgecinin sömürgeciliğinin ,işgalinin devamını sağlama amacıyla taşıdığı nüfus ile çalışma amaçlı gelen ve Kıbrıs işçi emekçilerinin doğal müttefiki olan işçi emekçileri farklı değerlendirmekteyiz.

TC'den nüfus taşınması döneminde ve halen Karpaz bölgesi başta olmak üzere diğer yerleşim
birimlerinde kalan müslüman olmayan türkçe konuşmayan halklar (rumca, maronice konuşan ) sistemli bir baskı,yıldırma ve benzeri baskılarla güneye göçertilmeye devam edilmiş ve edilmektedir.


e.Neden SÖMÜRGE:Klasik SÖMÜRGECİLİK, YARI - YENİ SÖMÜRGECİLİK ve KIBRIS
Sömürge (Klasik sömürge) ,siyasi ve ekonomik ilhak altında olmak demektir.

Yarı ya da yeni sömürgecilikle karıştırmamak gereklidir.Zira zamanımız emperyalist
kapitalizminin temel sömürgeci biçimi yeni sömürgeciliktir.

Ekonomik-siyasi bağımlılık yaratarak işbirlikçi tekelci kapitalistleri ve devleti aracılığıyla
sömürgeci ilişkileri yürütmek yani görünürde siyasi-ekonomik bağımsızlığa sahipmiş gibi
görünüp gerçekte her açıdan emperyalist metropollere bağımlılık ilişkisi.

Ama klasik sömürgeciliğin devri hala kapanmamıştır ve kapanmayacaktır.

Irak,Afganistan,Somali ,Kıbrıs ya da bir başka ülkenin işgali,yağmasını bizzat
emperyalist metropollerce birinci elden yapmaktadırlar.Bu aslında klasik sömürgeciliğin
bittiğini iddia edenlere de tokat gibi bir yanıt olmuştur.

Klasik sömürgecilik ilişkisinde bir bağımlılık astlık-üstlük ilişkisi yoktur.Yeraltı-yerüstü tüm
zenginlik kaynaklarıyla birlikte siyasal anlamda tam bir hakimiyet ve yerinde yönetim
vardır.Egemen devlet ,tüm kurum ve yapısıyla sömürgeleştirdiği ulus ya da devletin
tepesindedir.Her türlü belirleyicilik hakkı egemen devlete aittir.Aracıya ihtiyaç duyulmaz yeni
sömürge ya da yarı sömürgeci ilişkilerde olduğu gibi.Gerek kaynakların yerinde elde
edilmesinde ve gerekse de bölüşüm-dağıtılmasında,gerekse hukuku ve yönetimiyle ezilen
devletin ya da ulusun hiçbir hukuk ve kuralı-belirleyiciliği yoktur.
Türkiye tarafından 74 temmuzunda işgal edilen Kıbrıs'ın kuzeyinde, ekonomik ve siyasi
ilhak ,demografik işgal ile işgal tamamlanmıştır. Kıbrıs'ın kuzeyi ,Türk egemen
sınıflarının ekonomik ve siyasi ilhakı altındadır ve TC nin sömürgesidir bu anlamda.
Nasıl ki;
Güneş-dil teorileri ile tek ulus-tek devleti zorla dayatmaya çalışan TC egemen sınıfları ve devleti Türkiye'de asli unsur Kürtleri ve de kısmen alevi-kızılbaşları kuruluştan sonra öcü ilan etmiş
olup,onlar tarafından gelen tüm talep ve istemleri anti-demokratik yöntem ve biçimlerle ortadan
kaldırmaya çalışmıştır.Yok saymak ve tek tipleştirme politikası halen de sömürgeci devletin
temel politikasıdır.Bir çok noktada adımlar atılmış olmasına rağmen(ki bunda son Kürt
ayaklanmasının zorlayıcılığı temeldir)Kürdistan’ın tüm ekonomik değerlerinin varlığı ve
yönetimi ve de öte yandan siyasal yönetimi tümüyle Türk devletinindir.
Aynı şekilde;
TC işgal altında tutarak sömürgeleştirdiği Kıbrıs'ın kuzeyinde de Türkleştirme ve islamlaştırmaya yönelik devlet politikasına hızla devam etmektedir.

Sonuç olarak Kıbrıs'ın kuzeyi (ve Kürdistan),Türk işbirlikçi tekelci kapitalistlerinin ve onların
kolektifi olan TC devletinin sömürgesidir.

Sömürgenin sömürgesi olur mu?

Bu sıklıkla tartışıldı devrimci demokratlar ve komünistlerce.Hala üzerinde fikir birliğine
varılmış değildir.

Ama eldeki gerçek verilere bakılmaksızın sadece bildik alıntılar ile yapılan karikatürize edilmeye
çalışılarak sözüm ona Marksist literatüre de dayandırılmaya çalışılan değerlendirmeler Kıbrıs ve
Kürdistan sorununa kesinlikle ışık tutmamaktadır.

Kıbrıs ve Kürdistan realitesiyle çelişmektedir.Gerekçe şudur bu yüzeysel ve gerçekte anti-
marksist yaklaşımların :
Sömürgenin sömürgesi olmaz.Neden olmaz? Sorusuna yanıtları
yok.
Peki bu genel saptama Kıbrıs ve Kürdistan gerçeğini açıklamaya yetiyor mu? Hayır.

Portekiz ile Angola ilişkisine bakalım.

Portekiz kendisi yarı-sömürge iken Angola'yı sömürgeleştirmişti?
Yani Portekiz de ya da uluslar arası areneda olursa buna olabilir diyeceksiniz ama iş kendi topraklarınızda Kıbrıs'ta olan bir gerçeğin vurgusu ve tespitine gelince olmaz diyeceksiniz!!!
Sanırız ki,türk egemen sınıflarının bu anlamdaki dezonformasyonu bu ülkenin ve TDH devrimcilerinin kanına da işlemiştir.Bunun elbette kendilerince haklı nedenleri var.
Örneğin ''Kıbrıs'ın kuzeyinde bir devlet kuruldu ve Denktaş ile Mehmet Ali Talat KKTC
Cumhurbaşkanı,hükümetleri ve başbakanları var ve Türkiye onları tanıyor'' diyorlar. Ama yine
unuttukları bir şeyler var. İşgalci sömürge yönetiminin yerel alt idaresi olmayı kabul ettikleri,
kendileri olmaktan çıktıkları sürece oralara gelebiliyorlar. Kimlikleri tam anlamıyla kabul
edilmemiş türkçe konuşan bir Kıbrıs halkı var ortada.
Hala kaba bir biçimde alt-üst kimlik ile,Türk Ulusunun parçası tanımı ile durumu idare etmeye çalışan ve de aslen Kıbrıslı olma kimliğini inkarı demek olan dayatmayı amaç edinmiş bir siyasal anlayışın-faşist ırkçı bakışın egemenliği sürerken ve bu durum kısa-orta vadede değişme emareleri dahi göstermezken bu tür gerekçeler arkasına sığınmak mevcut durumu açıklamaya yetmez ve de yetmeyecektir.

Sonuç olarak Kıbrıs;
* 1955 öncesinde başlayan ve 1955'li yıllarda yoğunlaşan , EOKAile TMT'nin kurulması ve halkların birbirine boğazlatılmasına yönelik körüklenen şovenizm ile Türk ve Yunan milliyetçiliğinin hakim kılınmasına yönelik asimilasyon dalgası ile
*1974 15 Temmuzundaki Faşist Yunanlı subayların komutasındaki darbe ve 20 Temmuzda
başlayan İşgal harekatı ile uygulanan emperyalist proje sonucunda;

* emperyalistler ve sömürgeci devletlerce(İngiltere,ABD ve Türkiye,Yunanistan) yeniden
paylaşılmış ve sömürgeleştirilmiştir.

Sömürgenin sömürgesi olmaz tezi diyalektik ve tarihsel materyalist bakış açısına tamamen
yabancıdır.

Sömürge tanımı yukarda açıkken bunu iddia etmek , marksizmin bilimsel yanıyla bağdaşmaz.

Doğrusu egemenlerin genel söylemine de bu anlamda yakınlaşılmış olur.


f.12 EYLÜL'ün Sömürgeleştirilen Kıbrıs'ın Kuzeyindeki İfadesi ,TC'NİN ‘’KKTC” ilanı

(1) 12 Eylül darbecileri yürütme yetkisinin birkısmını sivil faşist hükümete devrederken ABD
emperyalistlerinin de onayı ile Sömürge Yönetimi olarak alt yönetimini oluşturan Kıbrıs'ın kuzeyindeki işbirlikçileri için TC'ye Kuzey Kıbrıs'ı da ekleyerek isimlendirdiği yönetimine 15 Kasım 1983'te “KKTC” ismini vermiştir.

KKTC ilanı sonrası Türkiye'deki 12 Eylül Anayasa'sının bir kopyası olan Sömürge
Yönetiminin anayasasını da taşıdığı nüfus dahil halka işbirlikçilerini de kullanarak onaylatmıştır.

“KKTC” İŞGALCİ Sömürgeci Kontrgerilla Cumhuriyeti TC'nin Kıbrıs'taki Örtüsüdür.
(2) İşgalci sömürgeci TC, Kıbrıs'ın kuzeyinde DOLAYLI sömürge yönetim biçimini kullanmakta ve bu yönetim biçiminde yerli önde gelen kişileri emrinde görevli olarak kullanmaktadır.
(a) Avrupa Sömürgeci Devletleri gibi TC de sömürgeleştirdiği Kıbrıs'ın kuzeyinde

Doğrudan yönetim yetkilerini sömürgedeki görevlisi Büyükelçisi ve ordu
komutanlarına kullandırmaktadır.

(b)Dolaylı Yönetim biçiminde ise,yerli siyasi önderlerden ,yüksek rütbeli sivil,polis
ve asker kişilerden yararlanmaktadır.

Çeşitli yönetici tiplerin sömürge yönetiminde görev almaları ile yerli halk bir ölçüde yerli görevlileri benimsemekte ve bu görevli yöneticiler TC devleti ve Ankara Hükümetlerine bağlılık gösterdiklerinden toplulukça da örnek alınmaktadırlar.

Yerli yöneticiler aracılığıyla sömürge yönetiminin daha olumlu sonuçlar aldığı,bu yönetim biçiminde daha az çaba gerektirdiği gibi,daha az para harcanmanmaktadır.

Dolaylı yönetim biçimi aynı zamanda sömürücü ülkeninin (TC) sömürge toplumun iç
sorunlarına olabildiğince direk muhatap olmaması nedeniyle oldukça yararını gördüğü yaşanan
gerçeklerle bir daha gözönüne serilmiştir.

Kıbrıs'ın kuzeyindeki işçi,emekçi halkın ve onun ileri unsurlarının yaşanılan ekonomik,sosyal,kültürel vb sorunlar karşısında ,demokratik haklarını kullanarak ortaya koydukları tepkileri karşısında, TC işgalci sömürge yönetimi, emrindeki siyasi yöneticiler ve silahlı,silahsız asker, polis,resmi ve sivil güçleri kullanarak, baskı,saldırı,tutuklama, şiddet vb yöntemeleriyle önlemeye çalışırken direk muhatap olmaması nedeniyle yukarıda da belirtildiği üzere kendi işgalci sömürgeci faşist yüzünü de perdelemektedir.

Türkiye'de 12 Eylül'le İthal İkameci Sanayileşme Modelinin yerine İhracata Dönük
Sanayileşme modelinin konulması demek olan 24 Ocak 1980 kararlarının uygulanması için
gereken ortam hazırlanırken, sömürgeleştirdiği Kıbrıs'ın kuzeyinde de buna uyum sağlama amacıyla engel oluşturabilecek her alana müdahale edilmiştir ve halen de buna devam edilmektedir.1986-87 yılında Sanayi Holdingin kapatılması ile başlatılan süreç bugün özelleştirme vb yasalar ile ileri boyut kazanmıştır.(Özelleştirme,taşeronlaştırma,sendikasızlaştırma,kazanılmış hakların gaspı vb.)

Sömürge Yönetimi ve Oluşumu;

*Kıbrıs'ın kuzeyindeki Sömürge Yönetimi TC MGK'sının Kıbrıs ayağı olan Koordinasyon
Kurulu denilen doğrudan yönetim yetkilerini elinde bulunduran organdan oluşmuştur.

Kıbrıs'ın kuzeyinde sömürgeci işgal yönetimini oluşturan KOORDİNASYON KURULU
(Türkiye'deki MGK'nın alt birimidir.) ÜST ve ALT KOORDİNASYON Kurullarıyla
egemenliği doğrudan elde tutmaktadır. Bu kurullardan ÜST KOORDİNASYON KURULU MGK kararlarına uygun kararları almakta ve ALT KOORDİNASYON KURULU ise alınan
kararların '' dolaylı yönetim araçları-alt yönetim, hükümet'' tarafından uygulanmasını takip etmektedir .Kısaca yürütmeden sorumludur.
Koordinasyon Kurulu üyeleri;
Üst Koordinasyon kurulu üyeleri olan TC Lefkoşa Büyükelçisi,Kıbrıs'ın kuzeyin iişgal altında
tutan kolordunun 6 generali (Korgeneral,3 tümgeneral ve 2 tuğgeneral) ve alt koordinasyon
üyeleri ile yerel idarecilerden “cumhurbaşkanı”ile “başbakanı”'ın katılımıyla olağan toplantıları ayda bir kez cumhurbaşkanlığında veya TC elçiliğinde;

ve ona bağlı ;

Alt Koordinasyon kurulu üyeleri ise;
TC Lefkoşa büyükelçiliği müsteşarı,Özel Kuvvetler Komutanlığına Bağlı Sivil Savunma Teşkilat Başkanı TSK'dan bir kurmay albay, TSK'ya bağlı Özel İstihbarat Başkanı (legal ismi olan Sivil İşler ve Halkla İlişkiler Başakanlığı ) bir kurmay albay, yerel idarenin “cumhurbaşkanı müsteşarı “ nın katılımı ile 15 günde bir toplanarak alınan kararların yerel idare tarafından uygulanmasını takip etmekte ve esas yürütme organı olarak çalışmaktadır.

*Yerel İdarenin “ parlamanto=meclis” dedikleri yer ise, TC
devletinden (MGK) Koordinasyon kuruluna ve koordinasyon kurulundan alt koordinasyona ve ondan sonra başbakanlık üzerinden gelen yasa tasarılarını “yasalaştırarak” SÖMÜRGECİLERİN VE İŞGALİN perdelendiği yerdir. Perdeler ise yerli işbirlikçi siyasilerdir.

*Dolayısıyle bu koşullarda Sömürge Yönetiminin Dolaylı Yönetimde kullandığı yerel yöneticiler için yapılan ve demokrafik yapının da değiştirildiği bir ortamda kurgulanmış ( demokrafik yapıya bağlı seçmen yapısının da sömürgecinin lehine değişmiş olmasına rağmen Dolaylı yönetim biçiminde araç olarak kullanılan “meclisteki” çoğunluk buna uygun olarak değiştirilmemekte ve yerli işbirlikçilerin çoğunlukta kalmaları için denge sağlanmaktadır) olan Sömürgecinin seçimlerine katılarak değil katılmayarak onun egemenliğine karşı mücadele edilerek ve perdelenmiş yüzünü de BOYKOT taktiği ile ve seçim süreçlerinde daha da yoğun ajitasyon propaganda yürütülerek açığa çıkarılabilir. Konu ile ilgili kaynak değerlendirmeler EK-A-1-2' dedir.

g.Kıbrıs Sorunu , BOP ve Görüşmeler
Ülkemizin coğrafik yapısı ve bulunduğu coğrafya dikkate alındığı zaman (Ülkemizin biryandan
yeraltı,yerüstü zenginlikleri ve öte yandan esas olarak emperyalistlerin
gözündeki stratejik değeri nedeniyle) Ortadoğu ve Akdenizde egemenlik kurmak
isteyen emperyalist kapitalist devletlerin Büyük Ortadoğu Projesi ve benzeri projelerini
( emperyalist projelerden biri de Avrupa Birliği'dir) gerçekleştirmek için stratejik öneme sahip
ülkemizi egemenlikleri altında tutmak,kaybetmemek veya elde etmek için paylaşım savaşlarını,
kavgalarını sürdürmektedirler. Amaçlarına ulaşmak için de her yolu mübah saymaktadırlar.
Bir yanda Emperyalist İngiltere,Bölgede güç olmak isteyen ABD emperyalistlerinin işbirlikçisi
ve onu desteğinde AB'ye girmeye çalışan Türkiye ve işgalindeki bölge ve AB'nin içindeki
Yunanistan'la onun işgalindeki bölge;
Diğer yanda birbirine kırdırılan düşmanlaştırılan ezilen Kıbrıs Halkları ve egemen ülkelerin
halklarıyla, ortadoğu halkları.
Kıbrıs sorununu çözülmesini emperyalist kapitalist ülkelerin insafına bırakıyoruz. Sorunun
kaynağı emperyalistler kapitalistler olduğunu,onların egemenliklerini sürdürmek ve ülke
üzerindeki paylaşımlarını garantiye almak yada yeni haklar elde etme üzerine kurulu projelerinin
bir parçası olarak önce böldükleri ada ve halklarını şimdi sözde birleştirme adına toplumlararası
görüşmeleri destekliyor ve de önerileriyle de 'yardımcı' oluyorlar.
Görüşmelerle ilgili komitelerin hiçbirinde ülkenin bağımsızlığı için emperyalist,sömürgeci
ilişkilerden kurtulma yönünde irade ve öneri dahi olmadığı;
Halkları şovenizmden arındıracak ve kardeşleştirecek somut irade ve çalışmaların olmadığı;
Ülke içindeki insan haklarını ve canlarını hedef almış, hedef alan her tür uygulama ve
örgütlenmeyi hedef alan bir irade ve çalışmanın olmadığı;
Tam tersine mevcut emperyalist sömürge ilişkilerini sağlama alan ve yeni emperyalist proje AB'ın da çıkarlarını düzenlemeye çalışan bir görüşme sürecinden herkes payına birşeyler koparmaya
çalışıyor.
Emperyalistler ve onların işbirlikçilerinin çıkarlarının dengesi sağlanırsa bir anlaşma
olur,ama yeniden bir paylaşım kavgasının başlamasına kadar süren bir anlaşma.
Böyle bir anlaşma da Burjuvazinin anlaşması olur,barışı olur.Ama ezilenlerin,halkların
anlaşması ve barışı olmaz.
Peki böyle bir durumda Kıbrıs Halklarının gücü yetmiyor diye emperyalistlerin desteğinde
yapılan görüşmelerin tarafı mı olmamız gerekir?
Hayır.
(Kaynak değerlendirmeler
EK-B-1-2-3-4-5'dedir.)

2.Kurtulmanın nasıl bir programla mümkün olduğu
a.Kıbrıs'ta kapitalizmin gelişmesi kendi iç dinamikleriyle olmamıştır .Osmanlı sömürgeciliğinin Kıbrıs'taki feodal yapıda sürdüğünü ,sömürgeciliğinin sonunda kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmeye başladığı ancak hakim olanın feodal sistem olduğu bilinmektedir.
İngiliz sömürge döneminde özellikle 1940'lı yıllarda köy kooperatiflerinin oluşturularak feodalizmin ülke genelinde çözülmesi hızlandırılmış ve 1960'lı yıllarda sözde bağımsız KC döneminden sonra da günümüze(1974 bölünmesi ile ekonomiler sömürgeci devletlerdeki kapitalizme göre şekillenmiştir)kadar küçük kalıntılarıyla feodalizm yerini kapitalist üretim ilişkilerine bırakmıştır.
Bugün tarım alanlarında da kapitalist üretim ilişkileri egemen olup feodal köylü toplum da hemen hemen çözülmüş ve birkısmı kapitalist üretim ilişkilerine uygun köylü sınıfını oluştururken büyük çoğunluğu da işçi sınıfına ( tarım işçileri de olmak üzere) katılmıştır. Kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden kendini ürettiği günümüzde mavi /beyaz yakalı (küçük burjuva sınıf) arasındaki ayırım ve farklılıklar hergeçen gün ortadan kalkmakta ve küçük bir azınlık olan sömürücü sınıf (kendi içerisinde farklı tabakalar oluşturmakta) dışındakiler işçi sınıfı (kendi içerisinde farklı tabakalar oluşturmaktadır) saflarına katılmaktadırlar.

Kapitalizme karşı Sosyalist Devrime ve Emperyalistlerden, işgalci sömürgecilerden kurtuluşu sağlayacak Bağımsızlık, Özgürlük mücadelesine de önderlik yapacak olan sınıf işçi sınıfıdır . Neden İşçi sınıfı diyoruz? Çünkü mevcut kapitalist üretim ilişkileri içerisinde en devrimci sınıf işçi sınıfıdır. Kıbrıs'ta sınıf mücadelesi içerinde işbirlikçi egemen burjuvazi dışındaki ara sınıfların İŞÇİ SINIFININ müttefiki olarak yeralmaları için ÖNDER ÖRGÜTÜN önünde bir CEPHE politikası olmalıdır.

Ülkenin İŞGAL altında SÖMÜRGELEŞTİRİLDİĞİ (Yunanistan,TC,İngiltere tarafından) gerçeği sınıf mücadelesinin önüne geçmemektedir. Emperyalist kapitalist sistemin küreselleşmesi ile birlikte ülkelerdeki yerel sermaye de uluslararası sermaye ile içiçe geçmiştir. Kapitalizmin eşitsiz gelişimi nedeniyle burjuva sınıfın kendi içerisindeki çelişkilerin varlığı onları işgalci sömürgeci devletlerin sermayeleri ile içiçe geçmiş olmasına ve işbirlikçi olmalarına engel olmamaktadır.

Kıbrıs'ta da yerli sermaye emperyalist ,sömürgeci devletlerin sermayeleriyle içiçe geçmiş ve sömürgeci devletlerin sermayeleriyle birlikte ülkenin heryanını işgal etmişler ve halkları ezerlerken, sömürülerini katmerleştirerek sürdürmektedirler. Tüm bunları yaparlarken halkları birbirine kırdırmak,emeği ile geçinen işçi emekçi sınıfı bölmek , düşmanlaştırmak ve sömürülerini daha da artırmak için ucuz işgücü kaynağı olarak karşılarına farklı etnik kimliğe sahip işçi ve emekçileri dikebilmektedirler. TC kuzeydeki semayesine ve işbirlikçilerine Anadolu işçi sınıfının sınıf bilincinden uzak en geri unsurlarını ve pakistan, türkmenistan vb. ülkelerden işçileri , güneyde tükçe konuşan Kıbrıslı, yunanistan,uzakdoğu vb ülkelerden işçileri,İngilizlerse başta rumca,türkçe konuşan Kıbrıslı işçileri sömürü aracı olarak kullanmaktadırlar.

Kısaca ülkemizde işgal ve sömürgeciliğe karşı bir milli burjuvazi yok denecek kadar azınlıktadır. Sömürgecilerin işbirlikçileri burjuva sınıfın bağımsızlık,özgürlük mücadelesi olan anti sömürgeci,anti emperyalist kurtuluş savaşına öncülük edecek devrimciliği olamaz.

Günümüzde kapitalizmin olumlu yönde değiştiğinden ve buna bağlı olarak da işçi sınıfının değiştiğinden artık kaybedecek çok şeyi olduğundan , barbarlık düzeni olan kapitalizmden kurtuluşun önderi olacak en devrimci sınıfın artık işçi sınıfı olmadığı ileri sürülmektedir.
Evet günümüzde kapitalizmin özü değişmeden biçimsel değişikliğe uğradığı gibi işçi sınıfının da değiştiğinden sözedebiliriz .Ama bu değişikliğin de özde değil biçimsel olduğunu görüyoruz. Bu özde değil biçimde değişikliklerin işçi sınıfının günümüzdeki en devrimci sınıf olduğu gerçeğini ortadan kaldırmadığını ve kaldıramayacağını vurgulamak zorundayız.Çağımızda en devrimci sınıf İŞÇİ SINIFIDIR ve bu sınıfsız topluma kadar sürecek.

Bu tesbitler ışığında Kıbrıs'ta temel çelişki ile başçelişkinin içiçe geçtiği ve bu çelişkilerin çözmünü gerçekleştirecekve önderlik edecek en devrimci sınıfın da yine işçi sınıfı olduğu açık bir gerçektir..

