13 Şubat 2012 Pazartesi

Sınıf çalışmasında ısrar ve süreklilik


Sınıf çalışmasında ısrar ve süreklilik

“Büyük idealler uğruna önce küçük bir azınlık savaşım vermiştir”
“Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir”. İşçi sınıfının devrimci misyonuna duyulan bilimsel inanç ve bu tarihsel görevin gerçekleşmesini sağlayacak devrimci önderliğin inşası, ancak ve ancak işçi sınıfıyla buluşabilen ve ona önderlik edebilen bir örgüt tarafından gerçekleşebilir. Bu örgütü, yani işçi sınıfıyla et ve tırnak gibi olan örgütü yaratabilmenin yolu ise, işçi sınıfı çalışmasında ısrar ve sürekliliğin sağlanmasıyla mümkündür. Sınıf içerisinde maddi bir güç olmayı başaramayan bir örgüt, yemyeşil bir ormanda kuru bir ağaca benzer. Bu kuru ağaç ne zaman ki sınıf içerisinde maddi bir güç olmayı başarır… işte o zaman yeşerir, çiçek açıp meyve verir. Fakat bu ağacın yeşerip meyve verebilmesi için sürekli sulanması gerektiği unutulmamalıdır.

İşçi sınıfı çalışmasında sürekliliğin ve ısrarın önemi, yıllardır üzerinde durduğumuz temel sorunların başında gelmektedir. İşçi sınıfı içerisinde kök saldığımız kazanılmış mevziler sağlamak, siyasal ve ekonomik saldırılara karşı bu mevzilerden ses verip barikat olabilmek, savunmadan çıkıp saldırıya geçebilmek ve ülke gündemine damga vurabilmek hangi işçi sınıfı devrimcisinin hayallerini süslemez ki…











Fakat, işçi sınıfı çalışması zordur; o en başta sabır, ısrar ve süreklilik ister. Damlanın taşı delmesi, dalgaların koskoca kayaları parçalaması gibi sürekliliği sağlanmalıdır sınıf çalışmasının. Bu ise, çürümüş, her tarafından pis kokular yayan kapitalizmi yıkma gücünün ancak ve ancak işçi sınıfı tarafından gerçekleştirilebileceğinin bilimsel olarak kavranmasından geçer. Bu gerçeği tüm bilimselliği ile kavramamış bir kafa ise, ne kadar “işçi sınıfını örgütlemek gerek” dese de, en ufak bir fırtınada gemisinin rotasını işçi sınıfı denizinin kıyılarına doğru çevirerek sınıf çalışmasından uzaklaşır.

Bizim gemimizin rotası ise, tüm boran ve fırtınalara rağmen işçi sınıfı denizinin en derin noktasına, mavi okyanuslara doğru çevrilmelidir. Gemimiz okyanuslarda ilerlemelidir, çünkü kapitalizmi tarihin çöplüğüne gömecek olan yegane sınıf proletaryadır. Proletaryanın asıl önemi, büyük ölçekli üretimde oynadığı rolden kaynaklanır. Tüm toplumsal hayatın temeli üretimdir ve kapitalist sınıfın elindeki üretim araçları ancak proletarya tarafından harekete geçirilebilir. Üretim araçlarını harekete geçirince, toplumsal yaşamın yeniden üretilmesini sağlayan işçi sınıfı, bu araçları hareket etmekten alıkoyma gücüne de aynı derecede sahiptir. Toplumsal hayatın temeli üretim olduğu içindir ki, işçi sınıfı şalterleri indirerek tüm hayatı durdurabilirler.

