31 Aralık 2014 Çarşamba

YENİ YIL YENİ BİR MÜCADELE YILININ BAŞLANGICI OLSUN



2015 yılının tüm dünya işçi sınıfının ve onun bir parçası olan KIBRIS işçi sınıfı ,  Ezilen Halklarımızın ve ezilen kesimlerin yılı olması dileğiyle. 


BAĞIMSIZLIK,ÖZGÜRLÜK, SOSYALİZM VE DEVRİM İÇİN 2015 YILI BAŞLANGIÇ OLSUN. 

YENİ YIL YENİ BİR MÜCADELE YILININ BAŞLANGICI OLSUN

2014 yılı sonlanmak üzere. İşçi sınıfı, emekçiler, ezilen halklar açısından çokta iyi bir yıl olmadığı bilinen somut bir gerçek. Ne yazık ki yaşamın her alanında oldukça kötü bir yıl geçirdi Anadolu Halkları, dünya işçi sınıfı ve de tüm insanlık.

Yoksulluk, sefalet, açlık, baskı, sömürü, katliamlar, cinayetler, soykırımsal girişimler vs yaşamın her alanında hakim oldu. Egemen sınıflar pervasız bir şiddetle emekçilere, Kürtlere, Alevilere, muhalif tüm kesimlere saldırdı.

İş cinayetleri artık soykırım düzeyine vardı. Kadın cinayetleri tavan yaptı. İşten atılmalar, işsizlik rakamlarla oynanmasına karşın tavan yaptı. Çevre ve doğal katliamlar en üst düzeye çıktı. İnsani tüm değerler ayaklar altına alındı. Açık sömürünün yanında rüşvet ve yolsuzluklar açığa çıktıkça bu alanda şimdiye kadar görülmemiş rakamlar telaffuz edildi. 

Kirlenme, yozlaşma, yabancılaşma, insani sapkınlıklar yukarı tırmanışı sürdürdü.

Kürtler, Alevilere karşı yine katliamlar dayatıldı. İleri demokrasi dedikleri yeşil elbiseli faşist rejim gittikçe daha da tahkim edildi. Polis ve asker şiddeti sorgulanamadığı gibi, adliye saraylarında adalet sadece mülk sahibi sınıflar ve onların uşaklarına çalıştığı görüldü.

Çocuklar, gençler katledildi. Katledenler kahraman ilan edildi. Efsane yazdıkları söylendi. Açık şiddet yaşamın her alanında hakim kılındı. Korkunun hükümranlığı beslendi.

Ama tüm bunlara rağmen Anadolu’nun dört bir yanında direnişler şu ya da bu biçimde sürdü. Oldu. İşçi sınıfı ve emekçiler korku duvarlarını adım adım parçalamaya giriştiler. Kürtler katliamlara karşı kitlesel mücadelesini her daim olduğu gibi bu yılda gösterdi. Artık boynunu uzatan koyun değil, kendi kimliğinin sahibi olduğunu bir daha haykırdı. 

Aleviler yaşamın birçok alanında biz de varız deyip muhalif kimlikleri ile mücadele bileşeni olduklarını gösterdiler.

Gezi ruhu ve mücadelesi türlü karalama, psikolojik savaş manevralarına, yıldırma, baskı altına alınma, mahkemeler aracılığıyla korkutup sindirmelere rağmen bir yol haritası olmaya devam etti. Gezi direnişi kendi çapında buzu kırıp yolu açmakla kalmadığı gibi, ruhun kendisi ile hep alanlarda idi.

Egemenler açısından tam bir kazanımlar yılı oldu 2014. Zira bir Başkanı oldu toprakların. Türlü pisliklere rağmen, her şeyin orta yerde olmasına karşın kandırılmış ve bindirilmiş kıtalar ve de günü birlik çıkarlarla bağlanmış kitleler Başkan daha doğrusu Padişaha oy vermeyi sürdürdü.

Vergiler, zamlar, sömürü kat be kat arttırıldı. Sömürü boyutunda değil, yağma ve talan boyutunda idi her şey. Burjuvazi karına kar kattıkça daha çok yağmaladı, peşkeş aldı her şeyi. Yeni bir zengin sınıf oluşturulması süreci tavan yaptı artık.

Dünya ölçeğinde de özellikle Ortadoğu’da Filistin’de Siyonistler katliam halkalarına yenilerini eklediler. Her geçtiğimiz gün Filistinlilere daha büyük katliamlar dayatılmaktadır hala. 

IŞİD eliyle önce Güney Kürdistan’da Ezidi katliamları ve arkasından Kobane’ye saldırı ile tüm Kürtlere karşı bir savaş, linç mücadelesi sürdürüldü emperyalist kapitalistler ve onların yerli işbirlikçileri eliyle. Ama nafile direniş sürdü, Kobane düşürülemedi.

Suriye’de dayatılan emperyalist kapitalist baskı ve savaş tüm hızıyla sürdü.

Kıbrıs’ta aynı ayak oyunları, çözümsüzlüğün çözüm gibi sunulması süreci aynen sürdü.

Aynı zamanda BOP ve Kuzey Afrika projesi’nde ABD emperyalizminin çizdiği halkalar parçalandı.

Dünya ölçeğinde ırkçılık, milliyetçilik yükselişe geçti. Birçok ülkede faşistler güç kazandı. Elbette ki ağa babalarının, kapitalistlerin beslemesiyle.

Ama dünya ölçeğinde de buna karşı direnişler geliştirildi. ABD merkezli günlerce süren mücadele ve direniş yaşandı. Hala da yaşanmaktadır. Avrupa ve diğer çevre ülkelerde de durum hemen hemen aynı.

Onlarca ay Ukrayna üzerinden ABD ve Rus emperyalizmi oyunlar oynadı. Binlerce insan katledildi, güç mücadelesinde denge sağlandı ama sonuç kendilerince alınmadı.

Tüm bu olumsuzluklara karşın elbette örgütlü, küçük çaplı da olsa mücadeleler gelişti, gelişmektedir. Bu mücadelelerin merkezileşmesi, örgütlenmesi, sisteme yöneltilmesi sorunu dün olduğu gibi bugün de geçerliliğini korudu, korumaktadır.

İçten içe büyümekte olan öfke, küçük büyük patlamalara er ya da geç varacaktır. En önemli halka bu patlamaların düzene yöneltilmesi bakımından kritik olan tarafı örgütlü olmasıdır. Eksiklik tamda Anadolu’da ve dünyada budur. 

2015 yılı büyük patlamalara gebedir. Sistem artık yürüyemez bu haliyle. Ekonomik krize eşlik eden siyasal kriz kapıdadır. Dünya ölçeğinde de bu durum olasıdır. Petrol fiyatları ve istikrarsızlık bunun kanıtlarından birisidir. 

Önemli olan bu krizi sosyalizme doğru devşirmektir. Sosyalizm ve özgürlük mücadelesinin kazanılmasıdır. Örgütlü militan bir örgütlülük yaratmaktır sorunun özü. 

2015 yılının tüm dünya işçi sınıfının ve onun bir parçası olan Anadolu işçi sınıfı ile Ezilen Halklar ve ezilen kesimlerin yılı olması dileğiyle. ÖZGÜRLÜK, SOSYALİZM VE DEVRİM İÇİN 2015 YILI BAŞLANGIÇ OLSUN.

30 ARALIK 2014

M. H. CAN ( Sendiren )
http://www.ateshirsizi.com/yeni-yil-yeni-bir-mucadele-p71708.html#post71708

6 Aralık 2014 Cumartesi

KIBRIS VE KÜRDİSTAN STRATEJİKTİR, ÇÖZÜMSÜZLÜK ŞİMDİLİK ÇÖZÜMDÜR


KIBRIS VE KÜRDİSTAN STRATEJİKTİR, ÇÖZÜMSÜZLÜK ŞİMDİLİK ÇÖZÜMDÜR

Amerikan Başkan Yardımcısı Joe Biden’in TC ziyaretinin konularından birisi idi Kıbrıs. Kıbrıs’ın önemi bizatihi Joe Biden tarafından ABD açısından ifade edildi. Ve gerek RTE ve gerekse kukla Başbakan Davutoğlu ise bunu teyit ettiler, etmek zorundadırlar.

ABD başkan yardımcısı ağzından Kıbrıs’ın enerji transferi açısından stratejik önemi belirtildi. Bu da tabi ön yüzde görünen kısmıdır sorunun. Diğer yandan Akdeniz’e hakim olan bir yerde olan Kıbrıs, Ortadoğu ile Avrupa-Dünya arasında bir köprüdür aynı zamanda. İnsan kaçakçılığından uyuşturucu trafiğine; kumar merkezi olmasından tutun da güvenli bir kale olmasına kadar birçok bakımdan stratejik önemi tartışılamaz Kıbrıs’ın.

İsrail kurulana, kendisini Ortadoğu coğrafyasında hakim ilan edene dek Filistin sorunu Ortadoğu’nun en önemli sorunu olmaya devam etti. Hala aynı önemdedir İsrail açısından. Ama İsrail artık Filistin konusunda sadece içe dönük ve Araplara yönelik duruşunda varlığını göstermekte bu sorun. Gittikçe Uluslar arası önemini yitirmiş gibi durmaktadır. En azından emperyalist kapitalizm açısından.

Ama beri yandan Kürt sorunu ile Kıbrıs sorunu başattır şu anda. Kürt Sorunu enternasyonal kimliğe gittikçe kavuşmaktadır. Bundan on yıl öncesine kadar yerel, bölgesel bir sorun iken artık uluslar arası bir sorundur. Bugün Kürt Sorunu ve Kürdistan üzerinde tüm emperyalist kapitalist tarafların plan ve projeleri vardır. Bu da doğaldır. Zira 5 parçalı Kürdistan ve aktif ulusal mücadelenin herkesin ilgisini çekmesi normaldir.

Zira Kürt sorunu- Kürdistan aynı zamanda Ortadoğu’da petrol yollarının üzerinde, güvenliği açısından stratejiktir. Bugün Kobane,
Rojava, Güney Kürdistan’a bu açıdan bakmak lazımdır. Bu yollar İsrail ve ABD açısından ancak ve sadece Kürtler, Ulusalcı görünümlü-işbirlikçi Kürtler açısından karşılıklı çıkar birliği ile güvenli olabilir. Bugün devredeki durum budur.

Bu durum Kıbrıs açısından da aynıdır. Bundan yıllar öncesine kadar Kıbrıs bir güçler savaşının, bölgesel güçlerin hakimliği açısından kritik idi. Ama şimdilerde ise rolü enternasyonal boyuttadır. Artık bölgesel, lokal bir sorun değil; onu ve BM’yi de aşan bir yerde, önemdedir.

Onlarca yıldır sözde BM aracılığıyla süründürülen sorun emperyalistler açısından endirekt olarak yapılan müdahaleler dışında, Biden’in açıklamalarından da anlaşılacağı üzere direkt hala gelmiştir, getirilmiştir. Bu oldukça olağandır. Zira gerek bölgesel emperyalist ikinci sınıf güçler ve gerekse de sömürgeciler ve gerekse de onu aşan büyük emperyalist güçler soruna direkt dahil olmak durumundadırlar, dahildirler.

Zira BOP’taki yapılanma açısından Kıbrıs yukarıda saydığımız özelliklerinden dolayı kritik, stratejiktir. Doğal olarak direkt müdahale kaçınılmaz olmaktadır. Ziyaretlerde apaçık ele alınması, konuşulması ve bunun kamu ile paylaşılması bile konuya verdikleri önemin göstergesidir. 

Artık taraf değiliz yalanlarının yerini önemin belirtilmesine bırakmıştır. Diğer yandan kartların açık konulmasını getirmiştir.

Kıbrıs sorunu konusunda onlarca makale yazdık. Bu makalelerde sorunun çözümsüzlük olduğunun altını defalarca çizdik.

Kıbrıs Halklarına kalsa bir saatte çözülecek sorunun, saydığımız güçler-yerel işbirlikçileri eli ile bilerek çözümsüzlüğe sürüklendiğini ifade ettik. Bu aslında Kıbrıs sorununun kilit noktasıdır. Yani çözümsüzlük, çözüm diye sunulmaktadır Kıbrıs Halklarına. Ve bu stratejik bir taktiksel yaklaşımdır.