Ülkenin emperyalistlerin ,sömürgecilerin İŞGALİNDEN ve onlara bağımlılık ilişkisinden kurtaracak olan BAĞIMSIZLIK mücadelesi,ezilen halkların ÖZGÜRLÜK mücadelesi ile emek-sermaye çelişkisini çözecek olan İŞÇİ SINIFI öncülüğünde emekçilerin ve halkların (emperyalist, işgalci sömürgeci sermaye ile içiçe geçmiş işbirlikçi burjuvazi dışındakiler) oluşturacağı BAĞIMSIZLIK CEPHESİ'nin DEVRİM KONSEYİ önderliğinde devrimle (sömürgecinin perdelendiği meclise seçilerek değil, mücadelenin yükseltilmesi ve koşulların uygun olduğu zamanda ayaklanma sonucunda) kuracağı Kıbrıs BAĞIMSIZLIK CEPHESİ Hükümeti ile kesintisiz SOSYALİST DEVRİM mücadelesinden geçer.

b.(1) Kıbrıs derken Kıbrıs'ın şu andaki güneyi(yunanistanın işgalinde-AB emperyalist birliğinin üyesi ) , kuzeyi (türkiyenin işgalinde,Türkiyenin sömürgesi ) ve Dikelya,2.5MİL ve Ağrotur İngiliz işgalindeki üsler bölgesi de dahil olacak şekilde anlaşılmalıdır.

(
2)Bu işgal ve sömürge ilişkilerinin gerisinde ABD,AB,İngiliz emperyalistlerinin kontrolu ve çıkarlarının yattığı;

(
3)Güneyde Yunanistanın işgaline ve Dikelya,2.5 Mil ve Ağrotur bölgelerideki İngiliz işgal ve sömürgeciliğine ,Kuzeyde TC İşgal ve sömürgeciliğine karşı mücadele ederken, bu mücadelelerin aynı zamanda onların arkalarındaki diğer emperyalistlere karşı verilmekte olduğu;

(
4)Kıbrıs'ın Bağımsızlığı,Özgürlüğü Kıbrıs Halklarının Kardeşliği ve dayanışmasından geçer derken güney ve kuzey coğrafyası üzerindeki halkların (türkçe,rumca,ermenice, maronice,latince konuşan kıbrıs halkları....) ortak özgür iradeleriyle verecekleri mücadele sonucu sağlanacak ve birleştirilecektir.Böylesi bir mücadelenin öznesi olan Kıbrıs Halkları (yukarıdaki tanım) Kıbrıs'a (güneye,kuzeye ve Üsler Bölgesine) irademiz dışında taşınmış nüfuslarla ilgili kararlar verecektir. Buna türkçe konuşan halkın yalnız başına karar verme hakkı olmadığı gibi diğer halkların da hakları olmadığı; Kıbrıs Halklarının kardeşliği,birliği ve dayanışmasını ancak birlikte karar alma, birlikte mücadele etme süreçleri ile Ortak örgütlenmeler sonucunda sağlanacağı ;

(
5)Bağımsızlık için verilecek mücadelenin aynı anda ve aynı şekilde olamayacağı, ama her parça (kuzey ve güney) kendi içinde yaşadığı öznel koşulları dikkate alarak mücedele yürütürken bütünü gözden kaçırmadan diğer parçası ile işbirliği halinde mücadelelerinin birleştirilmesini,ortaklaşmasını önüne acil görev olarak koymalıdır.Birbirinden kopuk ve bütünü tamamlayan mücadeleler hedefe varmayı öteleyecektir.

(6)
İşte bu noktalardan hareketle;

Kıbrıs'ta kuzeyde,güneyde ,Üsler bölgelerine Kıbrıs Halklarının iradesi dışında, Kıbrıslıların demokrafik işgalini de sağlayan taşınmış ve işgalci güçlerce seçme seçilme hakkı da verilen nüfusun genelinin ezen uluslara (Türk,Yunan,İngiliz) mensup oldukları;
Kıbrıslılardan önce onların(ezen ulus halklarının emekçi ve işçilerinin bu işgallere karşı çıkmaları gerektiğini ezen ulus devrimcilerinin savunması ve bunu da herhangi bir beklenti içerisine girmeden ENTERNASYONALİZM gereği yapmaları gerektiğini hatırlatmalıyız.
Buraya taşınmış veya işgalin güvencesinde kendi ülkelerinin parçası olarak gördükleri ülkemizin kuzeyine gelenler, buraya GÖÇMEN olarak gelmiş değillerdir.
( 12 Ağustos 1949 tarihli Savaş Zamanı Sivil Halkın Korunması Hakkında Cenevre Konvansiyonu’nun 49. Maddesinde işgal edilmiş bölgelerdeki nüfusun taşınması ve demografik yapının değiştirilmesine yasaklanmıştı:
Korunmuş kimselerin işgalci güç tarafından işgal edilmiş bölgeden başka bir bölgeye, işgal edilmiş ülkeden başka bir ülkeye bireysel veya kitle halinde zoraki taşınmaları, kovulmaları, her hal ve karda ve şartta, hangi durumda olursa olsun yasaklanmıştır.(…) İşgalci güç, işgal etmiş olduğu bölgeye kendi sivil nüfusunu taşıyamaz”

TC devleti ve hükümetleri Cenevre Konvansiyonuna aykırı, 1974 yılında, savaş sonrası işgal ettiği bölgeye kitlesel nüfus taşımıştır, taşımaya ve/veya taşınmasına göz yummaya, bu süreci teşvik etmeye de devam etmektedir. Bunun yanında yüz binlerce Kıbrıslı 1974 yılındaki savaş sırasında yerlerinden edilmiş, bıraktıkları taşınır ve taşınmaz malları yağmalanmış, savaş ganimeti olarak taşınmış ve işgalci güçlere ve güneyden kuzeye göçertilenlere dağıtılmıştır.)

Ve bu taşınmışlardan veya gelenlerden, Kıbrıs'ın Bağımsızlığı,Özgürleşmesi ve Sosyalizmin kurulması için mücadele edecek olanlar öncelikle kendi egemen uluslarının şovenizmine ve işgal ile sömürgeciliklerine karşı mücadele etmiş olacaklardır.Bu taşınmış ve gelen insanların özellikle kuzeyde işgal ve sömürge koşullarında bu tür irade kullanabileceklerini düşünmek, kuzeyin ayrı ülke ve devlet olduğu yanılsamasıdır.

TC 'nin, kuzeyi askeri işgal ve sömürgeleştirmesiyle paralellik arzeden demokrafik işgaline karşı,taşınmış veya gelenler arasında ''KKTC vatandaşı olmalarına rağmen'' pratikte karşı gelen ileri ve çoğu zaman da sadeceTC'deki rejime muhalif insanları bile kollarından tuttuğu gibi Türkiye'ye geri götürmesi , kuzeydeki egemenliğin TC Sömürge Yönetiminde olduğunu açıkça göstermektedir.


c.Kısaca özetlersek;

Sınıfın Komünist devrimci partisinin / partinin olmadığı günümüzde parti öncesi Komünist örgütlerin/ grubları/kişilerin önünde;
(1)Asgari program
(2)Azami programı
    sınıfsız topluma kadar sürdürülecek mücadelenin strateji ve taktikleri olmalıdır.
(1)Asgari program
Kıbrıs'ın yukarıda belirtilmiş emperyalist, işgalci sömürgecilerden ve işbirlikçi burjuvalarının egemenliğinden kurtuluşunu sağlamaktır. Bunun için;
(a). Kıbrıs'ta öncelikli olarak bu işgalci sömürgecilere ve emperyalistlerin tümüne karşı Anti emperyalist,anti işgal,anti sömürgeci anti faşist bir cephe olan Kıbrıs Bağımsızlık Cephesi'nin Devrim Konseyi önderliğinde mücadele etmesi
(b).Cephenin türkçe,rumca,ermenice,latince,maronice konuşan Kıbrıs Halklarının ortak,birlikte mücadele edecekleri bir cephe olması,
(c).Ülkenin Bağımsızlığının ve birleştirilmesinin emperyalistlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin yapacakları görüşmelerle sağlanamayağı ,sorunu yaratanların ezilen halkları özgürleştirecek çözüm yapmayacakları, ezilen halklarımızın Devrim Konseyi önderliğinde mücadeleleri ve ayaklanmaları sonucunda Kıbrıs Bağımsızlık Cephesi Hükümeti'nin kurulması ile sağlanabileceği,
ULUSLARIN KENDİ KADERLERİNİ TAYİN HAKKI VE
PROLETARYANIN TUTUMU ÜZERİNE kaynak değerlendirme ve yazılar EK-C dedir.

(2)Azami programı
    Azami program ise kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldıracak ve yerine sosyalist üretim ilişkilerinin kanacağı ve sınıfsız topluma kadar sürdürülecek Sosyalist Devrim mücadelesinin strateji ve taktikleri olacaktır..

Önder örgüt ve onun programının oluşturulması yukarıda genel olarak sözedilen konulardaki ideolojik birliğin sağlanması süreci ile et ve kemiğe bürünebilecektir.
Yoksa ortaklaşılan bir program olmadan nasıl bir örgütlenme olabilir ki?
Bu Parti örgütlenmesi öncesi komünist devrimci demokratik örgütlenmeler olmasın ,olamaz anlamında anlaşılmasın.
Ama parti dışında örgütlenmelerde dahi farklı yaklaşımlardaki yoldaşların biraraya gelmesi herhalukarda ortak hedefler belirlenerek yapılması gerekmektedir.




3. Bu program çerçevesinde nasıl bir örgütlenme oluşturulmalı

a.Acil olan komünist devrimci PARTİ ve onun önderliğidir. (Kaynak değerlendirme EK-D-1'dedir.)Burada sırf acildir diye bir örgüt/parti kurmak değildir vurgulanmak istenen. Parti sınıfa önderlik edecek ML donanıma sahip , stratejisini programı ile ortaya koymuş ve taktiklerini stratejisine uygun olarak geliştirme başarısını gösterecek kadroların sınıfın en ileri unsurlarıyla birarada oluşmasına bağlıdır. Yoksa şu an varolan parti öncesi komünist kişi/grub/örgütlenmelerin sınıfın örgütü ve sınıf mücadelesine önderlik edebilmeleri sözkonusu değildir.Elbette bu önderlik sınıfın mücadelesi içerisinde teori ve pratiğin birleştirlmesi ile oluşacaktır. Yani önce örgüt sonra mücadele diye bir yaklaşım olamaz.Ama mücadele içerisinde de kendiliğinden bir önder örgüt çıkacağı hayaldir. Kendiliğinden mücadeleyi sınıf mücadelesine dönüştürecek siyasi önderliğin görevi ülke (tüm Kıbrıs) genelinde ve özelde parçaların durumunun doğru tesbiti, bu tesbitler üzerine program yapılması , programın gerçekleştirilebilmesi için mücadele amaç ve araçlarının belirlenmesidir.Yani bu bir süreçtir.Süreçin kısa yada uzunluğu ML bilinçle ülke koşullarına uygun mücadele içerisinde oluşacak komünist devrimci kadroların, sınıfın kendiliğinden gelişen mücadelesini kendi için sınıf olma bilincine dönüştürülmesinde göstereceği başarı ancak önder örgütün oluşturulması sürecinde siyasi iradelerini ortaya koymaları ile olacaktır.

Kıbrıs proletaryasının ikinci önemli yapması gereken ise, başından itibaren Enternasyonal bir
nitelikle, egemen sınıflarının bağımlı olduğu ülke egemen sınıflarına karşı mücadele yürüten
komünist devrimciler ile proletaryası ile birlikte,ortak mücadele yürütmesidir. Zira Türk ve
Yunan egemenleri bütün olarak ortadan kaldırılmadıkça, Kıbrıs’ın bağımsızlaşması,özgürleşmesi,devrimin başarılı olması oldukça zor görünüyor. İmkansız değil
ama oldukça zor. Zira bölge ve dünya egemenleri açısından Kıbrıs’ın önemi tartışılmaz.
Bu bakımdan Kıbrıs proletaryası ve komünist devrimcileri, Türk ve Yunan komünist
devrimcileri ile ortak örgütlenme ve mücadele çerçevesi çizme noktasında olmalıdırlar.
Türkiye ve Yunanistan devrimleri, Kıbrıs devrimi demektir.

Bu bağlamda enternasyonal devrimci dayanışmanın ötesine geçen bir ortak çeper örgütü
zorunluluktur. Kıbrıs proletaryası ile egemen ulusların proletaryası , ortak düşmana,kapitalist
egemenliğe karşı ortak,birlikte mücadele vermek zorundadırlar.
Bu Kıbrıs ve egemen uluslar proletaryasının ayrı örgütlenmesini dışlayan değil, önünü de açan
bir nitelikte olmalıdır.
Başlangıçta söylediğimiz çelişki gibi dursa da, diyalektik bütünlük içinde kavrandığında özgül sorunlarda ayrı, genel sorunlarda birlikte olan bir seksiyon örgütlenmesi şarttır.
Yani bir yandan Kıbrıs proletaryasının özgül sorunları,açık işgal,faşist düzen,sömürgeci
talan,emperyalist baskı uğruna mücadele ederken; diğer yandan bunun ötesinde egemen ulus
proletaryası ile ortak düşmanın ortadan kaldırılması mücadelesi temel alınmak durumundadır.
Bu tamı tamına , bir yandan yerel özerk bir örgüt ve teşkilatı zorunlu kılarken; diğer yandan
birlikte,ortak düşmana vuran güç birliğinin üst organını var etmeye, yaşatmaya , büyütmeye de
hizmet etmektedir,edecektir.Bu adanın her iki yanındaki halklar açısından da geçerlidir.

Bugüne kadar egemen ulustan komünist devrimcilerin teorik-ideolojik-politik destek ve
dayanışması dışında pekte özel bir yaklaşım görmeyen Ada proleterleri ve komünist
devrimcileri açısından söylediklerimiz lafızda pek bir değer ifade etmiyor gibi durabilir.
Ve fakat Kıbrıs’ın bağımsızlığı,özgürlüğü,birliği ve kapitalizmden arınmış bir mücadelesi ve
sonucunun başka bir yolu yoktur. Ada halklarının özgürleşmesi, egemen ulus ezilenlerinin
özgürleşmesi; egemen ulus ezilenlerinin özgürleşmesi ise Ada halklarının özgürleşmesi anlamına
gelmektedir. Bu iç içe geçmiş ve kaderleri birleşmiş olan halkların başka çıkar yolları yoktur.


b.Örgütlenmede sözkonusu olan proletaryanın bağımsız sınıf partisi, duruşu ve söz konusu demokratik mücadeleye liderlik etmesi sorunudur da aynı zamanda.Bizim açımızdan temel olan proletarya ve onun komünist devrimci mücadelesidir. Bu merkez etrafında soruna yaklaşmamız, diyalektik materyalist bakış açımızla dış dünyaya bakmamız kadar olağan bir durum yoktur ve de olamaz da.
Elbette sorunlara, demokratik mücadele alanlarına proletaryanın ve onun komünist devrimci
çıkarları doğrultusunda bakıyoruz, bakmaya da devam edeceğiz.
Ve de demokratik mücadele alanlarına liderlik etmek gibi orta-uzun vadede bir misyonumuz da vardır, olmalıdır.
Sorunun stratejik-taktik boyutlarını doğruca yerli yerine koymak lazımdır. Bizim için proletarya
ve çıkarları stratejik iken; demokratik mücadele araçları-alanları ise taktiktir. Ve de nihai olarak
demokrasi mücadelesi ile proletarya diktatörlüğü uğruna mücadeleyi içiçe ve aynı gördüğümüzü
de belirtmek dileriz.Zira son demokratik devlet olacak proletaryanın devrimci diktatörlüğü, en
geniş olanakları sunmak ve devletsizleşmeye doğru demokrasizleşmeyi de getirecektir.
Biz kendi adımıza hiç bir zaman Cephesel Örgütlenmeler dahil, eylem birlikleri başta olmak
üzere hiç bir araç ve biçime karşı çıkmadığımız gibi sonuna kadar savunucusu
olduk.İşgalci sömürgeci Faşizme karşı demokrasi mücadelesinin genişliği de bunu gerektirir
zaten. Bu bağlamda demokratik talep ve istemleri olan her toplumsal kesim ile sıkı ilişkiler
kurulması, onlarla Eylem Birliklerinden başlayarak Demokratik Cephelerin oluşturulmasını her koşulda savunduk.

Ama bu genel ilke ile eleştiri özgürlüğümüzün sınırlanmasını asla doğru bulmuyoruz,
bulamayız. Zira sınıfın komünist devrimci ilke-değerleri ve bağımsız sınıf mücadelesinin genel
çıkarları bunu gerektirir.
Bu düzeltmeyi yapmamız sanırız sorunun kendisini açımlamaya yeterlidir. Zira herhangi bir
küçük burjuva devrimci örgütü eleştirmemiz demek, onunla birlikte-ortak zeminli mücadelemizi
engellemez, engellememelidir. Konu ile ilgili kaynak değerlendirme yazısı EK-D-2'dedir.

Ama karşımızdaki örgütün bu noktadaki hazımsızlığı, eleştiriye karşı yaklaşımı oldukça
önemlidir. Zira Cephe dahil her türden Eylem Birliklerinin en temel ilkesi şudur demokratik
çerçevede:
Eylemde Birlik, Eleştiri-önerilerde özerklik, özgürlük. Bu temel demokratik ilkeyi savunan,
yaşatan her hareket bu kapsam içindedir.
Bu basit bir burjuva demokratik ilkedir. Komünist devrimci bir ilke değildir. Ama öyle bir
temel ilkedir ki; her sınıfın bağımsız stratejik duruşunu korumasına, bağımsız konumlanışını
korur.
İşin teorik özü yukarıda çizdiğimiz çerçevedir ve sorunun özü bunu yaşama geçirmektir. Yaşam içinde zaten geçici birlikteliklerin yaşatılması uğruna taktiksel olarak esneklik olmalıdır, olacaktır.
Esas olarak duruşu bozmadıktan gayrı her türlü esneklik proletaryanın-emekçilerin halkların çıkarları gözetilerek gösterilebilir. Ama gözden kaçırmamak lazımdır ki bunu belirleyen genel
çıkarlardır.
Ülkemiz gerçeği evet bu noktada oldukça olumsuz örneklerle doludur. Bizim de bu anlamda
çekincelerimize bir nebze bu geçmiş yol vermektedir. Ama gerek teorik, gerekse de pratik
olarak bu tarz örgütlenme, pratiğe karşı durmadığımız gibi, tam tersine öncülük etmek gereğine işaret ettik her daim. Etmeliyiz de.
Eleştiri zaten eylem esnasında değil; tam tersine eylemin bittiği andan itibaren başlar ki olumsuz deneyimler bu noktada nelerin yapılmaması gereğini somut gerçeklerle göstermiştir herkese.
Nelerin yapılmaması gerektiğini bilenler; nelerin yapılması gerektiğini de az çok biliyorlardır
zaten.
Sorun "deveye hendek atlatmaksa" onu da komünistler sınıf savaşı içinde gösterecekler,
öğreteceklerdir. Sorun iyi niyetlice her olguya doğru bir biçimde yaklaşmak ve doğru ele alıp
pratik yaşamın değişimine öncülük etmektir.

KIBRIS HALKLARININ BAĞIMSIZLIK,ÖZGÜRLÜK ,DEVRİM VE SOSYALİZM CEPHESİ bu temelde örülmeli ve BAĞIMSIZLIK,ÖZGÜRLÜK ,DEVRİM VE SOSYALİZM MÜCADELESİ
YÜKSELTİLMELİDİR.
KURTULUŞ EMPERYALİST ABD,AB,İNGİLTERE VE SÖMÜRGECİ YUNANİSTAN
İLE TÜRKİYE’de DEĞİL,KIBRIS HALKLARININ ELLERİNDEDİR.


4.Bu örgütlenmenin eylem planı.

a.Kıbrıs sorunu ; kangrene dönüşeli ve egemen sınıflarınca ve bağımlı-köle olduklarınca oldukça
uzun yıllar oldu.
Kıbrıs’a halkların kardeşliği,özgür,gönüllü birliğini esas alacak tek çözümün ancak ve sadece
sosyalizmle olacağı her geçtiğimiz gün ile daha açık bir biçimde kendini ortaya koymaktadır.
Zira Kıbrıs sorunu sadece Adanın kendi sorunu değil; tam tersine emperyalist kapitalist
merkezler ABD, İngiltere, AB’nin tümü ile onların uşakları olan Yunanistan ve Türkiye’nin ,
dolaylı olarak Kürt ve Filistin sorunlarında olduğu gibi Ortadoğu ve bütün olarak dünyanın
sorunudur.
Keşke Adadakilerin özgür iradesi ve kaderlerini tayin çerçevesinde bir referandum olabilse de;
gerçekler açığa çıkabilse. Göstermelik referandumlar, sadece ve sadece halkları, her iki
kesimden proleter ve emekçileri uyutmak amacıyla, umutlarını bitirmek amaçlı yapılmakta ve de
onlara biçilen misyon , çalışmalarının esasını da ayrılık fikri üzerine,şovenist,ırkçı,faşist ön
yargılar üzerine kurmaktadırlar.Doğal olarak , her iki kesimden emekçiler ile proleterler
birbirilerinden uzak kılınmak için ellerinde geleni ardına koymamaktadırlar egemenler ve ağa
babaları.
Peki ne ve niçin , nasıl yapılmalıdır ?
Her iki kesimden egemenlerin bu sorunu çözme niyetleri, amaçları yoktur. Onların halkların bir araya gelmesi ve birlikte ortak düşmana karşı mücadele etmesini istemedikleri, iktidarlarını ancak bu geliştirdikleri düşmanlık üzerine kurdukları açıktır. Diğer yandan bu uşak iktidarların kendilerince ekonomik, siyasal,sosyal,kültürel sömürgecileri de buna izin vermezler.
Yine emperyalist merkezler. Bunları neden altını çizerek vurgulama gereği duyduk.
Nedeni kesinlikle şudur : Düşmanınızın stratejik ve taktik tüm girişimlerini bilmek ve kendi
bağımsız stratejiniz,taktiğinize tam tersini eklemlemek ve doğru bir plan çerçevesi çizmek
açısından.
Evet , birinci noktası Kıbrıs halklarının sömürgecilik ve emperyalizme karşı mücadelesinin
ortaklaştırılması elzemdir. Yani, anti-emperyalist ve anti-sömürgeci mücadele proğramın baş
ilkelerindendir. Tutarlı bir anti-sömürgeci,anti emperyalist çizginin yanı sıra ve onun zaten
kaynağı olan anti-kapitalist bir temel çerçeve Kıbrıs emekçileri,proleterlerinin kurtuluş
reçetesinin temelidir. Bu temel üzerine yükselen, anti-sömürgeci ve anti emperyalist çerçeveyi
tamamlayan ve aşan, ardından özellikle Kuzey’de Türk faşist diktatörlüğünün açık işgal ve
faşist rejimini hedef alan anti-faşist bir içerikle beslenmesi kesin olarak zorunludur.
Halkların eşit-özgür,adil,gönüllü,ilkeli birliklerini yaratmanın yolu, işte yukarıda saydıklarımız
üzere temel olarak anti-kapitalist bir içeriğe sahip olmaktan geçmektedir.Zira anti-kapitalizm ,
diğer tüm anti içerikleri kapsamaktadır.
Yapılması gereken ilk şey bu çerçevenin çizilip belirlenmesi ve bu çerçeve içindeki yapıların bir
aradalığının sağlanmasıdır.Bu halkların kardeşliği ve emek birliği için
vazgeçilmezdir.Sermayenin dini,dili,ırkı,mezhebinin olmadığından hareketler, yıllardır
düşmanlaştırılmaya çalışılan iki halkın temel birleşme noktasıdır burası.
Anti-sömürgeci,anti-emperyalist,anti-faşist cepheyi içine alan , her iki halkın özgün iradesini
ortaya koyan Cephe örgütlenmesi ve bunun her iki ayağından
komünistler,devrimciler,ilericiler,demokratlar ise bu Cephenin ayakları olmak durumundadırlar.
Bu Cephenin liderleri ise, asgari olarak anti-emperyalist,anti-faşist,anti-sömürgeci olmak
zorundadırlar.Cephenin ilk ve temel koşulu bu olmakla birlikte, komünist devrimcilerin
liderliğinde anti-kapitalist bir içeriğe kavuşturulmak zorundadır.