Tarihte, bu denli kolektif hareket etme yeteneğine sahip herhangi bir sınıf varolmamıştır. Dahası, kolektif hareket etmek, işçi sınıfı açısından, bir yetenekten öte bir zorunluluktur. Marx“tüm emek sürecinin gerçek kaldıracı bireysel işçi değil, aksine, toplumsal olarak birleşmiş emek-gücüdür” der. Yani, üretim bireyler olarak işçilerin değil, kolektif işçinin eseridir. İşçi sınıfını tanımlayan kolektif hareket etmeye yatkınlık, disiplin ve dayanıklılık, bu sınıfa bizzat kapitalist üretim tarzı tarafından kazandırılır. Tam da bu yüzden, işçi sınıfı kapitalizmi yoketme yeteneğine sahip tek sınıftır. Tam da bu yüzden işçi sınıfı devrimcileri olarak gemimizin rotasını hep okyanusların derin sularına çevireceğiz, hiçbir fırtına bizi okyanuslardan geri çeviremeyecek ve işçi sınıfı çalışmasının tüm akıl almaz zorluklarına göğüs gererek ısrarla okyanuslarda kalacağız.



Taşı delebilme ısrarı


“Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir.” Bu Latin atasözünü günümüz sınıf çalışmasına uyarladığımızda, sonuç alıcı bir çalışmada, hele ki bu işçi sınıfı çalışması gibi zor ve muazzam bir çaba isteyen, bir çırpıda başarılamayan, iğneyle kuyu kazmak kadar sabır gerektiren sınıf çalışmaysa, başarı kıstaslarından birisi olarak karşımıza sürekli ve ısrarlı bir çalışmanın garanti altına alınması çıkar.

2006 yılında “Söz Alınterinin Kurultayı” çalışmasının İMES sanayi bölgesindeki yürütücüleri olan aktivistlerimizin o dönem sergiledikleri pratik, sınıf çalışmasındaki ısrar ve sürekliliğin önemini en çıplak haliyle bizlere göstermeye yeterli niteliktedir.

İMES bölgesinde faaliyet yürüten aktivistlerimiz, bölgede tek bir ilişkimizin olmadığı koşullarda çalışmanın startını verdiler. Haftalık programın dışında yürütülen çalışma her akşam değerlendirilerek sonuçlar çıkarılıyor, ertesi gün hangi noktalara yüklenileceği konuşuluyor, merkezi bildiri ve afişlerin yanı sıra bölgenin özgül koşullarına ilişkin yerel bildiri vb. vb. materyallerle işçilere ulaşmaya çalışıyorlardı. 2 ay gibi sıkı bir çalışma sonunda bile tek bir işçi ilişkisi kurulamamıştı. Aktivistlerimizin büyük zorluklarla giriştikleri çalışmada hiçbir kırılma olmadı, çalışma tüm disiplini ve kararlılığı ile devam ettirildi. Bölgenin özgül koşullarından kaynaklı, havzada çalışma yürütmek oldukça zordu. Evet, aktivistlerimiz tüm zorluklara rağmen “bu siteye gireceğiz”kararlılığıyla çalışmalara ara vermeden ısrarla devam ettiler. Ama ne zorluklar… Parasızlık,.. sabahtan akşama kadar aç karnına dağıtılan bildiriler, yapıştırılan afişler, satılan gazeteler, kilometrelerce yürünen yollar, delik ayakkabısı nedeniyle ayakları donma tehlikesi geçiren, hastaneye kaldırılan yoldaşlar…

Sonuç, İMES A Kapısı girişine kurulan standda bekleyen aktivistlerimizin yanına orta yaşlarda iki işçi yaklaşarak, “yav arkadaşlar, biz sizi her gün buralarda görüyoruz, yağmur, kar demeden her gün insanlara bir şeyler anlatmak için buralardasınız. Biz İMES’te bir çuval fabrikasında çalışıyoruz. Arkadaşlarla fabrikada sendikalaşmak istiyoruz, bu noktada bize yardımcı olmanız için bizi size gönderdiler, işçi arkadaşlarla da konuşarak karar verdik. Buna, ne dersiniz?..” Ve sonra, geceleri çuval fabrikasına işçilerin gizli yöntemleriyle giren aktivistlerimizin işçiyle yaptıkları toplantılar…

Evet, o dönem sürekliliği sağlanmış, ısrarla tüm zorluklara ve olumsuz koşullara rağmen çalışmada ısrarlı olmanın ödülünü, onlarca işçiyle fabrikalarında yapılan toplantılar olarak aldı aktivistlerimiz.