Zira adanın bölünmüş olması, Halkların ayrıştırılması, ayrı tutulup düşman kılınması vs egemen emperyalist odakların işine gelmektedir. Aksi durumda Kıbrıs’ta istedikleri gibi at oynatamazlar.

Kıbrıs sorununu basit bir iktidar, egemenlik mücadelesi gibi görmek, göstermek aptallıkla eşdeğerdir. Kıbrıs sorununda bilinçli, iradeli, istikrarlı bir çözümsüzlük dayatılmak ve yaşatılmaktadır. 

Halklar ve Kıbrıs yaşayanlarının bu temel, kritik açmazı aşmadan, bu planları birlikte çöpe atmadan mücadelelerinin başarıya ulaşması olanaklı değildir. Halkların birliği, kardeşliği ve mücadelesi ile sosyalizme yürümeden sorun asla, kesinlikle çözülemez. Çözüm enternasyonal sosyalizm ya da doğrusu karşılığı olan komünizmle olanaklıdır.

05 ARALIK 2014

M. H. CAN ( Sendiren )

www.ateshirsizi.com
http://www.ateshirsizi.com/kibris-ve-kurdistan-stratejiktir-cozumsuzluk-t21280.html

1 Aralık 2014 Pazartesi

SÖMÜRGE YÖNETİMİNDE GÖREV ALACAK ÜST DÜZEY YEREL SİVİL MEMUR " C/B " seçimi

 Kıbrıs'ın kuzeyindeki işgalci TC  devletini oluşturduğu "SÖMÜRGE YÖNETİMİNDE GÖREV ALACAK ÜST DÜZEY YEREL  SİVİL MEMUR "seçimi münhaline aday olacak olanlardan bazıları aday-adaylıklarını açıkladılar..

Mustafa Akıncı,Sibel Siber,Derviş Eroğlu, Kudret Özersay.....


2010 şubatında sözettiğimiz koşullar devam ediyor. "Kıbrıs'ın kuzeyinde TC'nin,kontrgerilla Cumhuriyetinin işgalci sömürge yönetimi altında işbirlikçilerin oluşturduğu alt yönetimin "KKTC Cumhurbaşkanlığı" seçimleri yeniden önümüze sunulmakta ve bunun üzerinde gündem oluşturularak, gerçek devrimci çözümler üzerine oluşturulması ve yoğunlaştırlması gereken duyarlılıktan uzaklaşılmakta/uzaklaştırlmaktadır. " Aynı değerlendirmemiz bugün için de geçerli olduğundan aşağıda yeniden yayınlıyoruz...

Kıbrıs sorunu sorunu yaratanlarca halkların,emekçilerin lehine çözülemez.

Emperyalist,işgalci sömürgeci devletler ve onların Kıbrıs'taki işbirlikçileri bu sorunu çözemezler,çözebilirlerse de çıkarlarını dengeledikleri bir zamanda çözebileceklerdir.Ama bu dengelemeyi sağlamaları bile bu aşamada hiç de kolay ve yakın görünmüyor. 

İşte bu koşullarda Kıbrıs'ın kuzeyinde TC'nin,kontrgerilla Cumhuriyetinin işgalci sömürge yönetimi altında işbirlikçilerin oluşturduğu alt yönetimin "KKTC Cumhurbaşkanlığı" seçimleri yeniden önümüze sunulmakta ve bunun üzerinde gündem oluşturularak, gerçek devrimci çözümler üzerine oluşturulması ve yoğunlaştırlması gereken duyarlılıktan uzaklaşılmakta/uzaklaştırlmaktadır. 

Burada , özelde Kıbrıs'ın kuzeyini aldığımızda durumun ne olduğunu tesbit etmemiz gerekir. Kıbrıs'ın tümü için görüşlerimiz İngiliz Üsleri denilen işgal altındaki topraklarımız,Kıbrıs'ın güneyinde Yunanistan'ın egemenliği (Görüşmelerdeki son önerileri MAT'ın geçen hafta Türkiye'den alıp getirdiği ve Hristofyas'ın Yunanistan'a götürüp değerlendireceği açıklamaları günlük haberler arasında okumuşsunuz veya dinlemişsinizdir.) ve kuzeyde TC'nin egemenliği olduğu gerçeğidir. 

TC işgal ve sömürge yönetiminin alt yönetimi için kimin seçilip seçilmeyeceği veya bu seçimlerde kimin desteklenip desteklenmeyeceği komünistlerin,devrimcilerin,ilericilerin,demokratların görevi ve/veya seçeneği olamaz.

 Bizim görevimiz, Kıbrıs'ı ve halkları bölenlerin,düşmanlaştıranların egemenliklerini sürdürmek için kendilerini MEŞRULAŞTIRAN seçimlerine karşı halkı ,halkları kendi bağımsızlık,özgürlük için mücadeleye ve bunun için Emperyalizme,işgale ve sömürgeci TC,Yunanistan ve İngiltere ile AB,ABD 'ye karşı örgütlenmeye çağırmak olmalıdır. 

İşgalci,sömürgecinin taşıdığı nüfus ile demokrafik yapının değiştirildiği,asimilasyon faaliyetlerinin egemenlikleriyle birlikte devam ettiği bu koşullarda kurtuluşun seçimlerde olmadığını,olamayacağını; 

İşgalci sömürge yönetiminin Koordinasyon Kurullarında;
(Üst ve Alt Koordinasyon Kurulları ,ki bu kurullarda İşgal Ordusu generalleri,Özel istihbarat ve Sivil Savunma başkanı albaylar, Büyükelçi ve alt yönetimdeki " KKTC Cumhurbaşkanı ve zaman zaman başbakanı " katılmakta )
 alınan kararları meclisinden geçiren bir alt yönetim için Kıbrıs Halklarını yanıltmak ve sahte umutlar vermek İŞGALCİ SÖMÜRGECİ TC'nin kıbrıs'ın kuzeyindeki varlığını meşrulaştırma ve suça ortak olmaktır. 

SÖMÜRGECİ, İŞBİRLİKÇİLERDEN Kimin Seçileceğine Kendi Karar Verir, SİZE DE OY VERMEK KALIR! SİZ BUNA FİGÜRAN OLACAKMISINIZ? 

Kıbrıs halklarının kurtuluşu ,bağımsızlığı , özgürlüğü ve çözüm ancak Kıbrıs Halklarının BAĞIMSIZLIK ve ÖZGÜRLÜK CEPHESİ'nde birlikte,ortak mücadelesi ile elde edilecektir.

20 Ekim 2014 Pazartesi

DAIŞ’in Kobanê katliam toplantısı - Ekim 18, 2014 Zana Azadi

Zana Azadi

Zana Azadi

DAIŞ’in Kobanê katliam toplantısı

Makale tarihi: Ekim 18, 2014
DAIŞ’in (AKP,Hüdapar,MHP,BBP,İBDA-C) Kobanê katliam toplantısı
T.C’nin Rojava’daki JİTEM’i DAİŞ-IŞİD- çetelerinin Kobanê’ye karşı 15 Eylül başlattığı işgal ve katliam saldırısının arka planı, Kürdistalıların direnişi, Kürdistan ve dünyada tartışılmaya devam ediyor.
Aslında Kobanê’ye yapılan işgal ve katliam saldırısı bir tornosal kağıdı gibi kimin Kürt-Kürdistan düşmanı olduğunu açığa çıkardı.
Artık herkes kartlarını açık oynuyor.
Kimsenin gizli saklısı kalmadı. Zira kimse artık maskeli dolaşamaz, konuşmaz hale geldi. Maskeler birer birer indi.
Kobanê’dekî YPG-YPJ direnişi Kobanê ve Rojava sınırlarını  aştı. Kürdistan’ın dört parçası ve ülke dışındaki Kürtler ayaklandı. DAİŞ çetelerine hamisi T.C, Arabistan, Katar, BAE, Kuveyt ve Ürdün gibi ülkelerin medyası hariç, tüm dünya medyasının birinci gündemi Kobanê direnişi oldu.
İşgal saldırısı 5 Ekim’de en tehlikeli noktaya varınca, Bakurê Kurdistan halkı bir volkan patlaması gibi işgalci bendleri yıktı ve taştı.
İşgalci T.C AKP Hükümeti’nin yıkılmasına ramak kalmıştı ki, daha önce Lekolin.org sitesinde yayınlanan,  AKP-MİT’in 03/02/2007 tarihinde oluşturduğu savaş stratejisi devreye sokuldu. Bu savaş stratejisine göre direkt  yalnız ordu,polis ve diğer silahlı işgalci güçlerle Kürtlere ve PKK’ye karşı savaşılırsa sonuç alınmayacağı belirtilmişti. Kürdistan ve Anadolu’da bulunan tüm İslamcı dernek, vakıf, cami, okul v.b kuruluşlarının MİT’e bağlanması, MİT’in koordinesinde bu kurumlarda kontgerilla çetelerini örgütleyerek Kürtlere karşı savaştırılması planlanmıştı.
Bakurê Kurdistan Kürtleri, AKP-DAİŞ çetelerinin Kobanê’yi işgal etme saldırısı en tehlikeli noktaya geldiğinde ayaklandılar. Kobanê Serhıldanı neticesinde AKP Hükümeti ha devrildi ha devrilecek ana geldiğinde, AKP Hükümeti 2007 yılında oluşturduğu B planlı savaş stratejisini devreye soktu.
Kürdistan ve Anadolu’da ne kadar Türk-İslamcı oluşum(Kürdistan’daki Mazlum Der, Nubihar, Med Zehra, Azadi İnsiyatifi, Öze Dönüş Hareketi, DİAY Der  v.b yurtsever dindar Kürt kurumları hariç) varsa polis ve askerle birleşerek Kobanê işgaline karşı direnen Kürtlere saldırdılar.
Bu saldırılan neticesinde 35  Kürt yurtseveri ve bir Türk devrimcisi katledildi.
HUDAPAR
Buna rağmen AKP ve ortağı DAİŞ’çi Hizbul-Kontra Hüdapar çeteleri, DAİŞ’çi MHP ve BBP’lir, İBDA-C’ciler,  Kürtler ile HDP-DBP’lileri yürütükleri psikolojik savaş doğrultusunda suçluyorlar.
Kürtleri katleden kendileri, suçlayanda kendileri. Hem katil hem de yargıç oluyorlar.
Malesef Altan Tan gibi bazı HDP’lilerde bu psikolojik savaşın etkisinde kalıyorlar. Sağlı sollu konuşarak 35 Kürt yurtseveri ve bir Türk devrimcisinin katledilmesinin asıl sorumlusunun Türk Devleti ve R.T.E ile A. Davutoğlu olmasına rağmen, onların talimatı ile yapılan katliamın üzerinin örtünmesine hizmet ediyorlar. 
Amed, Adana, Batman, Çewlîg, Dîlok(Enteb),  Mêrdîn, Muş, Riha, Sêrt ve Wan’da Kürtlerin toplu ve tek tek katledilmesi  AKP, Hizbul Kontra Hüdapar, MHP, AKP’li korucular, İBDA-C ve DAİŞ çetelerinin ortak planlaması çerçevesindedir.
Buna ilişkin 7 Ekim günü  İBDA-C’nin İstanbul Çağlayan karargahında yapılan toplantıda konuşulanlara bakılırsa yeterdir.
(http://www.adimlardergisi.com/bayramlasma-ve-gundeme-dair-sohbet-3-bolum/)
Bu toplatıya katılanlar Orta Asya ile Kafkasya’daki Kırzgızistan, Özbekistan, Uygur ve Azerbeycan, Çeçenistan gibi ülkelerden DAİŞ çetelerini örgütleyip gönderen Ali Osman Zor var.
Yine DAİŞ’çi Nazif Keskin var.
MHP’den temsilci var.
Hizbulkontra Hüdapar-Mustazaf Cemiyeti’nden çeteler var.
AKP-MİT’in koordinesinde toplantıda karar alıp, planlama yapıyorlar. Öncesinde ve sonrasında bilenen katliamlar yapıyorlar.
Toplantı da konuşan, DAİŞ çetebaşı Ali Osman Zor şöyle diyor.
“Bizler, MHP, Hüdapar olarak bir cepheyiz. Bir arada olmamazın nedeni Kürtlerdir. Araplar ve Türkler olarak birlikte hareket ediyoruz. IŞİD hepimizi temsil ediyor.  Kendimizi savaşa göre örgütlemeliyiz.  Kürtleri kastederek, Kürtçülere karşı savaşmalıyız. Kürtlere karşı savaşmak üzere Kobanê’ye gitmeliyiz. 6 Ekim’den beri burada ayaklanan Kürtlere,HDP ve DBP’lilere karşı hemen harekete geçip savaşmalıyız. İşte o zaman bu zamandır”.
Başka bir DAİŞ’çi söz alarak şunları söylüyor.
“Rojava ve Kobanê dedikleri yerlerde Kürtlere karşı savaşan onbine yakın elemanımız var. Buralarda savaşanlar iyi tecrübe alıp daha sonra Türkiye’ye gelip Kürtlere karşı savaşacaklar”.
Toplantıya katılan Hizbul-Kontra Hüdapar’a bağlı Mustazaf Cemiyeti’nde bir çetede şunu söylüyor.
“Belki resmiyette Hüdapar’ın IŞİD’e eleştirileri oluyor. Ama yüzde yüz IŞİD’i destekliyoruz. IŞİD’liler 300 PKK’liyi öldürdü. IŞİD’in ellerine sağlık. Tabi ki biz buna seviniyoruz. Bizde IŞİD sempatizanıyız. IŞİD’i seviyoruz. IŞİD içinde bizim arkadaşlarımız var.  Batman’da misilleme yaptık.(Katledilen Kürt genci Emrah Demir’i kastederek)”. 
AKP-MİT ve onlara bağlı DAİŞ çetelerinin İstanbul Çağlayan toplantısında yaptıkları  itiraflar ortada. 35 Kürt yurtseveri ve bir Türk devrimcisini nasıl katledilği bu kadar açıkken, hala Yeşil Ergenekoncu AKP’nin psikolojik savaşının etkisinde kalarak konuşanlar, bir zahmet yukarıdaki  bu linkleri tıklasınlar. Sonrasında buna göre konuşsunlar.
Yine Hizbulkontra Hüdapar ve alt kollarını DAİŞ-IŞİD çetelerinden ayrı görenler, sadece toplantıda konuşan Hizbulkontar Hüdapar-Mustazaf Cemiyeti’ne bağlı bir çetenin söylediklerini tekrardan seyretsinler, dinlensinler.
Eskisi gibi konuşabilirler mi?
Her şey aleni ve açık.
Bir tarafta Kürdistan’ı işgal eden Türk Devleti ve ona bağlı kontgerilla çetelerinden İBDA-C, Hizbulkontra Hüdapar, BBP, MHP, AKP, DAİŞ ve türevleri var. Diğer tarafta da Kürtler ve dostları var.
Kobanê Serhıldanı’na bakılarak bundan ders çıkarılmalıdır.
Bundan sonra hiçbir Kürt yurtseverinin gaflete düşme hakkı yoktur. Hakiki bir Türk devrimcisi ve mazlum diğer halkların gaflete düşme hakkı yoktur.
Bundan sonra saldırıların olma ihtimali çok yüksektir. Buna karşı örgütlü olmak, direnmek, meşru, evrensel ve hukuki bir haktır.
Kürt yurtseverler, Kürdistan ve Anadolu’da yaşayan diğer mazlum halklar ile Türk devrimcileri bundan sonra tüm kurumlarını ve kendilerini savunacak pozisyonda olmalıdırlar.
Öz itibarı ile kendi öz savunlamalarını geliştirmelidirler.
Böyle yapmadıkları takdirde eğer Kobane Serhıldanı’ında 36 şehit  ve binlerce yaralı verdilerse, bundan sonra daha büyük katliamlarla yüzyüze kalacaklardır.
Bu böyle biline.
http://www.kurdistan24.org/2014/10/daisin-akphudaparmhpbbpibda-c-kobane-katliam-toplantisi/