Kıbrıs proletaryasının ikinci önemli yapması gereken ise örgütlenme (3a) başlığı altında belirtilmiştir.
Yani ne ve niçin yapılmalı ile nasıl yapmalı sorusuna gelebildik.
Yani özelde iki önemli sorunun altını çizdik.
Bir yandan enternasyonal devrimci bir mücadele ile ortak örgütlenmenin gerekliliği;
diğer yandan da Ada halkının , Ada her iki kesiminin proletaryası ile ezilenlerinin Cephesel
örgütlenmesi.
Bu ikili görev, birlikte ve aynı anda Ada proletaryasının ve Ada ezilenlerinin ortak bir paydada buluşmasını zorunlu kılmaktadır.
Ve de aynı zamanda yine her iki kesim proleterlerinin ortak bir devrimci yapısını da zorunlu
kılmaktadır.
Ada halkı ve proleterleri açısından, yaşam standartları bile farklıdır her iki kesimin. Bu farklılık ve özgünlükler farklı düzlemlerde ele alınıp aynı örgütsel çerçevede eritilmek zorundadır.
Nasıl yapılmalı ?
Ada halkının en önemli sorunu ve birlikte,ortak yaşamının engeli olan ortak düşmanların tespiti ve ona karşı mücadelesi.
Adada her iki kesimin açık işgal ve sömürgeci baskı altında inletildiği ve kaderlerini tayin hakkına izin verilmemesi.
Ada proletaryasının yaşam koşulları,özgürce,korkusuzca yaşamını dinamitleyen gerçeklere vurulması. Vs vs.
Bunların üzerine oturan bir çalışma,emek,örgütsel birikim ve devrimci bakış açısı. Beri yandan , kıbrıs'taki sınıf hareketi açısından reformist,revizyonist hareketlerinin tasfiyesi, komünist devrimci çekirdeklerin oluşturulması.
Sınıf hareketi açısından ve gelecek bakımından örgütlenmenin temel nitel özelliklerinin tespiti.İllegal,devrimci çekirdekler ve etrafında çepe çevre bir çeper örgütleri.

Kıbrıs'ta halkların kurtuluşunun yolu özgürlük,devrim ve sosyalizmdedir. Halkların
kurtuluşunun yolu birliğinden,mücadelesinden,enternasyonal devrimci örgütlenme ve
çalışmasından,ortak düşmana karşı ortak örgütlenme ve kavgadan geçer.İnsanı insana köle kılan düzen ortadan kaldırılmadıkça özgürlük,insanlık düzeni
hayal olmaya devam edecektir.

b.Yaşanılan gerçekler apaçık ortada iken kuzeyde İşgalci sömürge yönetiminin Anayasasının
demokratikleştirlebileceğini Sömürge Yönetiminin yerel yöneticilerinin seçimlerine katılmayı savunanların kendilerini hala ilerici devrimci olarak Kıbrıs Halklarına yutturmaya çalışmaları siyasal ikiyüzlülüktür. Özeleştiri yaparak sömürgeci işgalcinin yüzünü teşhir edemeyenlerin DEVRİMCİ mücadele veremeyeceklerini deşifre etmenin zamanı gelmiş ve geçmektedir.

Kıbrıs'ta bağımsızlık,özgürlük ve sosyalizm için verilecek devrimci mücadele, genelde kuzey ve
güneyin birlikte ortak mücadelesinden , özelde ise kuzeydeki ve güneydeki emperyalist ABD
İngiltere'nin taşeronluğunu da yapan sömürgeci işgalciye/işgalcilere karşı ilkeli,tutarlı,tavizsiz
bir sınıfsal örgütlenmenin önderliğindeki mücadeleden geçecektir.

Bu mücadele yürütülürken Kıbrıs devrimcileri olarak bağımsızlık ve sınıfsal mücadelenin
önündeki engeller başta olmak üzere yaşadığımız alanlardan başlayarak ideolojik,teorik,pratik
mücadele yükseltilmeli ve buna paralel olarak da eleştiri-özeleştiri mekanizması yaşama
geçirilmelidir.

Bütün bunlar yapılmazsa,devrimcilikleri kendinden menkul kuzeydeki ve güneydeki kişiler/
örgütlenmeler bir yandan emperyalizme,kapitalizme,sömürgeciliğe ve işgale karşı olduklarını
söyleyecekler ama somuta gelince kuzeydeki işgali görürken ne güneydeki nede ingiltere'ye üs
olarak verilmiş bölgelerdeki işgali sömürgeciliği gözardı edilecek ve görmezden gelinecektir.
Ve örneğin kuzeyde aynı zamanda İşgalci sömürge yönetiminin anayasasının
demokratikleştirilmesi mücadelesini esas alacak çalışmalara ağırlık verilecek;Bu reformist
düzeniçi muhalefet yürütenler , bu ''anayasanın'' yapılması için harcadıkları emekten sözederek
demokratikleştirilebileceği umudunun kitleler arasında yayılmasına yardımcı olma konusunda
hiçbir sakınca görmiyeceklerdir.

Güneyde ise KC'nin bağımsız ve tüm kıbrıs halklarına ait bir cumhuriyet olduğu yalanları ile
işgalci TC'ye karşı kurtuluş için yunanistan komutasındaki RMMO'nun silahlandırılarak
güçlendirilmesi savunulmaktadır. Bir İşgalcinin ordusuna dayanarak öteki işgalcinin ordusuna
karşı KURTULUŞ,bağımsızlık sağlanamaz.

Halkların mücadelelerinin önünün açılması için, bu devrimcilikleri kendinden menkullere karşı
ideolojik mücadele yükseltilmelidir.

Ülkenin komünistlerinin,devrimcilerinin,demokratlarının , halkların kardeşliğini savunanların
önlerine koyacakları en acil görev özelde ezilen ülke halklarının, işçi sınıfının, ezen ülkeler ve
ortadoğudaki ülkelerinin, genelde dünya halklarıyla kardeşleşmesini ve işçi sınıfının birliğini
teoriden pratiğe geçirecek örgütlenmeyi gerçekleştirmek olmalıdır.

c.Farklı düşünüyoruz diye kendi dışımızdaki ilerici,demokrat,devrimci örgütlü yada örgütsüz kişi ile birlikte mücadele edilemez diye bir düşünce taşımıyoruz.
Tam tersi her farklı düşüncenin farklı örgütlenmelerini(komünist devrimciler,devrimci demokratlar kendi farklı ideolojik yapılarını,partileşmelerini ) yapmalı ve bu farklılıkları netleşmelidir. Bu netleşme sonucunda belirlenecek ilkeler ışığında ortak bir cephe /platform/hareket içerinde yeralmaları devrimci mücadele için gerekmektedir. Ancak böylesi bir CEPHENİN dahi oluşabilmesi için ülke içerisindeki ilericilerin,demokratların,devrimci ve komünist devrimci ÖRGÜTLERİN kimler olduğu üzerinde ortaklaşılması gerekir. Bunun için de ülkenin içinde bulunulan durumun tesbitinde ve buna göre sınıfların mevzilenmesini gözönüne alınmazsa bırakın böylesi bir CEPHEnin oluşmasını ne güç ne de eylem birliktelikleri dahi sağlanamaz.

Önümüzdeki İŞGAL,sömürgecilik ve emperyalist ilişkilerin varlığında birleşsek de işbirlikçi yerel burjuvazinin örgütlenmelerini dahi CEPHE içerine alınmasını isteyebilir.

Türkiye devrimci hareketiyle ilişki kurulmasını onlara teslim olma /onların etkisinde olma yada onlarla ayni tesbitlerde bulunmanın eski olumsuzlukların devamı olarak görülmemeli.

Aynı şekilde güneydeki Yunanistan'ın işgali olduğu,Milli Muhafız ordusunun yapısı, Yunanistan kontenjan alayının Kıbrıs'taki varlığı ile birlikte düşünüldüğünde biz yunanistan Devrimci hareketi ile de ilişkilerin kurulmasını (organik ilişki) gerektiğinden sözediyoruz.

Kıbrıs'ta DEVRİMİ düşünen ve bunun mücadelesini veren/ vermekte olan parti öncesi komünist örgüt/grup/kişiler ve önümüzdeki dönemde verilecek olan mücadelede önderliği eline alması gereken sınıfın komünist devrimci partisi olacak bir önderllik,İŞGALCİ SÖMÜRGECİ emperyalist güçlerine karşı İKTİDAR için o son kalkışmasında İTTİFAK VE YEDEK güçlerinin kimler olacağını şimdiden düşünmek,planlamak zorundadır.Çünkü devrimci kalkışma şaka değildir.

Ve sınıfın partisi öncülüğündeki CEPHE demokratik merkeziyetçi ve sosyalist demokrasinin ilkelerine bağlı bir DEVRİM KOMİTESİ/KONSEYİ' nce yönlendirilecektir.

Kıbrıs devriminde, stratejisi ve bu stratejiye bağlı taktiklerin programatik hale getirilmesi ve işçi sınıfı içerisinde kök salınarak sınıfın en ileri unsurlarının kadrolar içerisinde yeralması demek KOMÜNİST DEVRİMCİ örgütün inşası demektir.

Kendi özelinde ülkede emperyalizme,işgalcilere,sömürgecilere ve kapitalizme karşı güçleri DEVRİM CEPHESİ'nde birleştirecek olan sınıfın önderi örgütü bu mücadelede iitfaklar /yedek güçler politikasını da belirlemek zorundadır..

İşçi emekçi sınıfa ve sömürücü sınıflar dışındaki ara sınıfları ve insanları sınıf mücadelesi çerçevesinde değerlendirmek zorundayız. Bu insanların bugün burjuva diktatörlüğü altında kime oy verdikleri üzerinden değerlendiremeyiz. Bu insanların tümünün ortak çıkarı bağımsızlık,özgürlük,devrim ve sosyalizmdedir. Ve bu mücadelenin güçleri arasında yeralacak bu insanların yeri devrim cephesi olan BAĞIMSIZLIK CEPHESİ'dir. Bu Cephenin ülke dışındaki bağlaşıkları başta Türkiye,Yunanistan,İngiltere olmak üzere tüm dünya halkları,işçi sınıfı olmak üzere onların devrimci örgütleridir.


Bu güçleri Kıbrıs'daki devrimci mücadeleye katkılarının sağlanabilmesi için (örneğin Kıbrıs'ta gelişecek bir mücadeleye TC,yunanistan, İngiltere emperyalist sömürgeci devletlerinin gerektiğinde birbirlerine fiili askeri güç dahil destek verecekleri , bastırmak için ülkeleri içinde halklarına şoven milliyetçi savaş çağrıları yapıp desteklerini almak isteceklerini, işte bu durmlarda bizler de bu ülke halklarının desteğini alabilmek için ilişkide olduğumuz devrimci güçlerin aracılığıyla desteğini isteyeceğiz.

Sosyalist devrimde işçi emekçi sınıflara devrimin müttefikleri olacak güçler dahil olacağından çoğunluğun diktatörlüğü olacaktır. Biz küçük bir azınlık durumundaki burjuvazi ( şiddet kullanılmak zorunda kalınabilecek sınıf)dışındaki büyük çoğunluğu devrimin dostları(şiddet kullanılmayacak,ikna ve demokratik yöntemlerin kullanılacağı) olarak görüyoruz.


Bugün SÖMÜRGECİLERİN egemenliğindeki kapitalist düzenin içinde bulunduğu krizin faturasını işçi,emekçi ve ezilen halka yüklemeye çalıştığı koşullarda gelişen karşı duruşun ekonomik,demokratik,sosyal,kültürel vb mücadele ile sınırlı kalması ve çoğu zaman geri çekilmelerle siyasi mücadeleye dönüşememesi subjektif koşulların yetersizliğindendir.

Bu yetersizlik İŞÇİ,emekçi sınıflarla ve ezilen halkla bağ kurulamamasına ve işçi emekçi sınıfları ezilen halkı burjuvazinin yedeği haline getiren sarı,faşist,gerici,sendika ağalarının ,burjuva partilerin kontrolunda kalmasına, sınıfı kendi için sınıf haline getirecek sınıf bilinci ile donatılmasında önder komünist devrimci partinin oluşturulamamasına neden olmaktadır. Bu nedenler ve koşullar sonucunda da mücadele beklenilen ve istenilen noktaya ulaşamamaktadır.

Bu görevi yüklenemeyecek parti ve örgütlenmelerden Emperyalist,sömürgeci güçlerle kapitalist düzenin küçük bir azınlığı dışındaki geniş,çoğunluk durumundaki insanlar yararına çağımızın son devrimci sınıfı İŞÇİ SINIFINI önderliğini yapmalarını ve DEVRİM bekleyemeyiz. Ülkemizde olanlar da mevcudun sonuçlarıdır.


Tartışmalar rekabetçi değil devrimci dayanışma duygu ve düşünceleriyle yapıldığı ve bilimin esas alındığı noktada devam ettiği ve sosyalist demokrasinin içselleştirilmesine yönelik olduğu sürece , (nasıl ki burjuva demokrasisi denilen ve burjuva düzenin daha uzun yaşayabilmesi için birbiriyle özünde uzlaşan ama biçimde farklılaşan düzeniçi siyasi yapılanmalar varsa) ister demokratik halk devrimi ister sosyalist devrim için yola çıkmış kişi yada örgütler, kapitalist üretim ilişkilerinin yıkılması ve yerine toplumu sınıfsız topluma götürecek sosyalist üretim ilişkilerinin kurulması hedefini koymuş,uzlaşılmaz burjuva sınıf hariç toplumun diğer uzlaşılabilir sınıflarının da kendi örgütlenme özgürlüğünü hak gören ve onları da sosyalist demokrasinin (Proleterya diktatörlüğü)egemenleri içerisinde gören tüm görüş ve düşüncelere açık olduğumuzu söylemekten ve savunmaktan başka bir düşüncemiz yoktur, olamaz.

Kısaca Bağımsızlık Cephesi olarak özetlediğimiz ve Kıbrıs halklarının bağımsızlık,özgürlük, devrim ve sosyalizm mücadelesine katkı koymak katılmak isteyen kişi örgütlerin ülkenin emperyalist,sömürgeci bağlardan koparılması için verilecek mücadeleye katılmaları durumunda karşılarında sadece emperyalist,sömürgeci devletlerin sermayelerini değil içinde yaşadığımız kapitalist düzenin sahipleri yerli sermayeyi de göreceklerini ve verilen müacdelenin aynı zamanda kapitalizme karşı olmak zorunda olduğunu, bu mücadelenin ülke ve halklar olarak yeniden birleştirmeye kardeşleştirmeye yönelik olması nedeniyle de şovenizme, milliyetçiliğe ,faşizme karşı yürütülen içiçe geçmiş bir mücadele olduğu açıkça görülebilecektir.

d.Reformist,ilerici, devrimci demokrat kesimlerin mücadele anlayışları ve gidebilecekleri yol düzenle sınırlıdır. Sınırların dışına çıkmadan en radikal duruşu da gösterebilirler. Bunun dışındaki anarşist tutum ise mevcut güçlerin yapısına bakmaksızın , sürdürülmekte olan mücadeleyi omuzlayan kesimin veremeyeceği bir mücadele önermekte. ML çizginin dışındaki bu önerilerin sahipleri kendi dışlarında gördükleri doğru siyasi çizgi ve yaklaşımları çoğu kez ya akademik açıdan yada olayın dışındaki ( hariçten gazel okumak) kişi/örgüt vb nitelemesi ile dışlamaktadır. Bu ötekileştirmeyi yapanlar arasında hariçten olmayanlar(yurtiçi) olduğu kadar hariçten olanlar(yurtdışı) da bulunabilir. Mücadelenin içerisinde olanlar ve/veya önderlik edenler acaba sınıfsal önderlik mi yapıyorlar yoksa mücadeleyi sınıfsal siyasi mücadeleye dönüşmesine engel mi oluyorlar?

İster yurtiçinden, ister yurtdışından herbir komünist devrimci yada devrimci demokrat kişinin verilen siyasi, ekonomik,demokratik,sosyal,kültürel mücadeleyle ilgili eleştiri, özeleştiri yapma hakkı olduğu kadar öneri sunma hakkı da vardır ve olmalıdır. Öneri,eleştiri içeriğini çürütecek karşı eleştiride bulunabilirsiniz.Eleştiri yapanın mücadele ile ilişkisi yoksa (eğer burjuva saflarında karşı devrimci bir kişiliği/örgütlülüğü yoksa)yapılan eleştirilerin mücadele ile ilgisi olmasa bile yaklaşım bu olmamalı.

Düzene karşı mücadele edenler arasındaki siyasi mücadele Rekabete dayalı değil,DEVRİMCİ DAYANIŞMAYI öne alan bir yaklaşımla olmalı,olabilmeli. Yoksa sosyalist demokrasiyi kendi içimizde bugünden kuramazsak sonumuz yaşanmış sosyalist deneyimlerden farklı olmaz. Geçmişin DEVRİMCİ yanlarına sahip çıkılarak çoğaltılırken olumsuzluklar konusunda eleştiri-özeleştiri mekanizması çalıştırılmalıdır. Yaşayan/Yaşamayan ve mücadeleye katkı koyan yoldaşlarımızın stratejik-taktik olumlu,olumsuz,yanlış ve hataları eleştiri-özeleştiri mekanizması çalıştırılarak ele alınmalı.
Bunlar yapılmadığı/yapılamadığı sürece bilgiler,eleştriler özeleştiriler kendimizle sınırlı kaldığı sürece yolumuzun önü açılamayacaktır.

Kıbrıs'taki nüfüs aktarımı GÖÇMEN sorunu değildir. Kıbrıs'a taşınan ve yerleştirilen insanlarla , daha iyi bir yaşam umuduyla gelen işçi,emekçi insanların konumları farklı bir yaklaşımdır.Büyük bir kısmı 1974'te güneye GÖÇERTİLEN insanlarımızın geride bırakmak zorunda kaldığı taşınır,taşınmaz mülklerinin dağıtılması, yerleştirilmesi ile SÖMÜRGELEŞTİRMENİN ve biryandan yerli insan diğer yandan da taşınmışların asimilasyonu (türkleştirme ,islamlaştırma)ARACI ve olarak kullanılmışlardır.
Bunlar dışında gelen işçi,emekçi insanlar ise yerli işçi,emekçiden kat ve kat bir sömürüye tabi tutulmaktadır.
Bu noktada asimilasyon aracı nüfüs GÖÇMEN olarak görülemez Ama bu insanların ötekileştirilmesi,onlara karşı şoven,milliyetçi yaklaşımlar da doğru olamaz. İşçi ve emekçi anadolu insanı ise Kıbrıslı işçilerden ayrı tutmamız mümkün değildir. Çünkü bizim kadar ve bizden çok sömürülen bu insanlar İŞÇİ SINIFININ bir parçasıdır ve onların derdi vatandaşlık değildir ve olmamalı da.
Biz sömürücü sınıflar dışında tüm insanların sömürüden kurtulacakları insanlaşacakları sınıfsız toplumu yaratma mücadelesi veren HÜMANİSTLERİZ.
Ancak burjuva egemen sınıfın ki ülkemizdeki emperyalizmin taşeronu işgalci sömürgeci güçlerin politikalarına ,uygulamalarına ve sonuçlarına sessiz kalacak ve ilmeği kendi boynumuza geçirecek kadar gözümüz görmez HÜMANİSLER de değiliz.



EK-A (Sömürge Yönetiminin Yerel Yönetici Seçimlerine Bakış)

EK-A-1(KAZANAN EGEMEN BÜROKRATİK DEVLETÇİ KLİK, KAYBEDEN
İSE AKP’Lİ KLİKTİR )
EK-A-2 (Kıbrıs’ın Kuzeyinde İşgalcinin Yerel Yönetici Seçimleri ve Değerlendirmesi)


EK- B-1 (KIBRIS SORUNUNDA GÜNCEL DURUM VE ENTERNASYONALİZM)
EK-B- 2 (BİR KÖRDÜĞÜM SORUN: KIBRIS )
EK-B- 3 (KIBRIS’TA GERÇEK ÇÖZÜM MÜ BOŞ HAYALLER Mİ? )
EK-B-4 (KIBRIS NEDEN EMPERYALİST KAPİTALİZM İÇİN ÖNEMLİ VE PAYLAŞILAMAYAN NE? )
EK-B-5 (SÖMÜRGE KIBRIS’TA TC’NİN DAYATTIĞI ÖZELLEŞTİRME VE MİNARE GÖLGESİNDE EĞİTİM SÜRECİ ÜZERİNE)

EK-C (ULUSLARIN KENDİ KADERLERİNİ TAYİN HAKKI VE
PROLETARYANIN TUTUMU ÜZERİNE )

EK-D Parti Üzerine-)
EK-D-1 (Komünist Devrimci Savaşımda Gereksinimi Duyulan Nasıl Bir Partidir?)
EK-D-2 (KÜÇÜK BURJUVA MİLLİYETÇİLİĞİ SÖMÜRGELERİN KURTULUŞUNU ANCAK ERTELER; KURTULUŞ DEVRİM VE SOSYALİZMDE )

EK-A
Sömürge Yönetiminin Yerel Yönetici Seçimlerine Bakış;

EK-A-1
KAZANAN EGEMEN BÜROKRATİK DEVLETÇİ KLİK, KAYBEDEN
İSE AKP’Lİ KLİKTİR
Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerinin ikili özelliği bulunmaktadır.. Ve de her şeyden önemlisi, Türkiye’deki klik çatışmalarının doğrudan
yansımasının olduğu sömürge Kıbrıs’ta da aynısının uzun süredir
yaşandığını, seçimlerde de bu klik çatışması ya da it dalaşının bir
alanı olmuştur.
Bu it dalaşını Klasik devletçi klik kazanmıştır. Kıbrıs seçimlerinin
anlamı budur. Türk sömürgeci faşist diktatörlüğünün kontrgerilla
devletinin sivil-resmi bürokratları ile CHP-MHP’liler tarafından
oluşturulmuş kliği seçimlerden kazançla çıkmıştır. Seçime katılım
oranının %75 olarak açıklandığı seçimlerde, dolaylı-dolaysız
boykot oranının veya it dalaşına ortak olmamanın oranının da
azımsanmayacak bir düzeyde, % 25’te olması da oldukça önemli
bir orana işaret etmektedir.
Kıbrıs’ta çözümsüzlük sürecinin yeni aktörü ve emperyalist
rekabet içinde çözümsüzlüğün yeni figürü Derviş Eroğlu olmuştur.
AKP’li klik ile BOP doğrultusunda hareket eden ve açıktan
desteklenen Mehmet Ali Talat ise, göreli kaybeden olmuştur.
Fakat bu demek değildir ki, süreç, çözümsüzlükte genel olarak
değişiklik olacaktır. Hayır olmayacaktır. Zira Kuzey Kıbrıs,
TC’ye ekonomik-siyasal olarak bağımlı sömürgedir. Musluğu açan
ya da kısan TC’dir. Bu bakımdan asker-sivil bürokrasi ile siyasi
temsilcileri olan kliğin başarılı olması demek stratejik bir değişim
yaşanacağı anlamına gelmiyor.
Derviş Eroğlu’da Kıbrıs sorunu ile ilgili kangrene dönmüş ya da döndürülmüş
ve de çözümü istenmeyen sürecin zaten aktörü idi. Ve de kurula
gelen alt yapıya bağlı olacaktır. TC’nin klasik devletçi kliğinin
zaferinin en büyük anlamı şudur: O da AKP’li kliğe karşı psikolojik
olarak öne geçmesidir. Bizsiz siyasal arena olmaz demeye
getirmişlerdir. Ve de anlaşılan odur.
ABD emperyalizminin dışında, iç dengeler ile değişecek süreç
zaten beklenen değildir. ABD emperyalizminin BOP gereği, çeşitli
çelişki ve çatışmaları beslemek, keskinleştirmek, kronik sorunları
daha da derinleştirmek politikasının sürdüğü açıktır. Genel olarak
değişen özel bir şey olması olası değildir.
Kıbrıs proletaryası açısından da seçimlerde değişen bir şey olmayacaktır. Ha Talat, ha Eroğlu. Al
birisini vur ötekine. Egemenlerin isimleri değil, egemenlik
düzeninin ortadan kaldırılmasıdır proleterler ve emekçiler
açısından. “Bizler, efendilerimizi seçenlerden ve de bu seçim
açısından da it dalaşının taraflarını seçmemeliydik. Seçmedikte
zaten. “ demelidir proletarya ve emekçiler.
Ki, TC sömürgeci faşist düzeninin Başbakanı RTE, seçimlerde
açıkça ve kesin olarak Talat’ı desteklemesine rağmen; seçim
sonuçlarını yorumlarken yine aynı açıklıkla değişen bir şey
olmayacağını, sömürgeci rejimin soruna ilişkin bakış açısının
değişmeyeceğini, aynı durumun süreceğini ifade etmiştir.
Kıbrıs’ta çözüm kesin olarak her iki kesim proletaryasının
birlikte, ortak biçimde sosyalizm ile komünizme yürümesi ile
olanaklıdır. Kıbrıs’ta şu ya da bu egemen kliğin sözde seçim
kazanmasıyla, göstermelik parlamento ya da Cumhurbaşkanları ile
çözüm olması olanaksızdır. Sorunun kendisinin kaynağı olan
emperyalist sömürgecilik, yıkılıp ortadan kaldırılmadan çözümde
olmayacaktır.
Kıbrıs’ta çözümün adresi, Halkların eşit-özgür-gönüllü birliğine
dayalı komünist devrimdir. Kıbrıslı her kesim proletaryasının
komünist devrimci mücadelesidir. Kıbrıs sorunu, Kürt sorunu,
Ermeni sorunu, Filistin sorunu vs gibi sorunlar; emperyalizm ile
onların yerel işbirlikçileri temizlenmeden ve tarih sahnesinden
silinmeden çözülmesi olanaksız sorunlardır.
Kıbrıs’ta değişen işbirlikçi sömürgeci uşaklarının isimleridir seçim
sonuçlarında. Klik çatışması içinde moral üstünlük sadece Eroğlu
kliğinin eline geçmiştir. Ağababaları TC asker-sivil bürokrat klik
açısından da.


EK-A-2
Kıbrıs’ın Kuzeyinde İşgalcinin Yerel Yönetici Seçimleri ve Değerlendirmesi
1.Bu seçim değerlendirmesi ile amaçlanan ;
2.Seçime Götüren Nedenler ve Amaçlar:
3. 2009 Seçimleri Ve Değerlendirmesi;
4.Sonuç ve Öneriler;

1.Bu seçim değerlendirmesi ile amaçlanan ;
a Kısa vadede Kıbrısın ve Kıbrıslıların Birleştirilmesi hedefine uzun vadede sosyalizmi hedefleyecek mücadeleyi örgütlemeye yönelik olarak ,
b. Kıbrıs’ın kuzeyinin TC işgali altında sömürge olduğundan hareketle,
c.İşgale karşı yürütülen mücadelenin bir parçası olarak görülen seçim dönemindeki taktiği olan BOYKOT kararının genel süreç içerisindeki yerini ve anlamını ortaya koymak , diğer mücadele alanlarından daha fazla öne çıkarılmasının ve anlam verilmesinin anlamsızlığını gözler önüne sermek,
d.Bu seçim döneminin örgütlenmeler arasındaki ilişkilerin ve bağın kırılma noktasına gelmesinde katalizatör rolu oynadığını, bu örgütlerin seçimlerdeki duruşlarıyla net olarak ortaya koyduklarını göstermek ; Bunu İşgalci devletin taşıdığı nüfusu seçmen yaparak kendi yerel yönetimi için yaptığı seçimleri diğer mücadele alanlarından önde gören ve bunu pratikteki açıklamaları ve eylemleriyle gösterenlerle , aramızda özünde stratejik ve taktik mücadele farkları olduğunu ortaya koymak;
e.Kıbrıs’ın kuzeyi ile ilgili durum tesbitinin özünde özellikle TC İşgali,TC’nin sömürgesi olma durumunun Komünist devrimciler dışındaki örgütlenmelerde net olarak görülememesi;
Savaş suçu işlenerek nüfus aktarılması karşısında demokrafik işgali ‘’göçmenler’’ konusu olarak görme ve buna bağlı olarak ‘’İşgalcinin seçmenini “KıbrısTürk halkı” tanımı içerisinde gösterme gayreti,’’kuzeyi ve alt yerel idaresini’’ işgalcinin ‘’ayrı bir ülke-ayrı devlet’’ olarak kabul ettirme meşrulaştırma gayretlerini doğru veri olarak kabul etme ve işgalin dayatması koşullarındaki bu verileri doğru kabul ettikten sonra da “ devlet ve parlamento’’ diye sunulanı olumlamaya meşrulaştırmaya destek olunduğunu göstermek
f.Kıbrıs’ın kuzeyi özelindeki mücadelenin örgütlenmesinde yukarıda belirtilenlerin işığında komünist devrimciler olarak ilkeli ,tutarlı,sürekli,kararlı devrimci duruşun devamı ve ileriye taşınmasına katkı koymak ve dışımızdaki örgütlerle ilişkilerimizi bu amaçlar çerçevesinde geri adım atmaksızın ve onları da bu çizgiye taşıyacak devrimci çıkış yollarını örmektir.
2.Seçime Götüren Nedenler ve Amaçlar:
a.Ekonomik nedenler:
Dünyadaki ekonomik krizin ülkemize de yansıyacağı gün gibi ortada iken Kıbrıs’ın kuzeyinde ise Türkiye ve onun işbirlikçisi yerel yönetimler krizi yok sayan açıklamalarda bulunmuş ve halen de bulunmaktadırlar.Ancak yaşam onların doğru söylemediklerini ortaya koymaktadır.
Kriz olmadığını söyleyenler krizin bedelini de işçilere,emekçilere,kamu emekçilerine ve halka ödetmek için her yolu seçmiş ve uygulamaya geçmişlerdir.
Bir yandan işsizler ordusuna yeni işsizler katacak şekilde işten durdurmlar sürerken,diğer yandan çalışanların ücretleri,maaşları yerinde saymakta, çalışanların sendikalarıyla görüşmeler sıfır artış önerilerek başlamadan bitirilmektedir.
TC içinde bulunduğu ekonomik krizin bedelini hazırladığı yeni paketlerle halkının ve Kıbrıslıların oyunu alarak meşrulaştıracağı Sömürge Yönetiminin yerel yöneticilerinin seçimleri sonucunda uygulatmak;

b. Demokrafik Yapı
Ülkemizin kuzeyine savaş suçu işlenerek taşınan nüfusla demokrafik yapımız ve seçmen sayısı değiştirilirken,çalışmak amacıyla gelen yoksul Anadolu insanı ve türkçe konuşan Kıbrıs halkını da kuzeye egemen olan Türkiye ve yerli işbirlikçi sermayesinin azgın sömürüsü altında ezilmektedir. Türkiye’nin kuzeye demokrafik yapıyı değiştirmek amacıyla taşıdığı ve heryönden kontrol altında bulundurduğu taşınmış nüfus dünyadaki kapitalist ülkelerdeki ‘’göçmenler,yabancı işçiler’’ statüsünde olmadıkları ve olamayacakları gerçeği ortada dururken, bunu ‘’Kıbrıs milletçiliği’’ ‘’göçmen fobisi’’ Kıbrıslı-Türkiyeli ayırımcılığı’’olarak sunmak ; askeri işgali demokrafik işgalle istilaya dönüştüren TC devletinin politikalarını ,seçimlerde bu nüfusun oy kullanarak ,birkez daha faşist gerici partilere ek olarak ilerici devrimci olduklarını söyleyen örgütlerce de meşrulaştırılmasını ve seçimlere katılımı sağlamak ve artırmak amacıyla ;
c.Türkiye’deki Egemenlerin Klik Çatışmaları
Türkiye’deki egemenler arasındaki klik çatışmaları ekonomik krizle birlikte sürerken her iki krizin bedeli de halka ödettirilmeye çalışılmaktadır. Egemenler seçimleri de kullanarak ERGENEKON konusunda yarattıkları bilgi kirliliği ile bir yandan kendi aralarındaki egemenlik yarışını sürdürürken kirli çamaşırlarını ortaya dökmekte ama devleti yıprtmamaya özen göstermekte, öte yandan da ortaya attıkları gerçekdışı iddialarla kirlerini devrimci güçlere bulaştırmak istemektedirler.
Ülkemizin kuzeyinde de Türkiye’deki gelişmelere paralel olarak muhalif veya iktidar olduklarını söyleyen Sömürge Yönetiminin yerel yöneticileri olma yarışındakiler, ERGENEKONCU(TC egemenlerinin klasik eski kliği temsilcileri)-ERGENEKON KARŞITI (TC egemenlerinin yeni kliği temsilcileri) pozisyonuna girmişlerdir. Türkiye’deki egemenler 29 Mart 2009 tarihindeki yerel seçimleriyle nasıl kendi iç hesaplaşmasını da yapmışsa, Kıbrıs’ın Sömürge Yönetiminin yerel yöneticileri seçimleriyle de bu hesaplaşmayı da yapmayı hedeflemişlerdir.
d.Görüşmeler
Kıbrıs sorunun çözümü konusunda iddialı olduklarını söyleyenler, sürdürdükleri görüşmelerin çözüme yönelik olmadığını bildikleri halde seçimlerde çözüm yanlısı ve çözüm karşıtlığı üzerinden seçime katılıp oy kullanılmasını isteyerek , sürmekte olan görüşmelerde belirleyici olanın TÜRKİYE olduğu gerçeğini saklamak ve AB süreci içerisinde zaman kazanarak çözümsüzlüğü çözüm haline getirecek politikalarına destek sağlamak.

3. 2009 Seçimleri Ve Değerlendirmesi;
a.Kıbrıs’ın kuzeyi; ı. Kıbrıs’ın kuzeyinde bundan böyle Kontrgerilla Cumhuriyetindeki eski kliğin temsilcilerinin kazananın olarak ( UBP ile DP) etkinliğinin artacağı, Adanın bölünmüşlüğünün devamının perçinlendiğini;
TC’deki rejimin klasik bürokrat,TÜSİADçı,asker ve sivil kontrgerilla düzeninin istediği sonuçtur bu aynı zamanda.
Iı. Seçimlerin sonucu gösterdi ki UBP tek başına Sömürge Yönetiminin yerel yöneticiliği edecek Kıbrısın kuzeyinde. CTP ve diğer partilerde de oldukça oy kaybetmiştir. Mecliste AKP’nin kurdurduğu ÖRP’de iki milletvekili ile temsil edilecek . TC Sömürge Yönetiminin yerel yöneticileri, meclisinde hakimiyet ise,UBP ile DP olacaktır. Zaten seçimler öncesi ve seçimler sırasında taşınarak, Kıbrıs’ın kuzeyinde sosyal-demoğrafik yapısını değiştirmek dışında, oy hakkı da tanınarak yapılmak istenen de bu idi.Taşınan 100.000 oyun seçimlerini nasıl değiştirdiğini hep birlikte gördük . Kıbrıs’ın kuzeyindeki Ordunun ,Denktaşları ve onların partilerini desteklettiğini söylememize bile gerek yok.

Iıı. ABD emperyalizminin orta ve uzun vadede Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünün ve Adanın işgalinden yana olduğunu, bu anlamda da Adada üslerin kurulması , yenilerinin inşası,kirli para aklama, kontrgerillanın pis işlerinin adresi olma özelliğini korumasından yanadır. Nitekim, sonuçların gösterdiği de ABD ve TC’nin istedikleri olmuştur. ABD emperyalizmi ile BOP gereği üzerinden yine sürecin devam edeceğini göstermekte ve işaret etmektedir.
ıv. AB’ci ve arada kalmış ve sözüm ona sosyal demokrat CTP hükümeti ise, ABD emperyalizmi ve Türkiye’deki rejimin klasik kliğinin müdahaleleri ile, son Ergenekon dalgalarının Kıbrıs’ın kuzeyindeki etkinlik alanlarını tırmalamak ile değişeceğini sanarak oldukça büyük bir taktik hata yaptığı ve deyim yerindeyse Türk sömürgeciliğinin yasal oyununa geldiğini söyleyebiliriz..
vıı. Komünist devrimciler dışındakiler (KSP,BKP-yaseminciler,Baraka dahil)seçimlere katılımı artırmak için büyük çaba harcamışlar ve katılım oranının yüksek olduğunu açıklayarak BOYKOT’un ( Ykp BOYKOT etmişti) başarısızlığı ile açıklamayı tercih etmişlerdir. Hele de TC işbirlikçilerinin oy satın aldıklarını açıklamalarına bile kulak tıkamışlar ve rejimin kendi yasalarına göre bile meşruluğu olmayacak seçimlere katılımın yükselmesini savunmuşlardır. Sömürge Yönetiminin ve yerel yöneticilerinin tepkilerini anlamış olmamıza rağmen , kendilerini solda tanımlayanların kavga edecekleri merkeze seçimleri BOYKOT kararını ve uygulamasını koymalarını anlamamızı beklemeleri hiç de anlamlı değildir.Hele de Türkiye’nin demokrafik yapıyı değiştirme politikası sonucu Kıbrıs’ın kuzeyine taşınanların seçmen yapılmalarını ve taşınanların ‘’kıbrıs milliyetçiliği’’ne karşı gelme adına ‘’göçmen’’ olarak tanımlayıp “göçmen fobisi’’ ile suçlamaya ve “Kıbrıslı-Türkiyeli ayırımcılığıyla’’ suçlayarak demokrafik işgali savunulmuşlardır.
Vııı.İşgale ve rejime karşı mücadelede YKP yukarda belirtilenler gözönüne alındığında Boykot eylemini başarı ile sürdürmüş ancak 2010 yerel seçimlerindeki seçimlere katılım konusundaki tutarsız tavrı tipik küçük burjuva ikiyüzlülüğü olarak ortaya çıkmıştır.
b.Türkiye;
Kıbrıs’ın kuzeyindeki seçimler ,TC içinde AKP ve mevcut hükümet kliğinin de giderek yıprandığını,egemenlik yarışında giderek güç kaybettiği, kısa-orta vadede tahtından indirileceğinin de işaretlerini vermektedir.
Kıbrıs’ın kuzeyindeki seçimler rotanın artık klasik eski kliğe döndüğünün,döneceğinin ve gerek Kıbrıs ve gerekse de Kürdistan sorunları ve diğer BOP konularında klasik egemenlik anlayışının süreceğini göstermektedir. “Açılımlar”, AB görüşmeleri, Kıbrıs’daki görüşmeler , Irak, Afganistan ve diğer sorunlar da geçmişe dönüp , açık sömürgeci işgal,ilhak, yok edim operasyonları ile düşmanlık stratejisinin süreceğini gösteriyor.
4.Sonuç ve Öneriler;
  1. Seçimler , seçimler öncesinde de görüldüğü üzere açık ve net olarak sömürgeci,işgalciler, emperyalistler ile BOYKOTÇULAR (Komünist devrimciler ,YKP) açısından bir referandum havasına büründü.Bir yanda seçime katılımı savunanlar( TC ve işbirlikçisi partiler UBP,DP,ÖRP,HİS,ile sol olduklarını söyleyen CTP,TDP,BKP-Yaseminciler,KSP,Baraka v.b)ve seçimleri boykot edin çağrısı yapan Komünist devrimciler ve YKP.

  1. 19 Nisan seçimlerinin açık galibinin TC olduğunu ancak mağlup olanın da türkçe konuşan Kıbrıs halkı olmadığını (Burada Kıbrıslı Türk Halkı-yada işçi sınıfı diyerek demokrafik yapıyı değiştirmek için taşınmış nüfusu bu kavramın içerisine koyanlarla ve “göçmen fobisi”, “Türkiyeli-Kıbrıslı ayrımı” veya “Kıbrıs milliyetçiliği” ile suçlayanlarla (KSP-Baraka) aramızdaki farkı net olarak koymamız gerektiğini ) ;
Kazananlardan birisinin de Boykot taktiği uygulayan ve yığınların dikkatini Kıbrıs’ın gerçek sorunlarına çekip,TC’nin egemen kliklerin referandum havasında ve kirli-pis oyunlarıyla girdikleri seçim oyununun gerçek yüzünün açığa çıkarılması için mücadele edenler olduğu;


  1. Seçimi alternatifsizlik değil TC kazanmış ancak komünist devrimciler ve YKP’nin BOYKOT kararı ile bu oyunun parçası olunmayacağı ortaya konmuş ve alternatifin komünist devrimcilerin önermelerinin olduğuna işaret edilmiştir.

  1. BOYKOTCULAR’ın sayısal (nicelik) olarak değil, nitel duruşunda kazanan olduğunu söyleyebiliriz. Bu tespitin ağırlığını taşıyacak bir süreç te Boykot taktiğini savunanlar olduğunun altını çizmemiz gerklidir.
  2. Seçimler ve sandık gibi devrimci siyasetin hiçbir beklentisi olmayan, Türkiye ve işbirlikçilerinden oluşan egemenler tarafından manipüle edilmeye en açık ve özellikle taşınmış nüfusun bilincinin en rahat manipule edilebilebilen alanlarda TC’nin hegomonyasının varolduğu; Buradan Kıbrıslı devrimcilerin çıkarması gereken ders ise; işgale karşı mücadelede seçimlerde müsait koşulların varolmadığı , Sömürge Yönetiminin yerel yöneticiliği için yapılan seçimlere katılarak mücadele edilmeye çalışılması meşrulaştırma olacağı.dilmeye en açık ve halkın bilincinin en bulanık olduğu alanlarda dahi TC’nin hegomonyasının mutlak olmadığıdır
  3. Seçim süreci dayatmacı, sıkıştırıcı,referandum,tehdit,şantajla,hile ve dolaplarla birlikte ; seçimler sonuçlandıktan sonra da uzun zaman tartışılır olması , başından itibaren şaibeli, tartışmalı, gayrı-meşru olmasındandır..

g.Reformist-revizyonist düzen partileri(CTP,TDP,BKP-Yaseminler,KSP) ve onların destekçileri Barakacılar ise her zaman olduğu gibi ; seçimlerin aşağı yukarı niteliğini bilmelerine rağmen seçimlere katılma kararı alarak; seçimleri düzen-yığınlar nezdinde meşrulaştırmak gibi bir sapmaya dolandılar.Mevcut seçimlerin niteliği kavranmadan , özüne ilişkin kendi ve karşı cepheler net bir biçimde ortaya konmadan taktiksel süreç ve adımların doğruluğu,sınıf mücadelesine uygunluğu,asıl amaca ulaştırıp ulaştırmayacağı ,egemen sınıflar ile emekçilerin durumu dikkate alınmadan, düzenin olanaklarından yararlanma basit mantığı ile hareket etmek, bu basit mantık içinde sözüm ona taktikler üretmek asla ve asla devrimci değildir;olamaz da.

    h. Bu bağlamda seçimlerin, seçimlere ilişkin taktik duruşun, orta ve uzun vadede Kıbrısı ve Kıbrıs halklarını birleştirmeyi, işçi sınıfının toplumsal kurtuluşunu hedefleyenlerle reformist-revizyonist güçlerin ayrıştırdığı bir süreç olmuştur. Aynı zamanda işgalci sömürgeci TC’ye karşı mücadelede de ne derece tutarlı olunduğunun da bir göstergesi olarak tarihe dip not olarak düşecektir mevcut süreç. Demokrat hareketlerin bir çoğu sanal anlamda süreci kavramış gibi görünseler de ; gerçekte pratiklerinin anlamının ne olduğu konusunda kafa açıklığına sahip değildirler. Bu oyunun bir parçası olmalarının hemen tamamen , Kıbrıs’ın özgürlük ve sosyalizm mücadelesine hemen hemen ihanet anlamı taşımaya kadar gidebileceğinin hatırlatılması gerekir.



    ı.Kıbrıs’ın kuzeyinde sömürgeci işgalin açık ve aleni olarak reddini savunan ve pratiğe koyanlara başta komünist devrimciler , egemen düzenin daha çok saldıracağı açıktır.
Krizin derinleşmesi ve etkilerinin-sonuçlarının yoğunlaşması ile birlikte sürecin daha da azgınca olacağını kestirmek hiç te güç değildir. Bundan sonrasında azgın saldırıların artacağı,sınır tanımayacağı bilinmelidir.


  1. Türkiye devrimci hareketi (TDH), her ne konuda olursa olsun açık faşist sömürgeci işgal altında tutulan Kürdistan’a gösterdiği ilgiyi, aynı koşullara sahip olan Kıbrıs’a göstermemektedir.Kıbrıs sorunu ve çözüm üzerine kafa yormayı,çözümler üretip ortak-birlikte mücadeleyi örmeyi bir yana bırakalım, konu üzerine çalışmamakta, sorunun kendisi yok imiş gibi davranmaktadır. Kıbrıs sorunu üstüne yazılan yazılar bir elin parmaklarını bile geçmemektedir, bırakınız pratik duyarlılığı ve birlikte örgütlenmeyi. Burada TDH’nin gizli bir “milli baskı” altında olduğunu, mevcut gelişmelere bakıp, bu konudaki duyarsızlık,ilgisizlik,konuyu yok saymak, haberlere konu bile etmiyorlar.
    TDH, Kıbrıs ve Türkiye’nin eğer ırkdaşlığı üstüne kurulan bir bağıntı ile buraya , Kürdistan’a gösterdiği ilginin %1’ini bile göstermiyorsa buna açıkçası sosyal şovenizm demek gereklidir. Emperyalist kapitalist işgal ve sömürgeciliğin değneği olmak demek gereklidir. Ama biz bunun bu düzeyde olmayıp tamamen sıcak gelişmeler,mücadele düzeyi gibi pragmatist,makyevelist bir bakış açısının yön verdiği küçük burjuvaca bir tavır olduğunu düşünüyoruz. Acaba Kıbrıs’ın kuzeyindeki toplumsal muhalefet ve mücadele , Kürdistan’dakinin yarısı kadar olsa idi , ne olurdu ? Buna yanıtımız daha farklı olurdu.TDH , genel olarak sınıfta kalmıştır Kıbrıs konusunda.
Sömürgeci işgal ve onun sonuçlarına karşı çıkmak ve iradi olarak özgürlük ve sosyalizm doğrultusunda mücadeleyi büyütmek açısından
TDH, Kıbrıs’taki devrimciler ile birlikte bu sürece sahip çıkmak , desteklemek, omuzlamak,dayanışmak zorundadır. TDH, hem laf etmek ve hem de eylemsel olarak Kıbrıslı devrimcilerin açmış olduğu isyan bayrağını sahiplenmek ve yukarılara taşımalıdır. TDH,isyanı birlikte büyütmek, direnişi çepe çevre düzene sardırmak, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin topyekün başarısı için nihai savaşına hazırlanmalıdır. TDH, hakların birlik,mücadele ve dayanışmasını örmek kadar, ortak ve benzer hedeflerle , emperyalist kapitalizmin dünyasal krizine karşı sosyalizmi dünyasal kılmak olduğunu görmelidir.


  1. Önümüzdeki iş özelde Kıbrıs’ın kuzeyinde TC’nin egemenliğinin sürdüğü ve TC’nin sömürgesi olduğu gerçeğinden ve yukarıda belirtilenler ışığında hareket ederek; Bu temel üzerinden işbirliği güçbirliği,eylem birliği ve benzeri örgütlenmelere açık ama tavizsiz gerekirse kendi gücümüz ve örgütlülüğümüz çerçevesinde;
Kıbrıs halklarının ,ezilen sömürülen işçi ve emekçilerinin kurtuluşu,özgürlük,bağımsızlığın gerçek adresi olan sosyalizmde ve Halkların birliğinin de gerçek teminatının sosyalizmde olduğunu bilerek ;
İşgale,sömürgeciliğe,kapitalizme,emperyalizme,şovenizme ve faşizme karşı mücedeleyi yükseltmektir.





EK- B-1
KIBRIS SORUNUNDA GÜNCEL DURUM VE ENTERNASYONALİZM
Son günlerde Kıbrıs sorununun çözümüne dönük yaratılan olumlu-iyimser bir hava
var.G.Kıbrıs’ta Hristofyas’ın seçimi seçimleri kazanmasından sonra oluşan bu havaya AB’nin
baskısı,KKTC yerel hükümetinin eşlik etme çabası! Bu havayı daha bir güçlendirmiş
görünüyor;elbette ki görünürde durum böyle.Ama unutulan bir şey var ki,o da sorunun
kendisinin ada halkının ve bu iki halk arasındaki bir sorun olmayıp;uluslar arası durumu
itibarıyla ve emperyalist hegemonya açısından enternasyonal bir statüye kavuştuğudur.Zaten
çözümsüzlüğün! en önemli nedeni olan bu durum,sorunun ana kilit noktasıdır aynı zamanda.Bu
bağlamda sorunun çözümü hiç te kolay kolay-adil-halklar arası eşitlik-özgürlük temelinde
olacak değildir.Yine pompalanan bu iyimser hava sonrası başarısızlık,ciddi hayal kırıklıkları ve
öte yandan halkların her adımda(olumsuz) birbirine daha çok uzaklaşma olasılığıdır.Ki,bu
yönde iyi niyetli çabalar ve hakların gerçek birliği temelinde atılmayan bundan önceki adımların
da bu sonucu doğurduğunu bilmekteyiz. Kıbrıs sorunu,enternasyonal bir sorundur
artık.Emperyalist metropoller ve onların yerli uşaklarının sömürgeci yaklaşım ve baskısına karşı
anti-emperyalist,anti-faşist birlikte-ortak mücadelesi olmadan da asla çözülemez.Zira Kıbrıs
Akdeniz’in doğusunda hakim bir ada olmasının ötesinde,bir çok kirli-gizli işin,emperyalist
kapitalistlerin açıktan yapamadığı işlerin merkezidir,geçiş üssüdür,kontrol noktasıdır.Zira kirli
paranın aklandığı,uyuşturucu ve insan ticaretinin geçiş üssü ve kontrol
merkezidir.Kumarhaneler batağıdır.Gizli servislerin hoyratça fink attığı ender yerlerden
biridir.Bu mevcut bölünmüş durum,kesinlikle egemenlerin işine her bakımdan gelmektedir.
Diğer yandan emperyalist ABD açısından adanın kuzeyi Ortadoğu politikası(BOP) açısından
kritik bir öneme sahiptir.Zira BOP gereği adanın kuzeyinde orta ve uzun vade de askeri-
istihbari üslerin kurulması-kullanılması ABD açısından bu genel politikanın bir parçası gibi
görünmektedir ve vazgeçilemezdir.Burasının ABD tarafından istenildiği gibi kullanılması
açısından ada da birlik ve istikrarın olmaması lazımdır ve zira varlık nedeninin kaynağını da
BOP çerçevesinde dayandırmak zorunda olduğu bir zorunlu alt yapının olması gereklidir. Bu
mevcut durum,bölünmüşlük,ön yargılar,düşmanlık,ABD emperyalizmi kadar ona göbekten
bağımlı TC sömürgeci işgal güçleri ve yine Yunanistan açısından da vazgeçilemez
gerekliliklerdendir.Her iki tarafın egemenlerinin her bakımdan ırkçı-faşist politikası ve öte
yandan “potansiyel düşman” siyaseti ile düzenlerinin devamının güvencelerinden
biridir;Kıbrıs’ın mevcut durumu. Gerek ekonomik ve gerekse politik-kültürel anlamda
Kıbrıs’ın mevcut durumu ve bağımlılık ilişkileri egemen burjuvazi açısından yaşamsaldır.Kürt
sorunu kadar olmasa da(O da mücadelenin boyutlarının büyüklüğünden kaynaklı olarak öne
çıkmış ve BOP içindeki özel konumuyla değeri daha fazla önde durur gibidir)onun kadar
kronik,onun kadar köklü,onun kadar enternasyonal bir sorun olması dolayısıyla;soruna bakış
açısında ve çözüm üretmede de aynı derinlik anlayışına sahip olunması gereklidir.En azından
her iki taraf egemenlerinin siyasal manevralarının iyi tahlil edilmesi,sorunun gerçek kaynağının
doğru tespit edilmesi ve sınıfsal gerçek çözümün kesinlikle nihai çözüm olduğunun kavranarak
ilerlenmesi zorunludur,hayatidir.Sorunun yüzeysel kavranışı aynı zamanda çözümler
noktasında da sistemin manevralarının peşinen kabulü ve onun ardından sürüklenmeyi
getirecektir.Egemenler kendilerince gündem oluşturacak ve ya gündemi maniple edecek,halklar
ise bu yapay ortamın yapay dehlizinde boğulacaktır. Bu anlamda ve genel olarak Kıbrıs Türk ve
Rum proletaryasının bağımsız sınıf politikasının birleşik-örgütlü mücadelesinin yaratılması ve
bu hareketin iktidarı elde etmesi tek gerçek alternatiftir.On yıllardır düşmanlık tohumları
ekilerek birbiri karşısına dikilmeye çalışılan halkları yeniden bir araya getirmenin zorlukları
kavranarak,ileri doğru atılacak adımlar;önünde engelleri de devasa büyütecektir.(Her şey
karşıtıyla birlikte vardır)Zira mevcut durumdan çıkarı olanlar,dört bir yandan bu kavgaya
saldıracaklardır.Türk ve Rum proletaryası kalıcı çözüm noktasında kendi bağımsız sınıf
politikası,proğramı ve pratiği yaratmazlar ise,sorun daha da ağırlaşarak ilerletilecek ve gerçek
çözüm her gün daha da uzaklaşacaktır. Egemenler açısından halkları aldatmanın ve her hayal
kırıklığından sonra iç politika alanında da kullana bilecekleri malzemenin çoğaltılması,en
nihayetinde her adım sonrası halkların birbirine daha çok uzaklaştırılması,düşman kılınması ve
her bakımdan bölünmüşlüğün meşru kılınması sonucuna dönüktür.Emperyalist egemen
metropoller,dünyada istikrarlı bölgeler istememektedir.Hele de kendileri açısından stratejik
değer taşıyan bölgeler de halklar arasına düşmanlık tohumları ekilmesi ve bu durumun
kalıcılaştırılması,ortadaki kaotik durumun sürdürülmesi emperyalist egemenlerin biricik
hedeflerindendir. Zira bugün Balkanlarda Kosova,Kafkaslarda Dağlık Karabağ vs,Ortadoğu da
Kürt ve Filistin sorunları,yine Doğu Akdeniz de Kıbrıs sorunu vs hep bu politik stratejinin
parçalarıdırlar.Özellikle bir bütün olarak Afganistan ve Orta Asya’dan başlayarak Avrupa ve
oradan da ABD’ye ulaşan hat(Tarihi İpek Yolu hattı) üzerinde sözünü ettiğimiz sorunlar ,bölge
sorunları olarak değil,enternasyonal sorunlar olduğunun altı sürekli çizilmelidir.Enternasyonal
sorunlar,enternasyonalist komünist devrimci çözümler ile nihai olarak ortadan
kalkarlar.Enternasyonal proletaryanın bağımsız sınıf politikası ve pratiği tek gerçek çözüm
yöntemidir. Kıbrıs sorununun gerçek muhatapları ve çözüm kanatları,Türk ve Yunan
proletaryası da dahil olmak üzere;adanın gerçek sahipleri olan Türk ve Rum
proletaryasıdır.Enternasyonal dünya proletaryası elbette ki taraftır.Bu çözüm noktasının temelini
de Marksizmin bu konudaki temel düstüru da “Ayrılma hakkı da dahil olmak üzere uluslar ve
halkların kaderlerini tayin hakkı” oluşturmaktadır. Yaratılan bu iyimser hava,boşluğa sıkılan
kurşunlar misali,dönüp hakların kendisini vuracak niteliğe bürünebilir.Halklar ve onların
liderleri,bu gelişmeleri bu çerçeve de ele alıp halklara dönük çalışmalarında bu gerçeklerin altını
çizmelidirler.Ajitasyon ve propagandanın özünü bu temel gerçekler kesinlikle
belirlemelidir.Sorunun gerçek ve nihai çözümü,Komünizmdedir. YAŞASIN PROLETARYA
ENTERNASYONALİZMİ


EK-B-2
BİR KÖRDÜĞÜM SORUN: KIBRIS
Kıbrıs sorununun çözümü noktasında başlatılan görüşmeler;sıkça başlamışken
giderek seyrelmeye başladı.Yaratılan umut ve heyecan yerini;eski
kötümser,umutsuz havaya geri bıraktı.Zira sunni biçimde yaratılan bu
havanın,zaman içinde bu hale kavuşacağı belli idi.Kendi içinde her iki işgalci güç ile
ağababaları olan emperyalist metropoller devreden çıkarılmadan sorunun
çözülemeyeceği bu turlu görüşmeler de bir kez daha açığa çıkmış oldu.Oyalama ve
halkların umudunu tüketme ve “bakınız,biz yaptık gereğini ama olmuyor” dedirtip
halklar arasındaki kin,nefret ve düşmanlığı olduğu gibi bırakıp ya da daha da
arttırma taktik turlarının sonuç vermediği ve de gelecekte de net ve kesin sonuç
vermeyeceği açık ve alenidir.Sorunun kendisi dolaba,soğumaya bırakılacaktır
yeniden.
Bu gelişmelerde Türk işgalci sömürgeciliğinin simgesi olan Türk faşist Ordusunun
Kıbrıs ziyaretleri ve ziyaretlerle birlikte ortaya açıkça söylenen, bugüne kadar
iddia ettikleri tezlerin devamını ifade etmelerinin büyük etki ettiği kesindir.Bu
açıklamaları gidişatın yönünü kısmen ya da tamamen değiştirecek ,tayin edici
roldedir.Her iki işgalci devlet ile emperyalist metropol merkezlerin Adadaki
istikrarsızlığın , Ada halklarının birbirinden uzak olmasının ve de bölünmüşlüğünün
stratejik algılandığı gerçeğinin bir kez daha altın çizildi bu süreçte.
Kıbrıs’ın stratejik konumu bu durumu ve sonuçları zorunlu kılıp öne
çıkarmaktadır.Zira egemenlerin çıkarları buradadır.Kıbrıs üzerinde;BOP ve
Ortadoğu politikalarının gölgesi vardır.Adanın bir kara para aklama cenneti haline
getirilmiş olması,kumar merkezi olması,uyuşturucu ve diğer kara işlerin merkezi
ve geçiş üssü haline gelmiş olması,askeri olarak ta Ortadoğu’ya hakim olunabilecek
üsler açısından konumu ve yeri;bu bölünmüşlük ve halklar arasındaki ayrılık-
düşmanlığı ön koşul saymaktadır egemenler açısından.Egemenleri bu ve benzeri
çıkarları dolayısıyla;adanın mevcut durumundan memnundurlar.
Adadaki bu bölünmüşlükten tek çıkarı olmayanlar;her iki taraf emekçi
sınıflarıdır;proletaryasıdır.Halklar arasında öteden beridir genel olarak sorun
yoktur(Yaratılıp var edilenler dışında-Her iki taraf kontrgerillalarının
operasyonları dışında). Ve olmaz da.
Kıbrıs sorununu,adada sömürgeci güçlerin yerel sözcüleri olanlar
çözemezler.İpleri ağababalarında olan bu kuklalar,bu girişimler ile ada
emekçilerinin umutlarını,hayallerini tüketmekten,halkları birbirinden daha fazla
birbirlerine uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramayacağını bilmektedirler.Zira
sorunun çözüm mercilerinden birileri de;emperyalist merkezlerdir.Sömürgeci
devletlerin de ipleri ,emperyalistlerin ellerindedir.Onlar da sorunu çıkarları
gereği orta yerde tutmaktadırlar.
Ada emekçileri gerçek çözüm merciidir.Adanın bağımsızlığı ve özgürlüğünü
kapsayan ve onu aşan,sınıf mücadelesi bağlamında sosyalizme varan bir anlayış
olmadan Kıbrıs sorunu çözülemez.Zaten her gelişme bu söylediklerimizin teyiti
olmaktan ileriye gidemiyor.
Ada proletaryası,ada sömürücülerinin umutlarını tüketmesine,hayallerini
bitirmesine ve kendileri üzerinden oynanan bu komediye izin vermemelidirler.Her
iki kesim proletaryası özgür ve gönüllü birliğin,gerçek özgürlüğün,ada
sömürgecileri ve onların oyuncaklarının iktidarının ortadan kaldırılmasına bağlı
olduğunu kabul etmek;sosyalizm uğruna mücadele etmek olduğunu kabul etmek
olduğunu kavramak ve buna uygun hareket etmek zorundadırlar.
Zaman zaman kuzey ve güney proletaryasının ortak hedeflere dönük eylemlerini
güçlendirmek,stratejik birlikte ortak platforma yönlendirmek temel öneme
sahiptir.Gerek ekonomik-sendikal ve gerekse siyasal mücadele ekseninde ada
proletaryası ortak bir proğram ve ona uygun bir eylem düzleminde birleşmek
amaçlı eylem birliklerini öne çıkararak,yılların ön yargılarını kırmak ve birbirlerine
güvenmeyi öğrenmek zorundadırlar.
Adanın iki taraflı proleterlerinin yılların ayrılıkları,geliştirilmiş güvensizlik
ortamının kırması en temel noktadır.Bunun yolu da kesin olarak halkların birlikte-
ortak hedeflere yönelik eylem birlikleridir.Yaşam birliğidir.
Ada proletaryası,egemenlerin ayrılık ve düşmanlık politik ekseninin
karşısına ,birlikte özgürlük şiarı eksenini temel almalıdır.Halkların birliği ve
kardeşliği,faşist sömürgeci işgal ve onun yerli işbirlikçilerinin karşısında en temel
slogandır.Kıbrıs’ı ancak sosyalizm ve devrim birleştirip özgürleştirebilir.Tutarlı
bir anti-emperyalist,anti-sömürgeci,anti-faşist politik eksen
olmadan;özgürlük,devrim ve sosyalizm bir rüyadır ancak.
Kıbrıs,ah “yavru vatan”.”Ana vatanın” “bitmez çilesi””Acıların kraliçesi”.Acılarla
yoğrulmuş,hala bitmek tükenmek bilmeyen karanlık kör kuyularda yok edilmek
istenen “küçük kardeş”.”Küçük kardeşlerin” kaderi midir “ağabeyleri” ya da “ata-
anasına bağımlı olmak”?İradesine küstürülmek.Sesi kısılmak.Her sıkıştığında “elim
ensende” denilmek.
Bu Anadolu coğrafyasından kesinlikle farklı,toplumsal dokusu,kimlik-
değer,ulusal,sosyal-kültürel tamamen farklı bir coğrafyayı Kıbrıs’ı “yavru vatan”
olarak görmek;tamamen bir birinden farklı dokulara sahip yapıları,etnik-dinsel-
ulusal-sosyal-kültürel farklılıkları benimsememek;Türk egemen sınıflarının işgalci-
sömürgeci yüzünü gizlemek amacı taşımaktadır.İşgal ve sömürgecilik;”yavru
vatan” klişesinin ardına gizlenmektedir.Halbuki, Kıbrıs Türklerin ana ya da yavru
vatanı olamaz ve de değildir. “Yavru vatan” söylemi,açıkça ırkçı-faşist-sömürgeci
çirkef yüzün gizlenmesine hizmet eder.Kıbrıs,Kıbrıs’ın yerli halklarının ana
vatanıdır,yurdudur.
Faşist Yunan cuntası ve ardından “Kıbrıs’ı kurtlarla yeme” operasyonlarının yıl
dönümlerinde ;gündemden düşmeyen ve düşürülmeyen Kıbrıs’ta hala ,karanlık-kör-
geleceği belirsiz süreçler mevcut yerini korumaktadır.Rum ve Türk egemenlerinin
göstermelik barış gösterilerinin ardında ağa babalarının mevcut günlük çıkarları
yer almaktadır.Kıbrıs halklarının birliği ve beraberliği,kardeşliği;egemenlerce en
son istenen olgudur.Zira Kıbrıs,yer altı ve yer üstü zenginlikleri olmasa
da ,bölgeye hakimiyet bakımından özel ve önemli bir yerdir.Kritik bir
duraktır.Kritik bir üstür.Emperyalist ABD ve AB’li güçler bu anlamda Kıbrıs’tan
elini çekemezler.Doğal olarak onların piç çocukları olan Türk ve Yunan egemen
burjuvazileri de.Kıbrıs’ı kara para aklama cenneti,kumar ve fuhuş’un resmi belgeli
yeri haline getiren egemenler açısından ;tüm diğer stratejik nedenlerin yanına
bu nedenleri de eklemek lazımdır.Zira bu yol üstü ve uğrak yeri olmasa,egemenlik
bir anda uçuverebilir.
Kıbrıs, kanayan bir yaradır.Kıbrıs emekçi halklarının sadece kendi kaderlerini
belirleme hakkı yoktur kendileri hakkında.Emperyalist tüm egemenler ve onların
tüm enternasyonal örgütleri-BM gibi- Kıbrıs hakkında söz hakkına sahiptir;ama
Kıbrıslı emekçiler değil.
Kıbrıs’ta egemenlik mücadelesi veren tüm emperyalist-faşist-sömürgeci-işgalci
güçlere karşı Kıbrıslı emekçilerin-proleterlerin verecekleri yanıtlar
olmalıdır.”Kurtuluş günlerinden” kurtulmak için mücadele vermelidir Kıbrıs
emekçileri.Her iki kesimden emekçiler,aralarına örülmüş kara duvarları
yıkmalıdırlar.On yıllardır birbirine kör ve nankörce düşman edilme gerekçelerini
kavramalıdırlar.”Kurtarılmak” istemediklerini,kurtuluşun ancak kendi iradelerinden
geçtiğini yüksek sesle haykırmalıdırlar.Halkların kardeşliğinin yolunun sosyalizm ve
komünizmden geçtiğinden hareketle sınıf mücadelesi ve sınıf kardeşliği temelini
güçlendirmelidirler.Her iki kesim emekçileri,bu sınıf dayanışması ve giderek ortak
örgütlenme-mücadele perspektifiyle birbirilerinin acılarını yaşayıp kılavuzları
olmalıdırlar.
Halkların kardeşliğini istemeyenler egemen burjuva sınıflardır.Çıkarları
gereği,kardeş halkları düşman kılmak,birbirlerinden uzaklaştırmak için uğraşlar
içine girmek egemen sınıfların işidir.Denktaşlar,Talatlar ve Rum egemenleri tüm
bu süreçlerin ürünüdürler.On yıllardır halkları birbirinden ayırmak için uğraş
veren Kıbrıs egemenleri,halkları kardeşçe bir araya getiremezler ve barış elçisi
olamazlar.Halklar kendi kaderlerini kendi ellerine almalıdırlar.
Gerçek barış-kardeşlik-özgürlük-bağımsızlık vs ancak ve ancak sosyalizm ve
giderek komünizmle olanaklıdır.Kıbrıs proletaryası,bu şaklabanlara,sahte barış
havarilerine,palyaçolarına oyuncak olmamalıdır.Ortak,birlikte mücadelenin ve
kurtuluşun gerçek mimarı olacak;gerçek bir Komünist Devrimci Partide güçlerini
birleştirmelidirler.Bu tiyatro oyununda son perdeyi proletarya kendisi başrolde
olmak üzere oynamalıdır.Emperyalist-faşist-sömürgecilik ve işgalciliğin
sonu,gerçek barış-kardeşlik ve özgürlük ancak bu yolla mümkün olabilir.Türkiyeli
Komünist Devrimci hareketin Kıbrıslı yoldaşlarıyla aynı yoldan yürüdükleri ve
ortak düşmana(Emperyalist ABD ve AB’li güçlerle onların piç çocukları olan Türk
ve Yunan egemen burjuvazileri) karşı ortak savaş yürüttükleri açıktır.
KAHROLSUN SÖMÜRGECİ İŞGALCİLİK
KAHROLSUN EMPERYALİZM
YAŞASIN KIBRIS PROLETARYASININ ÖZGÜRLÜK VE SOSYALİZM
MÜCADELESİ
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ
***
**************
EK-B-3

KIBRIS’TA GERÇEK ÇÖZÜM MÜ BOŞ HAYALLER Mİ?
Kıbrıs’ta “barış” çığırtkanlığı aldı başını gidiyor.Bu “barış” söylemlerinin ve
göstermelik oyunlarının altında yeni gizli-açık savaşların,diplomatik-politik
oyunlarının olduğunu görmemek körlük ve politik saflık olur.Egemen emperyalist
kapitalistler ve onların yerli uşakları,Kıbrıs açısından yeni oyunlarını
sergileyeceklerdir.Bu sahte ortamın sergilenmesi ve halklar açısından
gerçeklerin açığa çıkartılması,komünist devrimciler açısından özel ve önemli bir
görevdir.
Tüm dünyada başını emperyalist faşist sömürgeci ABD’nin çektiği güruh,savaş
rüzgarları estiriyorken,tüm dünyayı kaosa-halkları düşmanlık ortamına sürükleyen
ABD’nin Kıbrıs’ta barış istediğini söylemek hiç mi hiç inandırıcı
gelmemektedir.Hele de Kıbrıs üzerine, yeni bir Ortadoğu üssü yapma gibi plan ve
projeleri(hatta yaşam geçmiş olan) varken bunları iddia etmek safça
olacaktır.Nitekim Afganistan,Irak,Filistin,Güney Kürdistan vs gelişmelerin
ardından şimdi Lübnan’ın içine çekildiği durum,tüm bu söylemlerin tamamen
halkların gözünü boyamaya dönük psikolojik harekatın ciddi bir parçası olduğunu
gösteriyor.
Latin Amerika’da Bolivya-Kolombiya üzerinden yürüyen,Balkanlar’da yeni bir
patlama noktası haline gelebilecek Kosova ve ardından Kıbrıs;yeni çatışma alanları
olmaya adaydır.Hele de tam da sahte barış havariliğinin ayyuka çıktığı veya
çıkarıldığı şu günlerde.
Kıbrıs’ta gerek Türk ve gerekse de Rum yöneticilerinin,kendi ağa babalarından
habersiz,danışıksız bir icraat içinde olmalarını beklemek abesle iştigal
olacaktır.Gerek Yunanistan ve gerekse Türk faşist diktatörlüğü bu konuda daha
geçtiğimiz günlerde net tavırlarını tamamen açıkça ortaya koymuşken.Zira Türk
faşist devletinin gerçek yetkili kişisi “anıtsal” paşa ,Kıbrıs konusunda sömürgeci
Türk ordusu ve tutumunun ne olduğunu hafıza tazeleyemecek kadar sıcak biçimde
ortaya koymuşken.
Gerek Yunanistan ve gerekse Türkiye ve onların ağababaları bir bütün olarak
Kıbrıs’tan elini eteğini çekmeden gerçek bir barış-kardeşlik ortamının
sağlanmasını beklememelidir Kıbrıs emekçi sınıfları.Kıbrıs’ta gerçek barışın ancak
Kıbrıslı Rum ve Türk işçi sınıfı ve emekçilerinin, özgürlük ve sosyalizm kavgasının
başarısından gücünü alacağı ve bunun da özellikle Türkiye ve Yunanistan işçi
sınıfının özgürlük-sosyalizm kavgası ile birleşik olduğununun bilince çıkarılması
kesin kes zorunludur.Aksi durumda,her iki taraf egemenlerinin Kıbrıslı emekçileri
aldatma,oyalama taktikleri boşa çıkarılamaz.Sürecin işçi sınıfı ve ezilenlerin
gerçek kurtuluşuna odaklanması olanaksız olacaktır.Gerçek barış ve kardeşliği
egemenlerin istemeyeceği,onların savaştan ve bölünmeden yana oldukları,halkları
bölüp parçalamak ve yönetmenin onlar açısından daha kolay olduğu gerçeğinin
halklar nezdinde tümüyle bilimsel bir temelde bilince çıkarılmasının gerektiği
açıktır.
Şu da bilinmelidir ki,emperyalist kapitalizm ciddi bir ekonomik ve siyasi kriz
içindedir.Bu kriz ancak bir biçimde , savaşın politik olarak değil silahlarla
yürütüleceğinin(“Savaş,politikanın silahlarla sürdürülmesidir”) ,savaşların ve
istikrarsızlığın hem ekonomik ve hem de siyasal olarak besin kaynağı
olduğunun,hele de Akdeniz’in doğusu ve Ortadoğu’nun bu savaşta(ekonomik ve
siyasal egemenlikte) kritik bir öneme sahip olduğunun atlanması kesinlikle doğru
sonuçlara götürmeyecektir.
Kıbrıs halkları arasında sahte biçimde pompalanan bu iyimser hava ve rüzgar
ardından fırtınalar getirirse,hiç şaşmamak lazımdır.Zira bu iyimserliğin arkasında
yaşanan olumsuzluklar ,kalıcı uzaklaşmaların temelini atmaya aday olacaktır.Talat
ve Hristofyas,ipleri ağa babalarının elinde sömürgeciliğin devamından yana(gerek
Rum tarafı ve gerekse de Türk tarafı açısından) iki uşaktır.Dün Denktaş;Talat ne
idiyse,bugün de Eroğlu odur.Dün Papadapulas ne idiyse,bugün Hristofyas odur.
Kardeşlik ve barışı,ancak karşılıklı halklar başarabilir.Halkların içinde
olmadığı,pazarlıklarla,tavizlerle ve egemen sınıfların çıkarları doğrultusunda
yürüyen süreçlerin gerçek barış üreteceğini iddia etmek ahmaklıktır.(Nitekim
Balkanlar,Ortadoğu,Lübnan vs bir sürü örneği vardır bunun)Halklar arasında bu
sahte görüntüyü yaymak,buna alet olmak ve gerçekleri açıklamamakta gerçek
barışa-kardeşliğe-özgürlük ve sosyalizm kavgasına ihanettir.
Gerçek barış,ancak özgür-bağımsız-birleşik ve sosyalist bir Kıbrıs’ta olabilir.Türk
ve Rum komünist devrimcileri ve proletaryalarını zorlu bir görev
beklemektedir.Halkların gerçek özgürlüğü,kardeşliği,barışı ancak ve ancak
komünizmde olanaklıdır.Öte yandan Kıbrıslı komünist devrimcilerin,devrim
mücadelesinin sömürgeci merkez metropol proletaryası ve komünist
devrimcileriyle ortak-birleşik mücadelesini de dayattığı açıktır.
Emperyalist kapitalist düzenin dünyaya dayattığı
savaşlar,kıyım,katliam,provokasyonlar ortamında,gerçekten dünyayı
özgür,bağımsız-barışık kılmak için tüm dünya proletaryasının savaşı kendi lehine
çevirmesi gerekmektedir.Bu krizin yeni bir paylaşım savaşının önünü açacağı,bu
paylaşım savaşının uzak bir olasılık olmadığı bilincinden hareketle;tüm dünya
proletaryası harekete geçmek,devrimci iç savaşla sosyalizmi inşaya
girişmelidir.Enternasyonal bir devrimci organ gerekliliği de buradan hareketle
zorunludur.
Kıbrıs proletaryası ve komünist devrimcileri,kritik bir sürecin özel
parçalarındandır.Kıbrıs emekçileri,kendileri üzerinden yürüyen bu kirli oyunu
bertaraf edebilirler,etmelidirler.Gerçek barışın kazanılması için daha çok
mücadeleye,daha bir örgütlenmeye,halkların kardeşliğini tabandan örmeye gayret
etmelidirler.

EK-B-4
KIBRIS NEDEN EMPERYALİST KAPİTALİZM İÇİN ÖNEMLİ VE
PAYLAŞILAMAYAN NE?
Gündem o kadar hızlı değişiyor ki bu memlekette başı dönüyor insanın ve zamanında ele
alınması gerekenler bazen sarkabiliyor. Bu sorunlardan birisi de Kıbrıs Sorunu eksenli olandır.
Derviş Eroğlu’nun hesabında 2 Milyon lira çıkması ile birlikte ele alacağız.
Derviş Eroğlu, en az ağa babası olan Rauf Denktaş gibi Türk Kontrgerillasının Kıbrıs ayağının
liderlerinden birisidir. Onlarca yıldır Kıbrıs politik yaşamı içinde olan bu kontrgerilla
yöneticisinin elinde, banka hesabında bu kadar büyük bir para olması, çıkması işin esası
gerçekten şaşırtıcı değildir. Zira bu hesap kabarıklıkları onların ekonomik işleri vasıtasıyla
değil; tam tersine düzenin sözde kalan yasal sınırları dışında kalan faaliyetleri dolayısıyladır.
Ve de bilinir ki Türk Kontrgerilla devletinin yöneticilerinin de Kıbrıs’ta hem mal-mülkleri
vardır ve hem de Kıbrıs Bankalarında yüksek hesapları. Bunlara en açık, bariz örnekler verecek
olursak eski Türk ****l Başkanı Mustafa Özbek ve tescilli kontrgerilla yöneticisi Mehmet
Ağar en önde gidenlerdendirler.
Kıbrıs, kara para cenneti olduğu kadar bu paraların aklanma merkezlerinden birisidir ve gittikçe
parlayan yıldızıdır.
Kıbrıs, kumarhaneler cenneti haline gelmiştir enternasyonal anlamda. Artık Monte Carlo gibi
üslerin yanına son yirmi yıla yakındır eklenen bir kumarhaneler merkezidir.
Kıbrıs, insan ticaret merkezi olmuştur aynı zamanda. Beyaz kadın pazarı, insan kaçakçılığı
üssü, geçiş yeri, küçük çocukların pazarlanması yeri- nitekim Güney Kıbrıs’lı Bakanın
Lefkoşa’da bir pazarlık halinde yakalanmış olması bunun açık kanıtıdır-,vs gibi insan tüccarlığı
yeri haline getirilmiştir Kıbrıs.
Kıbrıs, Ortadoğu’da egemenlik mücadelesinin siyasi göstergelerinden birisidir aynı zamanda.
Siyasal güç gösterisinin bir parçası ve örneği olan Doğalgaz ve petrol arama işi olayında da
açıkça görüldü bu olay.
Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de egemenlik açısından siyasi, askeri, militarist bir üs olması ile de
önemlidir. Ortadoğu’nun dışa açılan kapılarının kilit bölgelerinden birisidir.
Kıbrıs stratejik konumundan kaynaklı doğudan batıya, kuzeyden güneye geçiş üslerinden
birisidir.
Bu türden konu başlıkları uzatılabilir. Tüm bu bakımlardan Kıbrıs emperyalist kapitalist
merkezler ve onların bölgesel uşakları açısından oldukça değerli ve önemlidir. Yoksa ki, bunca
yıldır çözülemeyen bir konumda olmazdı.
Tüm dünya emperyalist kapitalistleri Kıbrıs söz konusu olduğunda kulaklarını kabartmak
yanında, eylemleri ile sürecin içinde oluveriyorlar. Kendilerini zenginleştirdikleri gibi,
uşaklarını da zenginleştirmeyi ihmal etmiyorlar.
Kıbrıs Halklarının kurtuluşunun yolu bütünsel olarak emperyalist kapitalizm ile hesaplaşmadan;
emekçilerin ortak, birlikte olarak egemenlere karşı mücadelesini büyütmeden olanaklı değildir.
Özgürlük, sosyalizm, komünizm odaklı DEVRİM mücadelesiz Kıbrıs mücadelesi her daim
güdük, sınırlı, dar kalıp düzene eklemlenmeye mahkum olmak durumundadır.

EK-B-5
SÖMÜRGE KIBRIS’TA TC’NİN DAYATTIĞI ÖZELLEŞTİRME VE MİNARE GÖLGESİNDE EĞİTİM SÜRECİ ÜZERİNE
TC’nin bilindiği üzere iki sömürgesi bulunmaktadır. Bu iki sömürgesinde de açık işgal, açık faşist sömürgeci diktatörlüğü birisinde gölge biçimde-güya Kıbrıs hükümeti vs eli ile- sürdürülürken; diğerinde yani Kürdistan’da buna bile gerek duymadan sürüyor. Kıbrıs’ta sömürgeci faşist rejim Türk sömürgeci faşist diktatörlüğünün eli ile beslenirken, diğer yandan ekonomik kriz ve sonuçları ile birlikte bu “giderleri” karşılamak üzere Kıbrıs’ta da özelleştirme saldırısını gündeme almış bulunuyor. Diğer yandan da Din konusunda aynen “anavatan” TC’nin şu andaki görünümüne uygun olarak “atılımlar” yapmaktadır.

Türk sömürgeciliği, AKP’li BOP kliğinin egemenliğini pekiştirdikçe Kıbrıs’ta da kendine ve sermaye sınıfının çıkarlarına uygun hareket etmeye başladı nicedir. Önceleri sorun çözüyormuş gibi “umutlar” saçan klik, ardından gündelik çıkarlar neyi emrediyorsa ona uygun hareket ediyor. Ayrıca Kıbrıs ekonomik açıdan “kambur” gibi algılansa da bu klik tarafından; ağa babaları-emperyalist metropoller açısından stratejik önemi gözetilerek Kıbrıs “gözden” çıkarılamıyor.

Bu gerçeklerden dolayıdır ki, AKP’li klik bir yandan “kambur” gördüğü Kıbrıs’ı sözde üstünden atmanın ekonomik yolunu özelleştirmelerde buldu aynen Baba Vatanında olduğu gibi. Ekonomik anlamda sınırsız-katmerli-vahşi kapitalizmin doruklarında yaşayan Türk sömürgeci kapitalizmi, Kıbrıs’ı da kendi ana vatanında uyguladığı, 12 Eylülün hedeflerinden olan özelleştirmenin kucağına atmak istiyor.

Tekelci Devlet Kapitalizminin olan sözde Kamu yapılarının özel ele devredilmesi çokta önemli değildir diyenler taktik hata yapıyorlardır. Zira özelleştirme başlı başına kazanılmış hakların gaspı ve vahşi sömürü-vahşete karşı çıkmamak, onu kabullenmek anlamına gelmektedir. Bunun için Baba Vatan’a bakmak yeter de artar bile.

Özelleştirme demek, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, örgütsüz kılma, hak-hukuk kurallarında sınır tanımazlık demektir. Bu bağlamda sermaye sınıfı açısından stratejik bir saldırı ayağıdır özelleştirme. Özelleştirmeye karşı durmak ve mücadele etmek ise ciddi bir komünist sınıf taktiğidir bu bağlamda.

Kıbrıs ya da başka bir ülke ya da toprakta özelleştirme saldırısına bu minval üzere karşı çıkar komünistler. Bunun altını özellikle çizmek lazımdır. Zira devlet kapitalizmi elinden “özel” kapitalizm eline geçmek arasında hiçbir fark yoktur deyip, sorunu sessizce kabullenmek tamı tamına sermaye sınıfının çıkarlarına “hizmet etmek” demektir. Yukarıda da açıklamaya çalıştık bu sorunu.

Sömürge Kıbrıs’ta aynen Baba Vatan’ındaki gibi din, cami ve minare gölgesinde eğitim süreci dayatılması da gündemdeki sorunlardan birisidir. Zira dinci-gerici-faşist-sömürgeci TC devletinin gerek Anadolu’da ve gerekse de birçok kez ifade ettiğimiz üzere dünya ölçeğinde BOP vesilesi ile Fetoş aracılığıyla onlarca yıldır uyguladığı bir yoldur bu. Bunda zerre kadar şaşılası bir şey yok. Dinin geniş yığınlar üzerinden etkisini gerek Amerikan emperyalizmi ve gerekse de yerli uşakları sonuna kadar kullanmaya çalışıyor.

Ama unuttukları bir şey var ki, ADA oldukça özgün bir yerdir. Anadolu’da ki uyuşturucu etkisinden din bakımından yararlanamazlar Türk sömürgeciliği. Ancak Türk sömürgeciliğinin ADA’yı kuşatma harekatının bir parçası olarak oraya yerleştirilmiş “sömürgeci artıklarının” üzerinde etkisi olabilir bu sürecin. Zira ADA, İsevi, Musevi, Maronit, İslam vs kökenli etnik, dinsel bir ton emekçi barındırmaktadır. Elbette ateist sınıf dostlarını katmadık buna.

Sömürgeci faşist TC diktatörlüğü ve kontrgerilla devleti, Anadolu’daki gibi çıplak faşist uygulamaları, kullanma mantığı ile ADA’yı da teslim alabileceğini, elinin altında tutacağını sanıyor! Ve de düzeninin eskisi gibi yürüyeceğini. Bu olanaklı değildir ve de olamaz. Zira ADA artık 80’li yılların karanlığa bürünmüş yapısından oldukça dışına çıkmıştır. ADA proleter, emekçi yığınları kurtuluşun yolunun ne olduğu konusunda oldukça ileriye doğru yürümektedir. Tek ve gerçek-somut sorun olarak ADA’nın proleter bir komünist liderlikten yoksunluğudur. Aynen Baba Vatan’da olduğu üzere.

Din gibi oldukça kirli bir birleştiricilik ya da kullanıcı rantçılık üzerinden bu aşağılık sömürgeci kontrgerilla düzeni yürüyemez, yürümüyor, yürüyemeyecektir. ADA proletaryası ve tek tek komünistleri kendi somut-gerçek kurtuluş yolu ve çözümlerini mutlaka bulacak, yaşama dahil edecektir. Ne silahları, ne de minareleri kurtuluşun yolunu karartamaz, uzak kılamaz. 
http://www.ateshirsizi.com/somurge-kibris-8217-ta-tc-t18094.html?t=18094

EK-C
ULUSLARIN KENDİ KADERLERİNİ TAYİN HAKKI VE
PROLETARYANIN TUTUMU ÜZERİNE
TÜRK VE KÜRT SORUNU ÜZERİNDEN UKKTH MESELESİNE
KISA BİR GİRİŞ
Türkiye Devrimci Hareketi nezdinde yüz yıla yakın bir süredir
tartışılan ve de Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin sıcak savaşı ile
gittikçe daha da sıkça tartışılan konu, çoğu kez Kemalizm,
Kemalistlerin sözde solcular içindeki etkileri, çeşitli toplumsal
kesimler içerisinde yarattığı bilinç bulanıklığı, buna birde PKK’nin
zaman zaman yanlış eylem hattı eklenince harareti artan
düzeylere çıkabiliyor.
Ama her daim gözden kaçırılan olgu, meselenin özünün ezilen-
sömürülen halklar nezdinde ele alınması gerekirken; ona liderlik
eden hareketin kimliği ve duruşu ile meseleye bakış açısının
şekillenmesinin vermiş olduğu yanılgılardır. Bu yanılgı, sorunun
kendisini tartışmak ve halklar esaslı bakış açısından ille de ML
bakış açısından uzak güncel bir tartışma konusu imiş gibi algılanıp
algılatılmasıdır. Bu da ister istemez, güncel şoven-ırkçı ve faşist
bakış açısının gerçeği kirletmesine, sorunun özünün kaçırılmasına
neden olmaktadır ne yazık ki.
UKKTH nedir? Bununla başlamalıyız. Alıntı yapmadan ML’in soruna
bakışını özetle sunacağız. Ki, bu sorunun tespiti ve bu ilkenin
ortaya konulmasının başlangıcı Marx, Engels ile başlamış ve de
Lenin doruğuna ulaştırmıştır. Wilson vs gibi şahsiyetlerinin ortaya
attığı koca bir yalandır. Wilson’un yaşadığı yıllardan çokça önce
yaşayan Marx ve Engels ile ortaya atılan bir ML ilkedir. Ki bu
ilke; ML olmanın biricik kriterlerindendir. Aynen Proletarya
Diktatörlüğünün kabulünün ML ve komünist olmanın temeli olması
gibi. Zira halkların özgür-eşit-gönüllü birliği meselesinde
Halkların Kaderlerini Tayin etme Hakkı kritik değerdedir.
Sömürgeciliğe, emperyalizme, işgale, sömürüye karşı çıkmak ve
halk iradelerine saygı göstermek biricik ilkelerdendir ML
açısından.
UKKTH ilkesi kısaca ayrı devlet kurma hakkı da dahil olmak
üzere bir ulusun, bir halkın kendi kaderini kendisinin belirlemesine
sahip çıkmak, saygı duymak, bu hakkın kullanılmasının önünü
açmak demektir ML açıdan. Ayrı devlet kurmak hakkı dahil
derken esasen işte şovenist-ırkçı-faşist-sömürgeci uşaklarından
ayrılmanın temel noktasıdır. Zira sosyal-şovenistler bu hakkın
kullanılmasına sürekli bir biçimde karşı çıkarak, kendi gerici
iktidarlarının tellerinde oynamışlardır ve sınıf düşmanı ideolojik-
pratik duruşlarını göstermişlerdir.
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesi ve sırasında kendi
savaş hükümetlerini destekleyen sosyal şovenler, revizyonist ve
reformist sözde işçi sınıfı partileri ile onların siyasal sözcülerinin
ML safta olmasını beklemek abesle iştigal etmek demektir.
Emperyalist savaşı destekleyen, savaş suçlarına ortak olmak
demektir. Kendi ülke ordusunun başkaca sömürgeler için savaşını
destekleyenlerin komünist olmaları olanaklı değildir. Zira süre
giden ve var olan savaş; haklı-meşru-doğru-sınıfsal olarak
proletaryanın ve halkların çıkarları uğruna değil; tam tersine
egemen emperyalist burjuvazinin çıkarlarınadır.
Ezilen, sömürülen, sömürgeci işgal altında tutulan Halkların kendi
kaderlerini tayin hakkını tanımak, onların iradesine saygı duymak,
ayrılma hakları dahil olmak üzere tüm insani haklarını savunmak
ancak gerçek bir proleter ile ML’in işleridir. Mazeretsizdir bu
savunma ve eylem hattı. Halkların kaderini tayin hakkını bu
bağlamda kayıtsız-koşulsuz savunma, eyleme geçirme hattını
yaşama aktarma kesinlikle biricik ML görevlerdendir.

Ama bu ideolojik-politik-teorik savunu hattı Halkların iradesi
içindir. Kayıtsız-koşulsuz savunu hattı.
Beri yandan aynı şeyi, olayı Halkların ya da herhangi bir halkın lider örgütü açısından
ise kayıt ve koşullar bulunmaktadır.

Bu kayıt-koşullar ise şöyledir:

Birincisi
hareketin mevcut koşullarda sömürgeciliğe,
emperyalizme, faşizme darbe vurarak onu geriletmesi.
İkincisi,
hareketin bu mücadelesi içerisinde gerici, kör milliyetçi, değişik
emperyalist odaklara yaslanmaması ve ilerici bir nitelikte olması.
Üçüncüsü,
komünist devrimci sınıf hareketini engellememesi.
Komünist devrimci hareketin çalışmalarına engel koymaması.

Bu üç koşul, bir ulusun kendi kaderini tayin hakkı ya da
desteklenmesi açısından değil; ona liderlik eden Özgürlük
Hareketlerine ilişkin destek, birlikte çalışma koşullarıdır.

Birbirinden farklı iki olguyu birbirine karıştırmak, ideolojik-
teorik-politik-pratik olarak ML’in ilkesel tutumu ile güncel
duruma ve güncel harekete karşı alınan tavrı birbirinin eşdeğeri
görmektir ki; bu sınıfsal bakımdan gerici bir noktaya savrulmayı
gerektirir. Aynen şimdiki koşullarda Türkiye’de yaşananlar gibi.
Gelelim şimdiki somut duruma. Türk ve Kürt sorununa. Anadolu’da
herkesin ifade ettiği üzere sadece bir Kürt Sorunu yoktur.
Onun yanında ondan daha dehşetli bir Türk Sorunu vardır
Anadolu’da. Zira Anadolu’da köken, geldiği yer, etnik yapısı farklı
olan birçok kesimin asimile edilmesi sonucu ciddi bir Türk Sorunu
olduğunun da altını çizmek lazımdır. Zira şovenist faşizmin
zehirlediği, kendinden uzaklaştırdığı, tek tipleştirdiği vs bu
kesimlerin hiç birisinin kökeni Türk vs değildir. Bu anlamda
Kemalizm’in tek tipleştirme operasyonunun nihai anlamda oldukça
başarılı olduğu açıktır.
Anadolu’ya en son gelip yerleşen ve kendinden önceki yerleşik
Halkların hepsine düşman olan Türkler ( Ermeniler, Rumlar,
Kürtler, Alevi-Kızılbaşlar vs gibi) ; İslami çerçeve içindeki
Osmanlı asimilasyonunu Cumhuriyet döneminde de azgınca
sürdürdüğü içindir ki; bugün Arnavut’un dan Boşnak’ına;
Çerkez’inden Arap’ına vs birçok halkın kendi köklerinden uzak
kılınıp kendine yabancılaştırılması ve ardından da bunların
şovenizmin baş aktörleri olmasını sağlamışlardır.
Bu asimilasyona direnmiş az sayıdaki Halktır Kürt Halkı. Son yüz
yıla girilmesinden önceleri de, son yüzyılda da onlarca isyanın adı
olmuştur Kürt Halkının isyanları. Son Kürt İsyanını anında
yaşıyoruz bizler. Şimdi Kürt Sorunu konusunda UKKTH temeli
nasıl bir yerde durmaktadır? Onu kısaca tartışalım dilerseniz.
UKKTH temelinde ML’in Kürt Halkının kendi iradesini
tanımamasını düşünmek, ML’e ihanet edip egemen sömürgeci faşist
devlet ile Egemen burjuvazinin safında yer almak ve su
katılmamış gericiliktir. Bugün İP, HKP, TKP ve reformist,
revizyonist ve sosyal şoven bir noktada yer almak demektir.
(Zaten CHP vb gibi sözde sosyal demokratların hangi safta
oldukları açık ve kesin olduğu için bunları saymıyoruz.) Kürt
Halkının insani-etnik-kimliksel- özgür bir dünya için verdikleri
mücadele kayıtsız-koşulsuz savunulur ML’ler tarafından. Onların
bu mücadelelerini desteklemenin ötesinde liderlik bile yapılmak
zorunludur.
Diğer yandan Kürt Halkı kendi özgür iradesiyle PKK’nin etrafında
bu amaçlar uğruna birleşmiş olup, on yıllardır özgürlük
mücadelesini sürdürmektedir. Bu da UKKTH çerçevesinde haklı-
meşru bir mücadele hattıdır. Sömürgeci faşist Türk devleti ve
egemen sermaye sınıfına karşı sürdürülen bu mücadeleye kayıtsız
kalmak ML’e ihanetle eş anlamlıdır. Bu bakımdan en çok ML’i
ilgilendiren sorunun kendisine bir bakış, UKKTH’nı bu ML çizgide
sorgulamak ve tutum almak zaruridir.
PKK, Kürt Halkının meşru lideridir. Onun talep, istem ve
mücadelesinin cisimleştiği örgütsel milliyetçi bir Kürt Hareketidir.
Ötesi de reformist, düzen içi talepleri uğruna silah kullanan;
çıktığı yıllardan bu yana devrimci slogan ve programdan şimdiler
de reformist talep ve programa yönelmiş silahlı Kürt örgütüdür.
Kürt Halkının sömürgeci faşizme direnişinin lider yapısıdır. Bu
açıdan sorunun tartışılmasında biricik taraftır doğrudan.
PKK’nin desteklenmesi ile Kürt Halkının UKKTH çerçevesinde
desteklenmesi, savunulması aynı şeyler değildir. Yukarıda ifade
etmiştik bunu. Ama diğer yandan şöyle bir çelişki var gibi
görünebilir ki; o da şudur: Madem Kürt Halkı iradesini PKK
etrafında toplanmak ile göstermişse bu destek PKK’ ye de olması
gerekmez mi? Hayır, bu ML, diyalektik materyalist bir bakış
açısı ürünü değildir. Zira düz bir mantık silsilesi ürünüdür.
Bir olguyu teorik, politik, pratik, ideolojik olarak sahiplenmek,
desteklemek, liderlik etmek ile konunun kendisinin pratik
yansımaları içindeki çelişkileri görmezden gelmek ML’in ruhuna
aykırıdır. Bu bakımdan iki şeyi birbirinden ayrı ele aldık ve de
PKK’yi destekleme koşul ve kayıtlarını ortaya koymuş olduk
yukarıya.
PKK, KUKM’nin lideri olarak komünistler, işçi sınıfı ve ML’ler
tarafından kayıtlı-koşullu desteklenmektedir. Zira PKK, Ulusal
reformist bir parti olarak, silahlı savaşı birçok kez yanlış bir
biçimde kullandığı gibi, çevresi ve kendisi tarafından birçok kez
TDH ve Komünist Harekete de şiddeti dayatan, yapan bir
örgüttür. Yukarıdaki koşulların bir kısmını karşılayan bir örgüt
değildir. Bu açıdan PKK söz konusu olduğunda destek kayıtlı-
koşullu olmak zorundadır.
Zira Kürtlerin orta-küçük burjuvazisinin temsilcisi bir harekettir
PKK. Kürt Halkının çoğunu temsil ediyor görünse de yine önemli
bir çoğunluğunu da temsil etmekten uzaktır. Bugüne ilişkin PKK
etrafında sadece Ulusal Talepler açısından birleşmiş gibi görünen
Kürt ezilenleri; sınıfsal alternatifler olduğunda bu durumu gözden
geçirecektir, geçirmek durumunda kalacaktır.
PKK kayıtlı-koşullu destek ve savunma durumumuzda olan bir
harekettir. Ama Kürt Halkının UKKTH çerçevesinde saklı duran
hakları geride ve tamamen kayıtsız-koşulsuz olmak üzere.
Proletarya ve ML komünist devrimcilerin Kürt Sorunu konusunda
temel tutumları bu minvaldedir. UKKTH ilkesi vazgeçilemez bir
ML ilkedir ve asla sulandırılmasına izin verilemeyecek temel
değerlerimizdendir.

Viladimir İliç Lenin
Ulusal Sorun Üzerine Tezler
1. Programımızın (ulusların kendi kaderlerini tayin etmelerine ilişkin) maddesi, siyasal kaderi
tayinden, yani ayrılma ve ayrı bir devlet kurma hakkından başka anlama gelecek biçimde
yorumlanamaz.
2. Sosyal-demokrat programın bu maddesi, Rusya'nın sosyal-demokratları için şu bakımlardan
mutlak olarak önemlidir:
a) genel olarak demokrasinin temel ilkeleri açısından,
b) Rusya'nın sınırları içinde ve ondan da önemlisi, sınır bölgelerinde, birbirinden keskin biçimde
değişik iktisadi, toplumsal ve benzer koşullarla ayrılmış birçok ulus bulunduğu ve bu uluslar (Büyük-
Ruslar dıştalanırsa Rusya'nın bütün öteki ulusları gibi) çarlık monarşisi tarafından inanılmaz ölçüde
ezildiği için,
c) son olarak, dünyanın başka her yerinde, değişik ölçülerde de olsa, bağımsız ulusal devletler ya da
birbiriyle yakın ilişkisi bulunan ulusal bileşimlere varmış devletler yaratan burjuva demokratik
reformu, tüm Doğu Avrupa'da (Avusturya ve Balkanlar) ve Asya'da —yani Rusya'yla sınırdaş olan
ülkelerde— henüz ya tamamlanmamış ya da daha yeni başlamış olduğu için,
d) bugün için, Rusya, —Batıda— siyasal özgürlüğün temel ilkelerinin ve anayasal rejimin 1867'de
sağlamlaştırıldığı ve şimdi genel oy hakkının getirildiği Avusturya'dan tutun, —Doğuda— Çin
Cumhuriyetine kadar, kendisine sınırdaş olan ülkelerinkinden daha geri ve daha gerici bir devlet
sistemine sahip bir ülkedir. Bu nedenle Rusya'nın sosyal-demokratları, bütün propagandalarında,
bütün ulusal-toplulukların ayrı devlet kurma ya da parçası olmak istedikleri devleti özgürce seçme
hakkı üzerinde ısrar etmelidirler.
3. Sosyal-demokrat parti, bütün ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri hakkını tanıdığına göre,
sosyaldemokratlar,
a) egemen ulusun (ya da nüfusun çoğunluğunu oluşturan ulusun) siyasal yönden ayrılma isteğini
gösteren ulusa karşı hangi biçimde olursa olsun kuvvet kullanmasına, koşulsuz olarak karşı
çıkmalıdırlar;
b) böyle bir ayrılma sorununun, sözkonusu topraklarda yaşayan nüfus tarafından genel, dolaysız ve
eşit oy hakkı temeline dayalı olarak gizli oyla kararlaştırılmasını istemelidirler;
e) gerek kara-100'ler oktobristleri, gerek liberal burjuva partileri (ilericiler, kadetler, vb.,) her ne
zaman genel olarak ulusal-topluluklara baskı yapılmasını savunur ya da onaylarlarsa veya özel olarak
ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını yadsırlarsa, onlara karşı amansız bir savaş vermelidirler.
4. Sosyal-demokrat partinin, tüm ulusal toplulukların kendi kaderlerini tayin hakkını tanıması,
kuşkusuz, sosyal-demokratların, her olayda, devletten ayrılmanın öğütlenir olup olmadığını, kendi
çerçevesi içinde, değerlendirmeyi reddettikleri anlamına gelmez. Tam tersine, sosyal-demokrasi,
kapitalist gelişmenin koşullarını ve çeşitli uluslar proletaryasının tüm ulusal-toplulukların birleşik
burjuvazisi tarafından ezilmesini olduğu kadar, demokrasinin genel amaçlarını ve her şeyin üstünde
ve ötesinde, proletaryanın sosyalizm için verdiği sınıf savaşımının isterlerini dikkate alarak kendi
bağımsız değerlendirmesini ortaya koymalıdır.
Bu açıdan, aşağıdaki duruma özel bir dikkat gösterilmelidir: Rusya'da, bazı tarihsel ve toplumsal
koşullar nedeniyle daha çok uygarlaşmış ve daha ayrı düşmüş (more isolated), ayrılma haklarını en
kolay, ve en "doğal" biçimde gerçeğe dönüştürebilecek iki ulus vardır. Bunlar Finlandiya ve Polonya
halklarıdır. 1905 devrim deneyimi göstermiştir ki, bu iki ulus içinde bile, egemen sınıflar, toprak
sahipleri ve burjuvazi, özgürlük için devrimci savaşımı reddetmekte, Finlandiya ve Polonya'nın
devrimci proletaryasından korktukları için, Rusya'nın egemen sınıflarıyla ve çarlık monarşisiyle
rapprochement (uzlaşma) yollarını aramaktadırlar.
Bu nedenle sosyal-demokrasi, tüm ulusal-toplulukların proletaryası ile öteki emekçi halkına, "kendi"
burjuvazisinin ulusalcı sloganlarıyla aldatılmasına karşı en güçlü uyarıda bulunmalıdır; o
burjuvazinin, bir yandan öteki ulusların burjuvazisiyle ve çarlık monarşisiyle iktisadi ve siyasal ittifaka
girerken, bir yandan da "doğup büyüdüğümüz topraklar" hakkındaki tatlı ya da ateşli konuşmalarıyla
proletaryayı bölmeye ve onun dikkatini burjuva entrikalarından saptırmaya çalıştığını kuvvetle ortaya
koymalıdır.
Proletarya, tüm ulusal-toplulukların işçileriyle, istisnasız bütün işçi sınıfı örgütlerinde tam ve çok sıkı
bir ittifak içinde olmadıkça, sosyalizm savaşımını sürdüremez ve gündelik iktisadi çıkarlarını
savunamaz.
Proletarya, çarlık monarşisini devirmeyi ve onun yerine demokratik bir cumhuriyet getirmeyi
amaçlayan devrimci bir savaşımın dışında özgürlüğünü elde edemez. Çarlık monarşisi, ulusal-
topluluklar için özgürlük ve eşit haklar tanınmasını engeller, üstelik, hem Avrupa'da, hem Asya'da
barbarlığın, hunharlığın ve gericiliğin kalesidir. Bu monarşi ancak, Rusya'daki bütün ulusların birleşik
proletaryası tarafından, bütün ulusların çalışan yığınları arasında bulunan, devrimci savaşım gücüne
sahip, tutarlı demokratik öğelere önderlik eden birleşik proletarya tarafından devrilebilir.
Bundan çıkan sonuç şudur: "kendi" burjuvazisiyle siyasal birliği, tüm ulusların proletaryasıyla birliğin
üstünde tutan işçiler, kendi çıkarlarına, sosyalizmin isterlerine ve demokrasinin isterlerine karşıt
davranıyorlar demektir.
5. A'sından Z'sine kadar demokratik bir devlet sistemini yüce bilen sosyal-demokratlar, bütün
ulusal-topluluklar için koşulsuz eşitlik isterler ve bir ya da birkaç ulusa ayrıcalık verilmesiyle kesin
olarak savaşırlar.
Sosyal-demokratlar, özellikle bir "devlet" dili olmasını reddederler. Bu, özellikle Rusya için gereksizdir.
Çünkü Rus nüfusunun onda-yediden çoğu, birbiriyle bağlantılı Slav uluslarındandır. Bu uluslar,
özgür bir okul ve özgür bir devlet koşuluyla, iktisadi ilişkilerin gerekleri sonucu, herhangi bir dile
"devlet" dili ayrıcalığını sağlamaya gerek olmaksızın, birbirleriyle kolayca anlaşabilirler.
Sosyal-demokratlar, Rusya'da, otokratik feodal devletin memurlarıyla feodal toprak beyleri tarafından
biçimlendirilmiş, eski yönetim birimlerinin kaldırılmasını, onların yerine, bugünkü iktisadi yaşamın
gereklerine uygun ve ayrıca, olabildiği ölçüde, nüfusun oluşumuyla uyuşumlu birimler konmasını
isterler.
Devlet içinde, toplumsal özellikleri ya da nüfusun ulusal oluşumuyla, ötekilerden ayrılan bütün
bölgeler, kendi özyönetimlerine ve özerkliğe, genel, eşit ve gizli oya dayalı kendi kurumlarına sahip
olmalıdır.
6. Sosyal-demokratlar, devletin hangi bölgesinde olursa olsun, tüm ulusal azınlıkların haklarını
koruyan, devletin her yöresinde geçerli bir yasanın çıkarılmasını isterler. Bu yasa, ulusal çoğunluğun
kendisi için ayrıcalıklar koymasına ya da ulusal bir azınlığın (eğitim alanında, özel bir dil
kullanılmasında, bütçe işlerinde, vb.) haklarını kısmasına olanak sağlayabilecek tüm esasları
yürürlükten kaldırdığını ilan etmeli ve bu tür esasların konmasını suç sayarak yasaklamalıdır.
7. Sosyal-demokratların, "kültürde ulusal (ya da basitçe "ulusal") özerklik" sloganı, veya böyle bir
sloganın gerçekleştirilmesi tasarımları karşısındaki tutumları olumsuzdur. Çünkü bu slogan, (1) hiç
kuşku yok ki, proletaryanın sınıf savaşımının enternasyonalizmiyle çatışır, (2) proletaryanın ve
emekçi halk yığınlarının, burjuva milliyetçiliğinin etkisi altına girmesini kolaylaştırır ve (3) bir bütün
olarak devletin, A'sından Z'sine demokratik bir dönüşümden geçirilmesi amacından dikkatleri
kaydırma gücündedir. Oysa ulusal-topluluklar arasında (kapitalizm altında olabildiği ölçüde) barışı
yalnızca bu dönüşüm güvence altına alabilir.
Sosyal-demokratlar arasında "kültürde ulusal özerklik" sorunu çok sivri bir sorun olduğu için, durum
hakkında bazı açıklamalar yapmak istiyoruz:
a) Sosyal-demokrasi açısından, ulusal kültür sloganını doğrudan ya da dolaylı biçimde ortaya atmaya
izin verilemez. Slogan doğru değildir, çünkü kapitalizm altında tüm iktisadi, siyasal, manevi yaşam
esasen giderek enternasyonal hale geliyor. Sosyalizm, bu yaşamı tam anlamıyla
enternasyonalleştirecektir. Bütün ülkelerin proletaryası tarafından zaten sistemli olarak yaratılmakta
olan enternasyonal kültür (hangi ulusal-topluluk sözkonusu olursa olsun) bir topluluğun, "ulusal
kültürü"nü bütün olarak emmez, ama herbir ulusal kültürün, özellikle tam anlamıyla demokratik ve
sosyalist olan öğelerini alır.
b) Sosyal-demokrat programlardaki ulusal kültür sloganına, her ne kadar ürkek bir örnekse de
yaklaşık bir örnek, Avusturya sosyal-demokratlarının Brünn programının 3. maddesidir. Bu 3.
madde şöyle der: "Bir ulusun özyönetimle yönetilen tüm bölgeleri, ulusal işlerin kararlaştırılmasında
tam bir özerkliğe sahip olan tek bir ulusal ittifak kurarlar."
Bu, orta yolcu, uzlaşmacı bir slogandır, çünkü ülke-dışı (kişisel) ulusal özerkliğin izini
taşımamaktadır. Ama bu slogan da hatalı ve zararlıdır, çünkü Lodz'daki, Riga'daki, St. Petersburg ve
Saratov'daki Almanları bir devlet halinde birleştirmek Rus sosyal-demokratlarının üstüne görev olan
bir şey değildir. Bizim üstümüze düşen görev, tam demokrasi için, tüm ulusal ayrıcalıkların ortadan
kaldırılması için savaşmak ve Rusya'daki Alman işçileri, öteki ulusların işçileriyle, sosyalizmin
enternasyonal kültürünü geliştirip yüce tutmada birleşmektir.
Daha da hatalı olanı, ülke-dışı (kişisel) ulusal özerklik sloganıdır ve (bu sloganın kararlı destekçilerince
hazırlanmış bir plana göre parlamentolar kurulması, ulusal devlet sekreterleri atanmasıdır (Otto
Bauer ve Karl Renner). Bu tür kurumlar, kapitalist ülkelerin iktisadi koşullarıyla çelişir; dünyanın
demokratik ülkelerinden hiçbirinde denenmemiştir; gerçekten demokratik kurumlar getirmekte
umutsuzluğa kapılan ve bir dizi ("kültürel") sorunda her ulusun proletaryasıyla burjuvazisini yapay
olarak birbirinden ayrı tutarak, burjuvazinin ulusal kavgalarından kurtulmaya çalışan kişilerin
oportünist düşünden başka bir şey değildir.
Zaman zaman koşullar sosyal-demokratları, belli bir süre için bir tür orta yolcu, uzlaşmacı kararlara
boyun eğmeğe zorlayabilir, ama öteki ülkelerden böyle uzlaşmacı, orta yolcu kararları değil, tutarlı
sosyal-demokrat kararları almalıyız. Avusturya'nın, orada tümden başarısızlığa uğramış ve Çek
sosyal-demokratlarının ayrılıkçılığına ve kopmasına neden olmuş talihsiz uzlaşmacı kararını, bugün
bizim benimsememiz, hiç de akıllıca olmaz.
c) "Kültürde ulusal özerklik" sloganının Rusya'daki geçmişi, bu sloganın bütün Yahudi burjuva
partileri tarafından ve yalnızca Yahudi burjuva partileri tarafından benimsendiğini ve ulusal Yahudi
parlamentosu (sejm) ile ulusal Yahudi devlet sekreterlerini tutarsız bir biçimde reddeden Bund'un
onları, hiçbir eleştiri süzgecinden geçirmeksizin izlediğini göstermiştir. Yeri gelmişken, uzlaşmacı
kültürde ulusal özerklik sloganını kabullenmiş ya da savunmuş olan Avrupalı sosyal-demokratlar bile,
bu sloganın Yahudiler için gerçekleştirilmesi oldukça güç bir slogan olduğunu itiraf etmişIerdir (Otto
Bauer ve Karl Kautsky). "Galiçya ve Rusya'daki Yahudiler, bir ulus olmaktan çok bir kasttır. Yahudileri
bir ulus olarak ortaya çıkarma çabaları, bir kastı ayakta tutma çabasıdır." (Karl Kautsky.)
d) Uygar ülkelerde, kapitalizm altında ulusal barışa, ancak demokrasinin tüm devlet ve yönetim
sistemi içinde azami ölçüde uygulandığı koşullarda oldukça (göreli olarak) yaklaşıldığını görüyoruz
(İsviçre). Tutarlı bir demokrasiye ilişkin sloganlar (cumhuriyet, bir milis gücü, memurların halk
tarafından seçilmesi, vb.) proletaryayla emekçi halkı ve genel olarak her ulusun içindeki ilerici öğeleri,
en küçük bir ulusal ayrıcalığı bile dıştalayan koşullar için savaşımda birleştirir. Buna karşılık kültürde
ulusal özerklik sloganı, ayrı ayrı ulusal-toplulukların proletaryasını böler ve onu ayrı ulusların gerici ve
burjuva öğeleriyle birleştirir.
Tutarlı bir demokrasiye ilişkin sloganlar, bütün ulusal-toplulukların gericileriyle karşı-devrimci
burjuvazisine amansızca düşmandır. Buna karşılık kültürde ulusal özerklik sloganı, bazı ulusların
gericileri ve karşı-devrimci burjuvazisi tarafından oldukça kabul edilebilir bir slogandır.
8. Bu durumda, Rusya'daki tüm iktisadi ve siyasal koşullar, sosyal-demokrasinin, bütün ulusal-
toplulukların işçilerini, koşulsuz olarak, herhangi bir ayrım yapmaksızın bütün proleter örgütlerinde
(siyasal örgütler, işçi birlikleri, kooperatifler, eğitim örgütleri, vb.) birleştirmesini gerektirir. Parti,
federatif bir yapıda olmamalı, ulusal sosyal-demokratik gruplar kurmamalıdır; belli bir bölgede her
türlü ulusal-topluluğun proleterlerini birleştirmeli, propaganda ve uyarma çalışmalarını, yerel
proletaryanın kullandığı tüm dillerde yürütmelidir; tüm ulusal-topluluklar işçilerinin her türlü ulusal
ayrıcalığa karşı ortak savaşımını ileri götürmeli, yerel ve bölgesel parti örgütlerinin özerkliğini
tanımalıdır.
9. RSDİP'nin on yılı aşkın bir süre içinde kazandığı deneyim, yukardaki tezlerin doğruluğunu ortaya
koymuştur. Parti, 1898'de tüm Rusya'yı kapsayan bir parti olarak, yani Rusya'daki bütün ulusal-
topluluklar proletaryasının partisi olarak kurulmuştur. 1903'te parti kurultayı, Bund'u, Yahudi
proletaryanın tek temsilcisi olarak tanımayı kabul etmeyince, Bund ayrılmış, bunun üzerine parti
"Rus" olarak kalmıştır. 1906'nın ve 1907'nin olayları, böyle bir dilekte bulunmak için hiçbir neden
olmadığını inandırıcı bir biçimde göstermiş, Yahudi proleterlerin büyük bir bölümü, birçok yerel
örgütte, ortak sosyal-demokratik çalışmaya katkıda bulunmayı sürdürmüş, bunun üzerine Bund da
yeniden partiye girmiştir. (1906) Stokholm kurultayı, bölgesel (territorial) özerklikten yana olan
Polonya ve Letonya sosyal-demokratlarını partiye getirmiştir. Kurultay, orada da federasyon ilkesini
kabul etmemiş, her bölgede, bütün ulusal-topluluklar sosyal-demokratlarının birleşmesini istemiştir.
Bu ilke yıllardan beri Kafkasya'da uygulanmaktaydı; halen Varşova'da (Polonyalı işçilerle Rus askerler),
Vilna'da (Polonyalı, Letonyalı, Yahudi ve Lituvanyalı işçiler) ve Riga'da yürürlüktedir, işlemektedir; adı
anılan son üç yerde ayrılıkçı Bund'a karşı gerçekleştirilmiştir. 1908 Aralık ayında RSDİP konferansı,
bütün ulusal-topluluklar işçilerinin bir federasyondansa bir ilke üzerinde birliğine ilişkin isteği
onaylayan özel bir karar kabul etmiştir. Bund ayrılıkçılarının, partinin kararını yerine getirmemeyi
amaçlayan bölücü çalışmaları, o "kötünün kötüsü federasyon"un çökmesine yolaçmış ve Bund'la Çek
ayrılıkçılar arasında bir rapprochement yaratmıştır (Naşa Zarya'da Kosovski'ye ve Çek ayrılıkçıların
yayın organı Der cechoslavische Sozial demokrat'ın 1913, n°3'teki Kosovski'nin yazısına bakınız). Son
olarak tasfiyecilerin Ağustos (1912) konferansında, Bund ayrılıkçılarıyla tasfiyeciler ve Kafkasyalı
tasfiyecilerin bir bölüğü, "kültürde ulusal özerkliği", özüne ilişkin herhangi bir savunma öne
sürmeksizin, parti programına örtülü olarak sokuşturmaya çalışmışlardır.
Polonya'daki, Letonya bölgesindeki ve Kafkasya'daki devrimci işçi sosyal-demokratlar, hâlâ bölgesel
özerklikten ve bütün ulusal-topluluklar işçi sosyal-demokratlarının birliğinden yanadırlar. Bund-
tasfiyeci ayrılıkçılığı ve Bund'un Varşova'daki sosyal-demokrat olmayanlarla kurduğu ittifak, tüm
ulusal sorunu, hem teorik açıdan, hem parti yapısı bakımından, bütün sosyal-demokratların
gündemine sokmuştur.
Uzlaşmacı, orta yolcu kararlar, o kararları partinin isteğine karşın ortaya atanlar tarafından
bozulmuştur; bütün ulusal-topluluklar işçi sosyal-demokratlarının birliği istekleri, her zamankinden
daha yüksek sesle öne sürülmektedir.
10. Çarlık monarşisinin kaba, savaşkan ve kara-100'ler türünden ulusalcılığı ve onun yanısıra
burjuva ulusalcılığının yeniden canlanması — Büyük Rusya (Bay Struve, Russkaya Molva, ilericiler,
vb.), Ukrayna, Polonya (Narodowa "Demokracja"nın Yahudi aleyhtarlığı), Gürcü, Ermeni, vb.,
ulusalcılığı... Bütün bunlar, Rusya'nın her yanındaki sosyal-demokrat örgütlerin ulusal soruna
eskisinden daha fazla dikkat göstermelerini, bu konuda, enternasyonalizm ve tüm uluslar
proleterlerinin birliği anlayışına uygun tutarlı marksist kararlarla ortaya çıkmalarını özellikle ivedi hale
getiriyor.
--------------------------------------------------------------------------------
a) Ulusal kültür sloganı doğru değildir, ulusal sorunun yalnızca sınırlı burjuva anlayışını ifade eder.
Enternasyonal kültür.
b) Ulusal bölünmelerin sürdürülmesi ve arık (refined) bir ulusalcılığın geliştirilmesi — birleştirme,
rapprochement, ulusların birbirine katıştırılması ve değişik, enternasyonal bir kültürün ilkelerinin
anlatılması.
l) Küçük-burjuvazinin umutsuzluğu (ulusal çekişmelere karşı çaresiz bir savaşım), radikal
demokratik reformlara ve sosyalist harekete karşı duyulan korku — kapitalist ülkelerde ulusal barışı
yalnızca radikal demokratik reformlar sağlayabilir ve ulusal çekişmeleri yalnızca sosyalizm sona
erdirebilir.
g) Eğitim işlerinde ulusal bölgeler.
e) Yahudiler.
1913 Haziranında yazıldı.
İlk kez 1925'te Lenin Miscellany III'te yayınlandı.
Collected Works,
vol. 19, s. 243-251.


EK-D-1
Komünist Devrimci Savaşımda Gereksinimi Duyulan Nasıl Bir Partidir?
“Komünist Hareketin Sorunları, Görevleri ve Önceliklerine Genel Bir Bakış ve Öneriler” başlıklı
yazıda parti düşüncesinin hafife alınmasını da eleştiri konusu yaptım. Orada, diğer şeylerin yanı sıra,
partinin kuruluşu sorununun bazı dar anlamda örgütleri oluşturmaya yeterli sayıda kadroya sahip
olma, program ve tüzüğün hazırlanması ve nihayet kurucu bir kongrenin toplanması olarak ele
alındığına dikkat çektim.
Komünist olan örgütlerin yanı sıra, kendilerini komünist ya da sosyalist olarak tanımlayan çok sayıda
örgüt, değişen derecelerde olmak üzere komünist parti düşüncesini hafife alıyor, hatta reddediyor.
Kimine göre, parti olarak, hele de açık ideolojik eğilimi olan gizli bir sınıf parti olarak örgütlenmek
gereksizdir. Onlara göre, temel ideolojik eğilimler gibi, böylesi bir örgütlenme de artık geride
kalmıştır, tarih olmuştur. Böylesine ‘dar’ örgütlenmelerin yerini yasal olarak kurulmuş ve yasal olarak
politika yapan partiler ve ‘geniş’ toplumsal hareketler, ‘sivil toplum örgütleri’, vb. almıştır ya da
almalıdır. Bu, tek bir sözcükle, tasfiyeciliktir. Bütün bu safsatalar da, kapitalist sınıfın gerek tekil
devletler düzeyinde, gerekse uluslararası düzeyde en sıkı ve merkeziyetçi olarak örgütlenme
eğiliminin güç ve ivme kazandığı, bu sınıfın tekelci kesiminin politik örgütlenme tekelini
derinleştirdiği, kapitalist devletin merkezi yapısını daha da güçlendirdiği tarihsel koşullarda, hem de
toplumsal örgütlenme sorunlarında değişime ayak uydurma, ilerleme adına savunuluyor.
Bu eğilime göre, Kıbrıs' da geniş halk kitleler politika deyince yasal olarak yapılan
politikayı; önderleri ve örgütleriyle herkesin gözü önünde olan partiler aracılığıyla yapılan politikayı
anlıyorlar. Evet, geniş kitleler politika deyince, yanlış olarak yasal ve açık parti ve diğer araçlarla
yapılan politikayı anladılar ve anlıyorlar. Onlara göre politikacı, oldukça kirlenmiş bir terim olarak, yasal
particilik yapandır. 12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesi öncesi devrimci kabarış döneminde komünist
devrimci ve demokrat devrimci savaşım yürütenler onların gözünde politikacı değil, devrimciydiler.
Komünistler bunun bilincindedirler, bilincinde olmalıdırlar. Ama bunu saptamak, ona teslim
olmayı gerektirmez. Politikada kitle kuyrukçuluğunu haklı çıkarmaz. Yapılması gereken, her şeyden
önce, işçi sınıfına ve diğer emekçi kitlelere komünist devrimcilerin (ve demokrat-
devrimcilerin) neden yasadışı ve gizli olarak örgütlenmek ve çalışmak zorunda kaldıklarını, politikanın
yasadışı olarak da yapılabileceğini ve yapıldığını, komünist politikacılıkla burjuva politikacılığı
arasındaki ilkesel farklılıklar olduğunu açıklamak ve onların bu bakımdan politik olarak eğitilmelerine
yardımcı olmaktır.

İkinci olarak da gerek komünistlerin gerekse demokrat-devrimcilerin yasadışı
çalışmayla yasal çalışmayı birleştirmek gerektiği düşüncesinde olduklarının açıklanması ve gereğinin
yapılmaya çalışılmasıdır.

Devrimci politik karakterini koruyan komünist olma iddiasındaki kimi küçük-burjuva sosyalist
(demokrat-devrimci) örgütlere göre, gizli olarak örgütlenmiş bir parti gereklidir. Ancak, onların parti
teorisine göre, komünist partisi az sayıda kadro tarafından da kurulabilir. Onlara göre önemli olan
ideolojik-politik çizgidir. Parti kuracak ideolojik, politik ve örgütsel olgunluğa ulaşılıp ulaşılmadığı
önemli değildir ya da ikincildir.
Devrimci küçük-burjuva sosyalist örgütler, komünist/leninist parti teorisinin hafife alınmasında
yalnız değiller. Komünist ideolojik-politik karaktere sahip olan kimi örgütler
onlara eşlik etmektedirler. Bırakınız işçi sınıfı içinde kitlesel bağlara sahip olmayı, daha işçi sınıfı
hareketi içinde dikkate değer bir politik güç olamayan komünist örgütler kendilerini parti olarak ilan
etmekle, gerçekte parti kavramına bilimsel olarak yaklaşma bilincine sahip olmadıklarını ilan etmiş
oldular.
************
‘Komünist parti’ kavramı üzerine bir kez daha
Kıbrıs işçi sınıfının nasıl bir partiye gereksinimi var? İşçi sınıfının gereksinme
duyduğu parti, onun politika sahnesine bağımsız bir politik güç olarak çıkmasına yardımcı olacak ve
ona sosyalist ve demokratik savaşımda önderlik edecek yetenekte bir partidir. Bu da marksist-
leninist teoriyle ideolojik ve politik olarak silahlanmış komünist bir parti olabilir ancak. Proletaryanın
marksist-leninist komünist partisinin kurulması uzun bir partileşme sürecinin yaşanmasını
gerektirir. Partinin kuruluşu bir program oluşturmak ve bazı dar anlamda örgütleri oluşturacak
kadar kadro edinmek sorunu değildir.
Komünist partisi, proletaryanın bilimsel programı temelinde
proletaryanın en bilinçli azınlığının (öncüsünün) örgütlenmesidir; bilimsel komünizm ile işçi sınıfı
hareketinin birliğidir. Bu iki hareket birleşmeden, yani komünist bir işçi hareketi oluşmadan ve
proletaryanın öncüsü komünizme kazanılıp hücreler, komiteler, vb. biçimlerde politik olarak
örgütlenmeden komünist partisi kurulmuş sayılmaz.
Komünist partisinin bilimsel komünizmin işçi
sınıfı hareketiyle kitlesel bağlar kurduğu, yani komünist işçi hareketinin doğduğu koşullarda
kurulabileceği görüşü leninist parti teorisinin temel taşlarından biridir. Bu nedenle, parti-öncesi
komünist örgütler, parti oldukları savlarına karşın Kıbrıs komünist hareketi hala
partileşme sürecini yaşamaktadır. Kıbrıs komünist hareketi, bilimsel komünist
teoriyle işçi sınıfı hareketine müdahale edip bu ikisini birleştirerek, işçi sınıfının en yüksek politik
bilinçli, en iyi, en özverili, işçi sınıfı davasına en bağlı üyelerini komünizme kazanarak hücreler,
komiteler, vb. örgütlenme biçimleri içinde örgütleyerek yaşadığı partileşme sürecini
tamamlayacaktır.
Bilimsel komünist anlamda ‘komünist parti’ kavramı işçi sınıfı hareketiyle kitlesel bağlar kurmuş ve en
ileri politik bilinçli işçileri, işçi sınıfının en bilinçli azınlığını (öncüsünü) içeren bir toplumsal
organizmanın, bilimsel komünizm ile işçi sınıfı hareketinin sentezi olan komünist işçi hareketinin
bilimsel soyutlamasıdır. Parti, der Lenin, “sınıfın en ileri unsurlarının örgütü”dür (Marx, Engels,
Lenin, İşçi Sınıfı Partisi Üzerine, Sol Yayınları,1979, s.309). Parti, sınıf bilincine varmış işçi sınıfının en
üst politik örgütlenme biçimidir. Kavram olguyu yansıtmalıdır. Kavram olarak ‘parti’ yansıtan ise
buna denk düşen bir yansıtılan olmalıdır. Parti kavramının kullanılması sorununa komünist hareketin
gelişme aşamaları, komünist hareketin evrimi bakımından yaklaşmak gerekir. Komünist hareket
birçok aşamadan (bebeklik, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ya da olgunluk - ki, bunun doruğu
komünist hareketin kendi kendisini aşması noktasıdır, gereksizleşmesi durağıdır - gibi) geçer. Her
bir durumda onu içinde bulunduğu gelişme aşamasına göre tanımlamak gerekir. Komünist partisi,
komünist hareketin yukarıda belirtilen temel özelliklerinden ikisine sahip olduğu aşamadaki tanımıdır.
O, bilimsel komünist teori ve devrimci hareketin deneyleriyle donanmış en üst örgüt biçimidir. Parti
adlandırması böyle özelliklere sahip olan, yani partileşme sürecini tamamlamış komünist
hareketin gelişme aşaması için kullanılmalıdır. Özellikle de parti kavramının böylesine hafife alındığı ve
yozlaştırıldığı ve dünya ve Kıbrıs komünist hareketinin ağır bir genel kriz
geçirmekte olduğu tarihsel koşullarda.
Bolşevik Tipte Bir Sınıf Partisi
Leninist parti teorisi yolumuzu aydınlatmayı sürdürüyor ve Bolşevik parti modeli evrensel model
olmaya devam ediyor. “Ne Yapmalı? Hareketimizin Can Alıcı Sorunları” ve “Bir Adım İleri, İki Adım
Geri” başlıklı yapıtları başta gelmek üzere, Lenin’in parti sorununda yazdıkları broşür ve makaleler
hala başvurulacak temel kaynaklar arasındadırlar. Lenin’den ve uluslararası komünist hareketi
tarihinin en yetkin partisi olan Bolşevik Parti deneyinden öğrenmeyi ısrarla sürdürmek gerekiyor.
Uluslararası işçi ve komünist hareketinin en büyük eksikliği, Lenin’in önderlik ettiği Bolşevik Parti gibi
partilerden yoksun olmasıdır. Dünya kapitalist sisteminin başlıca ülkelerinde birkaç tane Bolşevik
Partimiz olsaydı dünyayı sarsmaz mıydık?
Aradan yüzyıla yakın bir zaman geçmiş olsa da hem leninist parti teorisi, hem de Bolşevik parti
modeli komünist devrimcilerin ellerinde hala güçlü sınıf savaşımı araçlarıdır. Evet, altyapı ve üstyapı
düzeylerinde kapitalist toplum büyük değişimler geçirdi. Kapitalizm yüzyıl öncesinin kapitalizmi değil.
Ne kapitalist sınıf ne de işçi sınıfı yüz yıl önceki sınıfsal yapılarını ve özelliklerini aynen koruyorlar.
Kapitalist toplumun diğer toplumsal sınıfları ve katmanları gibi onlar da değişti ve değişiyorlar.
Kapitalist toplum sürekli hareket durumunda olan bir toplum, dinamik bir toplum. Değişmeyen bir
şey varsa o da değişmenin kendisidir. Söz götürmez olan odur ki, çağdaş kapitalist toplumun
sosyoekonomik, politik ve kültürel yapıları son derece önemli değişimlere uğradılar. Kapitalist
ekonomik gelişme, özellikle gelişmiş kapitalist toplumlarda, daha karmaşık sosyal yapıların ortaya
çıkışına neden oldu. Ama öze ilişkin değişimlerle, biçime ilişkin değişimleri birbirinden ayırmasını da
bilmek gerek. Kapitalist üretim biçimi insanın insan tarafından sömürülmesi üzerine kurulmuş
olması temel özelliğini koruyor. Sermaye birikimi kapitalizmin özünü oluşturmaya devam ediyor.
Çözülmesi durumunda insan toplumun niteliğinin de değişmesine götürecek temel çelişki hala
emek-sermaye çelişkisidir. Genel yaşam düzeyinin görece yükselmesi, politik özgürlükler alanının
görece genişlemesi, vb. olgular sınıf savaşımını toplumsal tabanından yoksun bırakmaz ya da bu
tabanı daraltmaz. Sözün özü kapitalist toplumun iki temel sınıfı hala karşı karşıya: üretim, ulaştırma,
bilişim, iletişim, vb. araçlarının mülkiyetine sahip olan kapitalist sınıf ile emek-gücünün sahibi olan
işçi sınıfı.
Vurgulanmalıdır ki, çağdaş kapitalist toplumu inceleme, anlama ve açıklama söz konusu olduğu
sürece sınıf analizi vazgeçilmez yöntem olma özelliğini koruyor. Kapitalist toplum sınıf savaşımı
temeline dayandığına göre, sınıf kavramı kapitalist toplumu çözümlemek ve anlamak için anahtar bir
kavramdır. Devrimci sınıf savaşımı, sömürülen ve ezilen toplumsal sınıf ve katmanların toplumsal ve
politik kurtuluşları, açıkçası tüm insanlığın kurtuluşu için anahtardır. Çok yönlü olan ve insanlığın
geleceği açısından böylesine devasa önem taşıyan bir savaşımın örgütlenmesi gerekir. Böylesi bir
savaşım varolan kapitalist devlet iktidarını yıkmayı ve yerine sosyalist bir devlet iktidarını kurmayı
gerektirir. Biliniyor ki, kapitalist devletinin üretim, bölüşüm ve dolaşım süreçlerinden çekilmesi, kimi
işlevlerini yerel örgütlere devrederek küçültülmesi sorunu, hem uluslararası düzeyde, hem de ulusal
düzeyde en çok tartışılan sorunlardan biri olmaya devam ediyor. Neo-liberal politik-ekonomik yeniden
yapılandırmanın bir unsuru olarak kapitalist devleti küçültmek demek, diğer şeylerin yanı sıra, onu
daha da merkezileştirerek baskıcı işlevini güçlendirmek, organlarının uzmanlık derecesi daha yüksek,
daha profesyonel bir baskı aygıtı durumuna getirmek demektir. İşte böylesi tarihsel koşullarda daha
da profesyonelleşen düşmana karşı profesyonel devrimciler örgütü tarafından yönetilen ve gizli
örgütlenmeyi bir sanat gibi ele alan gizli komünist partisi önderliğinde savaşmak gerek. Kapitalist
politik tekelciliğe karşı azami ölçüde merkezileşmiş militan bir komünist partisi: Komünizm için
savaşım yürütenlere gerekli olan işte böylesi bir partidir.
Bolşevik tipte bir işçi sınıfı partisi böylesi bir savaşımda en güçlü silahtır. Kapitalizme ve politik
gericiliğe karşı savaşımda komünist devrimci bir parti olmazsa olmazlardan en önde gelenidir.
Partisiz bir işçi sınıfı ve devrimci savaşım, kaptansız, pusulasız olması bir yana, tayfalarının yıldızların
da yol göstericiliğinden yoksun olduğu bir gemiye benzer. İşçi sınıfına ve kapitalizme karşı savaşım
yürütebilecek devrimci potansiyele sahip olan herkese bir kaptan gerek. Kulakları sağır edercesine
yükselen bütün gereksiz olduğu savlarına karşın, komünist devrimci savaşımı varması gereken
limana başarıyla götürebilecek böyle bir kaptan vardır: Bilimsel komünist teoriyle donanmış işçi sınıfı
partisi. İşte, gereksinimi duyulan parti, dar profesyonel devrimciler örgütü ve geniş yerel
örgütler ağından oluşan gizli ve merkezi olarak örgütlenmiş bir partidir. Kıbrıs komünist hareketinin gelişmesinin bugünkü aşamasında temel görevi böyle bir partinin
kurulmasıdır. Bütün görevler bu temel göreve bağlı olarak ele alınmalı; ve, başta kadro olanakları
olmak üzere, bütün olanaklar bu temel görevin yerine getirilmesi için kullanılmalıdır.
Yapılması gereken yüzyıl önce yazılanları yinelemek ve yapılanları taklit etmek değildir. Lenin, Marx ve
Engels’ in proletaryanın parti olarak örgütlenmesi sorunundaki görüşlerini yaşadığı tarihsel koşullara
uygun olarak geliştirerek yeni tipte bir proletarya partisinin ideolojik-teorik, politik ve örgütsel
ilkelerini ortaya koymuş ve bunları sürekli olarak geliştirmiş ve zenginleştirmiştir. Bugünün
komünistleri de, özellikle komünist önderler, haklı olarak ‘leninist parti teorisi’ adını taşıyan teoriyi,
Marksizm-Leninizm biliminin yol göstericiliğinde, uluslararası işçi ve komünist hareketinin
deneylerinin bilimsel çözümlenmesi temeli üzerinde yaşadıkları tarihsel koşullara uygun olarak
geliştirmek ve zenginleştirmek göreviyle karşı karşıyıdırlar. Örneğin, partinin örgütlenme biçimlerini
ve örgütsel işleyişini yeni ortaya çıkan koşullara göre geliştirmek. Örneğin, gizli örgüt aygıtını
zayıflatmaksızın, komünist yeraltı örgütüne, eğer kurulmuşsa, partiye bağlı yasal ve yarı-yasal
örgütler kurmak gibi. Politik gericilik ne denli güçlü olursa olsun, politik özgürlükler alanı ne denli dar
olursa olsun, komünist hareket, ister parti olsun, isterse parti-öncesi örgüt, yalnızca yeraltı
çalışmasıyla yetinemez. Sözün özü, değişen koşullara, devrimci hareketin yükselişi ve düşüşünün
komünist hareketin önüne koyduğu yeni örgütsel görevlere uygun düşen yeniden örgütlenme
yapılmalı; ama yeraltı örgütlenmesine dokunmaksızın. Yalnızca utkun bir sosyalist devrim komünist
partisinin yeraltı yaşamına son vermesinin politik koşullarını sağlayabilir.
Yasal ve yasadışı örgütlenme diyalektiği tartışma konusu olduğu sürece, politik gericilik koşullarında
örgütlenen ve politik çalışma yapan komünist devrimcilerin görevi, komünist devrimci çalışmanın
güvenliğini ve sürekliliğini en çok güvence altına alan, dolayısıyla açığa çıkarmak ve yok etmek
bakımından kapitalist devletin işini en çok zorlaştıran gizli komünist örgütler, gruplar, çevreler, vb.
kurmak ve/veya varolan komünist örgütlenme biçimlerini gizli örgütlenme sanatının gereklerine göre
yeniden örgütlemektir. Komünistler gizli çekirdekleri sağlamlaştırmalı, güçlerini işçi sınıfı içinde,
özellikle de en büyük kapitalist işletmelerde çalışan işçiler arasında çalışmaya ayırmalı ve en önemli
işçi merkezlerinde komünist hücreler, komiteler, vb. kurmalıdırlar. Komünist hareketin ideolojik-
teorik, politik ve örgütsel olarak olgunlaşmasına yardımcı olacak ve işçi sınıfını yeni bir devrimci
yükselişe hazırlama görevini en iyi biçimde yerine getirecek örgütlenme politikası izlenmelidir. Her
türlü yasal örgütlenme biçimlerinden (sendikalar, dernekler, vb.) azami ölçüde yararlanmanın
yollarını bulmaya ve özellikle işçi sendikaları içinde yasadışı çalışmayla yasal çalışmayı birleştirmeye
çalışmalıdırlar.
Her şey militan gizli komünist partisinin kurulması için!
(A.H.Yalaz)

EK-D-2
KÜÇÜK BURJUVA MİLLİYETÇİLİĞİ SÖMÜRGELERİN KURTULUŞUNU ANCAK
ERTELER; KURTULUŞ DEVRİM VE SOSYALİZMDE
Son 30 yılda Kıbrıs’ın işgali-ilhakı ve öncesine dayanan kontrgerillanın da deney alanı olarak
süreğenleştirilen, arkasından da özellikle Türkiye Devrimci Hareketine endeksli devrim-
sosyalizm eksenli mücadelenin boyutlanması diğer yandan da Kıbrıs küçük burjuvazisi
içerisinde Milliyetçi bir zemini de doğal olarak güçlendirdi. Bu elbette kaçınılmaz bir durumdur.
Zira sömürgeci faşist işgal ve ilhaka karşı; proletarya dışında da mücadele eden toplumsal
kesim ve sınıflar vardır, olacaktır. Ve fakat bu eğilimin başlı başına bir sınıfsal dayanaktan
yoksun, sınıfsal zeminden uzak bir yerde salt işgal-ilhaka karşı bir duruşun ötesine geçmemesi
doğal olarak mücadelenin sınırlarını da darlaştırmakta, gerçek kurtuluş yolu olan özgürlük-
eşitlik-kardeşlik-sosyalizm temelli mücadeleden uzaklaştırmaktadır.
Kıbrıs’ın özgürlük, bağımsızlık, bir arada yaşam sürecinin önündeki engeller sadece açık işgalci
durumda olan Türkiye, Yunanistan değil; bir bütün olarak birçok emperyalist odak olmasına
rağmen başını ABD ve İngiltere’nin çektiği güçlerdir. Doğal olarak karmaşık ve kritik bir yerde
olan Kıbrıs üzerinde oynanan oyunlarda bu aktörleri göz ardı etmek ya da onların bölgesel,
dünya ölçeğinde çıkarlarına dokunmadan soruna çözüm yolu bulmak, sorunun kendisini
sınıfsal anlamda çözebilmek olanaklı değildir. Zaten bütün olarak gelişmelere bakılırsa, sözde
çözüm görüşmeleri sürerken bir de bakıyorsunuz bir taraftan da provokatif şeyler oluyor ve
birden bire görüşmeler kesiliyor. Bu bağlamda sadece dar milliyetçi kafaların sorunun özüne
inebilmesi olanaklı değildir. Tutarlı bir anti-emperyalist, anti-faşist çerçeve olan Marksist
Leninist düzlemde olunmaması bir yana sözde karşı duruyor gibi olurken; diğer güçlere
yaslanma sonucunu üretecektir. Zaten bu da başlı başına küçük burjuvazinin ruhuna, sınıfsal
olarak ara kategorisine uygun bir tutumdur.
Her ulusal sorunun özü her bireyin bildiği gibi Pazar ve sömürge sorunudur. Kıbrıs’ı bundan
ayrı tutmak olanaksızdır. Bunun anlamı da şudur: Bir bütün olarak emperyalist kapitalizme
karşı çıkılmadan, ortadan kaldırılmadan sorunun kendi özüne ulaşılamayacağı gibi, çözümü de
olanaklı değildir. Küçük burjuvazinin “bağımsızlık” söylemi, kendi sınıfsal konumu içinde
kaldığı sürece sözde bir “bağımsızlıktan” söz edilebilir. Gerçek bağımsızlık; özgürlüğün ana
açarı olan proleter sınıf mücadelesinin nihai hedefi olan komünizmdir zira.
Kıbrıs’taki bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin sınıfsal olarak kapsamı geniş olduğundan,
küçük burjuvazi ile orta burjuvazinin de bu mücadele içerisinde kendini ifade etmesi, talepleri
ve mücadelesi ile varlığını sürdürmesi olağansa da; ufkunun darlığı ile proleter devrimci
kurtuluş mücadelesini da sınırlama potansiyeline de sahip olabilmektedir. Zira birçok harekete
Kıbrıs özgülünde bakıldığında bu durum net bir biçimde görülebilecektir. Kıbrıs’ta kurtuluşun
yolunu Avrupa Birliği’ne girmekte gören reformist-uzlaşmazı ve sözde “sosyalist” gerçekte ise
asla sosyalist olmayan partiler, hareketlerin varlığı gizli değildir.
Diğer yandan sendikal, demokratik mücadele dahil birçok mücadeleyi genel olarak özgürlük
mücadelesinden ayıran, mücadeleyi aşamalara bölen anlayışların da varlığı bilinen bir gerçektir.
Gözden ırak tutulan ve kaçırılan mücadele bütünlüğü ile nihai kurtuluşun adreslerinde
söylemsel “sosyalizm”, “işçi sınıfı” varlığını korusa da eylemsel içerikte düzenle, mevcut
emperyalist kapitalizmle uzlaşma öngörüldüğü açıktır.
Zira bir yandan Türk ve Yunan açık işgali-ilhakına karşı çıkarken; diğer yandan AB’li ya da bir
başka eksende emperyalist merkezleri hedef almamak veya sözde “bağımsızlık” uğruna bu
merkezlerden medet umma anlayışının proleter devrimci sınıf mücadelesi ile sosyalizm-
komünizmle zerre alakası olmadığı açık ve nettir. Dar bir milliyetçilik anlayışının ister istemez
birinden diğerine yaslanması kaçınılmazdır.
Bir diğer yandan küçük burjuvazi açısından öne çıkmak, mücadeleyi bireyler-çeşitli kesimler
üzerinden yürütmek, mücadelenin kolektif-bütünsel-sınıfsal mecrasını kavrayamamak gibi
genel hastalıklı yapısının da bütünsel mücadeleyi zayıflatması kaçınılmazdır. Sorunu egemen
ulusların sınıfsal mücadelesi perspektifinden koparmak, enternasyonal görevleri darlaştırmak,
dünyanın merkezi temel alınan konumuzda Kıbrıs ekseni dışında kavrayamamak, sorunun
anlaşılması ve nihai çözümünün de önünü tıkamakla eş anlamlıdır.
Küçük burjuvazinin liderlik ettiği kurtuluş mücadelelerinin zaten ömrü de, nefesi de sınırlı
olmuştur dünya ölçeğinde. Bu ucu açık, liberal kapitalizmi aşamayan sınırlarda yüzen anlayış,
elbette bütünsel amaçları kucaklayacak kudrete sahip olamaz. Mücadelenin nihai amaçlarına
uzak, sınıfsal açıdan düzeni aşamayan ara sınıfların çözümleri de aynen; durdukları sınıfsal
kategorinin yukarı-aşağı hareketi gibidir. Düzenden umudu olan sınıfsal kesimlerin, düzeni
aşacak cüret-cesaret ve onun getireceği çözümleri üretmeleri beklenemez.
Ezilen ulus proletaryası ve onun lider güçlerinin nihai kurtuluş uğruna net ve kesin olarak
milliyetçilik sınırlarını aşmış olmaları, birlikte-ortak mücadeleyi öne çıkarmaları, hatta ortak
örgütlenmeyi bile kendi gündemlerinde sıcacık tutmaları ML açıdan zorunludur. Buna karşın
ezen ulus proletaryası ile devrimcileri ise ayrılma hakkı dahil olmak üzere UKKTH
çerçevesinden zerre sapmamaları, ezen ulus ırkçı-şovenizmini her durumda mahkûm etmeleri,
ayrı örgütlenme halinde birlikte mücadele yollarını aramaları vs gibi zorunlu görevlerle
donatılmış olmaları elzemdir kurtuluş açısından. Bu tutum-tavır sorunu Ulusal sorunun ilkesel
düzleminin temelidir.
Küçük burjuva dar milliyetçi hareketin ve sırf işgal-ilhaka karşı mücadelenin Kıbrıs halklarının
kurtuluşunu getiremeyeceği açıktır. Bu dar milliyetçi bakış açısının Adada kalıcı barış-bir arada
yaşamanın yeniden organizasyonunu bile zorlaştıracağı açıktır. Bu anlamda milliyetçi bakış
açısının Kıbrıs açısından da, genel olarak dünyada terk edilmesi; Enternasyonal proleter
komünist devrimci hareketin çerçevesinden bakış açısına, eylem hattına yaklaşılması gereği
açıktır.
Bir ton deneyin Ulusal Sorunda çözümü getirmediği açığa çıkmıştır. Uzağa gitmeye gerek yok.
TC’nin ikinci sömürgesi Kürdistan’da yürütülen silahlı reformist mücadelenin sınıfsal olarak
proleter zeminden uzak olmasından kaynaklı bugün savrulmalar yaşadığı, silahlı mücadeleyi
sadece kısmi reformlar, Ana dil, ne idüğü belirsiz düzen içi Anayasa değişikliği, yine ne idüğü
belirsiz demokrasi söylemlerine sıkıştırılmış yeni Cumhuriyet yapısı, bir emperyaliste karşı
sözde mücadele ediyorken diğerine yaslanması, devrimci harekete yaklaşımları vs orta yerde
durmaktadır. Kıbrıslı devrimcilerin, demokratların yanı başlarındaki bu deneye uzak durmadan
incelemeleri gereklidir. Bu noktada başından beridir olumlu eleştiri-görüş-öneri sunan Anadolu
komünist devrimcilerinin de tavırlarını da tabiî ki.
Gerek söylemde, gerekse de eylemsel içerikte dar milliyetçi söylemi, her şeyin merkezinde
Kıbrıs’ı gören merkezci küçük burjuva bakış açısını terk etmeden kurtuluşun nihai biçimine
ulaşmak olanaklı olamaz. Bugün Anadolu’da Komünist bir işçi sınıfı hareketinin var olmayışı
ya da doğrusu önderlik sorunu orta yerde duruyorken; aynen bu sorunun Kıbrıs proletaryasının
da sorunu olduğu tespitini yapmak lazımdır.
Bugün dar milliyetçi bakış açılarının, yaklaşımların, söylem-eylem çizgisinin, birey ya da
kesimler olarak öne çıkmanın sıkça yaşanmasının ana kaynağı burasıdır. Zira gerçek bir
komünist devrimci sınıf hareketi olabilse idi; Kıbrıs ya da herhangi bir başka yerde küçük
burjuva liberal, milliyetçi söylem ve bakış açısı bu kadar öne çıkamazdı. Bu tarihsel boşluk,
eylem alanının küçük burjuvaziye kalmasının nedenidir.
Bu anlamda Kıbrıs’ta, tüm Ada proletaryasını-ayrımsız tüm dillerden konuşan ve kökeni başka
halklardan proleterleri- kucaklayacak gerçek bir ML, komünist devrimci bir harekete, parti,
öncü örgüte ihtiyaç hayatidir. Bu hareketin ezen ulus komünist devrimci hareket, örgüt ve
partileri ile de birlikte-ortak hareket etmesi, cephesel mücadele içinde zemini geniş tutmaları
özgürlük-devrim-bağımsızlık ve sosyalizmin anahtarıdır.