Israr ve sürekliliğin bilince çıkarılması


İşçi sınıfı çalışmasında süreklilik, yönelim, yoğunlaşma ve ısrar esastır. Sürekliliği sağlanamayan bir sınıf çalışmasının başarı şansı yoktur. Çalışma yürütülecek bir sanayi havzasında kalıcı ilişkiler ve giderek de havzada kökleşebilmenin yolu aynı noktada sürekli ve ısrarla çalışma yürütmektir. Kuşkusuz her işçi sınıfı devrimcisi bunu bilir ve aksini iddia etmez. Fakat sorun bu yadsınamaz gerçeği pratikte uygulamaya geldiğinde, kendine her “işçi sınıfı devrimciyim” diyenin bu gerçeği bilince çıkaramadığı anlaşılır. Burada asıl görülmesi gereken; adına layık bir işçi sınıfı devrimcisinin varlık nedenlerinin başında gelen görevinin işçi sınıfını örgütlemek olduğunun unutulmasıdır.

İlk kez yönelinen bir çalışmada ilk adımlar büyük bir heyecan ve istekle atılır. Aktivistler ilk adımların yarattığı heyecanla bütün enerjilerini akıtırlar bu çalışmaya. Elle tutulur ilişkiler çıkmaya başlayınca bu enerji birkaç kat artar. Fakat hiç de uzun olmayan bir süre sonra, kurulan ilişkilere rağmen bu heyecan tükenmeye ve aktivistlerin ayakları gerisin geri gitmeye başlar. Bunun temelinde ne karşılarına çıkan zorluklar ne de olumsuz koşulların yarattığı ruh hali vardır. Buradaki sorunun temelinde, işçi sınıfının kapitalizmi yok edecek tek sınıf olduğu bilimsel gerçeğinin kavranamaması yatmaktadır. Bu gerçeği kavrayamayan bir kafa, en küçük bir kırılmada yan çizer, binbir bahane üretir, ayakları o zorlu topraklara basmaz.

Sınıf çalışmasında ısrar etmek demek, akılalmaz zorluklara göğüs gerebilme yetisine sahip olabilmek demektir. Bu zorluklara göğüs gerebilmenin yolu ise, ideolojik olarak kafa açıklığına sahip olabilmekten geçer.

Çalışmada yoğunlaşma yetisi


Yoğunlaşma, fiziksel ve zihinsel enerjiyi bezginlik duymadan tek bir noktaya uygulama yeteneğidir.

Genelde yaşamımızın birçok kesitinde, özelde ise işçi sınıfı çalışmasında yoğunlaşma yetisine sahip olabilmek önemlidir. İşlerin çok bunu yapacakların az olması, genelde işi yerine getirmeye çalışan aktivistleri tabir-i caizse bin parçaya bölerek belli bir noktada yoğunlaşmalarının önüne engel teşkil eder. Bugün açısından değerlendirildiğinde pekçok açıdan durum tam da budur: Az insanla çok iş yapma zorunluluğu ve sonuç olarak bir noktaya yoğunlaşamamak.

Yapılması gereken birçok iş vardır ve hepsi de yapılması gereken işlerdir. Genelde bu gerçekliği sözlü olarak da birçok kez duymuşuzdur çalışma yürüten aktivistlerden. Fakat, bu noktada sınıf çalışması yürüten işçi sınıfı devrimcilerinin bütünsel anlamda çalışmalarını nasıl planladıkları, daha doğru bir ifadeyle yaşamlarını nasıl bir planlamanın üzerine oturttukları çıkar karşımıza. Kısacası, zaman nasıl örgütlenir? İçinden geçtiğimiz süreçteki zorluklar, bir kişinin aynı anda birçok işi yapması gerçekliğinin üzerinden atlanmadan kendimize sormamız gereken soru,“zamanımızı nasıl örgütlüyoruz, yoksa zamanın akışı içerisinde zaman mı bizi sürüklüyor” sorusudur. Kuşkusuz burada sorun, zamanın “hızla” akıp gitmesinde değil, tam aksine Edison’un deyişiyle “insanın yaşamındaki en değerli şey olan zamanın” değerini bilmemekte yatmaktadır. Zamana hakim olamayan, zaman üzerinde hakimiyet kuramayan bir işçi sınıfı devrimcisi, yaptığı çalışmada bir derinlik sağlayamaz. Derinliği sağlanamayan bir çalışma ise üstünkörü, günübirlik ve düzensiz bir çalışmadır. Böylesi bir çalışma tarzıyla sınıf çalışması yürütmeye çalışmak amatörlüğün daniskasıdır.