29 Eylül 2014 Pazartesi

KURTULUŞ SÖMÜRGE YÖNETİMİNİN VE SÖMÜRÜ DÜZENİNİN YIKILMASINDAN GEÇER...SOSYAL DEMOKRATLARIN KUYRUKÇUSU OLMAKTAN DEĞİL..


Dünyamızda,ülkemizde düzeniçi muhalefet yürüten, düzeniçindeki reformlarla düzeni değiştireceğini ,değiştirilebileceğini savunan ilerici,demokrat,sosyal demokrat, sosyalist örgütlerin tümünün de seçilmiş SÖMÜRGE YÖNETİMİ görevlisi memurları arasında fark bulmaya çalışmalarını anlayabiliyoruz...

Herşeyi anlayabiliriz de düzene karşı olduğunu ve düzeniçi değil düzendışı muhalif olduklarını söyleyen ve kendilerini DEVRİMCİ, SOSYALİST KOMÜNİST diye tanımlayan kişi,grub,örgütlerin SOSYAL DEMOKRATLAR arasında fark bularak kendilerine yakın görmelerini anlamak mümkün değil!!!!!!

Ancak Kıbrıs'taki ilerici,devrimci,sosyalist mücadelenin geçmişinden doğru sonuçlar çıkarmayanların gideceği yer 1940'larda,1960'larda,1980'lerde,1990'larda,2000'lerde varılan yerden farklı olmayacaktır...

Son 20-30 yıldan bile sömürgeciyi direk hedef almadan demokratik kazanımlar için oluşturulan  eylem,güç, iş vb birliklerle verilen mücadlelerden ve kazanımlarla kaybedilenlerden doğru sonuçlar çıkarılmış olsa geleceğe doğru yönelebilir ve buna uygun örgütlenmeler oluşturulabilir...

1980'lerde CTP'nin düzeniçi muhalifliğine karşı düzendışı olduğunu söyleyen devrimci örgütlenme Halk-Der  TKP'ye verdiği destek sonrası,BMBP gibi 2000'li yılların engüçlü birliklerinden olan birliğe destek verenler , BDH gibi CTP dışındaki hemen hemen tüm muhalif kesimlerce oluşturulmasına rağmen SOSYAL DEMOKRATLARIN ihanetine uğramadı mı?
KBP ve sonrası oluşturulan tüm birlikler,aynı düzeniçi muhalif olan ve kendilerini  sosyal demokrat ve sosyalist diye tanımlayan kişi,grub,örgüt,partilerce SÖMÜRGE Yönetiminin insafına bırakılmadılar mı?

Kıbrıs'ta, TC,Yunanistan,İngiltere'nin sömürgeleştirdikleri bölgelerde yaşayan insanlarımız geçmiş mücadelelerden ders çıkarmaksızın aynı yolu yürüyerek farklı yere varacaklarını sanmasınlar..

Güçsüz olabiliriz doğru çözümler önerirken ..
Ama güç toplayacağız diye sömürgeciye karşı düzeniçi muhalifet yürüten sosyaldemokratlara,"sosyalistlere" yeniden umut bağlanmasına destek olmamalıyız...Devrim mücadelesi verenlerin  "ilkeli iş,güç,eylem birlikleri" diyerek devrim mücadelesinin güçlenmesine değil de sözkonusu örgütlerin güçlenmesine destek olduklarını görmeleri gerekir...

Yoksa sömürgecinin yerli görevlilerinin (C/B,M/v,Belediye vb) seçimleriyle düzenlerinin meşrulaştırılması ve devamını sağlamada araç olak kullanılırlar ve farkına bile varmazlar..

 GELECEĞİ KURMAK İÇİN KURUCU OLABİLMEK için geçmişten ders alarak sömürgeciyi,düzeni zayıflatarak, yıkarak ve devrimin yollarını açalım..

Kurtuluş sömürgeci boyunduruktan ve sömürü düzeninin yıkılmasından geçer.
SOSYAL DEMOKRATLARIN KUYRUKÇUSU OLMAKTAN DEĞİL..

12 Eylül 2014 Cuma

12 EYLÜL HALA YAŞIYOR.... TÜrkiye'de ve Sömürgeleri Kıbrıs ve Kürdistan'da da!

12 EYLÜL'ün Sömürgeleştirilen Kıbrıs'ın Kuzeyindeki İfadesi ,TC'NİN ‘’KKTC” ilanı-12 EYLÜL HALA YAŞIYOR!

12 Eylül 2012, 12:08
12 EYLÜL'ün Sömürgeleştirilen Kıbrıs'ın Kuzeyindeki İfadesi ,TC'NİN ‘’KKTC” ilanı


 http://bagimsizlikcephesi.blogspot.com/2012/04/kbrs-sorununa-baksmz-cozum-ve.html

(1) 12 Eylül darbecileri yürütme yetkisinin birkısmını sivil faşist hükümete devrederken ABD
emperyalistlerinin de onayı ile Sömürge Yönetimi olarak alt yönetimini oluşturan Kıbrıs'ın kuzeyindeki işbirlikçileri için TC'ye Kuzey Kıbrıs'ı da ekleyerek isimlendirdiği yönetimine 15 Kasım 1983'te “KKTC” ismini vermiştir.

KKTC ilanı sonrası Türkiye'deki 12 Eylül Anayasa'sının bir kopyası olan Sömürge
Yönetiminin anayasasını da taşıdığı nüfus dahil halka işbirlikçilerini de kullanarak onaylatmıştır.

“KKTC” İŞGALCİ Sömürgeci Kontrgerilla Cumhuriyeti TC'nin Kıbrıs'taki Örtüsüdür.
(2) İşgalci sömürgeci TC, Kıbrıs'ın kuzeyinde DOLAYLI sömürge yönetim biçimini kullanmakta ve bu yönetim biçiminde yerli önde gelen kişileri emrinde görevli olarak kullanmaktadır.
(a) Avrupa Sömürgeci Devletleri gibi TC de sömürgeleştirdiği Kıbrıs'ın kuzeyinde

Doğrudan yönetim yetkilerini sömürgedeki görevlisi Büyükelçisi ve ordu
komutanlarına kullandırmaktadır.

(b)Dolaylı Yönetim biçiminde ise,yerli siyasi önderlerden ,yüksek rütbeli sivil,polis
ve asker kişilerden yararlanmaktadır.

Çeşitli yönetici tiplerin sömürge yönetiminde görev almaları ile yerli halk bir ölçüde yerli görevlileri benimsemekte ve bu görevli yöneticiler TC devleti ve Ankara Hükümetlerine bağlılık gösterdiklerinden toplulukça da örnek alınmaktadırlar.

Yerli yöneticiler aracılığıyla sömürge yönetiminin daha olumlu sonuçlar aldığı,bu yönetim biçiminde daha az çaba gerektirdiği gibi,daha az para harcanmanmaktadır.

Dolaylı yönetim biçimi aynı zamanda sömürücü ülkeninin (TC) sömürge toplumun iç
sorunlarına olabildiğince direk muhatap olmaması nedeniyle oldukça yararını gördüğü yaşanan
gerçeklerle bir daha gözönüne serilmiştir.

Kıbrıs'ın kuzeyindeki işçi,emekçi halkın ve onun ileri unsurlarının yaşanılan ekonomik,sosyal,kültürel vb sorunlar karşısında ,demokratik haklarını kullanarak ortaya koydukları tepkileri karşısında, TC işgalci sömürge yönetimi, emrindeki siyasi yöneticiler ve silahlı,silahsız asker, polis,resmi ve sivil güçleri kullanarak, baskı,saldırı,tutuklama, şiddet vb yöntemeleriyle önlemeye çalışırken direk muhatap olmaması nedeniyle yukarıda da belirtildiği üzere kendi işgalci sömürgeci faşist yüzünü de perdelemektedir.

Türkiye'de 12 Eylül'le İthal İkameci Sanayileşme Modelinin yerine İhracata Dönük
Sanayileşme modelinin konulması demek olan 24 Ocak 1980 kararlarının uygulanması için
gereken ortam hazırlanırken, sömürgeleştirdiği Kıbrıs'ın kuzeyinde de buna uyum sağlama amacıyla engel oluşturabilecek her alana müdahale edilmiştir ve halen de buna devam edilmektedir.1986-87 yılında Sanayi Holdingin kapatılması ile başlatılan süreç bugün özelleştirme vb yasalar ile ileri boyut kazanmıştır.(Özelleştirme,taşeronlaştırma,sendikasızlaştırma,kazanılmış hakların gaspı vb.)

Sömürge Yönetimi ve Oluşumu;

*Kıbrıs'ın kuzeyindeki Sömürge Yönetimi TC MGK'sının Kıbrıs ayağı olan Koordinasyon
Kurulu denilen doğrudan yönetim yetkilerini elinde bulunduran organdan oluşmuştur.

Kıbrıs'ın kuzeyinde sömürgeci işgal yönetimini oluşturan KOORDİNASYON KURULU
(Türkiye'deki MGK'nın alt birimidir.) ÜST ve ALT KOORDİNASYON Kurullarıyla
egemenliği doğrudan elde tutmaktadır. Bu kurullardan ÜST KOORDİNASYON KURULU MGK kararlarına uygun kararları almakta ve ALT KOORDİNASYON KURULU ise alınan
kararların '' dolaylı yönetim araçları-alt yönetim, hükümet'' tarafından uygulanmasını takip etmektedir .Kısaca yürütmeden sorumludur.
Koordinasyon Kurulu üyeleri;
Üst Koordinasyon kurulu üyeleri olan TC Lefkoşa Büyükelçisi,Kıbrıs'ın kuzeyin iişgal altında
tutan kolordunun 6 generali (Korgeneral,3 tümgeneral ve 2 tuğgeneral) ve alt koordinasyon
üyeleri ile yerel idarecilerden “cumhurbaşkanı”ile “başbakanı”'ın katılımıyla olağan toplantıları ayda bir kez cumhurbaşkanlığında veya TC elçiliğinde;

ve ona bağlı ;

Alt Koordinasyon kurulu üyeleri ise;
TC Lefkoşa büyükelçiliği müsteşarı,Özel Kuvvetler Komutanlığına Bağlı Sivil Savunma Teşkilat Başkanı TSK'dan bir kurmay albay, TSK'ya bağlı Özel İstihbarat Başkanı (legal ismi olan Sivil İşler ve Halkla İlişkiler Başakanlığı ) bir kurmay albay, yerel idarenin “cumhurbaşkanı müsteşarı “ nın katılımı ile 15 günde bir toplanarak alınan kararların yerel idare tarafından uygulanmasını takip etmekte ve esas yürütme organı olarak çalışmaktadır.

*Yerel İdarenin “ parlamanto=meclis” dedikleri yer ise, TC
devletinden (MGK) Koordinasyon kuruluna ve koordinasyon kurulundan alt koordinasyona ve ondan sonra başbakanlık üzerinden gelen yasa tasarılarını “yasalaştırarak” SÖMÜRGECİLERİN VE İŞGALİN perdelendiği yerdir. Perdeler ise yerli işbirlikçi siyasilerdir.

*Dolayısıyle bu koşullarda Sömürge Yönetiminin Dolaylı Yönetimde kullandığı yerel yöneticiler için yapılan ve demokrafik yapının da değiştirildiği bir ortamda kurgulanmış ( demokrafik yapıya bağlı seçmen yapısının da sömürgecinin lehine değişmiş olmasına rağmen Dolaylı yönetim biçiminde araç olarak kullanılan “meclisteki” çoğunluk buna uygun olarak değiştirilmemekte ve yerli işbirlikçilerin çoğunlukta kalmaları için denge sağlanmaktadır) olan Sömürgecinin seçimlerine katılarak değil katılmayarak onun egemenliğine karşı mücadele edilerek ve perdelenmiş yüzünü de BOYKOT taktiği ile ve seçim süreçlerinde daha da yoğun ajitasyon propaganda yürütülerek açığa çıkarılabilir.
*************************************************************************************************************************************************

12 EYLÜL HALA YAŞIYOR


12 eylül askeri faşist darbesi üzerinden 28 yıl geçmesine rağmen,12 Eylül her bakımdan varlığını her yerde ve her alanda sürdürmeye devam ediyor.Askeri faşist darbenin yapılış gerekçelerinin hepsine ulaşması bile 12 Eylül askeri faşist darbesinin sonuçlarını ortadan kaldırmaya yetmiyor.Zira 12 Eylül;kurumsallaştırılmış faşist diktatörlüğün tümüyle sağlamlaştırılması ve yaşamın her alanında hakim kılınması temel amacıyla hareket etmiş olup;bugüne bakıldığında yine varlığını sürdürmesinin her türden alt yapısının mevcudiyeti ile tüm kurum,kuruluş,örgütlenme,anlayışla yolunun açık olması anlaşılır bir durumdur.Bugünkü Kontrgerillanın bir parçası olan Ergenekon vs hep 12 Eylülün çocukları ve üzerine en sağlam oturdukları zemindir.Tüm diğer darbelerde zayıf halka olarak kalan bu faşist devletin öz çekirdek organı,gerek 12 Eylülün hazırlanması sürecinde,gerekse anında ve sonrasında nasıl gelişip serpilmiştir her birimizin gözü önündedir.
12 Eylül,tüm toplumsal muhalefet hareketlerini tırpanlamış,yeni ekonomik düzenin gerektirdiği gibi süt liman bir ortamı sağlamıştır.24 Ocak kararlarına direnecek odakların tasfiyesi,devrimci mücadeleye geçici boyun eğdirilmesi,toplumsal muhalefet hareketlerinin korkunun hegemonyası altında sindirilmesi,Generallerin düzeninin sağlamlaştırılması,kontrgerillanın tek yetkili güç odağı olarak mevzilendirilmesi,MGK gibi burjuva demokrasilerinin bire bir düşmanı olan bir yapının anayasal bir çerçeveye oturtulması,gençliğin YÖK gibi her bakımdan faşist bir yapının cenderesinde tutulması,işçi sınıfının tüm demokratik-sendikal-ekonomik kazançlarının ortadan kaldırılması,Kürt halkının sömürgeci zulüm altında inletilmesi sürecinin derinleştirilmesi,emekçi köylülüğün emperyalist politikalar gereği adım adım yok edilmesi vs gibi onlarca sonuca imza atmıştır 12 Eylül faşist askeri darbesi.
12 Eylül askeri faşist darbesini tüm diğer darbeler ve muhtıralardan ayıran temeller de bu elde edilmek istenen ve zamanla elde edilen sonuçlarda gizlidir.Bu bağlamda 12 Eylül tüm diğer darbeleri aşan bir nitelik ve içeriğe sahiptir.Bu anlamda 12 Eylül daha önceki bir makalemizde ifade ettiğimiz üzere bir milattır.
Bugünkü süreç hep 12 eylülün sonuçlarıdır.
Mesela yeşil gericilik ve sermayenin büyütülmesi,resmileştirilmesi süreci 12 Eylüle dayanmaktadır.Anımsanırsa;Rabıta’nın ülkede açıktan ilk girişimlerinin olduğu dönemdir bu dönem.Faşist Evren’in açıktan savunduğu Rabıta,o günden sonra ülkede açıktan ve yasal olarak var olmuştur.Yine ,12 Eylül faşist darbesi ile birlikte İmam Hatip Liseleri çığ gibi açılmış;faşist gericiliğin bugünkü kadroları o günden bu yana hızla yetiştirilmiştir.Bugün ülke yönetiminde söz sahibi olan kadroların ezici çoğunluğu tam da bu sürecin ürünleridir.
Yine ekonomik olarak dışa bağımlılık süreci ve ihracata dönük sanayileşme modeli esas alınmış;özelleştirme-taşeronlaştırma,işçi kıyımı,sendikasızlaştırma,sigortasız-sendikasız işçi çalıştırma,asgari ücretle açlık sınırlarında insanlık dışı yaşamı dayatma,ücret farklılıkları yaratarak sınıfı bölerek yönetme,devrimci mücadeleye karşı siyasal-pratik-politik-psikolojik araçlarla yığınlar arasında derin uçurumlar oluşturma,Dünya Bankası ve İMF politikalarının harfiyen uygulandığı tamamen sömürgeciliğin denetiminde göstermelik olarak olsa bile bağımsızlıktan söz edilemeyeceği bir ülkenin yaratılması;tarımsal politikalarda da tamamen uluslar arası tekellerin arzuları yerine getirilerek yoksul ve küçük köylülüğün bitirilmesi ,hızlı ve yoğun bir yoksullaşma karşısında hızlı ve yoğun bir zenginleşme ve ara sınıfların hızla aşağıya-proletaryaya kayışının hızlandırılması vs gibi ekonomik-sosyal-kültürel sonuçlarda 12 Eylülün eseridir.
Yine askeri faşist 82 Anayasası ile bugünkü faşist uygulama ve kuruluşların,kurumların temeli sağlamlaştırılmış;kısmi demokratik haklar ve kurumsal örgütlenmeler yasaklanmış;her türlü hak arama girişiminin önü yasal-anayasal engellerle sınırlanmış,tüm demokratik-sendikal örgütlenmeler yasaklanmış ya da terbiye edilerek düzene ayak uydurması sağlanmış,asker-polis örgütlenmesi tamamen faşizan bir tarz esas alınarak bu esasın dışına çıkabilecek her türlü girişim başından engellenmiş,kamu kurum ve kuruluşlarında da keza aynı yasal-fiili faşizan uygulamalar meşru kılınmış,insani her türden başkaldırışın bile –kıpırdanmanın bile ne türden baskı ile karşılandığı empoze edilerek korkunun hükümranlığı gerçek kılınmıştır 12 eylül ile birlikte.Zira bugün de hala aşılabilmiş değildir bu anlamıyla da 12 Eylül.
Diğer yandan tüm devrimci-demokrat,komünist devrimci,muhalif tüm örgütlenmeler karşı devrimci faşist terör ile yok edilmiş,sindirilmiş,pasifize edilmiştir.Yaprakların bile kımıldamadığı bir düzen özlemi 12 Eylül ile birlikte gerçek kılınmıştır.
Kürt Ulusal Özgürlük mücadelesi,tarihin her döneminden daha fazla baskı-kıyım-katliam-yasak görmüştür.Kürt halkı,kendi dilini sokakta bile kullanamaz hale gelmiş olup;bu bile başlı başına en ağır işkence ve yok edimin gerekçesi haline gelmiştir.Bu azgın faşist saldırılar döneminde,sürecin en dinamik ve en az darbe alan kesimi olan KUKM-PKK; tüm bu ağır baskıların ve dizginsiz faşist terörün öfkesinin Kürt Ulusunda yarattığı başkaldırma ruhuna da yaslanarak,savaşarak büyümüş-gelişmiş ve muhalefetin lideri olmuştur.
Gençlik YÖK ile tüm dinamizmini yitirecek bir biçimde cenderelerde sıkıştırılmış;depolitizasyon-apolitizasyon için elden gelen tüm çaba gösterilerek;tüm araçlar devreye sokularak gençlik mücadeleden uzak tutulmaya çalışılmıştır.
Siyasal-pratik-ideolojik olarak üstünlüğü ele geçiren 12 Eylül faşist diktatörlüğü ;ardından psikolojik-sosyal-kültürel atağını da sürdürmüş;özel TV’ler,radyolar,yazılı basın,günlük politikalarla süreci-gündemi belirleme ve yığınları sürü haline getirerek istediği gibi yönlendirmeyi de başarmıştır.Dini en iyi biçimde kullanarak,bugünkü sürecin boyutlarıyla yaşanmasının temeli de keza 12 Eylüldür.
12 Eylül yukarıda sıraladığımız tüm sonuçların nedeni kadar sonucudur da.Tüm sonuçlarıyla 12 Eylül hala yaşamaktadır.Varlığını tüm biçimleriyle,generallerin yargılanamaması dahil sürdürmektedir.
Bu bağlamda 12 Eylül ile hesaplaşmak,düzeni tümüyle ortadan kaldırmakla eşdeğerdir.Demokratik olarak 12 Eylülün tasfiyesi ise,ancak sosyalizmin inşası ile olanaklıdır.12 Eylül tümüyle tasfiye edilmeden sosyalizme dönük mücadele etmek olanaksızdır.Zira 12 Eylül,emperyalist kapitalizmin sınıfa ve onun öncülerine dönük en kapsamlı ve nihai faşist saldırılarından biri ve en önemlilerindendir.12 Eylül Faşist diktatörlüğün kurumsallaşmış ve kurumsallaşmasının sağlamlaştırılmış halidir.Düzenin ,kolektif yönetsel organı olan devletin adıdır.Faşist devlet tasfiye edilmeden ,emperyalist kapitalizm tasfiye edilemez.Zira,egemenliğin birincil ön koşulu iktidarın ele geçirilmesidir.Üst yapı yok edilip-faşist devlet-yerine proletaryanın diktatörlüğü inşa edilmeden alt yapısal kapitalist tasfiye olanaksızdır.
12 Eylül ve onun sonuçlarına karşı mücadele;Özgürlük ve Sosyalizm için mücadele etmektir.Devrim için kavga vermektir.Her gün sonuçlarıyla daha fazla can yakan 12 Eylüle karşı HAYDİ MÜCADELEYE.


Mahmut Halil Can (Sendiren)
http://www.ateshirsizi.com/12-eylul-hala-yasiyor-t6116.html

21 Ağustos 2014 Perşembe

SÖMÜRGECİNİN YEREL SEÇİLMİŞ ATANMIŞ GÖREVLİ MEMURLARINDAN MAL BEYANI


SÖMÜRGECİNİN YEREL SEÇİLMİŞ ATANMIŞ GÖREVLİ MEMURLARINDAN MAL BEYANI



TC Sömürge Yönetiminin cepheden karşısına çıkılması gerekirken onun seçilmiş atanmış yerli görevlilerine Mal Bildiriminde Bulunma Yasası Mad. 7/1 hatırlatılıyor ve mal bildiriminde bulunulması öne çıkarılıyor ilerici demokrat devrimci olduğunu söyleyenlerce..
Mal beyanında bulununan düzeniçi muhalif seçilmiş atanmış yerel görevli memurlar, sanki ilk kez mal beyanı yapılıyormuş gibi göklere çıkarılıyor,ya da yapanlar aklanmış sayılıyorlar...


Bu yasa üzerinden sömürgeciye işgalciye karşı mücadele edilemediğini / edilemeyeceği bilinirken sömürgeci kendisini perdeleyecek olan seçilmiş atanmış yerli görevli memurlarının mal varlıklarının beyanı yasası ile biryandan sömürgede yaşayanları oyalamakta diğer yandan da memurlarını kontrol etmektedir...

Sömürge yönetiminin kapitalist üretim ilişkilerinin ,özel mülkiyetin kısace sermayenin egemen olduğu bir toplumsal yapı üzerinde hüküm sürmekte olduğunu kimsenin bilmediğini düşünmüyoruz..Egemenler ve onlar adına görevli seçilmiş atanmışların da özel mülkiyetin kutsallığı/meşruluğu üzerinden sahip oldukları MAL varlıklarının açıklanmış olması ÖZEL MÜLKİYETİ ortadan kaldırmayacağını hatırlamalıyız...

TC sömürge yönetiminin yerli görevlilerden oluşan seçilmiş ve atanmış memurlarının mal beyanları ancak bu beyanlar üzerinden yapılacak doğru değerelendirmeler olursa bir yarar sağlar yoksa halkımızın kendine olan güvenini yıkmada ve sömürgecinin sermayenin meşrulaştırılmasında bir araç olur sadece..

Sömürge idaresinden,işgalden,sermayeden kurtuluş yolunda yerli seçilmiş atanmış görevlilerin nasıl semirdiklerini anlatmak için araç olarak kullanılacaksa Mal Beyanı Yasası buyurun hepbirlikte işbirlikçileri ve seçilmiş atanmış üst düzey görevli memurları deşifre edelim...

http://www.kibrismanset.com/m/?id=71926
http://www.gundemkibris.com/oktay-kayalp-mal-beyaninda-bulundu-83888h.htm
http://www.kibristime.com/kibris/harmanci-mal-beyaninda-bulundu-h35407.html


“Görevinizi Yapıyor Musunuz?“

 oparlanıyoruz Hareketi lideri Kudret Özersay Meclis Başkanı Sibel Siber'e çağrıda bulunarak mal beyanı yanında seçilmişlerin servetinin kaynağını da açıklamaları gerektiğini, 2008'te çıkan mal beyanı yasasının bunun takibini yapma görevini Meclis Başkanlığı'na verdiğini vurguladı.

Özersay, seçilmişlerin mal beyanının sadece sahip oldukları servetin açıklanmasından ibaret olmadığını dikkat çekerek "bu servetin kaynaklarının yani bir başka ifadeyle nereden bulunduğunun da açıklanması gerekir" dedi. Özersay "Mal beyanı ve bu malların kaynağı net şekilde verilmiyorsa konuyu Başsavcılığa gecikmeden aktarma görevi yasaya göre Meclis Başkanlığı'ndadır" dedi.
Sosyal medyada bu konuda bir paylaşımda bulunan Toparlanıyoruz Hareketi lideri Anayasa değişikliği ile mal beyanı konusunun sanki ilk kez mevzuatımıza giriyormuş gibi bir hava yaratıldığını oysa 2008 yılında yürürlüğe giren Mal Bildiriminde Bulunulması Yasası içerisinde bazı açılardan gerekli zeminin olduğuna dikkat çekti. 
Özersay "eğer istenirse sadece mal beyanı değil, bu servetin kaynağının hesabı da sorulabilir. Üstelik buna uygun bir beyan yapılmazsa Meclis Başkanlığı konuyu Başsavcılığa iletebilir" vurgusu yaptı. 
Özersay tarafından sosyal medya ortamında yapılan paylaşımda şu ifadelere yer verildi:
"2008'de yapılan yasa tüm seçilmişlerin seçilmelerinden itibaren iki ay içinde MAL BİLDİRİMİNDE bulunmalarını zorunlu kılıyor. Kendilerine, eşlerine ve velâyeti altındaki çocuklarına ait bulunan taşınmaz malları, para, hisse senetleri, tahviller ile aylık maaşının veya ödeneğinin beş katı değerindeki ziynet eşyası ve diğer taşınır malları, hakları, alacakları ve gelirleri beyan etmeleri gerekiyor. AMA daha da önemlisi bu servetin "KAYNAKLARI, borçları ve SEBEPLERİ mal bildiriminin kapsamına girer" deniliyor. 
Bu mal beyanı düzenli olarak yapılıyor mu?
Bu servetin KAYNAĞINI ve SEBEPLERİNİ de açıklıyorlar mı? 
Meclis Başkanlığı bu konuda yasanın gerektirdiği şekilde davranıyor mu çok merak ediyorum. 
(Mad. 7/1-Mal Bildiriminde Bulunma Yasası)


20 yıl Gazimağusa Belediye Başkalığı yapmış ve 29 Haziran Yerel Seçimlerinde CTP-BG Gazimağusa Belediye Başkan adayı olan Oktay Kayalp, bugün mal beyanında bulundu.




İşte Oktay Kayalp'ın 4 Temmuz 2014 tarihi itibariyle yaptığı mal beyanı;

1. Tuzla Gossip Sitesi'nde 1 adet Ev
2. İskele Doktorlar Sitesi'nde 1 Adet Ev.
3. Kaleburnu Köyü'nde,  1 adet 1930 yapımı eski ev (Neneden kalma).
4. Mağusa Baykal Bölgesi'nde 1 Adet arsa.
5. JA214 plakalı Ford Focus marka araba.
6. KE042 plakalı BMW X5 araba.
7. M.K. Şirketler Grubunun %20 Hissesi (Babadan kalma).

2010 Seçimlerinde yaptığı mal beyanına göre hiçbir değişiklik olmaması dikkat çekti.


HARMANCI MAL BEYANINDA BULUNDU

Lefkoşa Türk Belediyesi (LTB) Başkanı Mehmet Harmancı, tüm seçilmişlerin, seçildikleri günden itibaren en geç iki aylık süre içerisinde mal bildiriminde bulunmalarını gerektiren yasa kapsamında, Cumhuriyet Meclisi Başkanlığı’na mal beyanında bulundu. İçişleri Bakanlığı’na da mal beyanında bulunacak olan Harmancı ayrıca, mal varlığını kamuoyu ile de paylaştı.

08 Ağustos 2014 Cuma 15:17

Lefkoşa Türk Belediyesi (LTB) Başkanı Mehmet Harmancı, tüm seçilmişlerin, seçildikleri günden itibaren en geç iki aylık süre içerisinde mal bildiriminde bulunmalarını gerektiren yasa kapsamında, Cumhuriyet Meclisi Başkanlığı’na mal beyanında bulundu. İçişleri Bakanlığı’na da mal beyanında bulunacak olan Harmancı ayrıca, mal varlığını kamuoyu ile de paylaştı.

Mal beyanında bulunmanın zorunluluğun yanı sıra, şeffaflık ve hesap verebilirlik açısından da oldukça önemli olduğunu belirten LTB Başkanı Harmancı, yerel yönetimler dahil tüm seçilmişlerin mal varlıklarını kamuoyu ile paylaşmaları temennisinde bulundu.

LTB Başkanı Mehmet Harmancı’nın Meclis Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı’na sunduğu mal varlığı aşağıdaki gibidir:
Harmancı’nın beyanında anne ve babasından hibe yolu ile intikal etmiş olan:

-Karaoğlanoğlu’nda 1 adet dükkan, Zeytinlik’te 8 dönüm 1 evlek arsanın 1/3’lük hissesi, GirneBüyükova’da 2 tane apartman dairesi, Yukarı Girne’de bir apartman dairesi ve Karşıyaka’da 6 dönüm 1 evlek arsanın ½ hissesi ve yine Karşıyaka’da 2 evlek arsanın ¼’lük hissesi.

- Mevduat hesabında 6.189 Sterlin, 1.308 Euro ve 336 Türk Lirası.

- Northern Travel Ltd.’de %10 hisse.

- LF 832 plakalı 2010 yılında alınan Volkswagen Tiguan araç.
 


"SÖMÜRGE ANAYASASINDA" Sömürgecinin izin verdiği kadar değişiklik !


"SÖMÜRGE ANAYASASINDA" Sömürgecinin izin verdiği kadar değişiklik !

http://bagimsizlikcephesi.blogspot.com/2014/06/somurge-anayasasinda-somurgecinin-izin.html


-"Sorun sömürgecinin anayasası mı, sömürgecinin ve sermayenin varlığı ve egemenliğinin dayandığı temeller mi?"


-"sömürge anayasası"nda biçimsel değişikliklere yönelik çalışmalar sömürgecinin esas amacı olup onun seçilmiş görevli memurları da sorunun kaynağının saklanması ve gündemin başka yöne çekilmesine hizmet etmektedirler.."
 

-"Sorun sadece sömürgecinin anayasasının demokratikleşmesinde ve geçici 10.maddenin değiştirilmesi ile aşılamayacağı gerçeği ortadadır. Sorunun kaynağı sadece anayasa değil ,sömürgecinin ve sermayenin kendisidir..."



"Sömürgecinin izin verdiği kadar değişiklik !"

Sömürgecinin 85 anayasasının ana ve özü ortaya konduktan sonra buradaki yerli seçilmiş görevlilere yada teknik personele yazdırılması ve halkoyuna sunularak " EVET" almış olması bu anayasanın halkın iradesini yansıttığını ve sermayenin sömürgecinin egemenliğini yansıtmadığını söylemek, toplumlar tarihinin sınıflar mücadelesi tarihi olduğunu kısaca sömürge statümüzü ve sermaye düzeninde yaşadığımızı yadsımak olur....

Bu anayasanın yazılımında görev almış liberal demokrat,sosyal demokrat,demokrat kişilerin olması bu anayasayı demokratik yapmaz,yapamaz çünkü ana ilkeleri ve özü ortada duruyor..

Kısaca işgalciye sömürgeciye sermayenin egemenliğine geri adım attırılabilmesi gerekir ve bu geri adımın sonucunda yerli seçilmiş atanmış görevlilerin sömürgecinin anayasanın ana ilke ve özünü ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalara katkı koydukları için teşekkür edilebilsin..Oysa bu görevliler bu anayasada yaptıkları değişiklikleri halka "devrim" diye yutturmaya çalışıyorlar...
Tıpkı 85 sömürge anayasasını yazanlar, katkı koyanlar arasında olan o dönemin TKP'lileri gibi....O dönemde sömürgecinin anayasasına "HAYIR" diyenlerin bugün neden "EVET" dediklerini ve savunduklarına baktığınızda 1985 deki TKP'lilerin konumundan farklı birşey göremezsiniz...

Sosyal demokratların düzenin özüne dokunmadan düzeni değiştirecekleri hayalinin tekrarıdır yaşadığımız..


Dünün TKP'sinin ve bugünün CTP'sinin "devrim" "sosyalizm" anlayışı ve sınırı düzenin sınırı ile sınırlıdır...

Sömürgecinin izin verdiği kadar kısacası...

      
                                                                                 ***
1985 yılında sömürgecinin anayasasına hayır diyenlerin gerekçesi ne idi? Şimdi o gerekçeler ortadan kalktı mı? Öncelikle bunu yanıtlamalı kendine ilerici,demokrat,yurtsever devrimci komünist diyen bireyler,örgütler.....

                                                                               ***
Sorun sömürgecinin anayasası mı, sömürgecinin ve sermayenin varlığı ve egemenliğinin dayandığı temeller mi?

Sorun sadece sömürgecinin anayasasının demokratikleşmesinde ve geçici 10.maddenin değiştirilmesi ile aşılamayacağı gerçeği ortadadır. Sorunun kaynağı sadece anayasa değil ,sömürgecinin ve sermayenin kendisidir...

Mücadelenin esas hedefi ve gündemi sermayenin ve kontrgerilla devleti TC'nin kıbrıs'taki işgalci sömürgeci (emperyalist güçlerin ABD,AB,İngiltere vd emperyalistler le onların taşeronları tc,yunanisan) varlığının ve egemenliğinin sona erdilirilmesine yönelik olmalıdır...

Onların egemenliklerinin yazılı hale getirilmiş şekli olan ve 12 eylül darbecilerinin biçip sömürge yönetiminin yerel seçilmiş atanmış görevli memurlarına diktirdiği "sömürge anayasası"nda biçimsel değişikliklere yönelik çalışmalar sömürgecinin esas amacı olup onun seçilmiş görevli memurları da sorunun kaynağının saklanması ve gündemin başka yöne çekilmesine hizmet etmektedirler..

                                                                          *******
SÖMÜRGECİNİN KARŞIMIZA ÇIKARDIKLARI VE SÖMÜRGE ANAYASASINDAKİ DEĞİŞİKLİKLER İÇİN SÖMÜRGECİDEN ÇOK EVETÇİ KESİLEN SEÇİLMİŞ GÖREVLİ MEMURLARIN PROF. DOÇ. DR. VS. OLMASI TESADÜF DEĞİLDİR...

UBPDPCTPTDP vs olması TESADÜF DEĞİLDİR!

ÇÜNKÜ SÖMÜRGECİ İŞGALCİ KONTRGERİLLA DEVLETİ TC ;

"Dolaylı SÖMÜRGE Yönetim biçiminde ,yerli siyasi önderlerden ,yüksek rütbeli sivil,polis ve asker kişilerden yararlanmaktadır.

Çeşitli yönetici tiplerin sömürge yönetiminde görev almaları ile yerli halk bir ölçüde yerli görevlileri benimsemekte ve bu görevli yöneticiler TC devleti ve Ankara Hükümetlerine bağlılık gösterdiklerinden toplulukça da örnek alınmaktadırlar.

Yerli yöneticiler aracılığıyla sömürge yönetiminin daha olumlu sonuçlar aldığı,bu yönetim biçiminde daha az çaba gerektirdiği gibi,daha az para harcanmanmaktadır.

Dolaylı yönetim biçimi aynı zamanda sömürücü ülkeninin (TC) sömürge toplumun iç sorunlarına olabildiğince direk muhatap olmaması nedeniyle oldukça yararını gördüğü yaşanan gerçeklerle bir daha gözönüne serilmiştir."

SÖMÜRGE Anayasasındaki değişiklikler için sömürgecinin seçilmiş yerel görevlileri aracılığıyla yapılmak istenen referandum ve bu referandumda "EVET" yada "HAYIR" mı yoksa sömürgecinin referandumu "BOYKOT" mu edilmeli?
Tez,antitez ve sentez...... 
Bu ilke yaşamın heralanında geçerli.
Önemli olan bu ilke temel kuralın uygulama alanında alınacak verilere ve kime,neye,nasıl,niçin ,neden nezaman  sorularına ve yanıtlarına bağlı olarak değişeceğidir.. 
Peki ama burada sözedilen " tez"iniz "TC sömürge yönetiminin anayasası" mı yoksa "anayasamız" (bağımsız egemen bir devletin) mı? 
Hangisini tez olarak alıyorsanız antiteziniz de senteziniz de ona göre olacak.
Ülkenin işgal altında ve sömürgeleştirildiğinden mi hareket ediliyor yoksa bu gerçeklik gözardı edilip "bağımsız" "egemen" bir devletten (burjuva anlamda) sözediliyor... 
Amaç sömürgeci işgalciden kurtulmaya mı yöneliktir yoksa işgalci sömürgecinin izin verdiği kadar değişikliği kazanım olarak göstererek, onların yerli seçilmiş görevlileri olarak varlık ve egemenliğini perdelemek midir? 
İşgalciye sömürgeciye geri adım attırılmış bir kazanım mıdır değişiklikler?
Sömürgecinin 85 anayasasına karşı "HAYIR" diyenlerin ÖZÜNE değil miydi "HAYIR"ı ki şimdi değişikliklerine  "EVET"  denmesi için bukadar çaba harcanıyor? Önce bunu açıklığa kavuşturmalılar  sömürgecinin 85 anayasasına "EVET " diyenler de "HAYIR" diyenlerde..
Sömürgecinin referandumunu BOYKOT onun varlığına da egemenliğine de HAYIR demektir...Referanduma katılarak hayır diyecek olanlar bu amaçla hayır diyorlarsa gerekçeleriyle birlikte açıklamalıdırlar..
Bunu derken referanduma katılarak HAYIR oyu kulllanacak olanların "HAYIR"ının sömürgeciye işgalciye hayır olduğunu CTP nin 85 referandumundaki hayırından farklı olduğunun, olacağının bilinmesi açısından önemlidir...
Bİz BOYKOT derken aynı stratejik amacı taşıyarak HAYIR diyen diyecek olan her insanımızı arkadaşımızı dost ve yoldaşlarımızın taktiğine saygılı olduğumuzun olacağımızın da bilinmesini isteriz.. Taktiklerimiz şu yada bu nedenle farklı da olsa aynı hedefi amaçlıyorsak mücadelemizde omuz omuza yürümeye devam etmeliyiz sömürgeciye,işgale ve sömüren azınlığa karşı. 

İŞGALLERE,İŞGALCİLERE,SÖMÜRGECİLERE,EMPERYALİSTLERE ,KAPİTALİZME  ve onların ANAYASALARINA HAYIR DE !!!!!!


SÖMÜRGECİNİN SEÇİMİNİ DE REFERANDUMUNU DA BOYKOT ET....



Kaynaklar   :

1.http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1780.htm
2.http://www.yenicag.com.cy/yenicag/2013/09/gecici-10-madde-icin-anayasa-degisikligi-gerekmez/
3.http://bagimsizlikcephesi.blogspot.com/2012/04/kbrs-sorununa-baksmz-cozum-ve.html?spref=fb

EKLER        :              
1.Savunma ve İşbirliği

2.Tufan Erhürman’ın Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde yorumunun tersi

3.Tufan Erhürman’ın Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde yorumunun tersi

8 HAZIRAN 2014ALİ BİZDEN

4.Vatandaş Referandum'da Ne Yapmalı?

09/06/2014
HK

<h5>5.Mehmet Öner Ekinci</h5>
GEÇİCİ 10'UNCU MADDENİN KALDIRILMASINI İÇERMEYEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE "EVET" DEMEK


1.Savunma ve İşbirliği
Geçici Madde 10
Kıbrıs Türk halkının savunması ve iç güvenliği ile milletlerarası durum gerektirdiği sürece bu Anayasanın 117. maddesinde yer alan kurallar yürürlüğe girmez. Anayasa yürürlüğe girdiği tarihte dış ve iç güvenliğin sağlanmasında kullanılan bütün kuvvetlerle, bunlara ilişkin olarak uygulamada olan usul ve hükümlerin ve bu konularda kabul edilmiş ve edilecek işbirliği esaslarının uygulanmasına devam olunur.

Yurt Savunması ve Silahlı Kuvvetlerin Kuruluşu
Madde 117
(1) Yurt savunması, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetlerince sağlanır.
(2) Yurdun güvenliğinin sağlanmasından ve silahlı kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Cumhuriyet Meclisine karşı Bakanlar Kurulu sorumludur.
(3) Silahlı Kuvvetler Komutanı, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı adına yerine getirir.
(4) Silahlı Kuvvetler Komutanı, Savunma Bakanının önerisi ve Bakanlar Kurulunun kararı izlerine, Cumhurbaşkanınca atanır.
(5) Savunma Bakanlığına bağlı silahlı kuvvetlerin ve bağlı komutanlıkların kuruluşu, görev, yetki ve sorumlulukları yasa ile düzenlenir.






2.Tufan Erhürman’ın Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde yorumunun tersi

8 HAZIRAN 2014ALİ BİZDEN
<h2>
</h2><h2>Tufan Erhürman, 8 Haziran’da
“Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde”başlıklı bir yazı yazarak,
10. Madde ile ilgili herhangi bir değişiklik içermeyen
anayasa değişikliği metnine hayır demenin
anlamsızlığını
izah etti.</h2>
Bize, referandumda hayır demenin hukuki bir sonucu olmayacağını da anlattı. Referanduma gidecek değişiklik önerileri arasında Geçici 10. Maddenin yer almayışının doğal olduğunu da açıkladı.
Erhürman’ın yazısını kopyaladım. “Evet”leri “hayır”, “hayır”ları “evet” ile değiştim. Birkaç cümle de ekledim. Sonuç Erhürman’ın meşrulaştırıp normalleştirdiği “hepimiz evet demeliyiz” fikrinin tam tersi çıktı: Hepimiz hayır demeliyiz!
Tufan Erhürman’ın kopyalayarak azacık tahrif ettiğim metni şu:

Bilindiği gibi Meclis’ten oy birliğiyle geçen Anayasa değişikliğinin içerisinde geçici 10’uncu madde ile ilgili herhangi bir düzenleme yoktur. Değişikliğin Meclis’te görüşüldüğü oturumu izleyenler bunun nedenini anlamakta zorlanmaktadır. Bu oturumda, UBP ve DP-UG genel başkanları, geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesine, en azından bugün için karşı olduklarını açıkça dile getirmişlerdir. Bu iki partinin milletvekilleri dışında Meclis’te toplam 24 milletvekili vardır ve herhangi bir maddeyle ilgili değişikliğin referanduma götürülmesi için 34 milletvekilinin “evet” oyuna gereksinim duyulduğu bilinmektedir. DP-CTP Hükümet Programı’nda açıkça Anayasa’nın Geçici 10’uncu Maddesi’nin kaldırılması hususundaki resmi siyasi pozisyon, en güncel haliyle, görevdeki CTP-DP Hükümet Programı’nda yer alıyor.  CTP’nin 21, TDP’nin 3 CTP hükümet ortağının ise 12 milletvekili vardır.
KKTC Cumhuriyet Meclisi’nde okunup onaylanan hükümet programında yer alan Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi’nin değiştirilmesi kararının altında imza ve onayı olan DP genel başkanının genel kuruldaki konuşmasında Geçici 10. Madde’nin  değiştirilmesine karşı olduğunu söylemesi hükümet programına uymama kararının beyanıdır. CTP hükümet ortağının, yerel seçimlerde UBP ile işbirliğini, yasa dışı istihdamlarla ilgili tavrını hükümeti bozma nedeni olarak gördüğünü açıklamış bir parti olarak, Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi ile ilgili hükümet programına uymayacağını dile getiren ortağı ile ortaklığı bozmayı ifade etmeyi bırakın, ima bile etmemiştir. Demek  ki Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi CTP açısından yerel seçimlerde sağ ittifak kurulması ihtimalinden ile daha az anlam, önem ve önceliğe sahip.
Dolayısıyla CTP’nin Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi’ne verdiği anlam ve önemin doğal sonucu, Meclis’ten oy birliğiyle geçen değişiklik metninde geçici 10’uncu maddeyle ilgili herhangi bir düzenleme bulunmamasıdır.
Bu şartlar altında Anayasa değişikliğine “evet” demenin geçici 10’uncu madde konusunda bir irade beyanı ortaya koymakla bire bir ilgisi vardır. Bir metne “hayır” demenin, o metinde hiç sözü edilmeyen bir şeye “hayır” demek anlamına geleceği nasıl düşünülebilir ki? Değişikliğe “hayır” diyenler, kuşkusuz, yalnızca metnin içerisinde yer alan maddelere “hayır” demeyeceklerdir. Bu metne “hayır” demek, yürürlükteki Anayasa’da yer alan ve metinde hiç bulunmayan başka maddelere (örneğin geçici 10’uncu maddenin referanaduma sunulmamasına neden olan ikiyüzlülük, samiyetsizlik ve politik kaypaklığa) da “hayır” demek veya tüm bunlara onay vermemek anlamına gelir.
Benzer biçimde bu metne “evet” demek de, metnin içerisinde yer alan maddelere “evet” diyerek Geçici 10. Madde ile ilgili “ne var bunda, abartmayın, vesayet denen, bağımlılık denen şey eskisi kadar kötü değil, zamanla siz de alışırsınız” diyen siyasetçi aklına onay vermek anlamına gelir. Bu metne “hayır” diyenler, yürürlükteki Anayasa’da yer alan ancak metinde yer almayan diğer maddelere (siyasetçilerin örneğin geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesinin önemli olmadığı ortak uzlaşısına) “hayır” demiş olacaklardır. Dolayısıyla, bu metnin reddedilmesi, şu anda yürürlükte olan Anayasa’nın tüm maddeleriyle birlikte, hiç değişmeksizin aynen yürürlükte kalmasından öte, siyasetçilerin geçici 10. Madde ile ilgili değişiklik yapılmasına zorlanması siyasi sonucunu doğuracaktır.
Demokrasi denen şey, siyasetçinin halkı temsil ettiği şeyse ve hukuk bir siyasal ürünse, yurttaşın tercihlerinin hukuki değil siyasi sonuçlar anlamlıdır.
Hülasa, itirazım var!
Standard
<h1>Post navigation</h1>


***

3.Tufan Erhürman’ın Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde yorumunun tersi

8 HAZIRAN 2014ALİ BİZDEN

Tufan Erhürman, 8 Haziran’da
“Anayasa Değişikliği ve Geçici 10’uncu Madde”başlıklı bir yazı yazarak,
10. Madde ile ilgili herhangi bir değişiklik içermeyen
anayasa değişikliği metnine hayır demenin
anlamsızlığını
izah etti.


Bize, referandumda hayır demenin hukuki bir sonucu olmayacağını da anlattı. Referanduma gidecek değişiklik önerileri arasında Geçici 10. Maddenin yer almayışının doğal olduğunu da açıkladı.
Erhürman’ın yazısını kopyaladım. “Evet”leri “hayır”, “hayır”ları “evet” ile değiştim. Birkaç cümle de ekledim. Sonuç Erhürman’ın meşrulaştırıp normalleştirdiği “hepimiz evet demeliyiz” fikrinin tam tersi çıktı: Hepimiz hayır demeliyiz!
Tufan Erhürman’ın kopyalayarak azacık tahrif ettiğim metni şu:

Bilindiği gibi Meclis’ten oy birliğiyle geçen Anayasa değişikliğinin içerisinde geçici 10’uncu madde ile ilgili herhangi bir düzenleme yoktur. Değişikliğin Meclis’te görüşüldüğü oturumu izleyenler bunun nedenini anlamakta zorlanmaktadır. Bu oturumda, UBP ve DP-UG genel başkanları, geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesine, en azından bugün için karşı olduklarını açıkça dile getirmişlerdir. Bu iki partinin milletvekilleri dışında Meclis’te toplam 24 milletvekili vardır ve herhangi bir maddeyle ilgili değişikliğin referanduma götürülmesi için 34 milletvekilinin “evet” oyuna gereksinim duyulduğu bilinmektedir. DP-CTP Hükümet Programı’nda açıkça Anayasa’nın Geçici 10’uncu Maddesi’nin kaldırılması hususundaki resmi siyasi pozisyon, en güncel haliyle, görevdeki CTP-DP Hükümet Programı’nda yer alıyor.  CTP’nin 21, TDP’nin 3 CTP hükümet ortağının ise 12 milletvekili vardır.
KKTC Cumhuriyet Meclisi’nde okunup onaylanan hükümet programında yer alan Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi’nin değiştirilmesi kararının altında imza ve onayı olan DP genel başkanının genel kuruldaki konuşmasında Geçici 10. Madde’nin  değiştirilmesine karşı olduğunu söylemesi hükümet programına uymama kararının beyanıdır. CTP hükümet ortağının, yerel seçimlerde UBP ile işbirliğini, yasa dışı istihdamlarla ilgili tavrını hükümeti bozma nedeni olarak gördüğünü açıklamış bir parti olarak, Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi ile ilgili hükümet programına uymayacağını dile getiren ortağı ile ortaklığı bozmayı ifade etmeyi bırakın, ima bile etmemiştir. Demek  ki Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi CTP açısından yerel seçimlerde sağ ittifak kurulması ihtimalinden ile daha az anlam, önem ve önceliğe sahip.
Dolayısıyla CTP’nin Anayasa’nın Geçici 10. Maddesi’ne verdiği anlam ve önemin doğal sonucu, Meclis’ten oy birliğiyle geçen değişiklik metninde geçici 10’uncu maddeyle ilgili herhangi bir düzenleme bulunmamasıdır.
Bu şartlar altında Anayasa değişikliğine “evet” demenin geçici 10’uncu madde konusunda bir irade beyanı ortaya koymakla bire bir ilgisi vardır. Bir metne “hayır” demenin, o metinde hiç sözü edilmeyen bir şeye “hayır” demek anlamına geleceği nasıl düşünülebilir ki? Değişikliğe “hayır” diyenler, kuşkusuz, yalnızca metnin içerisinde yer alan maddelere “hayır” demeyeceklerdir. Bu metne “hayır” demek, yürürlükteki Anayasa’da yer alan ve metinde hiç bulunmayan başka maddelere (örneğin geçici 10’uncu maddenin referanaduma sunulmamasına neden olan ikiyüzlülük, samiyetsizlik ve politik kaypaklığa) da “hayır” demek veya tüm bunlara onay vermemek anlamına gelir.
Benzer biçimde bu metne “evet” demek de, metnin içerisinde yer alan maddelere “evet” diyerek Geçici 10. Madde ile ilgili “ne var bunda, abartmayın, vesayet denen, bağımlılık denen şey eskisi kadar kötü değil, zamanla siz de alışırsınız” diyen siyasetçi aklına onay vermek anlamına gelir. Bu metne “hayır” diyenler, yürürlükteki Anayasa’da yer alan ancak metinde yer almayan diğer maddelere (siyasetçilerin örneğin geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesinin önemli olmadığı ortak uzlaşısına) “hayır” demiş olacaklardır. Dolayısıyla, bu metnin reddedilmesi, şu anda yürürlükte olan Anayasa’nın tüm maddeleriyle birlikte, hiç değişmeksizin aynen yürürlükte kalmasından öte, siyasetçilerin geçici 10. Madde ile ilgili değişiklik yapılmasına zorlanması siyasi sonucunu doğuracaktır.
Demokrasi denen şey, siyasetçinin halkı temsil ettiği şeyse ve hukuk bir siyasal ürünse, yurttaşın tercihlerinin hukuki değil siyasi sonuçlar anlamlıdır.
Hülasa, itirazım var!
Standard

Post navigation


4.Vatandaş Referandum'da Ne Yapmalı?

09/06/2014
HK

Anayasa değişikliklerin Meclis’te oy birliğiyle kabul edilmesinin ardından birçok kesimden çeşitli gerekçelerle referandumda anayasa değişikliklerine “hayır” denilmesi çağrısı yapılmaya başlandı. Bu yöndeki görüşlere ve bu görüşleri beyan edenlere saygım sonsuz. Bununla birlikte, bir yurttaş olarak bu görüşlere neden katılmadığımı da anlatmak ihtiyacı içerisindeyim. Aşağıda, bugüne kadar yapılan eleştirilerle ilgili düşüncelerimi sıralamaya çalıştım:
1. “Anayasa değişiklikleri arasında geçici 10’uncu maddeyle ilgili herhangi bir düzenleme bulunmadığı için bu paketi reddetmek gerekir”
Daha önce de belirttiğim gibi, Meclis’teki 50 milletvekilinden 26’sı geçici 10’uncu maddeyle ilgili herhangi bir değişikliğe, en azından bugün için karşı olduklarını, mensubu oldukları siyasi partilerin liderlerinin ağzından, Meclis kürsüsünden ilan ettiler. Bunun doğal sonucu bu yönde herhangi bir değişikliğin bu pakette yer almamasıdır. Çünkü herhangi bir madde ile ilgili bir değişikliğin Meclis’ten geçip referanduma sunulabilmesi için 34 milletvekilinin “evet” oyuna ihtiyaç vardır.
Bugünkü şartlar altında, sırf geçici 10’uncu madde ile ilgili herhangi bir düzenleme içermediği için bu pakete “hayır” demenin bir süre sonra söz konusu 26 milletvekilinin de katılımıyla geçici 10’uncu maddeyi de içeren yeni bir paketi gündeme getireceğini şahsen düşünmüyorum. O halde, bugün için “hayır” demek, geçici 10’uncu maddeyi değiştirmediği gibi, Anayasa’daki herhangi bir maddeyi de değiştirmeyecektir. Benim şahsi siyasi tercihim, bu paketteki değişikliklere “evet” diyerek pakette yer alan ve bugüne kadar kimsenin herhangi bir maddesi için “bu madde yürürlükteki anayasadakinden daha kötüdür” demediği değişiklikleri yürürlüğe koyduktan sonra, geçici 10’uncu maddenin değiştirilmesi için tüm kesimlerle birlikte mücadele etmektir.
2. “Anayasa değişikliklerine ‘evet’ demek geçici 10’uncu maddenin Anayasadaki varlığını onaylamak demektir”
Hiçbir geçerli mantık yürütmenin, anayasayla ilgili bir değişiklik paketine “evet” demenin o pakette herhangi bir biçimde bulunmayan bir maddeye onay vermek anlamına geleceğini kanıtlayamayacağı tartışmayı gerektiremeyecek kadar açıktır.
3. “Anayasanın 90’ıncı maddesinde yapılan değişiklikle uluslararası antlaşmalara karşı Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması engellenmiştir”
Burada bir bilgi eksikliği vardır. Yürürlükteki Anayasaya bakılırsa, uluslararası antlaşmalara karşı Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasının mümkün olmadığı görülecektir. Bu düzenleme değişiklikle getirilmemiştir. Şu anda yürürlükte olan anayasada vardır. Dolayısıyla değişikliğe “hayır” demenin uluslararası antlaşmalara karşı Anayasa Mahkemesine başvurulmasını sağlamayacağı açıktır.
4. “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı yalnızca yurttaşlara tanınmıştır”
Şu anda yürürlükte olan Anayasada, kimsenin anayasa mahkemesine bireysel başvuru hakkı yoktur. Anayasa değişiklik önerilerinde bu hak “herkes”e tanınmaktaydı. Ancak, bazı siyasal partiler bu hakkın “herkes”e tanınması durumunda bu maddedeki değişikliklere oy vermeyeceklerini beyan ettiler. Bu durumda 34 oy sağlanamayacak ve madde hiç değişmeyecekti. Bunun üzerine bu hakkın hiç olmazsa “yurttaşlar”a tanınmasını sağlamak amacıyla öneri değiştirildi. Referandumda “hayır” demek Anayasanın hiç değişmemesine ve kimsenin ve dolayısıyla yurttaşların da bu hakka sahip olmamasına yol açacaktır.
5. “Yapılan değişiklikler makyajdır. Esasa dair hiçbir şey getirmemektedir”
Bu iddiayı dile getirenlere, yalnızca şunları hatırlatmak isterim:
a) 10’uncu maddede yapılan değişiklikle, uluslararası insan hakları hukukunda çok önemli bir kavram olan ve birçok uluslararası mahkeme kararında yer alan, dolayısıyla bu değişiklikle bizim mahkemelerimiz tarafından da kullanılabilir hale getirilen  “insan onuru” maddede düzenlenmiştir.
b) 11’inci maddede yapılan değişiklikle, Meclisin temel hak ve özgürlükleri sınırlama yetkisi ciddi biçimde daraltılmıştır.
c) 15’inci maddede yapılan değişiklikle, ölüm cezası anayasadan çıkarılmış ve “öldürme”nin yalnızca meşru müdafaa halinde meşru olacağı düzenlenmiştir.
d) 35A maddesiyle çocuk hakları ilk kez Anayasada düzenlenmiştir.
e) 40’ıncı maddede yapılan değişiklikle çevre hakkı ciddi biçimde genişletilmiş, “herkes”e çevre davası açma hakkı tanınmış, çevreyle ilgili uluslararası belgelerde yer alan katılımcılık, kirleten öder ve önleyicilik ilkelerine anayasal temel sağlanmış, devletin tüm organları bu ilkelere uygun davranma yükümlülüğü altına sokulmuştur.
f) 70’inci maddede yapılan değişiklikle kamu görevlileri siyaset yasağına tabi olanlar listesinden çıkarılmıştır.
g) 76’ncı maddede yapılan değişiklikle dilekçe hakkı genişletilmiştir.
h) 76A maddesinde yapılan değişiklikle bilgi edinme hakkı anayasal bir hak haline getirilmiştir.
i) 81’inci maddede yapılan değişiklikle, Meclisin tatili kısaltılmış, milletvekillerinin servet beyanında bulunmamaları ve yalan beyanda bulunmaları anayasal yaptırımlara tabi kılınmıştır.
j) 84’üncü maddede yapılan değişiklikle, milletvekillerinin yasama dokunulmazlığı ciddi biçimde daraltılmış, milletvekiliyken veya daha önce suç işleyen milletvekilinin milletvekilliği devam ederken yargılanması sağlanmıştır.
k) 90’ıncı maddede yapılan değişiklikle, KKTC’nin imzaladığı tüm uluslararası antlaşmaların Meclis’te onaylanması gerekli hale getirilmiş, insan haklarına ilişkin uluslararası antlaşmalarla yasaların çatışması durumunda, hangisi insan haklarını daha fazla koruyorsa onun uygulanması sağlanmıştır.
l) 93’üncü maddede yapılan değişiklikle Meclise uygunluk bildiriminin verilmesinin Sayıştay’ın denetim yetkisini ortadan kaldırmayacağı düzenlenmiştir.
m) 114’üncü maddede yapılan değişiklikle, Ombudsmanın yetkileri artırılmış, Ombudsman re’sen harekete geçebilme, insan haklarına uygunluk denetimi yapma ve tüm idari birimleri denetleme yetkisine sahip kılınmıştır. Ayrıca bu maddede yapılan değişiklikle Ombudsmanın seçilmesinin önündeki engeller kaldırılmıştır.
n) 119’uncu maddede yapılan değişiklikle, belediye organlarının hukuka aykırı işlemleriyle, belediyeyi bütçesinin onda biri oranında zarara uğratması halinde yargı kararıyla görevden alınmasının yolu açılmıştır.
o) 122’nci maddede yapılan değişiklikle, tüzüklere, yönetmeliklere ve tüm düzenleyici işlemlere karşı dava açmak olanaklı hale getirilmiştir.
ö) 131A maddesiyle hem YÖDAK anayasal kurum haline getirilmiş, hem de üniversite özerkliği kavramı anayasal güvenceye kavuşturulmuştur.
p) 132’nci maddede yapılan değişiklikle Sayıştay özerk bir anayasal kurum haline getirilmiştir.
r) 143’üncü maddede yapılan değişiklikle Yüksek Mahkemedeki yargıç sayısının yasayla artırılmasının ve yargıda uzmanlaşmanın önü açılmıştır.
s) 144’üncü maddede yapılan değişiklikle yurttaşlara insan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa Mahkemesi’ne başvurma olanağı tanınmış, ayrıca yanlış mahkemede dava açtığı gerekçesiyle davacının dava açma hakkını kaybetmesi engellenmiştir.
ş) 151’inci maddede yapılan değişiklikle, olağanüstü kanun yolları ilk kez tanınmış, KKTC mahkum olduktan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava kazanan kişinin KKTC’de yeniden yargılanmasının önü açılmıştır.
t) 152’nci maddede yapılan değişiklikle, yurttaşların idareye karşı dava açması kolaylaştırılmış ve idari yargıdaki davaların, bu alanda uzman mahkemelerce çok daha hızlı bir biçimde sonuçlandırılmasının önü açılmıştır.
Özetlenen bu değişikliklerin makyaj niteliğinde olup olmadığı okuyucunun takdirine bırakılmıştır.
6. “Bu değişiklikler için Anayasa değişikliğine gerek yoktu. Bunlar yasayla da yapılabilirdi”
Bu iddiayla ilgili olarak sadece şunu söyleyeceğim: 10, 11, 15, 40, 70, 81, 84, 90, 93, 114, 119, 122, 131A, 132, 143, 144, 151 ve 152’nci maddede yapılan değişikliklerin yasayla yapılması hukuken asla mümkün değildir.      

****************************************************************************

GEÇİCİ 10'UNCU MADDENİN KALDIRILMASINI İÇERMEYEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE "EVET" DEMEK
1985 Anayasası Halkoylamasına sunulduğunda, başta CTP olmak üzere, birçok sendika ve sivil toplum örgütü, Geçici 10'uncu madde nedeniyle, Anayasaya hayır oyu vermişti.
Görüyorum ki, CTP dışında "Hayır"cı cephenin bir kısmı,
• Anayasanın parça parça da olsa demokratikleştirilmesi;
• Hak ve özgürlüklerin yasayla dahi olsa sınırlandırılmasında, çağdaş ölçütlerin gözetilmesi zorunluluğunun kurallaştırılması;Ü
• Hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi ve çocuk hakları gibi yeni hak ve özgürlüklerle genişletilmesi;
• Bilgi Edinme Hakkının Anayasal bir hak olarak güçlendirilmesi,
• Dilekçe Hakkına yeni boyut kazandırılması;
• Yerel Yönetim Organlarının hukuka aykırı işlemler nedeniyle sorumluluğunun Anayasal çerçevede somutlanması;
• Hak ihlallerinde yurttaşların Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru haklarının tanınması;
• Sayıştay ve Ombudsman gibi Bağımsız Kurumların güçlendirilmesi ve etkili işlerliğe kavuşturulması;,
• Milletvekillerinin, (eşlerinin ve velayetleri altındaki çocuklarının mal varlıklarını kapsayacak biçimde) mal bildiriminde bulunmalarının Anayasal bir zorunluluk haline getirilmesi;
• Milletvekili sorıumsuzluğunun Meclisteki oy ve sözlerle sınırlandırılması ve dokunulmazlığın tutuklanma, yargılanma ve cezalandırma açısından yeni esaslara bağlanması;
• Yönetimin işlem, ihmal ve eylemlerine karşı, tazminat isteme hakkı dahil, idari işlem veya eylem veya ihmalle ciddi ve makul ilgisi olanların, ilk derece mahkemesi olarak idare mahkemlerinde dava açılmasının olanaklı kılınmas;
• Çocuk Mahkemeleri ile iş mahkemeleri gibi özel ihtisas mahkemelerin kurulmasına, Anayasal dayanak yaratılması;
yönündeki değişiklikleri, belki de okuma ve sağduyulu bir biçimde değerlendirme gereği de duymayarak ve Anayasaların değiştirilmesinin, özellikle bizim Anayasamız gibi değiştirilebilmesi için özel çoğunluklar arayan katı olarak nitelendirilen bir Anayasanın değiştirilmesinin hiç te kolay olmadığı gerçeğini tümden gözardı ederek, yapılanların hiçbir değeri yokmuş gibi ellerinin tersi ile itmeye hazırlanıyor.
Dünün “hayır’ını boyunlarında değerli bir mücevherat gibi, büyük bir kıskançlıkla ve de korumacılık duygusuyla taşıyorlar sanki. Bugün “Evet” derlerse, dünün “Hayır”’ına ihanet edeceklermiş gibi bir duygu ve bir hesaplaşma sendromuna girmişler gibi.
Bir an için diyelim ki Anayasada başkaca bir değişiklilk yapılmadan, Geçici 10’uncu madde kaldırıldı. Ülkede uygulanmakta olan Askeri ve İdari Vesayet buharlaşacakmı, yok mu olacak. Kendiliğinden ortadan kalkacak mı, bir başka deyişle, Geçici 10’uncu maddenin kalkmasıyla ülke kendiliğinden demokratikleşecek ve ülkede yaşanan hukuksuzluklar, kayırmacılık üstüne kurulmuş Devlet yönetimi anlayışı, yerini kamucu ve eşitlikçi bir yönetim yapısına mı bırakacak.
1985 Anayasasının hazırlanmasında Anayasa Komitesinde görevli bir Hukukçu olarak yoğun bir emek harcamıştım. Beğendiğim, önemsediğim maddeler, beğenmediklerimden, içselleştiremediklerimden hayli çoktu. Ama iş Geçici 10’uncu maddeye gelip dayanınca, Barışa kadar, Garantör Türkiye’nin yalnızca dış güvenliğimizi değil de , iç güvenliğimizi de üstlenmesini ve polisin de askeri otorite tarafından yönetilmesine kapılar açan düzenlemeleri içime sindirmediğiminden, ben de , uzun bir iç hesaplaşmadan sonra, tepkisel bir davranışla, Geçici 10’unc maddenin varlığını gerekçe göstererek Anayasaya “Hayır” oyu kullanmıştım.
Şimdi, Geçici 10’uncu maddeyi kaldırmadığı için, önümüzdeki Anayasa Değişikliklerine EVET demekle, Dünkü HAYIR”ıma , bir başka deyişle kendi kendime ihanet etmiş mi olacağım.
Öyle zannederim ki, Gecici 10’uncu maddenin kaldırılması ve vesayet rejiminden kurtulma yönünde mücadeleyi kararlılıkla sürdürmek ve Barış sürecine katkı koymak yanında, Devlet aygıtının işleyişini temellendiren ve Yöneticileri sınırlandıran, yurttaşlarına ayırımsız hizmeti öngören VE DEVLETİ, HER YURTTAŞIN İNSANCA YAŞAMA OLANAKLARINA KAVUŞTURULMASI YÖNÜNDE EKONOMİK VE SOSYAL HER TÜRLÜ ÖNLEMİ ALMAKLA ÖDEVLİ KILAN mevcut Anayasayı, daha da demokratik bir yapıya kavuşturmak kaçınılmazdır.
Bilmeliyiz ki bu ülkede BARIŞ olmadıkça, Geçici 10’uncu maddeyi de kaldırsak, Vesayet Rejiminden kurtulmamız pek kolay olmayacaktır. Bu rejimi, Anayasal kurallarla sınırlandırmak ve demokratik işleyişe zorlamak hepimizin boynunun borcu olsa gerek.
O nedenle ben çağrımı yineliyorum.
ANAYASA DEĞİŞİKLİK PAKETİNE EVET.