Einstein‘ın ünlü sözü de akıllardan çıkmamalıdır: “Büyük idealler uğruna önce küçük bir azınlık savaşım vermiştir”. Yani “az insan çok iş” meselesi tek başına bu kesite özgü bir şey de değildir. Her dönemin “az insan çok iş” çelişkisi vardır; olması da normaldir. Her tarihsel kesit, anın ve geleceğin görevlerini kavrayan, onları gerçekleştirmek için aralıksız bir çaba içinde olan kendi evlatlarını -aydınlanmışlarını- ortaya çıkarır. Onlar ateşi başkalarına taşımakla hem üstesinden gelinmesi gereken muazzam “iş”i kolaylaştırmaya çalıştılar -hem de bunun hazzının başka hiçbir şeye benzemeyen tadını, ‘özgürlük ve zorunluluk’ diyalektiğini başkalarına kavratmaya/duyumsatmaya çabaladılar. Yani her zaman, her dönem, her tarihsel aşamada “iş”lerle bunu yerine getirecek insanlar arasında gerilimli bir açmaz vardır. “İş” tanımının içeriği değişir, insanların nitelikleri (gelişkinlik ya da gerilik anlamında) farklıdır, vb. Kısacası, bu çelişki ve gerilim olmazsa olmazdır…



Sonuç yerine


Öte yandan, sınıf içinde çalışmada ısrar/sürekliliğin sağlanması sorunu aktivistlerin sınıfın devrimdeki rolünün ideolojik kavrayışındaki zayıflığına bağlanamaz. Bu konuda belli bir kavrayış eksikliği bile parçası oldukları kolektifin zayıflıklarıyla -aktivistlerle merkezi politikalar arasında içerden ve kalıcı bir bütünleşmenin kurulması sorunu- birlikte ele alınmalıdır. Kolektifin aktivistlerle ilişkisi de asıl olarak devrim ve sosyalizm idealinin bilimsel bir kavrayış üzerinden ve ancak sindirilmiş bir yaşam felsefesi haline getirilerek kurulmalıdır. Bu idealle böylesi bir ilişki kuran -yani geleceği bugünde yaşayan- bir komünist onu toplumsal bir gerçeğe dönüştürmek için hangi halkayı sıkıca kavraması gerektiğini de kolektifin öncülüğünde bulur ve ona sımsıkı sarılır.

İnsanın denize girmedikçe yüzmeyi öğrenemeyeceği gerçeği gibi, sınıf çalışmasında ustalaşmanın da en temel kıstaslarından belki de birincisi, sınıf içerisinde ısrar ve sürekliliği sağlanan bir çalışma içerisinde olmaktır. Hatalar yapılır, başarısızlıklar olur, moraller bozulur, zorluklar çekilir, ama sınıf çalışmasında ısrar ve süreklilik sağlandığında başarısızlıklar azalmaya, zorluklar altedilmeye başlanır. Çıraklık evresi kendisini ustalaşmaya devreder.

Bu bağlamda, sınıf çalışmasında ısrar ve sürekliliğin sağlanabilmesi, bizlere hayalini kurduğumuz komünizmin özgürlük dünyasına yaklaştıran bir adım olarak görülmeli ve böyle okunmalıdır…



ALINTERİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder